osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Öldürülen Osmanlı Şehzadeleri ve Devrilen Padişahlar

Bir hanedan saltanatı olan Osmanlı’nın bizzat kendi hanedan mensupları için de aslında nasıl bir cehennem olduğuna Çetin Altan’ın “Tarihin Saklanan Yüzü” adlı eserinde biraz ışık tutulmaktadır. Aşağıda Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey zamanından başlayarak
Bir hanedan saltanatı olan Osman...
Sultan Vahidettin’e kadar devrilen 17 padişah ve öldürülen sayısız şehzade ile ilgili (1298 – 1922 arası) tarihin o kitaptan alınma bir özetini bulacaksınız.

Osmanlı’nın Osman Bey eliyle kurulduğu söylenen o yıllarda “Ayasofya” bir tapınak olarak inşa edilişinin sekiz yüzüncü yılını idrak etmektedir. Marko Polo’nun karadan yaptığı Uzakdoğu gezisi de, tam bizim Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarına rastlar. 1271-1295 arasıdır. Ne var ki, Marko Polo’nun anılarını o dönemin büyük İtalyan yazarı Rustichello, gezginin ağzından ne kadar düzgün, düzenli ve çekici olarak kaleme almış. Oysa bizim Osmanlı devletinin kuruluşuyla ilgili anlatımlar düzensiz, çelişkili, karmakarışık ve çoğunlukla da sonradan geliştirilmiş yakıştırmalarla doludur…
Kişi hak ve özgürlükleri daha 1215’te, yani Osmanlı devletinin kurulmasından seksen beş yıl önce İngiltere’de “Magna Carta Libertatum” yasasıyla güvence altına alınmıştı. O temel yasada şöyle deniyordu: Hiçbir özgür kişi, kendi denklerinin hukuken geçerli bir hükmü ya da ülke yasalarının gerektirdiği durumlar dışında tutuklanamaz, hapse atılamaz, mallarından ve yasal haklarından yoksun bırakılamaz, sürgüne gönderilemez ya da hiçbir biçimde zarara uğratılamaz; biz (kral olarak) ona saldırmayacağımız gibi, kimseyi de üzerine saldırtmayacağız.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılları hakkında “beylik kurdukları zamanların tarihi pek karışık olup, eldeki malumatın mühim bir kısmı sonradan yazılmış eserlere dayanmaktadır” der. Prof. Paul Wittek ise “Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu” adlı eserinde “Osmanlı Devleti’nin Kayı aşiretinden geldiği iddiası tümden reddederek, bu iddianın ilk kez II. Murat döneminde ortaya atılıp, ondan sonra benimsendiğini ve hiçbir belgeye dayanmadığını” iddia ediyor. Tarihçi Danşimend de aynı kanıda… Orhan döneminde basılan ilk sikkenin altında, minicik bir “V” damgası görülmüş. İşte bu “V” damgası Kayı aşiretinin simgesi kabul edildiğinden Osmanlı Devleti’nin Oğuz Türklerine bağlı Kayı aşiretinden geldiğinin tek son belgesi olmuştur. O yüzden de başka hiçbir kanıtı bulunmayan bu Kayı aşireti konusunda bir şüpheli durum hep var olacaktır.
Neşri’nin Cihannüma adlı eserinde yazıldığına göre babası Ertuğrul Bey’in ölümünden sonra Kayı aşiretinin başına geçen Osman Bey kendisine siyasi rakip olarak gördüğü (o sıralarda doksan yaşlarında olan) amcası Dündar Bey’i bizzat kendi eliyle ve okla öldürmüştür (yıl 129.

Devletin kuruluşuyla başlayan bu cinayetlerden ikincisi 62 yıl sonra I. Murat tarafından işlendi. Üçüncüsü de onun tarafından, dördüncüsü de. İki kardeşini de kendine başkaldıran oğlunu da ilk öldürmüş padişah odur. Rivayet edilir ki bir de merhum ağabeyi Süleyman Paşa’nın oğlu Melik Nasır’ı öldürmüş.

I. Murat (Hüdavendigâr) Osmanlı’nın ikinci padişahı Orhan Gazi’nin oğlu ve Osmanlı’nın üçüncü padişahıdır. Kendisi Halil ve İbrahim adlı iki kardeşini Eskişehir’de yakalayarak öldürttükten sonra iktidar olmuştur. Kendisine başkaldırdığını düşündüğü oğlu Savcı Beyin de önce gözlerini kızgın demirle kör edip daha sonra öldürtmüştür. Savcı Bey’in öldürülmesi Osmanlı hanedan cinayetlerinin dördüncüsüdür.

I. Murat’ın ilk eşi Marya (Gülçiçek) Hatun’dan doğan büyük oğlu Yıldırım Beyazıt hanedan cinayetlerinin beşincisini işlemiştir. Babası 1. Kosova savaşında ölmesi üzerine kendisi onun yerine geçer geçmez (daha savaş sürmekte iken) kardeşi Şehzade Yakup’u baban çağırıyor diye çağırtarak boğdurmuş, babasıyla ikisinin cesetlerini Bursa’ya göndererek defnettirmiştir (1389).

Yıldırım Beyazıt on üç yıl süren saltanatından sonra savaş alanında yenilip tutsak edilerek tahtından indirilen ilk ve tek Osmanlı padişahı olmuştur. (1402) Kendisi Osmanlı’yı yenen Timur’un tutsaklığında bir yıl kadar yaşadıktan sonra kırk iki yaşında ölmüş. Timur, Yıldırım’ın cenazesini babasıyla birlikte tutsak aldığı Musa Çelebi’ye vererek Çelebi’yi de özgür bırakmış. Musa Çelebi, Yıldırım’ın cenazesini Bursa’ya getirip orada defnetmiştir.

Ankara Savaşı sırasında Yıldırım Beyazıt’ın altı oğlu hayattadır. Süleyman, Mustafa, Musa, İsa, Mehmet ve Kasım. Bunlar Olga, Olivera, ve Devlet Hatun isimli üç eşten olmadır. Hangisi hangisinden tam belli değil. Yenilgiden sonra oğullar arasındaki bölünme ve on bir yıl kadar süren kavgalardan sonra 1413 yılında Çelebi Mehmet’in iktidara hâkim olmasıyla Osmanlı’nın yeniden kurulduğu söylenebilir. Kardeşlerden Mustafa savaşta kayboldu. Süleyman, Musa, İsa, Mehmet Çelebi aralarında sürekli mücadele ettiler. Önce Mehmet Çelebi İsa’yı Eskişehir’de yakalayıp boğdurttu. Sonra Musa Çelebi ağabeyi Süleyman Çelebiyi boğdurttu. Daha sonra Musa Çelebi Mehmet Çelebiden kaçarken bir su arkına düşüp boğuldu. Ölen üç kardeş de Bursa’da babalarının yanına gömüldüler. Savaş sırasında çok küçük olduğu için Bursa’da kalan en küçük kardeş de Kasım Bizans İmparatoruna rehin verildiğinden İstanbul’da kalıp Bizanslı olmuştur. Böylece Mehmet Çelebi 1413 yılında tek hak sahibi olarak iktidara geçer. Kaybolan Mustafa Çelebi de 1418’de ortaya çıkmış, Yıldırım’ın özbeöz oğlu olduğu halde adı Düzmece Mustafa olarak kalmıştır. Bu yeniden kuruluş yıllarının iktidarı olduğundan ona da Padişah değil Çelebi denmiştir.

1. Mehmet 1421’de otuz üç yaşında iken bir av kazası sonucu öldü. Cesedinin iç organları sökülüp, cesetten çıkartılan organlar cesedin bulunduğu odaya gömüldükten ve içi boş ceset temizlendikten sonra tahnit edilerek yatırıldığı yatakta sanki canlıymış pozu verilerek kırk gün Edirne sarayında saklandı. Bütün bu operasyonun maksadı Mustafa Çelebi’nin çıkıp gelerek tahtta hak iddia etmesinin önüne geçmekti. Mehmet Çelebi öldüğünde arkasında üç tane oğul bırakmıştı. 18 yaşındaki Murat, 13 yaşındaki Mustafa, 9 yaşındaki Mahmut. Kırk günün sonunda büyük oğul Murat sancak beyi olduğu Amasya’dan Bursa’ya geldi ve babasının ölümüyle birlikte kendisinin de padişahlığı ilan edildi.

On sekiz yaşındaki II. Murat’ın padişahlığını ilan etmesiyle birlikte amcası Mustafa Çelebi de Edirne’de hükümdarlığını ilan etti. Tahta çıkışının birinci yılında amcasıyla savaşa tutuşan II. Murat sonunda Çelebi Mustafa’yı Edirne’deki hisar burcuna astırdı (1422). Bir yıl sonra da on üç yaşındaki öz kardeşi şehzade Mustafa’yı İznik’te yakalatıp bir incir ağacının dibinde boğdurduktan sonra Bursa’da babası I. Mehmet’in yanına gömdürdü (1423). Daha da küçük yaştaki öbür iki kardeşleri Mahmut ile Yusuf’un da sadece kızgın demirle gözlerini çıkartıp kör ettirmekle yetinmiştir.

Osmanlı’yı bizim altı yüz yıllık bir bütün halinde görmek hoşumuza gitse bile yüz-yüz elli yılda bir kanlı anarşi dalgalarıyla iktidar boşluklarına uğramıştır. Çok şehzade öldürülmüş, çok padişah devrilmiştir. Egemenlikte mutlak bir tekel sağlamak amacıyla işlenmiş olan siyasal cinayetler, otoriteyi keskinleştireceğine devleti -birbirine eklenen sigaralar gibi- hiç bitmeyen ayaklanmaların kızgın fırını içine çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, genişledikçe genişlemiş, sonra da küçüldükçe küçülmüş, ama hiçbir zaman çağını gerçekten yakalayacak güçlü birikimli ve sürekli bir kalkınma içine girememiştir.

Osmanlı’nın zaman zaman kimlerle anlaşıp, kimlerle dövüştüğü ortada… Hıristiyanlar kadar Müslümanlarla da savaşmış, Müslümanlarla anlaştığı kadar Hıristiyanlarla da anlaşmış, kendine özgü, garip ve geometrisiz bir egemenliktir Osmanlılık…
Murat, tıpkı babası Mehmet Çelebi gibi, inme inerek öldü. O sırada kırk dokuz yaşındaydı. Toplam otuz yıl kalmıştı iktidarda. Oğlu II. Mehmet, Manisa’dan Edirne’ye gelinceye kadar, ölümü on altı gün gizlendi. Tarih 1451. Çelebi Mehmet’ten sonra ölümü gizlenen ikinci padişahtı II. Murat. Ve Bursa’ya gömülen son padişah da o olacaktı.

Akla burada bir başka soru daha takılıyor. Mehmet Çelebi’yle oğlu II. Murat inme iner inmez gerçekten hemen ölmüşler miydi? Yoksa felçli bir padişahın padişahlık edemeyeceğini düşünenler, onlara belgesi olmayan bir kolaylık mı göstermişlerdi? Kim bilir?
II. Mehmet, 18 Şubat 1451’de Edirne’de üçüncü defa hükümdar olduğu zaman yaşı on dokuzla yirmi arasında İdi. Sultan Murat öldüğü zaman Mehmet’ten başka İsfendiyar Bey’in torunu olan haremi Hatice Sultan’dan henüz süt emen Ahmet adında bir çocuğu olmuştu. Acele Edirne’ye gelen yeni hükümdarın emriyle bu çocuk boğuldu…

Ve II. Sultan Mehmet, bu olaydan yirmi yedi yıl, “Magna Carta”dan ise 262 yıl sonra, (karındaşların nizam-ı âlem içün katlitmek münasibdür – padişah olan şehzadenin kardeşlerini öldürebileceği), o ünlü fratrisit yasasını kaleme alacaktı. Kendisi de zaten ilk örneğini verip emzikteki kardeşi Ahmet’i öldürterek böyle bir “teamül”ü başlatmıştı. Kendisi ayrıca Bizans’la bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmaya göre, Bizans’ın elinde bulunan Osmanlı hanedanına mensup Şehzade Orhan’ın salıverilmemesi için Çorlu ve çevresi Bizans’a terk ediliyor ve daha önceki padişahlar gibi Bizans’a yılda üç yüz bin akçe ödenmesi kabul ediliyordu. Kimdi bu Şehzade Orhan? Babası kimdi, anası kimdi, hangi padişahın oğlu yahut torunuydu? Kim bilir? Bunu bilmiyoruz işte…

Otuz yıl iktidarda kaldıktan sonra, kırk dokuz yaşında dünyadan ayrılan Fatih’in, zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları da boşuna çıkmamıştır ortaya… Bizans’ı yıkmak yerine, onun başına geçme aranışı, besbelli ki pek hazmedilememiştir çevresinde…
Fatih II. Mehmet, on dokuz yaşında Edirne’de tahta çıktığı sırada, Johannes Gutenberg, Almanya’nın Mainz kentinde ilk matbaayı icat etmişti bile… 1495’te II. Beyazıt, kardeşi Cem’in öldürülmesi için Papa’ya üç yüz bin altın önerdiği sıralarda da Kristof Kolomb, çoktan Atlas Okyanusunu geçmiş ve “Yeni Dünya’da koloniler kurmaya başlamıştı.

Biz İstanbul’u almasına aldık, ama iki şeyi de o sıralarda atladık; biri matbaanın icadını, öteki okyanusların keşfini… Batı’yla Doğu arasındaki “çağdaştık” uçurumlarının büyümesinde bu iki faktörün etkisi, durmadan kendi kendisinin karesiyle şahlanan bir rol oynadı…

Sultan Mehmet’in çağdaşı olan Âşık Paşazade, Fatih’in ölümünü imalı bir dille şöyle anlatıyor: “Vefatına sebep ayağunda zahmet vardı. Tabibler Macundan aciz oldular. Ahir tabibler cem oldu, ittifak ittüler. Ayağından kan aldular. Zahmet ziyade oldu. Şarab-ı fariğ verdüler. Allah rahmetine vardı.” Hekimler nasıl bir ilaç vermişlerse, Fatih o ilacı içer içmez ölmüş. Hem de yine Âşık Paşazade’nin deyimiyle “ciğeri doğranarak…” Yani acılardan kıvranarak… Tarih 1481
.
Ve Âşık Paşazade, Fatih’in ağzından sorar: Neyçün bana kıydı tabibler? Bilerek mi kıydılar, bilmeyerek mi? Bu soru da sonsuza dek yanıtsız kalacak…

Fatih’in ölümünden sonra oğlu II. Beyazıt ile kendisinden on bir yaş küçük olan kardeşi Cem arasındaki iktidar kavgası, tam bir anarşi ortamı içinde başlamıştı. II. Beyazıt otuz dört, Cem Sultan da yirmi üç yaşındaydı. Fatih ölünce, Karamani Mehmet Paşa, Amasya Valisi olan Beyazıt’a haber göndermiş, ama el altından Konya valisi olan Cem’e de, ağabeyinden daha önce gelivermesi için haber göndermişti.

Beyazıt’ı tutan Yeniçeriler, Cem’e uçurulan haberi öğrendiler ve hem Karamani’yi parçaladılar, hem de birçok konağı yağmaladılar. Sonunda II. Beyazıt hükümdar oldu ama Cem’le kavga bitmedi. Cem, Rodos şövalyelerine sığındı.
Şövalyeler bir yandan II. Beyazıt’la pazarlığa giriştiler, bir yandan da Osmanlı Sultanı’nın Rodos’u kuşatmasından korktuklarından Cem’i Fransa’ya götürdüler. II. Beyazıt, şövalyelere yılda kırk beş bin altın vermeyi kabul ederken, Fransa Kralı’yla da, ödeyeceği haracın hesabını yapmaya başladı. O sırada Mısır’daki annesiyle karısı da kendisini kurtarmak için yine Rodos şövalyelerine boyna para veriyorlar, Şövalyeler, Cem’i bazen tekrar Rodos’a getiriyor, bazen tekrar Fransa’ya götürüyorlardı.

Cem’in oradan oraya tutsak olarak dolaştırılması yedi yıl sürdü. Sonunda Fransa Kralı ve şövalyeler, Papa ile anlaştılar. Cem, Papa’ya teslim edildi. Beyazıt’ın yılda ödediği kırk bin altından artık Papa da pay alıyordu. Kardeşinden kesinkes kurtulmak azminde olan Beyazıt, Cem’in öldürülmesi karşılığı üç yüz bin altın ödeyeceğini bildirdi. Bunu öğrenen Fransa Kralı VIII Charles İtalya seferi sırasında Cem’i o tarihteki Papa’dan aldı. Ve tam o günlerde Cem, yüzü gözü şişerek öldü. Tarih 22 Şubat 1495. Söylentilere göre Papa Alexandre Borgia, Cem’i zehirledikten sonra teslim etmişti. Cem öldüğünde otuz dört yaşındaydı.

Beyazıt, kardeşi Cem’in öldürülmesi için Papa'ya üç yüz bin altın ödemişti

Fatih Sultan Mehmet, -belki çok garip görünecek ama- sağlığında Beyazıt’la, Cem’in birer oğlunu yani kendi öz torunlarından ikisini yanında rehin tutuyordu.

Beyazıt yahut Cem, kazara Fatih’e baş kaldırırlarsa, Fatih de onların oğullarını, yani kendi öz torunlarını öldürecekti… Bize İstanbul’u armağan eden Sultan II. Mehmet’in, kendi çocukları arasında kurduğu iktidar denklemi böyleydi.

Beyazıt’ın oğlunun adı Korkut, Cem’in oğlunun adı da Oğuz Han’dı. II. Beyazıt tahta çıktıktan sonra, Edirne’de bir ziyafet vermiş ve ziyafete Fatih’in eski veziriazamlarından Gedik Ahmet Paşa’yı da davet etmişti. Gedik Ahmet Paşa, Cem yanlısıydı ve Cem’in oğlu Oğuz Han’ı bir süre koruyup kollamıştı.

II. Beyazıt, ziyafet sırasında Gedik Ahmet Paşa’ya “ölüm” işareti olan kara kaftan armağan etti ve yemeğin sonunda da kendisini cellâtlara boğdurttu. Sonra da İstanbul muhafızı İskender Paşa’ya şu fermanı gönderdi: “Kulum İskender! Biti sana vasıl olduğu gibi bilesin ki Gedik’i tepeledim; gereklidir ki sen de Cem’in oğluna mecal vermeyip boğdurasın ki gayet mühimdir…”

İskender Paşa boğdurttu Cem’in oğlu Oğuz Han’ı. Tarih 1483. Yani Cem’in ölümünden on iki yıl önce…
Cem’in diğer oğlu Murat, Mısır’da ailesinden ayrılarak Rodos’a gelmiş ve orada kalarak Katolik olmuştur. Rodos, Kanuni Sultan Süleyman zamanında zapt edilince, ele geçen Murat İle oğulları öldürülüp, iki kızıyla zevcesi İstanbul’a yollanmıştır. Cem’in üçüncü oğlu Ali hakkında bir bilgimiz yoktur. Yalnız bunun bir kızı olduğunu biliyoruz.”

Fatih’in yerine yirmi dokuz yaşında hükümdar olan Sultan Beyazıt-i Velî, otuz yıllık iktidarı sonunda bir hayli yorulmuş ve ruhsal çöküntülere düşmüştü. Sekiz oğlu olmuş, kendisi altmış yaşına geldiğinde, bunların sadece üçü hayatta kalmıştı: Ahmet, Korkut ve Selim… ; Kendisi sağlığında iktidarı bırakmayacağına dair küçük oğlu Selim’e söz vermiş olduğu halde bir gün o sözü yok sayıp “…Muaccelen Ahmet Han’ı getürün ve mülkü sahibine vîrem, tahtı vârisine teslim kılam” diye bir ferman buyurmuştu”

Selim, babasının fermanını haber aldı ve kendisine verilmiş olan sözün çiğnendiğini görerek, kırk bin kişilik bir kuvvetle Çorlu’da babasının kuvvetlerinin bulunduğu “Karıştıran” ovasına geldi. Sözde babasını ziyaret ederek elini öpmeye gelmişti.

Şehzade Ahmet’in padişah olmasını isteyenler, II. Beyazıt’ı Selim’e karşı kışkırtmak için, padişahın içinde bulunduğu saltanat arabasının perdelerini açtılar ve: Elinizi öpmeye gelen oğlunuzun kuvvetini görün; tertipli ve silahlı askerlerle oğul, babayı böyle mi ziyaret eder, dediler. Sonuçta, II. Beyazıt’la oğlu Selim arasında savaş başladı. Selim’in kuvvetleri bozuldu. Selim de kaçtı.

Artık Ahmet’in hükümdarlığı kesinleşmiş gibiydi. Padişah olmak için kalktı, İstanbul yakınlarına geldi. Ne var ki Ahmet’in İstanbul’a girmek için babasından izin istediği akşam, üç bin yeniçeri “Ahmet’i istemezük” diye ayaklandı.

Veziriazam Hersekzade Ahmet Paşa’nın, ikinci vezir Koca Mustafa Paşa’nın, Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa’nın, Kazaskerlerden Müeyyedzade Abdurahman ve Nişancı Tacizade Cafer Çelebi’lerin evlerini yağma ettiler. Veziriazam, korkudan saklandı ve hemen azledildi.

Ahmet de Anadolu’ya geri döndü ve yeğeni şehzade Mehmet’in vali olduğu Konya’yı kuşattı. Yeniçeriler, Selim’in padişah olmasında diretiyordu. Sultan II. Beyazıt, çaresiz Selim’i İstanbul’a davet etti.

Selim kalkıp geldi İstanbul’a, ama babasıyla sarayda değil, açık havada at üstünde konuşmayı kabul etti. Saraya girerse tuzağa düşürülmekten korkuyordu. Baba oğul konuştular. II. Beyazıt, “Asker neredeyse ben oradayım” diyerek, tahtı oğlu Yavuz Selim’e ister istemez terk etti. II. Beyazıt, Yavuz’a tahtı bırakırken ufak bir ricada bulunmuştu: “Sana karşı koymadıkları sürece kardeşlerini öldürme”. Yavuz: Hı… hı… demişti. Eski padişahın artık tek isteği yılda iki milyon akçe maaşla, Dimetoka’ya gitmekti.

İsteği kabul edildi ve görkemli bir heyetle yola çıkarıldı. Yeni padişah Yavuz Selim de, babasını uğurladı. Ama II. Beyazıt, daha Dimetoka’ya varmadan Çorlu civarında ansızın ölüverdi. Çünkü Yavuz, babasını hem tahttan indirmiş, hem de zehirletmişti. Böylece I. Beyazıt’tan sonra zorla tahttan indirilmiş ikinci padişah da II. Beyazıt oluyordu. I. Beyazıt’ı Ankara Savaşı’nda Timur devirmişti. II. Beyazıt’ı da oğlu Yavuz Selim devirmiş oldu. Tarih, Nisan 1512.

Yavuz Selim de onca siyasal cinayete rağmen ancak sekiz yıl kalabildi iktidarda.

Yavuz, şehzade boğdurmaya önce ölmüş ağabeylerinin çocuklarından başladı. Bursa’ya geldi… Ve… İlk olarak merhum ağabeyi Şehinşah’ın oğlu Mehmet’i boğdurdu. Sonra merhum ağabeyi Mahmut’un oğulları Musa, Emin ve Orhan’ı boğdurdu. Sonra merhum ağabeyi Alemşah’ın oğlu Osman’ı boğdurdu. Sonra da sıra hayattaki iki ağabeyine geldi, Korkut’la, Ahmet’e…

Gerçi şehzade Korkut (Fatih’in rehin tuttuğu torunu): Benim vicdanımda mülk ve devlete cidden rağbet yoktur, muradım bir köşede huzur edip devam-ı devletiniz duasına muvazebettir, diyordu ama…

Yavuz da yaş tahtaya basmak istemiyordu. Tuttu önde gelen kişilerin ağzından şehzade Korkut’a “başkaldırmayı öneren” kışkırtıcı mektuplar yazdı…

Korkut da bu oyuna düştü ve gerekirse saltanata sahip çıkabileceğini açığa vurdu. VAY… Demek hâlâ hırsı vardı şehzade Korkut’un… Yavuz, Bursa’dan kalkıp doğru Manisa’ya şehzade Korkut’un sarayını kuşatmaya gitti.

Korkut haber aldı Yavuz’un geldiğini. Yükte hafif pahada ağır ne varsa toparlayıp, sakalını da beyaza boyayarak sarayının arka kapısından tüydü. Üç hafta kadar mağaralarda saklandı. Bir köylü saklandığı yeri ihbar etti. Yavuz’un adamları yakaladılar Korkut’u. Bursa’ya getirilirken de bir gece Emet kasabasında uyuduğu sırada, Kapıcıbaşı Sinan Ağa tarafından kementle boğuldu. Cesedi Bursa’da Orhan Gazi türbesine gömüldü.

Şehzade Korkut’un oğlu, Yavuz Selim’in yanında rehin duruyordu. Yavuz onu da boğdurdu. Sıra geldi Yavuz’un ikinci ağabeyi şehzade Ahmet’e… Yavuz önce şehzade Ahmet’le gizli gizli mektuplaşan veziriazam Koca Mustafa Paşa’yı Bursa’da boğdurdu.
Sonra şehzade Korkut’a uyguladığı yöntemi, şehzade Ahmet’e de uyguladı. Devlet adamlarının ağzından kendisine şu mealde mektuplar yazdı: “Şehzadelerin ve veziriazam Koca Mustafa Paşa’nın katlinden çok muzdarip ve zor durumdayız. Ordunuzla Bursa’ya gelirseniz, size hemen İltihak edeceğiz…”

Şehzade Ahmet inandı bu mektuplara… Ve Bursa’yı kuşatmak için yola çıktı.
Yenişehir Ovası’nda ordular karşılaştı. Şehzade Ahmet, yazılan mektupların uydurma olduğunu anlamıştı ama iş işten geçmişti. Savaşı sürdürmek zorunda kaldı. Ordusu bozuldu, kendisi de attan düşerek yakalandı.

Padişah olan küçük kardeşi Yavuz Selim’in karşısına getirdiler şehzade Ahmet’i. Hayatının bağışlanmasını rica etti Yavuz’dan… Sultan Selim kulak asmadı bu ricaya ve şehzade Ahmet’i hemen boğdurttu. Ahmet’i de, Korkut’u boğmuş olan Kapıcıbaşı Sinan Ağa boğdu kementle…

Şehzade Ahmet’in oğullarına gelince: Süleyman ile Aleaddin, Kahire’ye kaçıp orada vebadan öldüler. Murat, Şah İsmail’in yanına kaçtı, orada öldü. On beş yaşındaki Kasım da Memluk Sultanı Gavri’nin yanına kaçtı.

Yavuz Selim, Mısır’ı zapte gidince… Kasım, kölelerinin ihbarı üstüne Yavuz’un adamları tarafından yakalandı ve zindana kondu.
O sırada Sultan Selim Şam’daydı. Kasım’ın yakalandığını kendisine bildirme olanağı yoktu. Üstelik Kasım’ın her an kaçırılması da söz konusuydu…

Yavuz Selim’in adamları, düşündüler, taşındılar, şehzade Ahmet’in oğlu şehzade Kasım’ı öldürmeye karar verdiler ve kendisini boğduktan sonra, başını keserek bir çekmece içinde Yavuz Selim’e götürdüler…

Şehzade Ahmet’in Osman adındaki oğlunun ne olduğu ise pek bilinmiyor.
Fatih yasası, sadece “karındaşların” katline izin verirken, uygulamada “öldürme eylemi” şehzadelerin çocuklarını da kapsamıştır.

O kadar ki Hammer’a göre, sade şehzadeler ve şehzadelerin oğulları değil, padişah kızlarının oğulları dahi doğar doğmaz boğularak öldürülüyorlardı.

Bütün bu siyasal cinayet bolluğu yine de Osmanlı İmparatorluğunda iktidar kavgalarıyla, sık sık baş gösteren ve gitgide kronikleşen ayaklanmaları önleyememiştir.

Yavuz Selim de onca siyasal cinayete rağmen ancak sekiz yıl kalabildi iktidarda. Elli yaşında sırtında çıkan bir “şiri pençe” yüzünden ayrıldı dünyadan… Tarih 1520. Oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın ise öldüreceği erkek kardeşi yoktu. O sadece kendisine kafa tutan iki oğluyla bazı torunlarını ve büyük amcası Cem’in oğluyla torunlarını öldürttü.

Haydi, bu kez de azıcık sinematografik bir girişle başlayalım yazıya. Yıl 1522… Rodos’un denize bakan tepelerinden birindeki “ErimoCastro” şatosunun avlusu…

Ayaklarında kısa konçlu şövalye botlarıyla, bacaklarına sımsıkı yapışık siyah bir Şövalye çorap-pantolu; sırtında fitilli dilimleriyle mor kadifeden, geniş omuzlu, daracık belli bir şövalye ceketi; belinde, dört parmak kalınlığında, ortası tokalı bir şövalye kemeri ve sapı sedef kakmalı bir hançer bulunan orta yaşlı bir adam, kuşkulu bakışlarla avludaki arabaya eşya yükleyip duran uşakları izliyor…

Yanında, kendisi gibi giyinmiş yirmi yaşlarında bir delikanlı duruyor; onun da yanında, şapkası tül peçeli, uzun roplu bir hanım ve iki genç kız var…

Besbelli ki şatodaki aile, bir yerlere gitmeye hazırlanıyor. Derken.,.
Başı tolgalı, eli kargılı bir yığın asker giriveriyor şatonun avlusuna ve şövalye ailesinin çevresini kuşatarak, tutukluyorlar hepsini…
Tutuklananlar, Fatih Sultan Mehmet’in Cem Sultan’dan olma torunu Şehzade Murat ile onun oğlu Şehzade Cem ve karısıyla iki kızıdır,
Kanuni Sultan Süleyman, 1520’de babası Yavuz Selim’in yerine tahta çıktığı zaman yirmi beş yaşındaydı. Büyük amcası Cem Sultan’ın Alexandre Borgia tarafından zehirlenerek öldürüldüğü yıl, yani 1495’te doğmuştu.
Tahta çıkmasından iki yıl sonra Rodos’u kuşatıp orasını zapt etti. Ve adanın bundan böyle Osmanlı egemenliğine geçtiğini kabul eden anlaşmaya da gizli bir madde koydurdu.
Rodos şövalyelerinin başkanı Villiers de L’lsle Adam, Cem Sultan’ın Rodos’ta yaşamakta olan şehzadesi Murat’la ailesini kendisine teslim edecekti. Kanuni’nin aşırı ısrarı üstüne, Rodos şövalyelerinin başkanı, Cem’in elli yaşındaki oğlu Şehzade Murat’la oğlu Cem’i ve karısıyla İki kızını tutuklatıp, I. Süleyman’a teslim etti.

Şimdi olayı bir de İsmail Hami Danişmend’in anlatımından okuyalım: “Bu prensin hangi tarihte Mısır’dan Rodos’a gelip şövalyelere iltica ettiği belli değildir. …Belki de Yavuz’un Mısır seferi esnasında Kahire’den kaçıp Rodos’a can atmıştır. Şehzade Murat, Rodos’ta pekiyi karşılanmış ve kendisine ‘Erimocastro’ şatosu tahsis edilmiştir.
…Karısıyla çocukları da yanında bulunan Şehzade Murat, Rodos muhasarasında şehrin içine çekilmiş ve şehir teslim olduğu zaman mağluplarla beraber, Avrupa’ya kaçmak üzere şövalye kıyafetine girip, bir yahut iki oğluyla beraber yolculuğa hazırlanmıştır.

Villiers de L’lsle Adam, antlaşmadaki gizli madde gereğince, zavallı Şehzade Murat’la ailesini Kanuni’ye teslim etmiştir. Sultan Cem’in, dünyaya gelmiş olmaktan başka bir kabahati olmayan o bedbaht varisi, bir yahut iki oğluyla beraber 27 Aralık 1522 Cumartesi gönü boğularak idam edilmiş ve karısıyla iki kızı da İstanbul’a gönderilmiştir.”

Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı da şöyle yazıyor:
“Sultan Süleyman bunlara Müslüman mı, Hıristiyan mı olduklarını sordu, Murat Hıristiyan olduklarını söyledi; bunun üzerine Murat ile oğlu Cem boğdurulup karısı ile iki kızı İstanbul’a gönderildi…”

Yavuz Selim, sekiz yıllık bir iktidardan sonra 1520’de, elli yaşındayken öldüğü zaman, arkasında altı kız çocuğuyla sadece bir erkek çocuğu bırakmıştı. O nedenle de Sultan I. Süleyman olarak tahta çıkan o erkek çocuğu, Uzunçarşılı’nın dediği gibi, “kendisine rakip olacak kardeşleri bulunmadığından dolayı, kardeş cesedi üstüne basarak çıkmamıştı tahta.” 1300’de devleti kuran Osman Gazi’den Kanuni’ye kadar sıralanan dokuz padişah arasında, Orhan Gazi’den başka, aile yakınlarından birilerini öldürmemiş hiç kimse yoktu.

Erkek kardeşi bulunmadığı için Kanuni, ellerini kana bulaştırmadan iktidara gelmiş İkinci Osmanlı hükümdarı sayılacaktı nerdeyse… Ama olmadı…

Padişahlığının ikinci yılı bitiminde Rodos’u alınca, büyük amcası Cem’in oğluyla torununu inat ve ısrarla yakalatıp, laf ola boğdurttu ikisini de… Oysa her ikisi de din değiştirip Katolik olmuş oldukları için, siyasal bir rekabete girişmelerinin, binde bir dahi olasılığı yoktu.

Kanuni Sultan Süleyman ki, tahta çıktıktan sonra, o zamana kadar gizli tutulmuş bir erkek kardeşi olduğunu öğrenmiş ve ona asla dokunmamıştı. O kardeşin adı Üveys Paşa’ydı. Yavuz Selim’in şehzadeliği sırasında, bir cariyeyle olan ilişkisinden dünyaya gelmişti. Cariye Yavuz’dan gebe kalınca, kendisi önemli kişilerden birisiyle evlendirilmiş ve doğum gizli tutulmuştu. Bebek de Yavuz’un sarayına alınmıştı.

I.Süleyman, gizli kardeşi Üveys Paşayı öldürmek şöyle dursun, Yemen’e (biraz uzakça dahi olsa) beylerbeyi olarak atadı.
Ve Üveys Paşa’nın oralarda, çıkan bir ayaklanmada öldürüldüğünü öğrenince de, gözleri dola dola:
O benim baba bir kardeşimdi diye bir süre içini çekti. Tarih 1545.
Kendisine: Onu niçin fitne ihtimaline binaen öldürtmediniz? diye sorulduğu zaman da şu yanıtı vermişti: “Gönlümdeki Allah korkusu o işe daima engel olmuştur.”

Gizli kardeşi Üveys Paşa’yı öldürtmesine gönlündeki Allah korkusunun engel olduğu Kanuni Sultan Süleyman, işin içine Hürrem Sultanla damadı Rüstem Paşa’nın kışkırtmaları girince, en yakın dostu ve veziriazamı İbrahim Paşa’yı da gözünü kırpmadan boğdurtacaktır, oğlu Şehzade Mustafa’yı da, hatta Hürrem’in ölümünden sonra hızını alamayıp ikinci oğlu Şehzade Beyazıt’ı da ve hatta onların çocuklarını, yani özbeöz torunlarını da…

Kanuni Sultan Süleyman’ın büyük oğlu Şehzade Mustafa, Kanuni henüz Manisa’da şehzade iken, Lehistan kökenli okluğu söylenen Mahidevran Sultan’dan doğmuştu.

Ne yapmalı ki Mahidevran Sultan’a çok çabuk yeni bir kuma geldi, bir Rus papazının kızı olduğu söylenen Roksalan, yani Osmanlı tarihlerindeki adıyla, Hürrem Sultan…

Hürrem Sultan da dört oğlan çocuğu doğurdu I. Süleyman’a: Selim, Beyazıt, Mehmet ve Cihangir…
Bunlardan Şehzade Mehmet, Manisa sancak beyiyken genç yaşta öldü. (Kanuni’nin padişah olduğu yıllarda da peş peşe üç oğlu ölmüştü. Üçü de küçük yaştaydılar.)

Ve I. Süleyman kırkını aşınca ve hükümdarlığının on altıncı yılına basınca… Hürrem Sultan düşünmeye başlamıştı. Sultan Süleyman ölecek olursa, yerine kim geçecekti?

Gerçi Şehzade Mustafa en büyük şehzadeydi ama Hürrem kendi doğurduğu Şehzade Beyazıt’ın hünkâr olmasını istiyordu. En büyük engel, padişahın hem çocukluk arkadaşı, hem de on üç yıllık veziriazamı Makbul İbrahim Paşa’ydı.

İbrahim Paşa, Şehzade Mustafa’dan yanaydı. Öyleyse önce İbrahim Paşa engelini ortadan kaldırmak gerekiyordu. Kulaktan kulağa hemen bir fısıltı dolaştırılmaya başlandı: Veziriazam İbrahim Paşa, padişah olma sevdası güdüyor…

Sonunda Kanuni’nin kulağına kadar geldi bu söylentiler. Kanuni de zaten bir hayli şımarmış olan İbrahim Paşa’ya kızıyordu… Veziriazam, Ramazan ayının 22. gecesi,6 Mart 1536’da, saraya davet olundu ve o gece saraydaki dairesinde uyurken, cellât Ali’yle yardımcıları tarafından boğularak öldürüldü.

Aradan geçti on yedi yıl… Kanuni Sultan Süleyman neredeyse altmışına dayanmıştı…
Hayattaki dört oğlundan Şehzade Mustafa otuz dokuz, Selim otuz, Beyazıt yirmi sekiz, Cihangir de yirmi üç yaşındaydılar… Ve babaları yaşlandıkça hepsinin de kaygısı artıyordu. Hürrem Sultan’ın derdi, ne yapıp yapıp oğlu Şehzade Beyazıt’ı padişah yapmaktı… Büyük Şehzade Mustafa hakkında bir çürütme tezgâhı hazırlandı.

Şöyle ki: Veziriazam Rüstem Paşa, Kanuni ile Hürrem Sultan’ın damadıydı. Ve çok yakındı Hürrem Sultan’a…
Oturdu, Şehzade Mustafa’nın Iran Şahı’yla gizlice mektuplaştığını gösteren birtakım uydurma mektuplar yazmaya başladı. Mektupların altına Mustafa’nın taklit ettiği imzasını atıyordu.

O sıralarda Iran Şahı Tahmasb, Osmanlıya karşı saldırıya geçmişti. Kanuni Sultan Süleyman da, İstanbul’da kalmış ve İran’ın üstüne Rüstem Paşa’yı göndermişti.

Veziriazam Rüstem Paşa, Aksaray’a gelince durdu ve Kanuni’ye şu haberi gönderdi:
‘’Asker, Şehzade Mustafa’ya eğilimli. Kocadığı için sefere çıkamayan padişahı tahttan indirip, yerine Mustafa’yı çıkarmak gerektiği, söylentileri dolaşıyor. Padişahın bizzat gelerek ordunun başına geçmesi için, orduyu Aksaray’da bekletiyorum,”
Kanuni Sultan Süleyman bu haberi alınca Rüstem Paşa’yı geri çağırdı. 1553 Ağustos’unun sonlarında da Iran seferine bizzat kendisi çıktı.

Bundan sonrasını Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın anlatımından okuyalım:
“…(Kanuni’nin yönettiği) Ordu Bolvadin’e gelince, Manisa Valisi Şehzade Selim, orduya gelerek el öptü. Bundan sonra padişah, Konya Ereğlisi’ni geçip Aktepe konağına gelince, sefere katılacak olan Şehzade Musta­fa, orduya iltihak ederek çadırı kuruldu.

Ertesi günü, kanun üzere ileri gelen devlet adamları Mustafa’nın çadırına gidip el öptüler ve hilat giydiler! Bundan sonra şehzade, babasının elini öpmek üzere divanhane çadırına geldi. Vezirler selamlayıp, önüne düşüp, çadıra kadar getirdiler; çadıra girdiği zaman, babasını göremeyince şaşırdı. Yedi dilsiz kendisini karşıladılar ve hemen üstüne atılarak boğmak istediler. Şehzade Mustafa bunların elinden kurtulup babasının yanına doğru kaçarken saray hademelerinden Zal Mahmut Ağa arkasından yetişip şehzadeyi altına alıp boğdu.”

Şehzade Mustafa boğulurken, Kanuni Sultan Süleyman da aynı çadırın içinde bir perdenin gerisinde miydi, değil miydi; tartışmalıdır.

Mustafa’nın boğulmasına yardımcı olan Zal Mahmut, sonradan vezir olmuş olan Zal Mahmut Paşa’dır. Pehlivanlığıyla ünlüymüş.
Mustafa’yı kurtarmak için peşinden içeri girmek isteyen adamları ise, divanhane çadırının kapısı önünde öldürülmüş.
Bir söylentiye göre de Şehzade Mustafa’yı boğmaya kalkan yedi dilsiz cellât, daha önce Makbul İbrahim Paşa’nın boğulmasına yardım eden dilsiz cellâtlarmış.

Mustafa’nın öldürüldüğünü öğrenen yeniçeriler, Veziriazam Rüstem Paşa’ya karşı ayaklanmaya kalkmışlar. Kanuni Sultan Süleyman da, hemen o sırada Rüstem Paşa’yı veziriazamlıktan azletmiş.

Kanuni’nin pek sevdiği için yanından hiç ayırmadığı kamburumsu ama ince, zarif, şair küçük bir oğlu daha vardır, Cihangir. Cihangir’in de annesi Hürrem Sultan’dır.
Ancak Cihangir, öz ağabeylerinden çok, üvey ağabeyi Şehzade Mustafa’ya hayranmış. Onun Aktepe’de nasıl boğularak öldürüldüğünü görünce, bu karabasanlı ağır acıya dayanamamış ve aynı yıl o da ölmüştür.

Mustafa’nın öldürülmesiyle ilişkili olarak, ikinci bir siyasal cinayet daha işlenmiş. Onu da İsmail Hami Danişmend’den öğreniyoruz:
“Bu büyük faciayı, ikinci bir facia daha takip etmiştir, Osmanlı kaynaklarında sessiz geçildiği halde batı kaynaklarına akseden bir rivayete göre Sultan Mustafa’nın Bursa veyahut Amasya’da bulunan küçük yaştaki oğlu da dedesinin emriyle bugünlerde anasının kucağından alınıp boğularak idam edilmiştir.”
Taşlıcalı Yahya Bey, Şehzade Mustafa’nın öldürtülmesi üstüne, o yıllarda yeniçerilerin ağzından düşmeyen bir mersiye yazmıştır.
Şöyle başlayan bir mersiye: “Meded meded ki cihanın yıkıldı
Biz İstanbul’u almasına aldık, ama iki şeyi de o sıralarda atladık; biri matbaanın icadını, öteki okyanusların keşfini… Batı’yla Doğu arasındaki “çağdaştık” uçurumlarının büyümesinde bu iki faktörün etkisi, durmadan kendi kendisinin karesiyle şahlanan bir rol oynadı…

Sultan Mehmet’in çağdaşı olan Âşık Paşazade, Fatih’in ölümünü imalı bir dille şöyle anlatıyor: “ bir yanı Ecel Celalileri aldı Mustafa Hanı…”
Rüstem Paşa, ikinci kez veziriazam olduğu zaman, bu mersiyeyi yazmış olmasından ötürü Taşlıcalı Yahya Bey’i öldürtmeye kalkmış, ancak Kanuni bu idama karşı çıkmış ve Taşlıcalı’yı otuz bin akçelik bir zeamet ile Izvornik Sancağı’na göndererek, İstanbul’dan uzaklaştırmıştır.

Ve tuhaf bir rastlantı, Kanuni’nin yerine oğlu Beyazıt’ı hazırlamak için onca hainane planlar yapıp, kanlı dolaplar çeviren Hürrem Sultan, I. Süleyman’dan sekiz yıl önce, Şubat 1558’de ölüvermiştir.
İki oğlu da birbirine düşmüşler; Şehzade Beyazıt, İran’a kaçmak zorunda kalmış ve orada çocuklarıyla birlikte boğularak öldürülmüştür. 1300’den 1566’ya kadar saltanat sürmüş on padişah içinde Sultan I. Süleyman, oğlu Savcı Bey’i öldüren Sultan I. Murat’tan sonra, evladını idam ettiren ikinci padişah olmuştur; hem de bir değil iki evladını…

I. Süleyman muhteşem olmasına muhteşemdi. Ama anlaşılıyor ki acımasız olmasına da aşırı acımasızdı.
Bizde “Cumhuriyetçilik” anlayışıyla inancının, geçmişten kaynaklanan köklü bir düşünce akımına dayanma­ması ve antik çağlarla da köprü kuran “cumhuriyetçi bir felsefenin” yüzyıllar içinde derinliğine işlenerek, toplumun ortak bilincine, damla damla mal edilmemiş olması; ister istemez Osmanlı tarihini de/strong tabulaştırarak, önünde her zaman diz çökülmesi gereken bir toteme çevirmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun politikalarıyla Osmanlı sultanlarını, yerden yere çalarak ilk kez kim eleştirmiştir biliyor musunuz?
Gazi Mustafa Kemal…
1 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü toplantı yılını açarken yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“…yedi asırdan beri cihanın dört bir köşesine sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tahkir ve tezlil ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak seviyesine indirmek istediğimiz, bu gerçek sahibin huzurunda (o zamanki Türk köylülerini kastediyor) bugün utanç ve saygı ile hakiki durumumuzu alalım…”

İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada da şöyle diyordu:
… bizim milletimiz de böyle Fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara (İktisaden güçlenmiş olan ülkelere) mağlup olmuştur…”
Yirmi beş yıl kadar önce bir gün, Gazi’nin bu eleştirilerindeki yıldırımlı cümlelerden birini, tırnak içinde bir yazıma almıştım. Bir hafta sonra C.Savcılığı’ndan bir çağrı geldi.

Savcı, Gazi’ye ait olan cümlede suç unsuru görmüştü. Yazıda Gazi’nin adı geçmediği için de; beni, daha önce açtığı davaların uzantısında bir kez daha zora sokmak fırsatını yakaladığına inanıp, hakkımda yeni bir soruşturma başlatmaya kalkmıştı. (Yazar düşmanlığı gerçekten çok gelişmiştir bizde)

Sorgulamada, içinde suç unsuru bulunduğu iddia edilen cümlenin Atatürk’e ait olduğunu söyledim ve kaynağını gösterdim.
Savcı: O zaman başka, dedi, keşke o sözü Atatürk’ün söylemiş olduğunu da yazsaydınız…
O zamanki Cumhuriyet Savcısı’nın ceza hukuku anlayışına göre, yazılan söz Gazi’ye ait olunca nurani ve rahmani; başkasına ait olunca da melunane ve iblisane oluyordu…

Sivil yahut militer, yüreğinde yanan vatan aşkının ateşiyle başa geçip bozuklukları düzeltmek ve resmi siyah arabalarda egemenliğini fosurdatmak isteyen yüzlerce politikacı, yerli yersiz “Atatürk şöyle dedi, Atatürk böyle dedi” diye az gırtlak patlatmamıştır.

Bir tanesinin nutkunda dahi, Gazi’nin Osmanlı sultanları hakkında İzmir iktisat Kongresi’nde yapmış olduğu geniş analizlerden bir tek alıntı bulamazsınız.

Neden? Çünkü beyinselliklerinin öz elektriğinde, “Cumhuriyetçilik felsefesinin” elektronları yoktur. Cumhuriyetçiliğin ne olup ne olmadığını tüm boyutlarıyla algılayamadan, demokrasi taklidi yapmaya kalkınca, anlamsız ve belalı bir takım kör dövüşlerinden kurtulamamak da olağandır.

KANUNİ Sultan Süleyman’ın büyük oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurtmasına, damadı ve veziriazamı Rüstem Paşa neden olmuştu. Şehzade Mustafa’nın babası aleyhinde İran şanıyla mektuplaştığını iddia ederek, altına Mustafa’nın imzasını taklit edip attığı, bir takım uydurma mektuplar yazmıştı. Bu yetmemiş, ayrıca Mustafa’nın yeniçeriyle bir olup Kanuni’yi devirme hesaplan içinde olduğu haberlerini uçurmuştu padişaha…

Rüstem Paşa, Hürrem Sultan’ın da damadıydı. Kanuni’nin ondan olma kızı Mihrimah Sultan’ın kocasıydı.
Ve Hürrem Sultan, kendi oğullarından şehzade Beyazıt’ın tahta çıkması için, damadıyla birlikte hazırlıyordu bütün bu kumpasları.

Sultan Süleyman’ın kumandasındaki ordu Iran üstüne giderken, Konya Ereğlisi’nden sonra Aktepe mevkiinde Şehzade Mustafa idam edilince, yeniçeriler öfkelenmişti. Kanuni de ortalığı yatıştırmak için veziriazam Rüstem Paşa’yı o an azletmiş, yerine Kara Ahmet Paşa’yı veziriazam yapmıştı.

Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Rüstem Paşa hakkında şunları yazıyor:
“Rüstem Paşa İkinci defa veziriazam oluncaya kadar zevcesine alt (Mihrimah Sultan) Üsküdar’daki sayfiyesinde oturmuş, zevcesi ile kayınvalidesinin çevirdikleri dolap neticesinde Kara Ahmet Paşa katledilin­ce, Rüstem Paşa davet edilerek İkinci defa veziriazam tayin olunmuştur.

Hürrem Sultan, kızı Mihrimah Sultan ve kocası veziriazam Rüstem Paşa’nın, -I. Süleyman’ın da onayıyla- gerçekleştirdikleri siyasal cinayetler listesine bir bakalım:
Veziriazam Makbul İbrahim Paşa (Şehzade Mustafa yanlısı olduğu için.) Şehzade Mustafa… Veziriazam Kara Ahmet Paşa (Rüstem Paşa’nın yerine geçtiği için.)

Rüstem Paşa’nın bütün bu kanlı entrikalarla sağlanmış serveti, ne kadardı acaba?
Onların da bir bölümünü sıralayalım: Bin yedi yüz köle. iki bin dokuz yüz savaş atı. Bin yüz altı deve. Yedi yüz bin sikke-i hasene (altın). Beş bin dikilmiş kaftan ve elbise. Bin yüz adet üsküf. Altı yüz gümüş eyer, beş yüz altın eyer, bin beş yüz gümüş at başlığı ve yüz otuz çift altın üzengi… Kalıp altın, nakit altın ve gümüşle karışık altın. Gümüş eşya ve mücevherat bunların dışında…

Bütün bunlar imparatorluğun zenginliğine uygun bir servet ölçüsünü aşıyordu. Kanuni ölüp de yerine Sarı Selim geçtiği zaman, yeniçeriye dağıtılacak cülus akçesi bulmakta zorluk çekilmiş ve yeniçeri bir ayaklanma gösterisi yapmıştı.
Şehzade Mustafa’nın idamı ve onun acısına dayanamayarak ölen Şehzade Cihangir’den sonra, Kanuni Sultan Süleyman’ın sadece iki oğlu kalmıştı hayatta: Şehzade Selim ve Şehzade Beyazıt… ikisi de Hürrem’den doğmuştu.

Ve küçük kardeş, Beyazıt, annesinin, kız kardeşinin ve eniştesi Rüstem Paşa’nın kanlı çabaları sonunda, artık yürekten inanıyordu ki, babasının yerine kendisi padişah olacaktır. Şehzade Selim de, annesinin, kardeşi Beyazıt için çalıştığını biliyor ve şöyle diyordu: Tevekkel-tü ta-al-Allah, mukadderat ne ise o olur.

Siz gelin görün ki, 1558 Şubat’ında Hürrem Sultan birden ölüverdi. Kanuni ölürse, yerine oğlu Beyazıt’ı çıkarmak için her türlü kanlı üçkâğıdı çevirmiş ve Kanuni’nin ölümünden tam sekiz yıl önce ayrılıvermişti dünyadan…

Hürrem Sultan’ın ölümüyle Şehzade Selim ve Şehzade Beyazıt, gözü dönmüş iki boğa gibi birbirlerine düştüler. Sultan Süleyman, oğulları arasındaki bu çekişmeyi hafifletmek için bir çare düşündü.

Şehzade Selim’i Manisa Valiliğinden alıp, Konya’ya atadı. Şehzade Beyazıt’ı da, Kütahya’dan Amasya’ya… Selim hemen itaat etti babasının fermanına… Beyazıt’ın ise içine bir kurt düştü… Neden İstanbul’a yakın olan Kütahya’dan, çok daha uzak olan Amasya’ya gönderiliyordu? Babası ölünce çarçabuk başkente gelip tahta çıkamasın diye mi?

Ve direndi Amasya’ya gitmemekte.
I. Süleyman her iki oğluna da, nasihatçi olarak iki vezir gönderdi; Selim’e, o zamanlar henüz veziriazamlığa çıkmamış olan Sokullu Mehmet Paşa’yı; Beyazıt’a da Vezir Pertev Paşa’yı…

Kanuni Süleyman, oğulları kavgayı sürdürürlerse tahtı yeğeni Osman-Şah Bey’e bırakacağını da söylüyordu. Osman-Şah Bey, Yavuz’un kızı ve Kanuni’nin kız kardeşi Hatice Sultan’ın oğluydu. Ve o sıralarda damat Rüstem Paşa ikinci kez veziriazam olmuştu. Rüstem Paşa’nın rakibi ve düşmanı olan bir Lala Mustafa Paşa vardı. Şehzade Beyazıt’ın emrinde ve ona bağlı olan bir paşaydı. Rüstem Paşa ikinci kez veziriazam olduğunda, Lala Mustafa Paşa’dan öç almak için, allem kallem onu Şehzade Selim’in yanına göndertti. Selim, kardeşini tutmuş olan Lala Paşa’yı ezip mahvetsin diye…

Ama hesap ters çıktı. Lala Mustafa Paşa, birinci sınıf bir Selim yandaşı ve birinci sınıf bir Beyazıt düşmanı kesildi. Ve Beyazıt’ı tuzağa düşürmek için bir mektup tezgâhı da o kurdu.

Şehzade Selim’in bilgisi altında, Şehzade Beyazıt’a, “Selim’in yok edilmesi gerektiğini” anlatan mektuplar yazıyordu.
Beyazıt, Lala Mustafa Paşa’yı kendisinden bildiği için, o da Selim’i nasıl yok edeceğinin planlarını Lala Paşa’ya mektuplarla iletiyordu. Lala Mustafa Paşa da Beyazıt’ın mektuplarını babası Kanuni Sultan Süleyman’a gönderiyordu.

Kanuni Sultan Süleyman, oğlu Beyazıt’a nasihat mektupları yazıyordu: “Beyazıt Han’ım, biraderinle nifak ve şikakı defetmek husul-i meramına sebeptir, benim hayır duamı almak istersen bundan sonra bu yakışıksız hallerden sakın…”
Lala Mustafa Paşa, padişahın küçük oğluna gönderdiği mektupları yolda yakalatıyor ve mektubu götüren ulağı da öldürüyordu. Ve bütün bu serkeşlikle terslikleri Şehzade Beyazıt’ın yaptığını bildiriyordu Kanuni’ye…

Beyazıt’ın babasından özür dileyen mektupları da yolda yakalanıyor ve o mektuplar da I. Süleyman’ın eline geçmiyordu. (Tam bir gerilimli sinema senaryosu).
Veziriazam Rüstem Paşa, Selim’in yanındaki Lala Mustafa Paşa’nın “mektuplar” konusunda çevirdiği hokkabazlığı öğrenmişti. Ne var ki, vaktiyle Şehzade Beyazıt’ı tutup, Şehzade Mustafa’yı öldürtmüş olduğu için, bir kez daha savunamıyordu Beyazıt’ı…

Lala Mustafa Paşa da, veziriazam Rüstem Paşa’nın Beyazıt’ı kışkırttığını söylüyordu Sultan Süleyman’a… Bu yüzden padişah, veziriazamının söylediklerine hiç güvenmiyordu.

Şimdi bundan sonrasını Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın kaleminden okuyalım: “Nihayet bu hileli hareketlerin tesiri görülüp, maiyyetine epey kuvvet toplamasının ve kardeşi Selim üzerine gitmek istemesi üzerine Beyazıt, babasına karşı asi ilan edilerek Sokullu Mehmet Paşa kumandasıyla İstanbul’dan kuvvet sevk edildi. Beyazıt, Selim ile yaptığı Konya muharebesinde evvela galip gelmiş ise de sonra bozularak Amasya’ya kaçtı; İş İşten geçtikten sonra Lala Mustafa Paşa’nın kendisini İğfal ettiğine vakıf olup babasına affı için arızalar takdim ettiyse de, bunlar da yolda Lala Mustafa Paşam eline geçerek imha edildi. Neticede derdini babasına anlatmaya muvaffak olamayan Beyazıt, dört oğlunu yanına alıp, haremini Amasya’da bırakarak bin kadar adamıyla İran’a gitmek üzere yola çıktı.”

Ve yine Uzunçarşılı’nın kaleminden: “Sultan Süleyman tarafından İran Şahı Tahmasb Han’a yazılan namede Beyazıt’ın teslimi veya idam olunması ısrarla Şah’tan İstenmiş ve üç defa heyet gidip gelmişti. Padişah Şah’a birçok para vaat ettiği gibi saltanat rakibinden kurtulan Şehzade Selim de İran Şahı’na heyet ve hediyeler yolladı. Nihayet üçüncü defa olarak giden Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa ve Kapıcıbaşı Sinan Ağa ve Selim tarafından da gönderilen Çavuşbaşı Ali Ağa’dan mürekkep heyet, Şah Tahmasb’ı ikna ve itme ile Şehzadeyi, Selim’in adamları teslim alıp onu orada dört oğluyla boğdular.”

“Şah, Beyazıt’ı teslim etmeyeceğine ve öldürmeyeceğine dair yemin etmiş olduğundan durumu nazikti. Bu yemin işi için bir tevil çaresi bulundu. Şah, Şehzade’yi Padişah’a teslim etmeyerek, Selim’in göndereceği heyete teslim edeceğini bildirdi ve öyle yapıldı.” Tarih 1561,

Şu da İsmail Hami Danişmend’in açıkladığı bir ayrıntı: “Beyazıt’ın Orhan, Abdullah, Mehmet, Mahmut ve Osman isimlerinde beş oğlu vardır; bunların ilk dördü babalarıyla beraber İran’da şehit edilmiş ve üç yaşlarında bulunduğu rivayet edilen en küçük oğlu Osman da babasının İran’a firarı üzerine Amasya’dan nakledilmiş olduğu Bursa’da anasının kucağından alınarak boğulmuştur.”

Osmanlı tarihi çok daha derinliğine incelendiğinde, bizdeki politika kavgalarının hangi tür alışkanlıklardan geliştiğini ve zaman zaman gölgesini günümüz demokrasisine dahi nasıl yansıttığını sanırım daha açık anlarız.

Kanuni Sultan Süleyman, kırk altı yıl sürmüş saltanatlıyla, otuz altı padişah içinde en uzun saltanat rekorunu kırdıktan sonra, Zigetvar seferinde yetmiş bir yaşındayken öldü. Tarih 1566.

Tahta çıktığında 6 kız kardeşinden başka hiç erkek kardeşi olmadığı için kardeş öldürmek zorunda kalmamıştı. Ancak yine de iktidarı sırasında büyük amcası Cem Sultan’ın oğluyla torununu kendi iki oğlunu ve altı tane de erkek torununu boğdurttu. ‘ öldüğü zaman tahtın sadece bir vârisi vardı, hayattaki tek oğlu II. Selim yahut Sarı Selim.

Sarı Selim ehli keyif bir adamdı. Kafayı çekmesini sevdiği için adı aynı zamanda Sarhoş Selim’e çıkmıştı. İki özelliğinden biri, zevkine pek düşkün olmasıydı, ikincisi de, -iktidara geçtikten sonra – ne ailesinden, ne de veziriazamlarından kimseyi öldürmemiş olması…

Orduyla birlikte sefere çıkmayan ilk padişah odur, İstanbul’da ölmüş olan ilk padişah da odur. Uzunçarşılı’nın yazdığına göre, şehzadeliğinde henüz çok gençken yakın dostu Celâl Bey’le oturmuş içiyorlarmış. Bir ara kadehini kaldırarak sormuş:
“Halk arasında bizim için ne derler, saltanatı kime tahmin ederler?”

Celal Bey de, Sultan Mustafa’yı askerin, Şehzade Beyazıt’ı da Hürrem Sultan’la babasının ve Rüstem Paşa’nın tuttuğunu, onların bu tür uğraşları yanında, kendisinin hiçbir önlem almadığını söylemiş.
Selim: “Sultan Mustafa’yı en kuvvetlisi istesin, Beyazıt Han’ı ana ve babası talep etsin; Selim fakire de mevlası rağbet etsin; biz sefamızı görelim, yarının sahibi var” demiş. Ve kalkıp tuttuğu kadehi dikmiş başına.

II. Selim kırk dört yaşında, on birinci Osmanlı padişahı olarak çıktı tahta… Babası Kanuni’nin son veziriazamı Sokullu Mehmet Paşa’ya kızını verdi ve tüm devlet yönetimini ona bırakarak, sekiz yıllık iktidarı süresince “rahat ve huzur içinde sadece keyfederek yaşadı.”

Bir gün sarayda yaptırmış olduğu hamamı gezdiği sırada, ayağı kayarak düşüp hastalanmış ve bir süre sonra da -bir söylentiye göre- bir şişe Kıbrıs şarabı içip, ölmüştür. Tarih Aralık 1574.

Siz kaderin cilvesine bakın ki, padişah Sarhoş Selim’in adını taşıyan en evrensel anıt, Mimar Sinan’ın Edirne’de yapmış olduğu Selimiye Camii’dir.

Divan şiirini sevenler de günümüzde bile hâlâ sık sık anımsarlar ondan arta kalmış olan şu güzel beyiti: Biz bülbül-l muhrik-dem-i şekva-yı firakız. Ateş kesilir geçse saba gülşenimizde.

II. Selim’in on bir çocuğu vardı; yedi oğlan, dört kız. Yedi şehzadeden Mehmet, kendisinden iki yıl önce ölmüştü. Ve kendisi de ölünce, veziriazam Sokulu Mehmet Paşa, Manisa’da sancak beyi olan en büyük Şehzade Murat’a çarçabuk haber göndererek, tahta çıkmaya Murat’ı davet etti.

İstanbul’da bulunan öteki beş şehzade, babaları II. Selim’in öldüğünden habersiz tutuldular. Şehzade Murat, Manisa’dan koştura koştura Mudanya kıyısına geldi. Sözde kendisini Kaptan Kılıç Ali Paşa alacaktı. Ama ortalıkta ne Kılıç Ali Paşa vardı, ne de donanması. Sultan Murat, Mudanya kıyısında bir rastlantı olarak bulunan Tevkiî Feridun Bey’in kayığına bindi.
Yedi saat boyunca sert bir lodos rüzgârında, kaygılana çalkalana, çalkalana kaygılana, bin bir zorlukla sonunda Sarayburnu’nda karaya çıkabildi.

III. Murat’ın ilk yaptığı şey saraydaki beş erkek kardeşini derhal boğdurtmak oldu. Şehzade Süleyman, Şehzade Mustafa, Şehzade Cihangir, Şehzade Abdullah ve Şehzade Osman hemen hemen aynı anda öldürüldüler.
Ve II. Selim’in, saraydan çıkan cenazesini, büyük oğlu tarafından boğdurulmuş, beş küçük oğlunun cenazesi izledi.
Ön birinci Osmanlı padişahı ile beş şehzadesi aynı gün, Ayasofya Camii yanındaki türbeye gömüldüler. 21 Aralık 1574.

I. Murat iki kardeşiyle bir oğlunu öldürmüştü.
II. Murat, amcası Mustafa ile kardeşi küçük Mustafa’yı öldürmüş, öteki iki kardeşinin de gözlerini çıkartmıştı.
III. Murat, beş kardeşini birden aynı anda boğdurarak, Murat’lar arasında kardeş öldürme rekorunu kırmış oldu. Kendisi o zaman yirmi dokuz yaşındaydı.

Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, III. Murat’ın padişah olur olmaz kardeşlerini öldürmesiyle İlgili olarak şöyle yazıyor:
“Kanuni Süleyman, cülus ettiği zaman kendisinden başka şehzade bulunmadığı için kardeş kanı dökülmemiş ve yarım asırdan fazla bir zaman geçmesi sebebiyle kanlı cülus İşi unutulmuştu. Sultan Murat’ın cülusu ile beş şehzadenin boğulması halkta acıklı bir tesir bırakmıştır.”

III. Murat döneminde, sarayın içi de tam bir curcuna dönemi yaşamaya başladı.
Venedik’in önde gelen büyük ailelerinden Bafo’ların hoş ve çekimli kızı -ki babası Korfu Adası valisiydi – Türk korsanlarına tutsak düşüp Osmanlı sarayına sunulmuştu.

III. Murat da, Osmanlı tarihinde Safiye Sultan diye bilinen Bafo’ya iyice tutulmuştu. Safiye Sultan’ın bir dediği iki olmuyordu.
Ancak III. Murat’ın bir de çokbilmiş anası vardı, Yahudi kökenli olduğu söylenen Nurbanu Sultan… Oğlu, bu Venedikli cilve kumkumasından soğusun diye, III. Murat’a boyna yeni cariyeler sunuyordu. Öyle ki Murat’ın hoşlandığı gözdelerinin sayısı kırka, ilgilendiği cariyelerin sayısı da beş yüze çıkmıştı.

Bu arada Nurbanu Sultan’ın ölümünden sonra, bir de Canfeda Kadın çıktı sahneye; hem de çok bilmiş saraylılardan Raziye Hatun’la birlikte. Canfeda Kalfa, padişaha sunulacak cariyelerin eğitiminden sorumluydu. Ve hem saray ilişkilerinde, hem de hükümet işlerinde akıl almaz bir etkinliğe sahipti. Eh… Raziye Hatun da, az çok öyleydi…

III. Murat’ın yirmi bir yıllık iktidarı süresince, babası olduğu çocukların sayısı yüzü bir hayli aştı… Kimi tarih­çiye göre yüz dört oldu, kimi tarihçiye göre yüz on dört.

Böylece Osmanlı sultanları arasında çocuk yapma rekorunu da o kirdi; Bu sürü sepet çocuk ordusundan, boyna birileri ölüyor ve yine onlara boyna birileri ekleniyordu. III. Murat 1595’te kırk dokuz yaşındayken öldüğü zaman, arkasında tam kırk yedi tane çocuk bırakmıştı. Bunlardan yirmisi erkek, yirmi yedisi de kızdı. Erkeklerin en büyüğü o sıralarda yirmi dokuz yaşında olan Şehzade Mehmet’ti. Safiye Sultan’dan; o büyük Venedik ailesi Bafo’ların cilveli, hoş ve ihtiras şeytanlı kızından doğmuştu.
Şehzade Mehmet, babası III. Murat’ın yerine, Sultan III. Mehmet olarak çıkar ‘çıkmaz, erkek kardeşlerinin on dokuzunu da boğdurttu. Babası III. Murat, sadece “Sultan Murat’lar” arasında en çok kardeş öldürme rekoruna sahipti. III. Mehmet, tüm Osmanlı padişahları arasında ve bir daha asla kırılamayacak biçimde sahip oldu bu rekora… Ayrıca boğdurttuğu iki ergin şehzadeden daha önce hamile kalmış olan yedi cariyeyi de, ilerde ne olur ne olmaz, diye denize attırdı. Ve bir de on altı yaşındaki büyük oğlu Şehzade Mahmud’u boğdurttu. Böylece I. Murat’la, I. Süleyman’dan sonra oğlunu öldüren üçüncü padişah da yine o oldu.

Şehzade Mahmut, kendisine saygı duyduğu şeyh efendilerden birinin etkisi altında, padişah babasının aleyhinde mektuplar yazmaya başlamış bazı önemli kişilere… Mektuplar kızlar ağası aracılığıyla elde edilmiş. Ve Şehzade Mahmut önce hapsedilmiş. Sonra da boğdurulmuş. Ve annesi de denize atılmış. Ve ayrıca büyük şehzadeyi bu yola iten şeyh efendi de denize atılmış. Ve bu işe bulaşmış daha kimler varsa, hepsi denize atılmış. Tarih Haziran 1603. III. Mehmet de bu olaydan yedi ay sonra, otuz yedi yaşındayken ölmüş. Ancak sekiz yıl sürebilmiş iktidarı.

Sultan III. Mehmet arkasında iki oğul bırakmıştı. Ön dört yaşındaki Ahmet’le, on üç yaşındaki Mustafa… On dört yaşında tahta çıkan I. Ahmet’in değil çocuğu, henüz sünneti bile yoktu.

Babası III. Mehmet, unutmuştu şehzadelerinin sünnetini. Oysa kendisi için kendi babası III. Murat, dillere destan öyle bir sünnet düğünü yapmıştı ki, iki ay süreyle tüm İstanbul tam bir Osmanlı karnavalının şenliğini yaşamıştı. Kim bilir belki de Sultan Mehmet, kendi sünnetinin çok uzun sürmüş olan o şenlikleri sırasında bir hayli sıkıldığı için unutmuştu oğullarının sünnetini…

Henüz sünnet olmadan tahta çıkmış bulunan I. Ahmet, kardeşi on üç yaşındaki Mustafa’yı boğdurtursa ve sonra kazara kendisine de bir emrihak vaki olursa, Osmanlı tahtı sahipsiz kalacaktı. Onun için Mustafa’yı “akılca zayıftır size bir ziyanı dokunmaz” gerekçesiyle boğdurtmadılar ve kendisini bir kafese kapamakla yetindiler. Böylece Fatih’in 1477’den sonra resmileştirdiği “kardeşin kardeşi öldürme” yasası, sünnet bile olmadan padişah olmuş Ahmet’in küçüklüğü yüzünden azıcık rafa kalktı.

Sultan I. Ahmet’i de tahta çıktıktan sonra sünnet ettiler.
I. Ahmet, on dört yıl kalabildi iktidarda ve yirmi sekiz yaşındayken öldü. Tarih 1617. Sultan I. Ahmet, sünnet olmadan tahta çıkmış, ama yirmi sekiz yaşında öldüğü zaman arkasında bir Sultanahmet Camii ve yedi şehzade bırakmıştı: Osman, Mehmet, Murat, Beyazıt, Süleyman, Kasım ve İbrahim. En büyük Şehzade Osman, henüz on üçündeydi. Ve ilk kez tahta, bir padişahtan sonra — çok küçük olduğu için— oğlu değil, kardeşi çıktı.

Kanuni’yle birlikte kendiliğinden yeni bir gelenek başlamıştı. Tahta çıkan şehzadeler ya hayatta tek olan şehzadelerdi, ya en büyük olan şehzadelerdi. Ve I. Ahmet’ten sonra yeni bir gelenek daha başlıyor, ölen padişahın kardeşi Mustafa tahta çıkıyordu. Tarih 1617.

I. Mustafa, tahta çıktığı zaman yirmi yedi yaşındaydı. Ne var ki düpedüz deliydi. Cinneti saklanamayacak bir duruma geldiğinden, saltanatı ancak üç ay on gün sürebildi ve kendisini tahttan indirdiler.

Böylece I. Mustafa da, Timur’un yenip tutsak alarak tahttan indirdiği I. Beyazıt’tan ve Yavuz Selim’in ordu tehdidiyle tahttan indirdiği babası II. Beyazıt’tan sonra, kendi iradesi dışında tahttan indirilmiş üçüncü padişah oluyordu.

Mustafa’nın üç aylık saltanatından sonra, Osmanlı tahtına ister istemez I. Ahmet’in büyük şehzadesi on üç yaşındaki II. Osman çıkarıldı. Tarih 1618.

II. Osman’ın, tarihsel lakabıyla Genç Osman’ın, altı erkek kardeşi vardı. Çocuk padişah bir süre dokunmadı onların hayatına. Hepsi kapatıldıkları kafeslerde, her gün cellât bekleyerek, nefes alıp vermeye devam ettiler. Ancak II. Osman, iktidarının üçüncü yılında Lehistan seferine çıkarken, kendisinin yokluğunda herhangi bir “olupbitti” olasılığını engellemek için, altı kardeşinden en büyüğü olan Şehzade Mehmet’i boğdurttu. Tarih 1621.

Oysa bir yıl sonra kendisini de yeniçeriler devirip öldürecek ve tarihe Osmanlı sultanları arasında tahttan indirilmiş dördüncü, ama tahttan indirildikten sonra öldürülmüş ilk padişah olarak geçecekti.

Saray dışındaki idam uygulamaları, çokçası mahkûmun palayla kafası kesilerek yapılırken, hanedan üyesi olan kişiler neden kementle boğularak öldürülüyordu?

Bu konuda Prof. Ahmet Mumcu, “Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Kati” adlı yapıtında şöyle diyor:
“Kanunname gereğince (Fatih yasası), idam edilen kardeş ve yeğenlerin katli için soruşturma ve yargılama yapılması ve fetva alınması gereksizdir. Zira onlar, kanun gereğince ‘yaşaması mümkün olmayan’ kimselerdir. Bu yüzden cülus vaki olunca derhal katledilirler. Bu hal kardeş katlini doğuran sebeplerin ortaya çıkardığı bir usuldür.
…Hanedan üyelerinin İdamının İnfazında ise eski Türk-Moğol geleneğine büyük bir titizlikle riayet edilirdi. Osmanlı Devleti’nde kuruluşundan itibaren, katledilen bütün hanedan üyeleri ‘kanları akıtılmadan’ yani boğularak idam edilmişlerdir.

Frazer’in İncelemelerine göre kan en önemli tabulardan birisidir. Bu tabuya dünyanın çeşitli yerlerinde rastlanır. Orta Asya’da da bu göze çarpar. Moğollar, yenecek hayvanları bile kan dökmeden öldürürler ve bu hususa riayet etmeyeni idam ederlerdi.
…Bu yasağın hanedan üyelerine de yaydırılmasının sebebi anlaşılmaktadır. Bildiğimiz gibi hanedan kutsaldır. O halde kutsal olan bu kimselerin katlinde kanlarının akıtılmaması gerektir.

…İdam edilecek bütün hanedan üyeleri mutlaka kement ile boğulurlar, doğum anında katledilecek yavrular da göbekleri düğümlenerek öldürülürlerdi. Zira onların bile kanlarının akıtılması Osmanlı hanedanına saygısızlık addedilirdi. Hanedan üyelerinin kanlarının akıtılmadan idam edilmesine yalnız III. Selim’in katli istisna teşkil eder. Bunun dışında kan akıtmama yasağına riayet edilmiştir.”

“…Yüksek devlet memurları da asil sayılarak, istisnaları dışında bu yasağa riayet edilerek idam edilmişlerdir.” “Katledilen hanedan üyesinin cesedine ihtimam edilir. Kafası kesilmez. Ekseriya babalarının türbelerine gömülürler. Mamafih tabii ki bu hususlarda istisnalar olabilir.”

Örneğin Yıldırım’dan sonraki kardeşler kavgası sırasında Edirne’de saltanat kurmuş olan Süleyman Çelebi’yi katledenler onu boğduktan sonra, kestikleri kafasını kardeşi Musa Çelebiye götürmüşlerdir. Bundan sonra Musa Çelebi’nin de ortadan kaldırılması sırasında cesedinden kafası kesilerek kopartılmış ve kardeşi Mehmet Çelebi’ye götürülmüştür.

Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1300 yılından, II. Osman’ın zorla tahttan indirildiği 1622 yılına kadar, tam on altı hükümdar gelip geçmiştir iktidardan.

II. Osman’ın öldürülmesinden sonra ikinci kez tahta çıkan Deli Mustafa, akli dengesini tümden yitirmişti. Her yönde anarşi kol geziyordu. Hazine ise tamtakırdı. Sarayın önde gelen kişileri, kendi aralarında karar alıp, Deli Mustafa’yı 9 Eylül 1623 Pazar günü, ikinci kez yine indirdiler tahttan ve yerine o tarihte I. Ahmet’in en büyük şehzadesi olan on bir yaşındaki IV. Murat’ı çıkardılar.

IV. Murat da önce, tıpkı II. Osman gibi kardeşlerine dokunmadı. Hani nerdeyse Fatih’in yasası artık iyice uygulamadan çıkmak üzereydi.

Ne var ki dış seferlere çıkarken, içerde beklenmedik bir iktidar değişikliği olmasından kaygı duyuyordu. Bu yüzden Revan seferine başlamadan kardeşlerinin en büyükleri olan Şehzade Beyazıt ile Şehzade Süleyman’ı boğdurttu, Tarih 1635.

Bağdat seferine çıkarken de Şehzade Kasım’ı boğdurttu. 1638. Böylece yirmi sekiz yaşında ölen I. Ahmet’in yedi şehzadesinden sadece ikisi kalmıştı hayatta. Biri iktidardaki IV. Murat, öteki de saray kafesindeki şehzade İbrahim.

IV. Murat’ın saltanatı on yedi yıl sürdü. O da babası gibi yirmi sekiz yaşında ölüverdi. Hem de dünyaya hiçbir şehzade getirmeden. Tarih 1640. Tahtın tek varisi, IV. Murat’ın son kardeşi I. İbrahim’di.

Amcası Deli Mustafa gibi akli dengesi tam olmadığından, onun da adı Deli İbrahim’e çıktı. İktidarı sekiz yıl sürdü. Askeri ocaklardan samur vergisi almaya kalkması üstüne, yeniçerilerle birlikte Şeyhülislam Abdurrahim Efendi ile ulema ve bazı önde gelen kişiler, Sultan I. İbrahim’i tahttan indirip, yerine yedi yaşındaki büyük oğlu IV. Mehmet’i geçirdiler. 7 Ağustos 1648 Cumartesi.

Sonradan Şeyhülislam olan Bahai Efendi, I. İbrahim’in tahttan indirildikten sonra kapa

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0