2011-05-04 23:30
Dökümanlar / Unutulmazlar / Ulubatlı Hasan
Ulubatlı Hasan
Ulubatlı Hasan
Ulubatlı Hasan, İstanbul surları üzerinde ilk Türk sancağını dikerken şehit düşen yiğit askerdir. 1428 yılında Bursa'nın Ulubat köyünde doğdu. Fatih Sultan Mehmet'in kumandasında Ordu-yı Hümayun'a asker olarak İstanbul kuşatmasına katıldı. 1453 yılındaki büyük taarruz sırasında İstanbul surları üzerine ilk Türk sancağını dikerken şehit düştü. Fethin bayraklaşmış bir kahramanı olarak adı beş yüz yıldan beri gönüllerde yaşar. Ulubat'ta adına dikilmiş bir anıt vardır.
İstanbul tam 53 günden beri muhasara altındaydı. 23 yaşındaki genç padişah ve dâhi kumandan II. Mehmet Han, bu süre içinde gösterdiği akıl almaz askerlik mucizeleriyle Bizanslıları şaşkına çevirmişti. Koca Bizans İmparatorluğu çatırdıyordu. Son günlerini yaşıyordu. Artık belliydi bu.
28 Mayısı 29 Mayısa bağlayan gecenin sabahına doğru, mehter “gülbanklar” vurmaya koyulmuş ve Bizans surlarının karşısındaki ordugâhta hummalı bir faaliyet başlamıştı. Ulu Hâkan, hücum emrini vermişti. O akşamki tarihî nutku bütün askerin kulaklarında çınlıyordu:
– Ey benim paşalarım, ağalarım, beylerim! Bu şehr-i Konstantiniye cenginde silâh arkadaşlarım, yiğitlerim! Sizleri buraya, kararlaştırdığım umumî taarruzda şimdiye kadar gösterdiğinizden daha büyük fedakârlık ve cesaret istemek için topladım. Cihanda ün salmış bir şehri zaptedeceksiniz. Şehr-i Konstantiniye'de mahalle mahalle, bu şehri zapteden kahramanlar olarak adınız şan ve şerefle anılacaktır...
Asker, Peygamberimizin, şüheda için en büyük cennet makamını müjdelediği zafere ve bu zaferin uğrunda şehitlik şerbeti içmeye susamıştı.
Beyaz atının üzerindeki genç kumandan, kılıcını çekmiş, davudî sesiyle âdeta gürlüyordu:
– Evlâtlarım, yiğitlerim, şahbazlarım, yürüyün... Zafer sizindir ...
Asker, saflar halinde atılıyordu. 53 günden beri o mucize topların döve döve hamurlaştırdığı surların üzerine doğru yüklenen bir insan seli vardı. “Allah Allah” sesleri bir uğultu halinde semâyı kaplıyordu. On binlerce meşalenin sarı aydınlığı üstüne, henüz güneş doğmamıştı. Serdengeçtiler, surların, kalelerin üzerine yalın kılıç atılıyorlardı. Kalelerden, surlardan taş yağıyordu. Ok yağıyordu. Kızgın yağ ve alev alev yanan katran yağıyordu.
Sultan Mehmet Han, kahraman ordusuyla ve olanca ağırlığıyla yükleniyordu Bizans surlarının üzerine... Serdengeçtileri fedaîler, fedaîleri de başıbozuk askerler takip etmişti...
Tanyeri ağarırken sıra üçüncü safa gelmişti. Üçüncü hücum kolunu, ordunun en seçkin askerleri teşkil etmekteydi.
Bursa'nın Ulubat köyünden Hasan da vardı bu safın arasında. Ordunun bayraktarıydı. Bir elinde kılıcı, bir elinde sancağı şahlanmıştı... Ve kulaklarında Sultan Mehmet Han'ın bir akşam evvel irad ettiği büyük nutkun sözleri tane tane uğulduyordu:
– Surlar vakıa bir harabe haline gelmiştir amma, surlar üzerine atılacak yiğitler büyük bir tehlike ile karşılaşacaklardır. Maharetimiz ve cesaretimiz her şeyin üstündedir. Zafer rüzgârı bizden yana esecektir. Konstantiniye bizim olacaktır...
Bursa'nın Ulubat köyünden bayraktar Hasan da yaklaşmıştı surların üzerine. İri parmaklarıyla gönderini sımsıkı kavradığı şanlı bayrağı, elindeki o kutsal emaneti mutlaka surların üzerine dikmeyi aklına koymuştu Hasan. Hilâlli sancağın surların üzerinde dalgalandığı anda düşman için her şeyin bitmiş olacağına inanıyordu.
Bir fırsatını buldu Ulubatlı Hasan. Elindeki kılıcını savurarak sur harabeleri üzerine doğru atıldı. Birkaç yiğit de kendisini takip etmişlerdi. Hasan en önde idi. Bir yandan kılıcını sallıyor, bir yandan da hilâlli sancağı gözlerini diktiği burca doğru ulaştırmaya çalışıyordu.
Bu cehennem ateşinin ortasında, koç yiğitler yiğidi Hasan, Eğrikapı tarafındaki burcun üzerine çıkmayı başardı. Sancağı dikti o burcun üzerine. Fakat aynı anda mancınıkla atılan büyük bir taşın ağırlığı altında dizleri üstüne düşüverdi. Doğrulmaya çalıştı. Fakat aynı anda üstüne belki otuz, belki kırk ok birden yağdı. Oracıkta yere yığılıverdi.
Peçevî'nin ünlü tarihinde “Adem ejderhası” olarak vasıflandırdığı dev cüsseli yiğit Ulubatlı Hasan'ın diktiği sancak, o anda Bizans'ın tüm ümidini yitirivermişti. Türkün bayrağı ve yeniçerinin serpuşu artık surların üzerinde idi. Elli üç günlük direnişi kökünden tüketen an gelmişti. Öte yandan sancağın Bizans surları üzerinde dalgalandığını gören Türk askeri coşmuş ve bir ok gibi atılmıştı ileri.
Nihayet Hazret-i Peygamberimizin müjdelediği tarihî ve kutsal an gelip çatmıştı. 23 yaşındaki Sultan Mehmet Han secdeye gelerek Ulu Tanrıya şükretti. O andan itibaren genç hükümdar ve kumandan “Fâtih” unvanını da almış oluyordu...
niye him kimse yorumlamamış burayı okuyupta onu anlamıyorum ecdadımızı unutuyoruz galiba.