2011-10-19 22:26
Osmanlı Ansiklopedisi / Ansiklopedik Bilgi G Bölümü / Girit Ve Seferleri
Girit Ve Seferleri
GİRİD VE SEFERLERİ
Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’la hemen hemen aynı büyüklük ve nüfûsa sahip, Anadolu’ya, Muğla deveboynu burnundan uzaklığı yüz seksen, Mora yarımadasına ise doksan beş kilometre mesafede bir ada.
826 senesinde halîfe Me’mûn tarafından fethedilerek İslâm topraklarına katılan Ada, yaklaşık 135 yıllık bir idareden sonra tekrar Bizans kuvvetlerinin eline geçti. Dördüncü haçlı seferi sırasında Bizans Latinler tarafından istilâ edilince, 1204’de Venedikliler adayı ele geçirdiler. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Aydınoğlu Umur Bey donanma ile Girid’e çeşitli akınlar düzenledi.
İstanbul’un fethinden sonra ada Venedikliler tarafından iyi tahkim edildi. Fâtih Sultan Mehmed Han zamanında Venediklilerle yapılan savaşlarda (1463-1479) Girid’e akınlar yapıldı. Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinde ise Barbaros Hayreddîn Paşa yönetimindeki Osmanlı donanması Girid’i bir hayli hırpaladı. 1540’da Osmanlı Devleti ile Venedikliler arasında yapılan andlaşma adaya yapılan akınları bir süre durdurdu. İkinci Selim Hân zamanında Kıbrıs’ın fethi sebebiyle Venedikle Osmanlı Devleti tekrar savaş durumuna gelince saldırılar yeniden başladı. 1567 senesinde bir gece baskınında Suda kalesi tahrîb edilirken, öbür tarafta Hanya kalesi Türk denizcilerinden güçlükle kurtulabildi. Cezâyir’den gelen bir donanma ise Resmo bölgesini top ateşine tuttu.
1638 senesinde dördüncü Murâd Han’ın Bağdâd seferi sırasında Doğu Akdeniz’in emniyetini te’min etmekte Cezâyir ve Tunus donanmaları vazifelendirilmişti. Bu arada Tunus donanması kapdanlarından Bicenoğlu Ali Bey 16 parçalık filosuyla Girid’i vurduktan sonra, Avlonya limanına gemileri yağlamak maksadıyla demir atmış ve levendlerini de dağıtmıştı. Venedikliler bunu öğrenince, Marino Capello komutasında 29 parçalık bir donanma sevkederek şehri topa tuttular ve Bicenoğlu’nun mürettebatsız bulunan gemilerini alıp götürdüler.
Venediklilerin, gemileri zaptetmeleri ve şehri topa tutarak bir minareyi yıkmaları üzerine dördüncü Murâd Han derhâl Venedik’e harb açmak için güçlü bir donanma hazırlanmasını emretti. Güçlü ve enerjik Sultan’dan çekinen Venedikliler telâşa kapıldılar. Derhâl İstanbul’a bir elçiyle yüklü bir tazminat göndererek seferi önlemek istediler. Ancak sultan Murâd Han’ın vefâtı sebebiyle bu parayı vermediler. Bunun üzerine vezîriâzam Kara Mustafa Paşa, donanmanın hazırlığa devamını emretti. Cezâyir, Tunus ve Trablus donanmalarının da ilk bahardaki sefere hazırlanmaları bildirildi. Fakat Venedikliler hemen elçileri vasıtasıyla elli bin flori altın göndererek muhârebeyi önlediler.
Sultan İbrâhim tahta geçtikten sonra, 1644 senesinde kızlarağası Sümbül Ağa’yı azlederek Mısır’a sürgün etmişti. Sünbül Ağa deniz yoluyla Mısır’a sevkedileceği sırada, donanma gemileri İstanbul’da bulunmadığından, bütün ağırlığıyla beraber Karadeniz limanlarında yeni yapılıp gelen İbrâhim Reis’in gemisine bindirildi. Bu arada Mekke kâdılığına tâyin edilen Bursalı Mehmed Efendi ve hac yolculuğuna çıkanlar da gemideydi.
Bir çok mal ve insan taşıyan bir geminin askersiz ve silâhsız olarak yola çıktığını duyan Malta korsanları, Girid’in kuzeydoğusundaki Kerpe adasının bir yerine gizlenerek yolu gözetlemeye başlamışlardı. İbrâhim Reis Rodos’a varınca, Malta korsanlarının beklediğinden haberdâr olmuş, fakat Sünbül Ağa ve hacıların acele etmeleri sebebiyle beklemeden tekrar yola çıkmak mecburiyetinde kalmıştı. Gemi, Kerpe açıklarında seyrederken, Malta korsanları ortaya çıkıp saldırdılar. Topu ve askeri olmamasına rağmen İbrâhim Reis cenge başlamış, gemide bulunan 600 civarındaki yolcudan Sünbül Ağa dâhil 550’si katledilip, Mekke kâdısıyla beraber 50 kadarı da esir alınarak malları yağmalanmış ve gemi korsanlar tarafından zaptedilmişti.
Gemiyi yedeklerine alarak Girid’e giden korsanlar, elde ettikleri ganimetin bir kısmını Girid vâlisine verip kalanını adada sattılar.
Bu fâciâ üzerine derhâl donanma hazırlanması emrolundu ve silâhdârlıktan ikinci vezir olan Yûsuf Paşa, Girid üzerine serdâr tâyin edildi.
Esasen Trablus, Tunus ve Cezâyir deniz yolları üzerinde bulunan Girid adasının, bu ehemmiyetli mevkii sebebiyle Osmanlı Devleti tarafından er-geç zaptedilmesi gerekiyordu. Hattâ denilebilir ki, bu hususta geç bile kalınmıştı. Eğer Girid, Osmanlı Devleti’nin olsaydı, Malta şövalyeleri buralara kadar gelip korsanlık yapamazlardı. Ayrıca adanın Venediklilerin elinde bulunması, Akdeniz’deki Türk hâkimiyetini tehdîd ediyordu. Diğer taraftan bu denizde hâkimiyetin muhafazası için, donanmaya bir üs vazifesi görecek olan Girid, artık Venedik’in elinde bırakılamazdı.
Osmanlı Devleti’nin Girid üzerindeki emellerini anlayan Venedikliler, adada ellerinden geldiği kadar savunma tedbirleri almaktan geri kalmadılar. Düşmanın daha fazla yığınak yapmasını istemeyen Osmanlı sultânı İbrâhim Han, düşmanın hazırlıklarını farkedeceğini anlayarak, ince bir propagandayla seferin Malta üzerine olacağını bütün Avrupa’ya yaydı. Durum İstanbul’daki Venedik balyozuna da (elçisi) resmen bildirildi. Venedik balyozu kendi hükümetine raporunda dikkatli olunmasını yazdıysa da, sultan İbrâhim’in dâhiyane propagandasına kanan Venedik, Girid’e sâdece 23 kadırga ile asker ve mühimmat gönderdi.
30 Nisan 1645’de donanma-yı hümâyun İstanbul’dan hareket etti. Sultan İbrâhim, serdâr Yûsuf Paşa ve diğer ileri gelenlere hil’atler giydirdi. Donanma, Gelibolu’da bir kaç gün kalarak bâzı ikmâl maddeleriyle Rumeli askerlerinin bir kısmını aldı. Bir kısım Anadolu askerini de Çardak iskelesinden aldıktan sonra, Çanakkale boğazından geçerek, Ege denizine açıldı ve 21 Mayıs’da Sakız’a, 28 Mayıs’da Termis’e geldi. 8 Haziran’da Navarin’e geçti. Trablusgarb beylerbeyi Abdurrahmân Paşa, 8 kadırgasıyla gelerek burada donanmaya katıldı. Seferin Malta’ya olduğu duyurulduğu için Girid geçilmişti. Bunu, donanmada bir kaç paşadan başka kimse bilmiyordu. Aynı gün Bekir Paşa 17 kadırgayla Navarin’den Tunus’a açıldı. Son hazırlıklar yapılıp 21 Haziran’da Navarin’den ayrıldıktan sonra Yûsuf Paşa, kapdanları, baştardesine davet etti. Pâdişâh’ın al kadife kese içinde bulunan hatt-ı hümâyûnunu çıkardı. Üç defa öpüp başına koyduktan sonra mührünü açıp okudu. Herkes, seferin Girid üzerine olduğunu öğrendi.
Trablus, Tunus ve Cezâyir gemileriyle beraber irili ufaklı 300 parçayı b***
donanma, güneydoğuya dümen kırarak Girid’in Hanya burnuna doğru yol almaya başladı. 3 gün içinde Girid’e ulaşan donanma ilk çıkarmayı 24 Haziran 1645 gecesi Hanya’nın üç-dört mil kuzeyindeki Ayatodori adasına ve Hanya yakınlarına yaptı. Ayatodori’deki Turiulu kalesi ele geçirildi. 25 Haziran’da ise buradaki limanı koruyan kale alındı ve Hanya kuşatıldı. Bu arada Cezâyir filosu 20 gemiyle adaya yardımcı kuvvet getirdi. Bu kuvvetler Suda limanının muhafazasına me’mur oldular.
Hanya kalesi pek müstahkemdi. Osmanlı devleti Ege adalarını ele geçirmeye başladığından beri Girid kalelerinin tahkîmâtı zaman zaman elden geçirilip arttırılmıştı. Muhasaranın kırk beşinci ve elli ikinci günleri umûmî hücum yapıldıysa da kale düşürülemedi. Kale kumandanı üçüncü bir umûmî hücuma mâni olamayacağını anlayarak 18 Ağustos 1645 târihinde imzalanan andlaşma ile kaleyi teslim etti. Kale müdafileri kadırgalarına binerek malları ve aileleriyle beraber Kandiye’ye götürüldüler. Hanya muhafazasına Küçük Hasan Paşa tâyin edildi.
Osmanlı donanmasının Girid’e geldiğini duyan Venedikliler, Papalık, Malta ve İspanya’nın da yardımlarıyla büyük bir donanma hazırlayarak Suda limanına geldilerse de, Hanya kalesinin düştüğünü öğrenince karaya asker çıkarmadılar.
Serdâr Yûsuf Paşa, Hanya’ya yeteri mikdarda muhafız kuvvet, cephane ve mühimmat ile yiyecek koyduktan sonra, Kasım ayı sonlarında İstanbul’a döndü. Venedik donanması ise Osmanlı sahillerine taarruz edip şimdiki Patras kasabası iskelesine başarısız saldırılarda bulundu.
Sultan İbrâhim, Hanya muhafızlığını ikinci vezirliğe yükselttiği Deli Hüseyin Paşa’ya verdi. Küçük Hasan Paşa da Rumeli beylerbeyliğine döndü. Devrin büyük askeri olan ve cesaretinden dolayı Deli lakabını alan Bursa Yenişehir’li Hüseyin Paşa, 2 Şubat 1646’da Hanya’ya ayak bastı ve Girid’i tamamen ele geçirmek için savaşa başladı. Hanya’nın çevresini ve Kisamo kalesini fethetti. Venediklilere büyük kayıplar verdirdi.
7 Nisan’da Venedikliler, İstanbul’dan Girid’e yardım gitmesini engellemek için Çanakkale boğazının ağzına kadar ilerleyip, Bozcaada’ya asker çıkardılarsa da bir kaç gün sonra Rumeli beylerbeyi Küçük Hasan Paşa tarafından büyük zâyiât verdirilerek adadan atıldılar.
Bu arada Girid serdârı tâyin edilip, İstanbul’dan yola çıkan Sultanzâde Mehmed Paşa, 12 Temmuz’da adaya gelip, Suda kalesinin muhasarasına başladı. Ancak kısa bir süre sonra vefât edince, yerine Hanya muhafızı Deli Hüseyin Paşa serdâr oldu.
Hüseyin Paşa serdâr olunca, denizden takviye alması önlenmedikçe alınamayacağı anlaşılmış olan Suda kalesini muhasaradan vazgeçerek, 7 Ekim 1646’da Resmo kalesini muhasaraya başladı. Kandiye ve Hanya arasındaki bu kale Girid’in üçüncü büyük müstahkem mevkii idi. 11 Ekim’de Resmo’nun az doğusundaki Milopotamo (Sivrihisar), 20 Ekim’de de Resmo ele geçirildi. Daha sonra Kandiye taraflarına doğru ilerleyerek bâzı kaleleri alıp Kandiye’yi kuşattı.
1656 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyâsî durumu sebebiyle Girid’de büyük çaplı bir harekete girişilememiş, Deli Hüseyin Paşa’nın komutasındaki ilk çıkarılan kuvvetlerle bu başarılar sağlanabilmişti. Köprülü Mehmed Paşa sadrâzam olunca, fetih faaliyetleri arttırıldı. Venediklilerin elinde ege adaları alınarak deniz güçleri kırıldı.
Dördüncü Mehmed Han, Anadolu ve Rumeli’de iç ve dış güvenliği sağladı ve yıllardır askıda kalan Girid mes’elesini halletmeye karar verdi. Bizzat sadrâzam Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa’yı serdâr olarak adaya gönderdi (1666).
Fâzıl Ahmed Paşa, Hanya’da karaya çıktıktan sonra, Kandiye karşısındaki Osmanlı karargâhına gelerek durumu gözden geçirdi. Bir ay sonra donanma ile yeni takviyeler geldiğinden, Türk kuvvetlerinin mikdârı 70.000’i buldu. Her türlü hazırlıklar yapıldıktan sonra harb meclisi toplanıp gerekli strateji tesbit edildi.
Askerin mevziye girmesini müteâkib 21 Mayıs 1667’de muhasara ve muhârebeler başladı. Bu arada düşman, Malta ve Papalık donanmaları tarafından yardımcı kuvvetlerle takviye almış, Osmanlı ordusuna da Sivas ve Budin vâlileri iltihak etmişlerdi. Muhârebe esâs îtibâriyle müstahkem bir kalenin kuşatılmasından ibaret olduğundan, mücâdelenin esâsını top ve tüfek çatışmaları ile lağım açıp patlatma faaliyetleri teşkil ediyordu.
Venedikliler bir yandan bütün güçleriyle müdâfaaya çalışırken bir taraftan da müzâkere imkânlarını arayarak mümkün olduğu kadar az zararla kurtulmak istiyorlardı. Fazıl Ahmed Paşa ise hem muhasaranın şiddetle devam ettirilmesi için gerekli tedbirleri alıyor, hem de kışın gelmesi sebebiyle muhârebenin durakladığı aylarda Venediklilerle görüşerek kalenin sulh ile te’mini için çalışıyordu.
Kış mevsimi geçtikten sonra 30 Haziran 1668’de Kandiye muhasarası Türk kuvvetlerinin taarruzuyla yeniden şiddetlendi. Fâzıl Ahmed Paşa, baharda dört defa yardım alarak eksiklerini tamamladı. Venediklilerin yeni anlaşma istekleri ise kabul edilmeyip, Kandiye surları iyice tahrib edildi. 15 Temmuz’da düşman cephaneliğine isabet eden bir Türk güllesi, düşmanın 2000 kantar barut, bir çok malzeme ve askerinin telefine sebeb oldu.
Kandiye muhasarasının uzamasına dayanamıyan dördüncü Mehmed, bizzat sefer için Edirne’den Girid’e doğru yola çıktı. Dimetoka, Gümülcine, Kavala, Seren, Selanik, Yenişehir yoluyla Glos limanına kadar geldi. Ancak kışın gelmesi ve muhasaranın şiddetini kaybetmesi sebebiyle Edirne’ye dönmek mecburiyetinde kaldı.
Bu arada Venedik’ten İstanbul’a fevkalâde bir elçi geldi. Arzusu üzerine Koca Mustafa Paşa’nın huzuruna çıkarıldı. Kandiye kendilerinde kalmak şartıyla her türlü sulhe razı olduklarını bildirdi. Mustafa Paşa ise, kendisini Kandiye kalesinin anahtarını getirdiğini zannederek kabul ettiğini, aksi hâlde görüşmenin lüzumsuz olduğunu söyledi. Venedik elçisi ise, buna Venedik senatosunun çoktan razı olduğunu fakat Kandiye’nin tesiimi hâlinde, papa başta olmak üzere bütün Avrupa devletlerinin gönderdikleri muazzam yardımın hesabını soracaklarından korktuklarını beyân etti. Bunun üzerine orada bulunan şeyhülislâm Minkârîzâde Yahyâ Efendi; “Demek ki siz İspanyol ve Fransızlara îtimâd ettiniz. Devlet-i âliyye-i Osmaniye ise sâdece Allah’a îtimâd eder ve tiz zamanda lütf-i ilâhî ile Kandıye’yi alır” dedi. Sonuç alamayan elçi İstanbul’u terketti.
1669 Ağustos’unda Kandiye kale kuvvetleri komutanıyla Fransız yardımcı kuvvetleri komutanı arasında anlaşmazlık çıkınca, müttefik donanması Girid’i terketti. Bu fırsatı kaçırmayan Fâzıl Ahmed Paşa, muhasarayı iyice şiddetlendirip düşmanın kaleyi vire ile teslim etmesini sağladı. 6 Eylül 1669’da bir andlaşma yapılarak Girid savaşma son verildi ve yaklaşık yirmi beş senedir Osmanlı Devleti’ni uğraştıran mes’ele son buldu. Bu arada Osmanlı adaletini gören bir kısım halk müslüman olmuş, Anadolu’dan getirilen müslümanlarla beraber çoğunluğu teşkil etmişlerdi. Girid idâri olarak, Kandiye eyâlet merkezi olmak üzere; Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarına ayrıldı. İlk isyânların çıktığı 1821 yılına kadar Girid halkı Osmanlı adaleti altında 152 sene sulh ve sükûn içinde yaşadı. 6 Eylül andlaşması gereğince Venediklilere bırakılan Granbosa kalesi 1692’de, Spınalonya ve Suda kaleleri ise 1715’de fethedilerek Girid’in Venedik’le ilgisi büsbütün kesildi. Çar birinci Petro ile başlayan ve gittikçe artan Rus tahrikleri, Fransız ihtilâli ile uyandırılan milliyetçilik duyguları, Girid’de bâzı kıpırdanışlara yol açtı. Hıristiyan tebea arasında Osmanlı Devleti’nden ayrılma istekleri baş gösterdi. Rumların kurdukları Etniki Eterya cemiyetinin propagandası, adanın rum halkını açıktan açığa harekete geçirdi. Tepedelenli Ali Paşa isyânının bastırılması sırasında Mora’da ve adalarda çıkan isyân, Girid’e de sıçradı. Başta hırsızlık ve serkeşlikleriyle tanınan Isfakyalılar olmak üzere Hanya sancağına bağlı Apokorono ve Hanya nahiyesinin dağ köyleri reâyası 1821 Temmuz ayı başlarında ayaklandılar. Meskûn kasabalarla köylerde bulunan Türklere hücum ettiler. Rumların Türkler üzerine saldırılarını ve işledikleri zulümleri öğrenen sultan İkinci Mahmûd Han-ı Adlî, bu isyânı bastırmakla Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa’yı görevlendirdi. İsyanı bastırınca kendisine Girid vâliliği de verildi.
1830 yılında sona eren Osmanlı-Rus harbi sonunda bir Yunan krallığı kurulunca, adanın Yunanistan’a verilmediğini gören Girid rumları yeniden ayaklandılar. Mehmed Ali Paşa 1831 yılında bu ayaklanmayı bastırdı ise de Yunanlılar tarafından durmadan körüklenen fesat ve kışkırtmalar bir türlü dinmedi. 1840 Londra andlaşması ile Girid’in idaresi Mısır’dan alınıp tekrar Osmanlı Devletine verildi. Eski vâli Mustafa Vâilî Paşa, bundan sonra da görevine devam etti. 1841’de Yunan mültecilerinin tahrikleri ile çıkarılan bir ayaklanmayı da kolayca bastırdı.
Bu arada îlân edilmiş olan Tanzîmât fermanı hükümlerinin Girid’de de uyg***
ması, ahâlîyi yeterince memnun etmedi. 1864’de yedi ada Yunanistan’a verilince, tekrar rumlarla meskûn yerlerin birleştirilmesi ile büyük bir Yunanistan kurma arzusu belirdi. Adayı Osmanlı Devleti’nden çekip koparmak için ahâlisini ayaklandırma çalışmalarına hız verdikleri gibi, Yunan gemileriyle de adaya devamlı gönüllü rumları taşıdılar. Çok geçmeden 1866’da geniş bir ayaklanma başladı. Âsîler, Bâb-ı âli’ce kabulü imkânsız isteklerde bulundular. İstekleri reddedilince, adanın Yunanistan krallığına katıldığını îlân ettiler. İngiltere, Fransa ve Rusya ise, Osmanlı Devleti’ne ültimatom vererek adanın Yunanistan’a iltihâkının kabul edilmesini, hiç değilse muhtariyet verilmesini istediler. Bâb-ı âlî ise buna yanaşmayarak müzâkere ile çözüm bulmak üzere adanın her nahiyesi halkından ikişer temsilcinin İstanbul’a gönderilmesini istedi. Bu teklif de reddolununca, Ömer Paşa Girid’e gönderildi. Ömer Paşa gerekli tedbirleri almaya başlayınca yine âsîleri her bakımdan destekleyen Yunanistan’ın tertibiyle hıristiyan köylü ve Yunanistan’dan gelme gönüllüler güya adadan ayrılma bahanesi ile sahillere yığıldılar. Bu hâli, müdâhaleye fırsat kabul eden büyük devletlerin Girid konsolosları, sözde Osmanlı askerinin zulmünden kaçan bu zavallıları insanlık adına korumak zorunda olduklarını ileri sürerek, kendi gemileri ile Yunanistan’a taşımaya başladılar. Öte yandan Yunanistan adaya gönüllü yığmaya devam ediyordu. Büyük devletler olaya müdâhale etmek istedilerse de, Bâb-ı âlî içişlerine kimseyi karıştırmamak hususundaki karârında direndi. Bu arada Abdülazîz Han mes’eleyi çözümlemesi için sadrâzâm Âlî Paşa’yı olağanüstü yetkilerle adaya gönderdi.
Alî Paşa, Girid’de, bâzı çalışmalarından sonra bir ferman yayınladı. Buna göre Girid adası çeşitli sancaklara ve kazalara ayrılmış, kazalar da nahiyelere taksim olunmuştu. Bu sancaklara tâyin edilecek mutasarrıfların yarısı müslüman, yarısı hıristiyan olacaktı. Kazalar kaymakamları da ahâlinin çoğunluğunun mensub olduğu din ve mezhebe göre müslüman veya hıristiyan olacaktı. Müslüman mutasarrıflara hıristiyan, hıristiyanlara da bir müslüman muavin verilecekti. Vilâyet, sancak ve kazalarda birer idare meclisi kurulacak ve bu meclislerde halk tarafından seçilmiş üyelerin yarısı hıristiyan olacaktı. Vilâyet merkezinde, sancak ve kazalarda dâvaların görülmesi için kur***
ve Fransız medenî kânununa göre hüküm veren Deâvî Meclisi’nin üyelerinin yarısı; ahâlinin hepsi hıristiyan olan yerlerde tamâmı hıristiyan olacaktı. Sancaklarda hıristiyanlar için ayrı bir hıristiyan meclisi kurulacaktı. Alî Paşa, adadaki hıristiyan tebeaya adetâ muhtariyet derecesinde selâhiyetler tanıyan ve ilerde Osmanlı Devleti’nden kopmasına sebeb olacak hıyanet derecesine varan bu imtiyazları ıslâhat adı altında yürürlüğe koydu (Kasım 186.
....
Devamını görmek için lütfen giriş yapınız veya Üye Olunuz.