2012-01-15 12:06
Faydalı Bilgiler / Osmanlı da Dini Otorite
Osmanlı da Dini Otorite
Osmanlı Cihan Devleti, temel İslâmî düşünceye uygun olarak tam bir “hukuk devleti”dir. Yâni kanunların değil, hukûkun hâkim olduğu bir devlettir. Bunun sağlanmasında da şu iki esas unsur vardır:
1. Osmanlı’da kanunlar, onları tatbik edecek olan kimselerin irâdesinin mahsûlü değildi.
Her ne kadar ictihad ve kıyas gibi birkısım faâliyetler mevcûd olsa da bu hususlarda hukukçular hür değil, ilâhî kânunun mantığı ve gâyesi ile bağlı idiler. Bu demektir ki, devlet reisinden başlamak üzere hukukun bütün uygulayıcıları, kanunları herhangi bir şahıs veya zümrenin leh veya aleyhinde ortaya çıkarmak imkânına sahip değildirler. Ayrıca kendileri de, bu son derece objektif muhtevâya sahip olan hukuk kaidelerine uymakla mükelleftirler. Nitekim Fâtih’in muhâkeme edilip kolunun kesilmesine karar verilmesi bunun bâriz bir misâlidir. Zâten onların hareketlerinin meşrûluğunu sağlayan husus da, işte bu siyâsî irâde ile ilâhî kanunlar arasındaki uygunluktur. Meşrûluk, bu uygunluk nisbetindedir.
2. İslâm’da gerek maslahat dolayısıyla ortaya çıkarılmış kanunların, gerekse siyâsî otoritenin uygulamalarının temel hukûkî esaslara, yâni kitap ve sünnete uygunluğu, fetvâ ile belirlenmiştir.
Fetvâ, şahsî bir kanâat ortaya koymak değildir. Onun mutlaka şer’î bir mesnede dayandırılması mecbûriyeti vardır.
Dolayısıyla Osmanlı’da fetvâ makamı, siyâsî otoriteyi de yönlendirebilen dînî bir otoritedir. Öyle ki, pâdişâhın “halîfe” sıfatının vekîli olan şeyhülislâm, “sultan” sıfatının vekîli olan sadrazamın önünde yer almıştır. Bu uygulama, devletin yıkılışına kadar muhâfaza edilmiş idârî bir esastır.
Ayrıca şeyhülislâmlar, aynen pâdişâhlar gibi kayd-ı hayât ile tâyin olunmuşlardır. Bu itibarla beğenilmeyen bir fetvâ verdiği için azledilmiş bir şeyhülislâm hemen hemen hiç yok gibidir. Bu makama gelen insanların azledilmeleri, aşırı yaşlılık ve sıhhî rahatsızlık gibi sebeplerledir. Bu da sayı itibarıyla tahttan indirilmiş pâdişâhlar kadar bir yekun teşkil etmez.
Bunların yanında vezirlik rütbesindekiler için uygulanan siyâseten katil, aynı rütbeye sahip kabûl edilen şeyhülislâmlar hakkında bir-iki istisnâ hariç tatbik edilmemiştir. 623 yıllık Osmanlı târihindeki bu istisnâlar da, rüşvet sebebiyledir.
Şeyhülislâm da, insan olmak itibarıyla bir mes’eleyi takdîrde hatâya düşebilir veya siyâsî bir entrikanın te’sîri altında kalabilir. Son devirlerde siyâsî otoritenin bu makama baskı yaptığı ve haksız fetvâ çıkarttığı nâdiren görülmekle beraber Sultan Abdülhamîd Han Hazretleri’nin tahttan indirilişinde olduğu gibi fetvânın salâhiyetli olmayan makamdan alınması gibi istisnâî durumlar da yaşanmıştır. Bunlar ise, o hukûkî sistemin değil, siyâsî otoritenin hatâlarıdır.
Umûmî olarak diyebiliriz ki, idârecilerin kitap ve sünnetten ayrılmasını önleyici müessirler, Osmanlı hukûk nizâmında en mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Öyle ki bir şeyhülislâm, kendisini tâyin etmiş olan pâdişâhı bile tahtından indirmek salâhiyetine sahip kılınmıştır. Yeter ki dayandığı sebep, şer’î bir mesned olsun! Yâni şeyhülislâmlar, Osmanlı Devleti’nde hukûkun pâdişâh irâdesini bile yönlendiren ve îcâbında kontrol eden üstünlüğünü sağlayan hiyerarşinin başı olmuşlardır. Bunun içindir ki Osmanlı târihinde, celâdetli hükümdarlara bile istediği fetvâyı vermeyen ve buna rağmen de yerinde kalabilen nice şeyhülislâmlar görülmüştür. İşte bunlardan biri de Kemâl Paşazâde’dir.
1. Osmanlı’da kanunlar, onları tatbik edecek olan kimselerin irâdesinin mahsûlü değildi.
Her ne kadar ictihad ve kıyas gibi birkısım faâliyetler mevcûd olsa da bu hususlarda hukukçular hür değil, ilâhî kânunun mantığı ve gâyesi ile bağlı idiler. Bu demektir ki, devlet reisinden başlamak üzere hukukun bütün uygulayıcıları, kanunları herhangi bir şahıs veya zümrenin leh veya aleyhinde ortaya çıkarmak imkânına sahip değildirler. Ayrıca kendileri de, bu son derece objektif muhtevâya sahip olan hukuk kaidelerine uymakla mükelleftirler. Nitekim Fâtih’in muhâkeme edilip kolunun kesilmesine karar verilmesi bunun bâriz bir misâlidir. Zâten onların hareketlerinin meşrûluğunu sağlayan husus da, işte bu siyâsî irâde ile ilâhî kanunlar arasındaki uygunluktur. Meşrûluk, bu uygunluk nisbetindedir.
2. İslâm’da gerek maslahat dolayısıyla ortaya çıkarılmış kanunların, gerekse siyâsî otoritenin uygulamalarının temel hukûkî esaslara, yâni kitap ve sünnete uygunluğu, fetvâ ile belirlenmiştir.
Fetvâ, şahsî bir kanâat ortaya koymak değildir. Onun mutlaka şer’î bir mesnede dayandırılması mecbûriyeti vardır.
Dolayısıyla Osmanlı’da fetvâ makamı, siyâsî otoriteyi de yönlendirebilen dînî bir otoritedir. Öyle ki, pâdişâhın “halîfe” sıfatının vekîli olan şeyhülislâm, “sultan” sıfatının vekîli olan sadrazamın önünde yer almıştır. Bu uygulama, devletin yıkılışına kadar muhâfaza edilmiş idârî bir esastır.
Ayrıca şeyhülislâmlar, aynen pâdişâhlar gibi kayd-ı hayât ile tâyin olunmuşlardır. Bu itibarla beğenilmeyen bir fetvâ verdiği için azledilmiş bir şeyhülislâm hemen hemen hiç yok gibidir. Bu makama gelen insanların azledilmeleri, aşırı yaşlılık ve sıhhî rahatsızlık gibi sebeplerledir. Bu da sayı itibarıyla tahttan indirilmiş pâdişâhlar kadar bir yekun teşkil etmez.
Bunların yanında vezirlik rütbesindekiler için uygulanan siyâseten katil, aynı rütbeye sahip kabûl edilen şeyhülislâmlar hakkında bir-iki istisnâ hariç tatbik edilmemiştir. 623 yıllık Osmanlı târihindeki bu istisnâlar da, rüşvet sebebiyledir.
Şeyhülislâm da, insan olmak itibarıyla bir mes’eleyi takdîrde hatâya düşebilir veya siyâsî bir entrikanın te’sîri altında kalabilir. Son devirlerde siyâsî otoritenin bu makama baskı yaptığı ve haksız fetvâ çıkarttığı nâdiren görülmekle beraber Sultan Abdülhamîd Han Hazretleri’nin tahttan indirilişinde olduğu gibi fetvânın salâhiyetli olmayan makamdan alınması gibi istisnâî durumlar da yaşanmıştır. Bunlar ise, o hukûkî sistemin değil, siyâsî otoritenin hatâlarıdır.
Umûmî olarak diyebiliriz ki, idârecilerin kitap ve sünnetten ayrılmasını önleyici müessirler, Osmanlı hukûk nizâmında en mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Öyle ki bir şeyhülislâm, kendisini tâyin etmiş olan pâdişâhı bile tahtından indirmek salâhiyetine sahip kılınmıştır. Yeter ki dayandığı sebep, şer’î bir mesned olsun! Yâni şeyhülislâmlar, Osmanlı Devleti’nde hukûkun pâdişâh irâdesini bile yönlendiren ve îcâbında kontrol eden üstünlüğünü sağlayan hiyerarşinin başı olmuşlardır. Bunun içindir ki Osmanlı târihinde, celâdetli hükümdarlara bile istediği fetvâyı vermeyen ve buna rağmen de yerinde kalabilen nice şeyhülislâmlar görülmüştür. İşte bunlardan biri de Kemâl Paşazâde’dir.