2012-01-06 23:17
Tarih Haber / Göz göre göre!
Göz göre göre!
İstanbul’da Kapalıçarşı… Vakit akşamdır…
“Hep mazlumun yanında, zalimin karşısında hep! Her yerde, her zamanda!
Engizisyon Madrid’inde Ziyad’ı gözleyen de, Kudüs’ün fethini Selahaddin’den isteyen de, ‘Sultan Mehmet gelecek, dertler bitecek!’ diyen de, ona ‘Fatih’i layık gören de şehrin mazlumları, Teslis’in Mağdurları…
Açılır kapılar fetih gelince, yıkılır surlar sen isteyince, yıkılır utanç duvarları… ‘Gevşemeyin, mahzun olmayın; eğer inanıyorsanız üstünsünüz!’ sırrınca, sen istemedikçe zulüm pay-i dar olmaz cümle alemde…
Ne vakit ki taht kavgaları, koltuk yarışları, rant pazarlıkları, bir şehri kemiren ‘Ya bendensin, ya yabanın!’ İblis mantığı hakim olur masalara, yasalara, kasalara… işte o dem çekilir Adaletin İktidarı, pes paye olur onurlar, gururlar…
Çıkar bir Gırnatalı ana, yürek devletine harç taşır içinden geldiğince: “Erkekler gibi savaşamadın, bari…!”
“Anlı tarih, şanlı geçmiş. Geçmiş geçmiştir.”
“Anladım. Yutkunuyor, söyleyemiyorsun. Dilinin altındaki bakla, ıslandıkça ıslandı. Bir dramdı Kore. Şaşmaz Ölçü’ye dayanmayan iktidar sahipleri, arkaplanı hayata geçirirler apansız.
‘Borç alan, emir alır!’ ferasetini, dirayete dönüştüren Filistin Yürekli Adam yok artık aramızda. Otuz Bir Mart’landı çoktan.
Nagazaki’nin kül eden hatırasına bakmadan, Hiroşima’nın gülleri bir daha açmadan ‘mandacı’ çaldı, para satıp para alan Sömürü Düzeni’nin kapısını.
Bir şartı vardı Marşal Ulufesi’nin: Kore’ye marş al!
Emanete ihanet miydi bunun adı, cahile cesaret mi?
Bir de sun’i kamplaşmada figüran! Balkan Yaylaları’ndan Sibirya Stepleri’ne uzanan Slav İşkencesi’ne, bir de paletlerin altındaki Prag Baharı eklendi mi, gelirdi Varşova geriden!
‘Düşman üret, itibarın artsın!’ toplum mühendisliğinin çıkardığı Atlas’ın İki Yakası… İki yanlıştan birine zorlanan Anadolu… Tam da yeniden göz yaşını silecekken Üç Kıta’nın, biçilen roldü Vaşington – Haliç hattı…
‘Halktan görüneni yıpratmaktı muradı, Bab-ı Ali yaygarasının. Henüz ter ü taze sağ, sandıkları patlatmış… seçmişti zulme payandalığı.
Hayalleri yıkılan coğrafyam, bir tuhaf çaresizlikle yolladı cengaverlerini, Ege’den Akdeniz’e… Süveyş’ten Kızıldeniz’e... Hint’ten Pasifik’e… yirmi iki gündüz, yirmi üç gece…
Bir anlam verememişti olup bitene, hikmet aradı kendince. ‘Olsa olsa basiretsizlik!’ dedi, gömdü kalbine!
Coni’nin girmediği cepheye daldı erce: “Amerikalılar kaçarken sizinkiler ölüyordu!”
“Oralarda namımız yürümedi mi peki?”
“Yürüdü belki, Güney’de! Lakin, Kuzey’de atıldı nefretin tohumları. Ferdinand’ın, Daglıs’ın, Corç’un iğfal ettiği Pyonganlı, Chongjinli, Najinli… on binlerce bakirenin faturası sana kesildi.
Yüz binlerce canın, yakılan tarlaların hesabı sana. İfsat edilen ekinin, azot karıştırılan suyun… hesabı yine sana…
Uyarır Hayat Kitabı: ‘Zalimlerin yanında itibar aramayın!’
Şok dalgası teğet geçmez Anadolu’dan. ‘Sol da sağdı bizi, sağ da…! Sağmal inek gibi!’
“Peki ama, Ötelerde sempati oluşmuş değerlerimize?”
“Ya antipati! Dünün Bizans’ıyla, Kayser’iyle… bir ve beraber olmanın sürdüğü leke! Hangi deterjan çıkarır yıkasan bin kere!
Kunuri’de çekik gözlü, düşürürken tuzağa Maykıl’ı, Aleksandır’ı…. koşmuş imdada Hasanlar, Cemaller…
Amerikalı kaçıp ardına bile bakmadan, bırakmış seni bir başına. Al bayrağa sarılı erler, birer birer dağlarken Tokatlı, Ardahanlı, Tuncelili, Hakkarili, Muğlalı… yürekleri; ahı tutmuş anaların… bekleşir çocuklar kapıda, yetimce…
Feda edildi Memiş ile Mehmet, Coni kurtulsun diye!
Yavru Vatan, Enosis hayaline kurban edilirken… EOKA’cı Makaryos, plebisitle Bizans Rüyası’na yatarken…
Bir gece kapısı kırılan, bir sabah şehadete uyanan Girneli, Magosalı, Güzelyurtlu Evlad-ı Fatihan’ın:
‘Yok mu bir sahip, kurtaracak bizi Helen’den!’ çığlıkları Bağdeşen Yaylası’nda, Ulukışla ayrımında, Bozok Ovası’nda yankılanıyor… sağır kesiliyordu başkentler, birleşememişti milletler.
“Hep mazlumun yanında, zalimin karşısında hep! Her yerde, her zamanda!
Engizisyon Madrid’inde Ziyad’ı gözleyen de, Kudüs’ün fethini Selahaddin’den isteyen de, ‘Sultan Mehmet gelecek, dertler bitecek!’ diyen de, ona ‘Fatih’i layık gören de şehrin mazlumları, Teslis’in Mağdurları…
Açılır kapılar fetih gelince, yıkılır surlar sen isteyince, yıkılır utanç duvarları… ‘Gevşemeyin, mahzun olmayın; eğer inanıyorsanız üstünsünüz!’ sırrınca, sen istemedikçe zulüm pay-i dar olmaz cümle alemde…
Ne vakit ki taht kavgaları, koltuk yarışları, rant pazarlıkları, bir şehri kemiren ‘Ya bendensin, ya yabanın!’ İblis mantığı hakim olur masalara, yasalara, kasalara… işte o dem çekilir Adaletin İktidarı, pes paye olur onurlar, gururlar…
Çıkar bir Gırnatalı ana, yürek devletine harç taşır içinden geldiğince: “Erkekler gibi savaşamadın, bari…!”
“Anlı tarih, şanlı geçmiş. Geçmiş geçmiştir.”
“Anladım. Yutkunuyor, söyleyemiyorsun. Dilinin altındaki bakla, ıslandıkça ıslandı. Bir dramdı Kore. Şaşmaz Ölçü’ye dayanmayan iktidar sahipleri, arkaplanı hayata geçirirler apansız.
‘Borç alan, emir alır!’ ferasetini, dirayete dönüştüren Filistin Yürekli Adam yok artık aramızda. Otuz Bir Mart’landı çoktan.
Nagazaki’nin kül eden hatırasına bakmadan, Hiroşima’nın gülleri bir daha açmadan ‘mandacı’ çaldı, para satıp para alan Sömürü Düzeni’nin kapısını.
Bir şartı vardı Marşal Ulufesi’nin: Kore’ye marş al!
Emanete ihanet miydi bunun adı, cahile cesaret mi?
Bir de sun’i kamplaşmada figüran! Balkan Yaylaları’ndan Sibirya Stepleri’ne uzanan Slav İşkencesi’ne, bir de paletlerin altındaki Prag Baharı eklendi mi, gelirdi Varşova geriden!
‘Düşman üret, itibarın artsın!’ toplum mühendisliğinin çıkardığı Atlas’ın İki Yakası… İki yanlıştan birine zorlanan Anadolu… Tam da yeniden göz yaşını silecekken Üç Kıta’nın, biçilen roldü Vaşington – Haliç hattı…
‘Halktan görüneni yıpratmaktı muradı, Bab-ı Ali yaygarasının. Henüz ter ü taze sağ, sandıkları patlatmış… seçmişti zulme payandalığı.
Hayalleri yıkılan coğrafyam, bir tuhaf çaresizlikle yolladı cengaverlerini, Ege’den Akdeniz’e… Süveyş’ten Kızıldeniz’e... Hint’ten Pasifik’e… yirmi iki gündüz, yirmi üç gece…
Bir anlam verememişti olup bitene, hikmet aradı kendince. ‘Olsa olsa basiretsizlik!’ dedi, gömdü kalbine!
Coni’nin girmediği cepheye daldı erce: “Amerikalılar kaçarken sizinkiler ölüyordu!”
“Oralarda namımız yürümedi mi peki?”
“Yürüdü belki, Güney’de! Lakin, Kuzey’de atıldı nefretin tohumları. Ferdinand’ın, Daglıs’ın, Corç’un iğfal ettiği Pyonganlı, Chongjinli, Najinli… on binlerce bakirenin faturası sana kesildi.
Yüz binlerce canın, yakılan tarlaların hesabı sana. İfsat edilen ekinin, azot karıştırılan suyun… hesabı yine sana…
Uyarır Hayat Kitabı: ‘Zalimlerin yanında itibar aramayın!’
Şok dalgası teğet geçmez Anadolu’dan. ‘Sol da sağdı bizi, sağ da…! Sağmal inek gibi!’
“Peki ama, Ötelerde sempati oluşmuş değerlerimize?”
“Ya antipati! Dünün Bizans’ıyla, Kayser’iyle… bir ve beraber olmanın sürdüğü leke! Hangi deterjan çıkarır yıkasan bin kere!
Kunuri’de çekik gözlü, düşürürken tuzağa Maykıl’ı, Aleksandır’ı…. koşmuş imdada Hasanlar, Cemaller…
Amerikalı kaçıp ardına bile bakmadan, bırakmış seni bir başına. Al bayrağa sarılı erler, birer birer dağlarken Tokatlı, Ardahanlı, Tuncelili, Hakkarili, Muğlalı… yürekleri; ahı tutmuş anaların… bekleşir çocuklar kapıda, yetimce…
Feda edildi Memiş ile Mehmet, Coni kurtulsun diye!
Yavru Vatan, Enosis hayaline kurban edilirken… EOKA’cı Makaryos, plebisitle Bizans Rüyası’na yatarken…
Bir gece kapısı kırılan, bir sabah şehadete uyanan Girneli, Magosalı, Güzelyurtlu Evlad-ı Fatihan’ın:
‘Yok mu bir sahip, kurtaracak bizi Helen’den!’ çığlıkları Bağdeşen Yaylası’nda, Ulukışla ayrımında, Bozok Ovası’nda yankılanıyor… sağır kesiliyordu başkentler, birleşememişti milletler.