osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.
2011-12-12 18:48

Tarih Haber / Saltanat arabaları

Saltanat arabaları

araba
araba
Osmanlı'da arabalar ne zaman kullanılmaya başlandı? Kimler araba kullanırdı?
Araba, şekli ve kullanılış tarzı büyük değişikliklere uğramakla birlikte çok eski çağlardan beri çeşitli memleketlerde bilinmektedir. Bu arada Türklerin yaşadığı Orta Asya bozkırlarında da eskiden beri kullanılmakta olup bölge halkının günlük hayatında mühim rol oynamıştır.

Günümüzde artık nostalji olan atlı arabalar eskiden özellikle Osmanlı coğrafyasında yaygın olarak kullanılmaktaydı. Anadolu ve Rumeli'de yük taşımacılığında umumiyetle uzun mesafeler için deve, kısa mesafeler için araba tercih edilirdi. Balkan şehirlerinde yaşayanlar da yaygın olarak kendi işlerinde araba kullanmışlardır. Bazen de mîrî (devlete ait) eşya ve erzak naklinde kiralık araba kullanılmıştır.

Ahşap bir iskelet ve iki tekerden ibaret olan kağnının, dört tekerlekli araba şeklini nasıl ve ne zaman aldığını da tam olarak bilmiyoruz.

İstanbul'un fethinden sonra zaman zaman şehri tehdit eden veba, kolera gibi bulaşıcı hastalıklar sırasında, hastaların bir yerden başka bir yere nakli için, arabalar kullanılırdı.

Bu mevzuda çeşitli yerlerin kadılarına gönderilmiş hükümler bulunmaktadır. Menzil teşkilâtında da zaman zaman arabadan faydalanıldığı görülmektedir. Ulaklar umumiyetle at kullanmakla birlikte ellerinde tuğralı ahkâm taşıyanlara araba da verilirdi. On dokuzuncu yüzyılda posta teşkilâtının kurulmasından sonra bu teşkilâtta da araba kullanılmaya başlanmıştır.

Askerî sahada arabadan çokça faydalanılmış, büyük topların nakli için "top arabacıları ocağı" teşkil edilmiştir. Fatih Sultan Mehmed Han'ın İstanbul muhâsarasında ve Akkoyunlular üzerine yaptığı seferde ağır topları arabalarla naklettirdiği bilinmektedir. Tophane'de bulunan imalathanede top arabaları topların ağırlıklarına ve şekline göre yapılırdı. Devlet ihtiyaç duyduğu arabaları yaptırmak için zaman zaman araba imalinde ün kazanmış yerlerden icabı kadar araba ustası getirtirdi.

Osmanlılarda arabadan yük taşımacılığında yaygın olarak faydalanıldığı halde 16. yüzyıl sonlarına kadar şehir içinde ancak zarurî durumlarda kullanılmıştır.

Sultan Birinci Ahmed Han devrine kadar, İstanbul'da araba olarak sadece ot ve erzak arabaları vardı. O tarihte, "koçu" denilen ve Rumeli'den geldiği rivayet edilen binek arabaları yaygınlaşmıştı. Koçu arabaları fevkalâde süslü olup, iki Yasak kelime tarafından çekilirdi.

Bu koçu arabalarının büyükçe dört tekerleği olurdu. Sonraki arabalara nazaran bir hayli yüksekti. Dört tarafı, yarım metre yüksekliğinde tahta kaplanmış, iki tarafında birer kapı bırakılmıştı. Üzerinde, eğri denilen yarım çemberler vardı. Bunlara da meşin örtüler kaplanmıştı. İçi, minderler ve yastıklarla döşenmişti. Erkeklerin bindikleri arabaların etrafı, meşin perdelerle kapatılırdı. Kadınların arabalarının her tarafı tahtalarla çevrilerek yalnız yanlarda kafesli pencereler bırakılırdı.

Bu arabalar, sarayda ve devlet erkânının konaklarında da kullanılmıştı. O zaman bu basit arabalar iç ve dış şekillerini değiştirmiş; içleri, gayet kıymettar kumaşlarla döşendiği gibi, dışları da boyalı ve altın yaldızlı nakışlarla süslenmişti.

İstanbul'un sokakları dar ve dolambaçlı olduğu için bu arabaların süratle hareketi mümkün değildi. Bu sebeple bunların çekicileri at değil, sadece Yasak kelimelerden ibaretti.

İstanbul'da araba yaygınlaşmasına rağmen insanların çoğu atla geziyordu. Kadınların ata binmeleri yasaktı. Bir zaman arabaya binmek hakkı da sadece kadınlara verilmişti.

Aradan çok geçmeden artık, araba sayısı artmaya ve insanların sarsılmaması için yaylı arabalar yapılmaya başlanmıştı. Bunların en başında, altı kişilik "kâtip odası" ve dört kişilik "talika" denilen arabalar geliyordu. Bunlar, tek veyahut çift atla çekiliyorlardı.

"Kâtip odası" dingiller üzerine oturtulmuş, dört tarafında birer tane olmak üzere dört pencereli, bir süslü oda şeklindeydi. Pencereleri bazen camlı veya kafesli, ancak herhalde içerden ve kenarlardan zarif perdeli olurdu. Arabanın üstü tahtadan yapılırdı. İçi insanı ferahlatan renklerle boyanırdı.

Avrupa'da, uzun yolculuklarda kullanılan geniş ve yaylı arabalar da Osmanlı cemiyetinde kabul görmüştü. Bunlara "Hinto (Hintu)" adı verilmişti. Sultan Üçüncü Selim Han ve Sultan İkinci Mahmûd Han devirlerinde, bu hintoların küçükleri de yapılmıştı. Bilhassa saray kadınları, seyir yerlerine bunlarla gidiyorlardı.

Tanzimat devrinde, Avrupa'dan evvelâ "landon", sonra "kupa" ve daha sonra "fayton" da getirtildi. Landon, İstanbul'da pek rağbet görmedi. Buna mukabil, Bursa ve İzmir şehirlerinde kısa zamanda yayıldı. Üzeri açılıp kapandığı için, zenginlerin başlıca nakil vasıtası oldu.

"Talika" ile üzeri tenteli "uzun araba" Kadıköy, Üsküdar ve havalisine münhasır kaldı. İstanbul'da "kupa"lara karşı da rağbet vardı.

"Fayton", pek güç yayıldı. Meşrutiyet'in ilânına kadar bu tip arabaya kadınlar binemezlerdi.

Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinin son yıllarına doğru İstanbul'a "bato" sisteminde birkaç araba getirildi. Bunların tekerlekleri lastikli idi. O devrin meşhur saray adamlarından Fehim Paşa'nın, içi al atlas döşeli bir "bato"su vardı ki, şıklık ve zarafeti itibarıyla bir hayli zaman İstanbul halkının gözdesi olmuştu. Meşrutiyet'in ilânını müteâkip, Fehim Paşa'nın Bursa'da ölmesi üzerine, eşyaları satılırken bu arabayı Bursalı Kasap Hacı Ahmed Ağa isminde bir zengin almıştı.

Bunlardan başka hasırlı, yarım hasırlık, "brik" arabalar da vardı ki, bunlar da dâimâ sayfiyelerde kullanılırdı.

Taşra arabaları, başlıca iki şekilde idi. Bunlardan biri, üzeri meşin kaplı binek arabalarıydı ki, bunlara sadece "yaylı" denirdi. Diğeri de "tatar arabası" yahut "vurgun" denilen yük arabaları idi. Sivas taraflarında, dört at ile çekilen büyük "vurgun"lar da kullanılmıştır. Bunlar da "barhana" adını aldı.

Saltanat Arabaları

Saltanat arabaları, padişah ve padişah ailesi mensuplarının kullandığı arabalar idi.

Tanzimat devrine kadar Osmanlı'da, "Saltanat arabası" ismiyle bir araba mevcut değildi. İlk zamanlardan itibaren bütün padişahlar malum ve muayyen olan merasimlere at üstünde çıkarlardı. Binek arabası, saray-ı hümayun haremi için bir ihtiyaç olmuştur. Fakat 19. asır ortasına kadar nadiren kullanılmıştır. Valide sultanlar, haseki sultanlar, hanım sultanlar şehir sokaklarında dolaştırılmışlardır. Sayfiye, yalı, köşk ve kasırlara harem-i hümayun kayıkları ile gitmişlerdir. Şehir içinde dolaşan nüfuzlu valide sultanlardan Kösem Mâhpeyker Sultan'la, Hatice Turhan Sultan, devirlerinin ağır "hinto" arabalarına mükellef ve muhteşem taht-ı revanlarını tercih etmişlerdi.

Saray mensuplarının İstanbul'dan uzun yolculuklara çıkması sırasında da araba bir ihtiyaç olmamıştır. Yolcu, seyahatte can güvenliği için atlı olarak bir kervana katılmak mecburiyetinde olmuş, at yolculuğuna dayanamayanlar da develer üstünde "mahfe"ye binmişlerdir. Müddeti, beş aydan iki yıla kadar değişen seferlere çıkan padişahlar da gaza yollarını hep at üzerinde gitmişlerdir.

Birbirinden Güzel Arabalar

"Kendi gitti ismi kaldı yadigâr" diye bir mısra vardır. Topkapı Sarayı'ndaki bir salonda teşhir edilen, birbirinden nefis, birbirinden güzel saltanat arabaları için söylenecek tek şey bu sözdür.

Boy boy, renk renk, çeşit çeşit arabalar... Landonlar, Kaleşler, Kupalar, Koçular, Faytonlar...


Saltanat arabaları dairesine girer girmez, kendinizi hayli büyük bir taş salonda bulursunuz. Salonun üç tarafı çepeçevre padişahların veya saray mensuplarının kullandıkları arabalarla çevrilmiştir. Arabaların bazılarının ön tarafında o zamanki kıyafetlere bürünmüş arabacılar oturtulmuş, duvarlarda, üzengilerden yapılmış panolar, salonun muhtelif köşelerinde ise Has Ahır'ın kalburüstü simalarının rengârenk kıyafetli tipleri yerleştirilmiştir.

Bu arabalar çoğunlukla saltanatın son zamanlarına yani XIX. yüzyıla âittir. Daha önceki asırlardan devrimize intikal etmiş arabalar maalesef yok denecek kadar azdır. Buna sebep, eski devirlerde arabanın yaygın olmayışı ve çoğu zaman padişahların atı, arabalara tercih edişleri ve her türlü yolculuklarını at sırtında yapmalarıdır. Ayrıca 1881 yılının Eylül'ünde Istabl-ı Âmire'de çıkan bir yangın, bugün elimizde çok az araba kalmasına yol açan sebeplerden biridir. Yangın sonunda Sultan İkinci Mahmûd Han ve kendisinden önce gelen padişahlardan kalmış değerli arabalar, eyer ve araba takımları yok olmuştur.

Mehmed Reşad Han'ın Saltanat Arabası

Sarayda arabaların teşhir edildiği kısımda tahtırevanların sağ arka tarafında Sultan Mehmed Reşad'ın "Kupa" tipi, Paris yapımı saltanat arabası vardır. Ön camı bombeli olan bu araba da diğerlerine nazaran hayli küçük ve basıktır. Dört tarafı kapalıdır. Üzerinde de Sultan Mehmed Reşad'ın arması vardır.

Tarihi üzerinde taşıyan saltanat arabaları günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi, saltanat arabaları dairesinde teşhir ediliyor. Arabalar arasında, Sultan İkinci Mahmûd Han, Sultan Abdülaziz Han, Sultan İkinci Abdülhamid Han ve Sultan Beşinci Mehmed Reşad Han'ın arabaları başta gelmektedir. Bunlardan 4 tanesi İstanbul'da Istabl-ı Âmire'de yapılmış, diğerleri ise Avrupa'nın Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkelerinde hususî olarak yaptırılmıştır.

Salondaki saltanat arabalarının 23'ü Landon, 11 tanesi Kaleş, 8'i Kupa, 7'si Fayton, 2'si bahçe arabası, bir tanesi de Koçu'dur.

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0