2012-01-12 12:04
Osmanlı Ansiklopedisi / Ansiklopedik Bilgi K Bölümü / Kanuni Esasi
Kanuni Esasi
Devletin şeklini, çatısını, devlet içindeki teşrî (yasama), icra (yürütme), kaza (yargı) kuvvetlerinin birbiriyle münâsebetini, bunların hangi organlar vasıtasıyla kullanıldığını ve ayrıca ferdin devlete karşı olan haklarını tâyin ve tanzim eden kânun.
Osmanlı Devleti bir İslâm devleti olması hasebiyle, bütün faaliyetlerini İslâm hukukuna göre düzenlerdi. Bu hususta temel müracaat kaynakları, fıkıh ve fetva kitapları ile bunların ışığında değişik şartlara, örf ve âdetlere göre hazırlanan kanunnâmelerdi. Yâni bu üçü Osmanlı Devleti’nin anayasası durumundaydı (Bkz. Hukuk ve Kanunnâme maddeleri).
Kanunnâmelerin dışında 1808’de Sened-i İttifak, 1839’da Gülhâne Hatt-ı hümâyûnu ve 1856’da benzeri Islâhat fermanları gibi anayasa sayılmayan siyâsî belgeler de çıkarılmışsa da, uygulama imkânı bulunamamıştır. Bu belgeler siyâsî olup, genelde azınlıkların haklarını koruduğu için Avrupa devletlerinin baskısı ile çıkarılmıştır. Ancak bu hareketler, meşrutiyetçi bir rejim arzusunu geliştirmişti. Tanzîmât döneminden itibaren tahsîl için Avrupa’ya gönderilen şahıslar, batı kültürü ile temasa geçtiler. Fransız ihtilâlinin ortaya koyduğu liberal fikirlerin etkisinde kalan gençler, bunları Osmanlı ülkesinde yaymaya çalıştılar. Osmanlı Devleti’nin siyâsi yapısını değiştirmek için ilk olarak 1865’de kurulan ve üyeleri arasında; Nâmık Kemâl, Ali Süâvî, Ziya Paşa ve Mısırlı prens Mustafa Fâzıl Paşa gibi kimselerin bulunduğu Yeni Osmanlılar cemiyeti, Meşrûtiyet idâresinin uygulanması için çeşitli yollardan faaliyete geçti. Ancak İstanbul’da serbest çalışamıyacaklarını anlayan cemiyet mensupları, Mustafa Fâzıl Paşa’nın mâlî yardımı ile 1867’de Fransa’ya kaçtılar. Orada pâdişâh ve Osmanlı hükümeti aleyhinde faaliyet gösterdiler. Sultan Abdülazîz Han’ın şahsına karşı açtıkları mücâdele ile birlikte, meşrûtiyet idaresini memlekette hâkim kılmak için çalışmaya başladılar. Onların bu faaliyetleri, Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen dış düşmanların da tahrikleriyle Balkanlarda kaynaşmaya sebeb oldu. Batı rejim ve müesseselerine hayran olan Midhat Paşa’nın da dâhil olduğu Yeni Osmanlılar cemiyeti’ne mensub kimseler, başta pâdişâh olmak üzere, yüksek devlet makamlarını işgal eden bâzı şahsiyetler aleyhine tertiplere giriştiler. Medrese öğrencilerini tahrik ile; 12 Mayıs 1876’da ayaklandırarak; “Sadrâzam ve şeyhülislâmı istemeyiz” diye bağırttılar. Asıl maksadları, Midhat Paşa’yı sadârete getirmekti. İsyan hareketi yaygınlaşınca Mahmûd Nedîm Paşa sadrâzamlıktan alınıp yerine Mütercim Rüşdî Paşa getirildi. Hüseyin Avni Paşa seraskerliğe tâyin oldu, kabinede değişiklik yapıldı. Hayrullah efendi de şeyhülislâmlığa tâyin edildi. Asıl maksadları tahakkuk etmeyince, Midhat Paşa ve arkadaşları yâni Yeni Osmanlılar cemiyeti mensupları, bunu kâfî görmeyip Abdülazîz Han’ı tahttan indirme yollarını araştırdılar. Nihayet kurdukları türlü hile ve tuzaklarla 30 Mayıs 1876’da Sultan’ı tahttan indirip, Topkapı Sarayı’na hapsettiler ve yerine beşinci Murâd Han’ı geçirdiler. Bir kaç ay sonra da Abdülazîz Han’ı Fer’iyye Sarayı’nda Kur’ân-ı kerim okurken, bilek damarlarını kesdirerek şehîd ettiler. Sultan beşinci Murâd, bu işkenceli ölümü işitince üzüntüden aklî dengesini kaybetti. Hava değişimi için Yıldız kasrına nakledilerek tedâvî altına alındı. Doktorların, sultan Murâd’ın tedavisine artık imkân kalmadığını raporla bildirmeleri üzerine, Bâb-ı âlî’de toplanan Vükelâ hey’eti, sultan Murâd’ın hal’ine ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahta geçirilmesine karar verdi. Bunun üzerine Mütercim Rüşdî ve Midhat Paşa, Kâğıthane’ye gelerek Abdülhamîd Han’la görüştüler. Abdülhamîd Han, mevkiinden başka bir şey düşünmeyen Mütercim Rüşdî Paşa’ya da; “Usûl-i, meşrûtiyet ve meşverete mübteni olmayacak (dayanmayacak) bir hükümeti kabul etmem” diyerek muhteşem kol düğmelerini çıkarıp yadigâr vermiştir. Bundan sonra Bâb-ı âlî’de yapılan cülûs merasiminde okunan Hatt-ı hümâyûn ile Abdülhamîd Han Kânûn-i esâsî’yi hazırlamak üzere Midhat Paşa’yı vazîfelendirmiştir.
Sultan Abdülhamîd Han’ın bu fermanından sonra Kânûn-i esâsî çalışmaları hızlandı. Ön hazırlık olmak üzere yirmiye yakın proje hazırlandı. Çeşitli Avrupa anayasaları tercüme edildi. Ticâret-i Bahriye zabit kâtibi Es’ad Efendi, Hükûmet-i meşruta adlı bir broşürü 1876 yılının ilk yarısında neşretti. Hazırlanan bu projeler içinde en önemli olanı, Midhat Paşa ile Eğinli Küçük Saîd Paşa’nınki idi. Midhat Paşa’nın elli yedi madde ve dokuz bölüm olarak hazırladığı Kânûn-ı cedîd adlı proje, dengesiz bir meşrûtiyet rejimi taslağıydı. Bu projede icra yetkisi sâdece pâdişâha verilmesine rağmen, yapılanlardan pâdişâh sorumsuz olacak ve bütün icrâat onun adına vekiller tarafından yürütülecekti. Pâdişâhın kânuna uygun emirlerine îtirâz eden ise ceza görecekti. Proje, sekseni seçimle, kırkı hükümetçe tâyin edilecek yüz yirmi kişilik bir meclis ihtiva ediyordu. Bu meclis mutlak yasama yetkisine sâhib değildi. Seçilen meb’ûsların görev süresi üç yıldı. Hükümetçe tâyin edilenler yerinde bırakılabilirdi. Yapılacak kânunlar, Şûrâ-yı devlette görüşüldükten sonra karâra bağlanacak ve meclisin tasdikine sunulacaktı. Meclisin tasdikinden sonra icra makamına arzedilecekti. Pâdişâh tasdik ederse yürürlüğe girecek, reddettiği takdirde meb’ûslar yenilenmedikçe tekrar görüşülemeyecekti. Görüldüğü gibi, Midhat Paşanın hazırladığı projeye göre meclisin görevi, sâdece Şûrâ-yı devletten gelen tasarıları görüşmek ve devletin bütçesini düzenlemek idi. Midhat Paşa’nın böyle garîb bir “proje hazırlamasını ve devrin Kânûn-i esasi hakkındaki düşüncesine sultan Abdülhamîd Han, Hâtırât’ında şöyle îzâh ediyor: “Diyorlar ki, bizde Kânûn-i esâsî’yi kuran Midhat Paşa’dır. Gerçekten o, öteden beri meşrûtiyet yanlısıydı. Lâkin, ismini ve bâzı kitaplarda medhini işitmekle hâsıl olmuş bir tarafdârlık... Midhat Paşa, yalnız meşrûtiyet yönetiminin Avrupa’da sağlamış olduğu faydaları görmüş, fakat bu ümranın (bayındırlık ve medeniyetin) diğer sebeblerini incelememişti. Sulfato, her hastalığa, her bünyeye yaramadığı gibi, meşrûtiyet de her millete, her millî bünyeye faydalı olmayacağını sanırım. O vakit, faydalı olamıyacağını sanırdım, şimdi ise, zararlı olduğuna kâniim.
Midhat Paşa Kânûn-i ....
Osmanlı Devleti bir İslâm devleti olması hasebiyle, bütün faaliyetlerini İslâm hukukuna göre düzenlerdi. Bu hususta temel müracaat kaynakları, fıkıh ve fetva kitapları ile bunların ışığında değişik şartlara, örf ve âdetlere göre hazırlanan kanunnâmelerdi. Yâni bu üçü Osmanlı Devleti’nin anayasası durumundaydı (Bkz. Hukuk ve Kanunnâme maddeleri).
Kanunnâmelerin dışında 1808’de Sened-i İttifak, 1839’da Gülhâne Hatt-ı hümâyûnu ve 1856’da benzeri Islâhat fermanları gibi anayasa sayılmayan siyâsî belgeler de çıkarılmışsa da, uygulama imkânı bulunamamıştır. Bu belgeler siyâsî olup, genelde azınlıkların haklarını koruduğu için Avrupa devletlerinin baskısı ile çıkarılmıştır. Ancak bu hareketler, meşrutiyetçi bir rejim arzusunu geliştirmişti. Tanzîmât döneminden itibaren tahsîl için Avrupa’ya gönderilen şahıslar, batı kültürü ile temasa geçtiler. Fransız ihtilâlinin ortaya koyduğu liberal fikirlerin etkisinde kalan gençler, bunları Osmanlı ülkesinde yaymaya çalıştılar. Osmanlı Devleti’nin siyâsi yapısını değiştirmek için ilk olarak 1865’de kurulan ve üyeleri arasında; Nâmık Kemâl, Ali Süâvî, Ziya Paşa ve Mısırlı prens Mustafa Fâzıl Paşa gibi kimselerin bulunduğu Yeni Osmanlılar cemiyeti, Meşrûtiyet idâresinin uygulanması için çeşitli yollardan faaliyete geçti. Ancak İstanbul’da serbest çalışamıyacaklarını anlayan cemiyet mensupları, Mustafa Fâzıl Paşa’nın mâlî yardımı ile 1867’de Fransa’ya kaçtılar. Orada pâdişâh ve Osmanlı hükümeti aleyhinde faaliyet gösterdiler. Sultan Abdülazîz Han’ın şahsına karşı açtıkları mücâdele ile birlikte, meşrûtiyet idaresini memlekette hâkim kılmak için çalışmaya başladılar. Onların bu faaliyetleri, Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen dış düşmanların da tahrikleriyle Balkanlarda kaynaşmaya sebeb oldu. Batı rejim ve müesseselerine hayran olan Midhat Paşa’nın da dâhil olduğu Yeni Osmanlılar cemiyeti’ne mensub kimseler, başta pâdişâh olmak üzere, yüksek devlet makamlarını işgal eden bâzı şahsiyetler aleyhine tertiplere giriştiler. Medrese öğrencilerini tahrik ile; 12 Mayıs 1876’da ayaklandırarak; “Sadrâzam ve şeyhülislâmı istemeyiz” diye bağırttılar. Asıl maksadları, Midhat Paşa’yı sadârete getirmekti. İsyan hareketi yaygınlaşınca Mahmûd Nedîm Paşa sadrâzamlıktan alınıp yerine Mütercim Rüşdî Paşa getirildi. Hüseyin Avni Paşa seraskerliğe tâyin oldu, kabinede değişiklik yapıldı. Hayrullah efendi de şeyhülislâmlığa tâyin edildi. Asıl maksadları tahakkuk etmeyince, Midhat Paşa ve arkadaşları yâni Yeni Osmanlılar cemiyeti mensupları, bunu kâfî görmeyip Abdülazîz Han’ı tahttan indirme yollarını araştırdılar. Nihayet kurdukları türlü hile ve tuzaklarla 30 Mayıs 1876’da Sultan’ı tahttan indirip, Topkapı Sarayı’na hapsettiler ve yerine beşinci Murâd Han’ı geçirdiler. Bir kaç ay sonra da Abdülazîz Han’ı Fer’iyye Sarayı’nda Kur’ân-ı kerim okurken, bilek damarlarını kesdirerek şehîd ettiler. Sultan beşinci Murâd, bu işkenceli ölümü işitince üzüntüden aklî dengesini kaybetti. Hava değişimi için Yıldız kasrına nakledilerek tedâvî altına alındı. Doktorların, sultan Murâd’ın tedavisine artık imkân kalmadığını raporla bildirmeleri üzerine, Bâb-ı âlî’de toplanan Vükelâ hey’eti, sultan Murâd’ın hal’ine ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahta geçirilmesine karar verdi. Bunun üzerine Mütercim Rüşdî ve Midhat Paşa, Kâğıthane’ye gelerek Abdülhamîd Han’la görüştüler. Abdülhamîd Han, mevkiinden başka bir şey düşünmeyen Mütercim Rüşdî Paşa’ya da; “Usûl-i, meşrûtiyet ve meşverete mübteni olmayacak (dayanmayacak) bir hükümeti kabul etmem” diyerek muhteşem kol düğmelerini çıkarıp yadigâr vermiştir. Bundan sonra Bâb-ı âlî’de yapılan cülûs merasiminde okunan Hatt-ı hümâyûn ile Abdülhamîd Han Kânûn-i esâsî’yi hazırlamak üzere Midhat Paşa’yı vazîfelendirmiştir.
Sultan Abdülhamîd Han’ın bu fermanından sonra Kânûn-i esâsî çalışmaları hızlandı. Ön hazırlık olmak üzere yirmiye yakın proje hazırlandı. Çeşitli Avrupa anayasaları tercüme edildi. Ticâret-i Bahriye zabit kâtibi Es’ad Efendi, Hükûmet-i meşruta adlı bir broşürü 1876 yılının ilk yarısında neşretti. Hazırlanan bu projeler içinde en önemli olanı, Midhat Paşa ile Eğinli Küçük Saîd Paşa’nınki idi. Midhat Paşa’nın elli yedi madde ve dokuz bölüm olarak hazırladığı Kânûn-ı cedîd adlı proje, dengesiz bir meşrûtiyet rejimi taslağıydı. Bu projede icra yetkisi sâdece pâdişâha verilmesine rağmen, yapılanlardan pâdişâh sorumsuz olacak ve bütün icrâat onun adına vekiller tarafından yürütülecekti. Pâdişâhın kânuna uygun emirlerine îtirâz eden ise ceza görecekti. Proje, sekseni seçimle, kırkı hükümetçe tâyin edilecek yüz yirmi kişilik bir meclis ihtiva ediyordu. Bu meclis mutlak yasama yetkisine sâhib değildi. Seçilen meb’ûsların görev süresi üç yıldı. Hükümetçe tâyin edilenler yerinde bırakılabilirdi. Yapılacak kânunlar, Şûrâ-yı devlette görüşüldükten sonra karâra bağlanacak ve meclisin tasdikine sunulacaktı. Meclisin tasdikinden sonra icra makamına arzedilecekti. Pâdişâh tasdik ederse yürürlüğe girecek, reddettiği takdirde meb’ûslar yenilenmedikçe tekrar görüşülemeyecekti. Görüldüğü gibi, Midhat Paşanın hazırladığı projeye göre meclisin görevi, sâdece Şûrâ-yı devletten gelen tasarıları görüşmek ve devletin bütçesini düzenlemek idi. Midhat Paşa’nın böyle garîb bir “proje hazırlamasını ve devrin Kânûn-i esasi hakkındaki düşüncesine sultan Abdülhamîd Han, Hâtırât’ında şöyle îzâh ediyor: “Diyorlar ki, bizde Kânûn-i esâsî’yi kuran Midhat Paşa’dır. Gerçekten o, öteden beri meşrûtiyet yanlısıydı. Lâkin, ismini ve bâzı kitaplarda medhini işitmekle hâsıl olmuş bir tarafdârlık... Midhat Paşa, yalnız meşrûtiyet yönetiminin Avrupa’da sağlamış olduğu faydaları görmüş, fakat bu ümranın (bayındırlık ve medeniyetin) diğer sebeblerini incelememişti. Sulfato, her hastalığa, her bünyeye yaramadığı gibi, meşrûtiyet de her millete, her millî bünyeye faydalı olmayacağını sanırım. O vakit, faydalı olamıyacağını sanırdım, şimdi ise, zararlı olduğuna kâniim.
Midhat Paşa Kânûn-i ....
Devamını görmek için lütfen giriş yapınız veya Üye Olunuz.