2011-06-23 22:16
Sultanlar / Padişahların Biyografileri / 1. Mustafa Ve Genç Osman Biyografileri
1. Mustafa Ve Genç Osman Biyografileri
SULTAN I. MUSTAFA HAN
Babası: Sultan III. Mehmed Han
Annesi: Handâa Sultan
Doğum Tarihi: 1592
Vefat Tarihi: 1639
Saltanat Müd.: 1617-1618 1632-1623
Türbesi: İstanbul'dadır.
SULTAN II- (GENÇ) OSMAN
Babası: Sultan I. Ahmed Han
Annesi: Mahûruz Sultan
Doğum Tarihi: 1604
Vefat Tarihi: 1622
Saltanat Müd.: 1618-1622
Türbesi: İstanbul Sultanahmet Camii Yanı.
Sultan 1. Mustafa
Nasılki Yıldırım Bayezîd Hazretlerinin Timurlenk'e yenilmesinden sonra meydana gelen gailede Çelebi Mehmet Hazretlerinin safhai hayatına geçmeden, Süleyman Çelebi, İsa Çelebi ve Musa Çelebİ'nin mücadelelerinin anlatma yolunu seçdiysek; I. Ahmet Han'ın kardeşi, Sultan i. Mustafa'yıda anlatırken mutlak suretle 2. Osman Hazretleri ile bir arada anlatmak mecburiyeti hasıl olmuş bulunuyor. Çok dikkatle araştırdığımız tarihlerde bu bizim seçtiğimiz yolu seçmiyen müverrihler kendilerini zorlamışlar fakat doğum tarihi ve vefat tarihi, deli, muvazenesiz, havuzdaki balıklara para a,ardı, ulemanın yanına yavaşça sokulup başlarını açardı, gibi gayet yavan şeylerle ancak bir sahifeyi doldurabilmişlerdi. Sonra Genç Osman Hazretlerini anlatırken zaman zaman uzun bahislerle kalemsallamak mecburiyetinde kalmışlardır. İleri sürdüğümüz sebeblerden dolayı biz bu sultanı münferid olarak anlatmayıp devri Genç Osman ile beraber kaleme almayı dü-şündük. Böylece mümkün mertebe tarihi Osmaniyye-nin kronolojik akışında bir geriye dönüş tarzını benimsememiş olduğumuzu belirtmiş oluyoruz... Öyle ise bu böiümün başlığı şöyle tesbit olundu.
Sultan I. Mustafa Ve Sultan 2. Osman (Genç)
Ondört sene süren zamanı saltanatından sonra darü beka alemine intikal eden Gazi Sultan Ahmet Han hazretleri yap-nıış olduğu vasiyetle taht-ı Osmaniyi büyük şehzadesi Osman Sultana değil Kardeşi Mustafa'ya ikram etmişti. Acaba bu ikramın sebebi ne idi. Bizce bu iki sebebe dayanmaktadır:
Birincisi, Edirne dolaylarında tertiplenen bir av partisinde, av yapmanın şevk ve heyacanıyla atını koştururken dolayısıyla maiyyetinden fazlaca uzaklaştığı bir anda kendi takip ettiği avını oklayan Kırım Prensi ve bu prensin yanındaki pür silah Tatar askerlerini görünce aklına kendine hazırlanan bir suikast geliverdi.
Bu tedai padişah hazretlerine, Kırım Hanları ile ecdadı izamının yapmış olduğu antlaşmayı da derhatır etmişti. Bu antlaşma meâlen şöyle idi: «Eğer Hanedanı Al-i Osmanda erkek fert kalmazsa, Kırım Hanlığı devleti Osmaniyye tahtı'na iclâs olunacaktır.» Bunu hatırlayan Sultan Ahmed Hân söz konusu antlaşmayı ortadan kaldırmak içjn ve Cengiz yasası tesmiye olunan yasayı bir daha tatbik etmemek ve etmemelerine örnek olmak için kardeşi Sultan Mustafa'yı hem öldürtmemiş hemde cihan devletinin taht'ını ikram edivermişti.
İkinci sebeb ise son derece merhametli olması ve şehzadelerinin çok küçük yaşta bulunması ve askerin devlet ileri gelenleriyle bir takım mevzularda anlaşabilmeleri ve hanedanı Osmaniyye'nin yaşı küçük şehzadeler tarafından idare olunamayıp maazallah herhangi bir sadrazam'm taht'ı ele geçirme arzularını önleme gayretine matuftur. Biraz üzerinde düşünülürse nice ileri gelen devlet adamlarının nasıl sudan sebeblerle kati olunmaları bu inkılap fikrinin vehminden geldiği anlaşılır.
Çünkü insanlar herhangi bir muvaffakiyyet kazandıklarında derhal mükâfat isterler. Eğer bu muvaffakiyyetler seri bir halde devam ederde birde buna .gerek dış tahrikler gerekse içteki dalkavuklar ve hanedan düşmanları eklenirse bu mu-vaffakiyyetlerin sahibi artık çileden çıkar ve zirveye göz diker.
Bunun en bariz misalini tekriren söylediğimiz gibi «Al-i Osman gider, âl-i Midhat gelir») diyerek yırtıtası hançeresinden kusan Mithad Paşa ortaya koymuştur. Bütün bunlara ilaveten büyük hizmetler yapmış ve daima haddini bilmiş hizmet erbabı şüphesiz ki diğer içten pazarlıklı insanların sayısınla mukayese edilmeyecek kadar çoktur.
Yukarıdaki maruzatımızı bitirdikten sonra kronolojik tarih akışı içinde mevzularımıza devam edelim.
Sultan 3. Mehmed Hazretlerinin oğlu Ahmed Sultan'ın val-desi Handan sultandır. 1. Mustafa'nın annesinin Handan sultan olup olmadğı maalesef tarihin nisyan bulutları arasına karışıp gitmiştir.
Hicri 1001, Milâdi 1591'de doğan 1. Mustafa, ağabeyi 1. Ahmed hân Hz. lerinin daru beka alemine intikalini müteakip uzun yıllar mahpus tutulduğu saraydaki odasından taht'a çıkarılmak üzere alınmağa gidildiğinde; kendisi rahlenin üzerinde duran Kur'an-ı Kerim'in huzurunda kemâli edeple oturmuş tilavet eylediği görüldü.
1. Mustafa bu sırada 26 yaşında bulunuyor idi. İlk sözü bir bardak su istemek oldu. ne varki uzun yıllar mahpus tutulan veliaht şehzade muvazenesiz bir hal içinde idi.
Veziriazam Damad Halil Paşa o sırada İran üzerine açılmış seferde aynı zamanda serdar unvanını da mâlik olarak der-saadet'ten uzakta bulunuyordu. Bu Halil Paşa, padişah damadı olarak Kaptan-ı Derya'lık makamında ne k~.dar güzel hizmet göstermişse de, iki defa gelmiş olduğu vezareti uzma makamında aynı muvaffakiyyeti gösterememiş fakat devlete hayrı hizmeti hakikaten çok.olan bir zât İdi. Ayrıca seyrü sülük erbabı olan bu Damad Halil Paşa, zamanının Kutbul Ak-tabı Aziz Mahmud Hüdai (K.S.)'e müntesib idi.
Sultan 1. Mustafa'nın padişahlık yükünü almak istememesi sadrazam'ın seferde olması, bundan da öte 1. Mustafa'nın bu yükü aldığı takdirde yürütecek durumda olmaması hasebiyle Kızlar Ağası Mustafa Ağa, bazı ulemaya müracaatla; padişah hazretlerini sıhhi durumunun bu ağır vazifeyi ***
üre-meyeceğini maazallah bir takım karışıklıklar olsa üstesinden gelinmeyip, devlet gemisinin batma tehlikesinin, parıldıyan Osmanlı yıldızının gölgeleneceği belkide Allah korusun kararacağını ileri sürmüştü.
Bu ulema durumu valde sultana haber vererek; Kızlar Ağasının sürülmesine ait tavsiyelerde bulundular. Şimdi burada hükümden ziyade üzerinde duracağımız bir nokta belirlenmektedir. Zayıf vücutlu, solgun fakat güzel yüzlü, seyrek sakallı, iri ve çok güzel gözlü, tesirli bakışlar sahibi bu padişahta bazı şeyh ve ulemanın fevkalâde haller gördüğü, hatta bazı kerametler gösterdiği kanaatında olduklarından; Kızlar ağasını padişah aleyhine bir dolap çeviriyor zannıyla Valide sultana şikâyet etmek lüzumunu görmüş olamazların? Beri yandan dünya saltanatından vaz geçmiş İbrahim Etem (K.S.) gibi Sultan Mustafa da aynı mertebenin bir ehlullâhı-mıydı? Nasılki ibrahim Etem (K.S.) hazretleri, kendisini tekrar taht'a davet eden vezir ve adamlarına elindeki iğneyi gösterip, suya atarak, söz konusu iğneyi bulmaları için balıklara emir vererek iğneyi getirtmek suretiyle gerçek hükümranlığın ne olduğunu onlara gösterip, onlarda «Evet sultanım sen mertebeni bulmuşsun» diyerek onu taht'a davetten vaz geçip gitmeleri gibi Kızlar ağası Mustafa ağa böyle bir keramet gösteren Sultan 1. Mustafa'nın sırrını fâş etmemek için, bu vazifeyi yapamayacak diye Hazreti padişahın izni müsaadesi ile talepte bulunmuş olamazmı? Bu vaziyette Kızlar ağası Mustafa Ağa, padişah namına veya devleti aliyye adına hâl isterken ulema ise kâh padişaha kâh devlete bağlılığından itiraz ederken bunlara entrikacı demek nasıl kabil olur anlamak mümkün değildir. Ne varki bu arada cülus bahşişleri verilmiş olup, bazı zevata görev tevcihleri yapılıyorum.
Şeyhülislâm Esad Efendi ve sadaret kaymakamı Sofu Mehmed Paşa valde sultanla görüşüp hâl lâzım geldiği hususunda ittifak eylediler, üç ay on gün süren Sultan 1. Mustafa'nın bu seferki saltanatı, taht'a geldiği odasına önmesiyle noktalandı.
Bu durum en çok yeniçerilerin işine yaramıştı. Yüz gün önce almış oldukları cülus bahşişine bir daha nail olacaklar idi.
Bu hal edişte Şeyhülislam Esad Efendi Hazretlerinin tasvibi çok önem kazanmıştır. Meşhur Tac üt tevarih sahibi ve Haçova zaferinin manevi mimarı Hoca Saadeddin Efendi'nin ikinci mahdumu olup Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerine intisabı vardı. Esad Efendi, kızı Akile hanımı şehid-i padişah Genç Osman'a vermekle devleti*aliyyenin padişahına, Kaim-peder olma şerefine erişmiş ilim ve fazilet sahibi bir zâttı.
Damad Halil Paşanın İran Seferi
İşte ne kadar büyük bir devlet olduğunun sayısız numunelerinden biri olan şu durum aziz okuyucularımızın dikkatlerine sunulur. Sultan 1. Ahmed hân Hazretlerinin son demlerinde başlamış-olan bu seferi hümayun, padişahı cihanın daru beka âlemine intikaline, sultan 1. Mustafa'nın taht'a geçişine ve yüz gün sonra yerini Genç Osman Sultana bırakmasına rağmen orduyu hümayun doğu hudularımızda iran'la mücadele devam ediyordu. Çünkü ol devlet öyle bir devleti azlme idi ki şahıslar geçici, devlet ebedi idi...
Sadrazam Damad Halil Paşa Tebriz üzerine yürümek kas-diyle Erdebil'den hareket etmiş ve Van Sahrasında kendisine iltihak etmek üzere gelen Kırım Hânı Canik Giray ile buluşmuştu. Fakat Tatar hânı bu muharebeye ganimet elde etmek maksadiyle katıldığından direk olarak Tebriz Hâkimi Karcığla Hân'ın üzerine ani bir baskın plânlıyordu. Bu plânı bir çok kumandan ve tecrübeli asker tasvip etmemişlerse de yağma niyetinden vazgeçmeyen Tatar Hân'ı bir iki bin kişilik süvari askeriyle saldıracağını ileri sürüyordu.
Bunun üzerine sadrazam Halil Paşanın komutasında bir askeri birliği Kırım Hânı'nın yanına verdi. Bu tasavvurdan haberdar olan Tebriz Hâkimi kurduğu bir pusuda, yorgun gelecek olan Tatar ve Osmanlı askerini beklemeye başlamıştı. Hakikaten çok sür'atli hareket eden bu Tatar ve Osmanlı askeri pusu mahaline geldiklerinde parmaklarını dahi oynata-mayacak derecede yorgundular. Karciğla Hân ani bir taarruzla bu kuvvetleri darmadağın etti. İki saat boğaz boğaza yapılan savaşta gerçi Kırım Hânı kurtulmuşsa da bu kurtuluşunu kendi askerinden ziyade Yeniçeri'nin şecaat ve maharetine borçluydu. Ne varki; Rumeli, Diyarbekir ve Van Beylerbeyleri savaş almında kalmışlardı.
Esir düşen beşyüz kadar Tatar ve Osmanlı askeri hemen şehid edildi. Komutanlardan esir edilenler Karcığla Hân tarafından Şah Abbas'a gönderilmişlerdi.
Bu mağiubiyyetin haberini alan Damad Halil Paşa, kuvvetlerini derhal harekete geçirince Şah Abbas, Burun Kasım adlı şahsı e!çi göndererek; Sadrazama daha evvelki yıllarda yapılmış Nasuh Paşa antlaşmasının tevsii ve tatbike hazır ve senelik vergilerini vermeye amade olduğunu bildirmek mec-buriytinde kalmıştı. Bu müracaat kabul olundu. Sadrazam ve Şah Abbas anlaşmaları imzalayarak birbirlerine gönderdiler. Şah Abbas bu antlaşma üzerine orduyu hümayuna sekizyüz katar deve yükü zahire ve ayrıca sadrazama dokuz katar yükü zahire gönderdi. Bunlar olurken tarihler Hicri 1027, Milâdi 1618 yılını gösteriyordu.
Sadrazam Halil Paşa; antlaşmanın imzasından sonra Erzu-ruma gelmiş ve askere izin vererek kendisi kışı geçirmek için Tokat sancağına çekilmişti. Bu sırada Padişahı cihan Genç Osman'dan gösterdiği muvaffakiyyeti tebrik eden bir nâme alıp Dersaadete döndüyse de sadrazamlıktan azli ve daima başarı gösterdiği Kaptan-ı Deryalık makamına üçüncü defa olarak tayin buyruldu. Bu azle sebeb olarak 1. Mustafa Sultanın tahta geçişini genç padişah hakkı yendi sayarak bunun suçlularından biri olarak Halil Paşa'y1 sorumlu tuttuğu bazı muteber tarihlerimizde iler sürülürsede bunu böyle anlamak sadece nâkii sebebiyle olur. Yoksa üzerinde biraz durulsa çok dikkatli ve bazı konularda çok ileri görüşlü bir padişah olan 2. Osman, bu tebeddülatlar sırasında İstanbul'dan ikibin kilometre uzaktaki sadrazamını üstelik savaş allanlarında boy gösteren zâtı şüphesizki; yukarılarda anlattığımız gibi Sultan Cennetmekân Gaazi Ahmed Hân'ın vasiyetine göre yapılmış bir İş için mes'ul tuttuğu düşünülemez. Biz buna sadece, Kapdan-ı Derya makamında daima fevkalâde muvaffakiy-yetler gösteren Halil Paşa'yı ileride göreceğimiz gibi Lehistan üzerine yapılacak bir seferin plânının parçalarından olduğu kanaatini taşıyor okurlarımızın dikkatlerini bir de böyle bir görüşe teksif etmelerini dileriz.
Bu sıralarda Eflak Voyvodalığına Gratyani, Ulah Voyvodalığına-İskender Paşa tayin olunmuşlardı. Avusturya imparatoru Matyas ölmüş ve yerine 2. Ferdinand geçmiş idi. 2. Fer-dinand'ın tahta geçişini tebrik için bir çavuş Viyana'ya gönderilmişti. Sadrazam Halil Paşa'nın Şah Abbas ile yaptığı mütareke bir sulh antlaşmasıyla bitirilmiş ve İran da bazı sa-habei kiram aleyhinde yapılmakta olan küfür ve hakaretlerin durdurulmasını intaç eden maddeler bu antlaşmada yer almıştı. Hicri sene 1029, Milâdi 1620.
Damad Halil Paşa'nın azlinden sonra yerine geçen Damad (Öküz) Mehmed Paşa on ay kadar süren sadaretinden alınmış ve yerine İstanköylü Güzelce Ali Paşa tayin olunmuştu, zâtı muhterem annesi vasıtasıyla İki Cihan Serveri Efendimiz (S.A.V.) Hazretlerinin sülalesine müntehi idi. Çok temiz, titiz ve gayretli bir zât idi. Padişah Genç Osman Hazretlerini Lehistan üzerine yapılacak bîr sefere son derece teşvik etti. Hatta bu seferin yapılmasına kendi şahsi servetini kuruşuna kadar serferber etmekten çekinmedi. Bütün gücüyle desteklediği ve önem verdiği bu sefere maalesef erişemedi. Eğer erişseydi bu defa mutlaka kahrından savaş meydanında ölürdü. Ondört ay süren sadrazamlığında bu yüce makamı, âli soyuna mensup olanların ancak gösterebileceği dirayet ve adaletle doldurup Hicri 1030, Milâdi 1621 yılında .ahi-rete intikal eyledi.
Güzelce Ali Paşa'nın rum asıllı olduğunu ileri süren L'amartin ve onun tarih kitabını milleti İslâmiyyeye sunmaktan şeref duyan ve biz bu kitaplardaki fikirlerin hepsine imzamızı atmayız, ancak temel eserlerden olduklarından dolayı neşir hayatına aktarıyoruz ve bir hizmet iddiasında bulunduğunu ileri sürenler Kahraman ve Mücahid, mütefekkir ve Veli bir zât'ın şu cümlelerini hatırlamalarını isteriz. «Bâtılı tasvir saf zihinleri îdlâl eder...»
Yine bu mevzuda merhum İsmail Hakkı üzunçarşılı Beyfendi Osmanlı Tarihi 3. Cilt 2. Kısım sh. 373 de L'amartinin bu iddiasını fevkalâde bir şekilde çürütmüş ve belkide bu
hizmetinden dolayı Resûli Kibriya (S.A.V.) in şefaatine nail olmuştur, inşaallah.
Sadrazam Güzelce Ali paşa çok sert tedbirler alıyor ve üç ay içinde iki defa cülus bahşişi ödemekten sarsılmış olan devlet bütçesini takviye etmeye çalışıyordu. Bu arada Boğ-dan Voyvodası Lehliler ile anlaşmış ve bu anlaşma haliyle develti aliyye'yi rahatsız etmişti. Bu rahatsızlık İskerden Paşa'nın gerek Lehistan gerekse Boğdan'ı hizaya getirmek maksadıyla eline kılıcını almasına sebeb oldu. Her iki tarafla yapılan savaşlarda İskender paşa ve dilaverleri galib, islâm ise bir defa daha üstün gelmişti. Lehliler yıllık vergilerini iki misline, savaş tazminatı olarakta yüzbin duka altını vermeyi teklif ettiler. Çünkü İskender paşa bunların yirmibinini meydanı harpte, onbini ise savaştan sonra yokluk diyarına gön-derivermişti. Bu arada Buğdan Voyvodası Gratyani kendi adamları ile arasında çıkan bir anlaşmazlık sırasında öldürüldü. Bala batırılmış kellesi İstanbul'a gönderilmişti.
Şehzade Mehmed Sultan'ın Katli
İskender Paşa yukarıda anlattığımız gibi, küf fan bir elinde gürzü diğer elinde kılıcı olduğu halde hizaya getirirken, Hotin Kalesi Leh'lilerin eline geçmişti. Buda yetmiyormuş gibi Kazaklar, Karadeniz boğazı üzerinden dalıp taa Boğaziçindeki Yeniköy sahillerine kadar sokulup, yağma ve ortalığı yangına vermişlerdi.
Bu sırada ise Padişah Genç Osman, annesi Mahfiruz Sultanın yardımlarıyla saltanat sürerken annesine karşı bir tutum içine girmiş ve kendisine bir takım kısıtlamalar koymuştu. Mahfiruz Sultan, Merhum Padişah 1. Ahmed'in ilk hanımı olduğundan mevkii iktidarda olmasına rağmen, kendisine rakip saydığı merhum kocasının ikinci eşi Kösem Mahpeyker Sultafireskisşaraya göndertmişti. Halbuki bu iki anne; Sultan Ahmed Hazretlerinin vefatını müteakip Sultan 1. Mustafa'nın cülusunda evlâtlarını korumak için ne güzel işbirliği etmişler ve böylece şehzadelerinin üzerlerine germiş oldukları koruyucu kanatlan ile onların hayatlarının devamına vesile olmuşlar idi. Sultan Genç Osman padişah, Mahfiruz Sultan,, Valde Sultan olunca bu işbirliğini bozmuş ve Kösem Mahpeyker Sultanı eski saraya göndertmişti. Artık iki valde bütün hünerlerini ortaya döküp, evlatlarını ölüm denizinin dalgalarından koruma savaşına geçtiler. Şüphesizki ilk taarruz Genç Osman'ın validesi Mahfiruz Sultandan gelmiş fakat ilk hücum eden ilk acıyı tatmıştır.
Çok güzel ve son derece yakışıklı bir Şehzade olan Meh-med Sultan, 1. Ahmed Hân'ın ikinci oğlu idi. Genç Osman ağzından çıkardığı bir irade ile kendisini anası yoluyla da öz olan kardeşinin hayat defterini dürüvermişti. Genç Osman tarihlerimize Hotin Seferi diye geçen mücadeleye gitmek üzere yola çıkarken arkasında taht'ı için rakip göndüğü böyle bir şehzade bırakamayacağı kararına vamıştı. Şeyhülislâm Esad Efendiden kati için fetva istedi. Esad Efendi bu fetvayı vermedi. Şeyhülislâm bu fetvayı vermeyince başka veren biri bulundu. Şeyhülislâmla, padişahın arası açılmış oldu-. Fetvayı vermek çok muhterem bir zât olan, âlim ve şair Rumeli Kazaskeri TaşkÖprülüzâe Kemaleddin Efendiye düşmüştü.
Bir çok tarihlerde bu zâtın mezkûr fetvayı Şeyhülislâm olma arzusuyla yapdığına sebeb olduğunu ileri sürenler görülür. Şüphesizki bu zât fetvayı almak için soranın sorusuna göre vermiştir. Eğer Şeyhülislâm olurum ümidiyle vermiş olsaydı ya hakikaten Şeyhülislâm olurdu yahutta gözden düşerdi. Çünkü çok görülmüştür ki; devri fetrette şehzadeleri öldürenler mükâfat beklerlerken kellelerinden olmuşlardı. Halbuki şeyhülislâm olma emelini isnad edenler de kabul et-mişlerdirki ve bu tarihlerinde yazılıdır, TaşkÖprülüzâde ne şeyhülisâm olmuştur ne de gözden düşmüştür. Meşhur Hotin Seferi yolculuğunda Padişaha refakat ederken İsakçı'da ahi-rete intikal etmiştir. Padişahın emriyle Şehzade Mehmed Sultan 16 yaşında iken kendisini boğmak için üzerine atılanlara şunları «Bilirim sizler emir kulusunuz. Fakat dilerimki Osman ömrü devletin berbad olup, beni ömrümden nice mahrum eyledin ise sen dahi behremend olmayasun» söyleyerek bedduada bulunmuştu.
Hotin Seferi
H. 1030, Milâdi 1621 yılının ilkbaharında zaferlere yürümeye alışmış Osmancığın sancağı, yine Davudpaşa'dakİ mutad yerine kurulan Otağ-ı Hümayun'un önünden dalgalanıyor ve İslâm askerine; Allah ve O'nun Rasûluna ve kitabına uyulduğu müddetçe zafer kuşunu o şanlı sancağın ağuşuna süzüle süzüle gelip konacağının ilhamını veriyordu...
Ancak sefere çıkılmadan evvel meydana gelen kış belki sadece o asrın değil asırlaın en şiddetli kışını teşkil etmişti. O kadarki; İstanbul Boğazı soğuğun şiddetinden buz tutmuş bir çok insan kâh üsküdara kâh Üsküdar'dan Dolmabahçe taraflarına yayan geçer olmuştu.
Yukarıda kaydettiğimiz gibi çok sert bir kış mevsiminden sonra Hazreti Padişahın seferi hümayuna bir güneş tutulması olayının vukubulduğu günde çıkması İslâm dininde olmayan bir hurafe olmasına rağmen halk tarafından tenkit edilmiş fakat Padişah Hazretleri bu bâtıl görüşe zerrece ehemmiyet vermiyerek savaş tuğlarını dalgalandıra dalgalandıra yola revan olmuştur. Maalesef Büyük Türkiye Tarihi yazan Yılmaz Öztuna Be^ Genç Osman'ın; halkın bu itirazli davranışını ka-ale almamasını kendisine bir kusur olarak atfetmek hatasına düşmüştürki, müslüman olan bir insanın bu gibi batıl şeylere alâka göstermemesi hata değil bilakis İslama olan bağlılığının faziletli bir tezahürüdür. Fakat söz konusu yazar düşünce tarzının İslama uygun şekilde devam ettirme mecburiyetini kendinde hissetmediğinden Genç Osman'ın belki de en isabetli davranışlarından biri olan bu hususiyeti tenkit etme hatasına kendisini düşürmüştür. Evet; ilmi siyaset denen bir davranış tarzı vardır. Bunu red etmek olmaz, ancak unutulmamalıdaki ilmi siyaset islâmda olmayan şeyleri meşru göstermek durumuna düşülmeyi gerektiriyorsa o ilmi siyaset icabı kullanılan taktik değiştirilir. Genç. Osman'da islâmda olmayan, bir hurafe ile kendisini tenkid edenlere en güzel cevabı bu yanlış fikri kaale almamakla göstermiştir.
Evet biz şimdi gelelim Genç Osman'ın mezkûr seferinde asırlar ötesinde onun his ettiklerini yudum yudum içmeye vesile olacak harb meydanı üzerine yaptığı yürüyüşü takip etmeye...
Nisan ayının sonunda İstanbul'dan hareket olunmuş ve Edirne'ye gelindiğinde bir resmi geçit tertip edilmişti. Bu resmi geçitten sonra Padişah diktirmiş olduğu bazı hedefiere başta bizzat kendisi olduğu halde yeniçeriier, ok mızrak gibi harp aletleri ile insanın akıllarını durduracak bir maharetle nişan tahtalarını delik deşik ediyorlar hem onları seyreden halkın güven ve itimatlarını bir daha arttırıyorlar hemde cömert padişahın kendilerine ödül olarak mutlu elinden saçtığı çil çil altınlara sahib oluyorlardı.
Edirneden ayrılarak yola koyulan orduyu hümayun cömert tabiatlı padişahın yeni bir hediyesi ile karşılaştı... Bu hediye Isakçı yakınlarına gelince askere dağıtılan bin akçe idi. Genç Osman askeri memnun etmek için elinden gelen fedakârlığı esirgemiyordu. Bir çok tarihçiler bilmem nedendir bu padişahın çok eli sıkı hatta cimri olduğunu ileri sürecek kadar inatla bu yukarıda saydığımız atiyyeleri görmemezÜk-ten gelirler. Halbuki bu adamlar bilmezlermiki, cimrilik is-lâmdan uzaklaşmanın bir kapısıdır. Son derece dindar bir zat olan Genç Osman, belki muktesit idi fakat hasis hatta katiy-yen cimri değildi. Zaten bu tip tarihçiler daima ifrata kaçan hükümler vermişlerdir. Kimine cimri demekte, kimine de cömert lakabını yakıştırmamak için müsrif demeyi kendilerine huy edinmişlerir. Halbuki her müslim biiirki Allah (C.C.) müsrifleri sevmez. Osmanlı padişahları da müslüman oldukları için ne müsriflik ne de cimrilik yolunu kendilerine rehber seçmemişlerdir.
Bu sırada sadrazamlıktan alınıp, kapdan-ı derya makamına getirilen ve bu makama ne zaman geldiyse büyük rnuvaf-fakiyyetler gösteren damad Halil Paşa, padişah hazretlerine mülaki oldu. Halil Paşa Karadeniz üzerinde kuş uçurtmaz bir şahin gibi idi. İşte yine padişahının yanına gelirken birçok ganimet ve 18 tane küçük tonajlı gemi getiriyordu. Bu 18 gemiden başka beş adet büyük gemiyide Karaenizin çırpıntılı suyunun dibine göndermişti. Diğer taraftan Diyarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşa da kendi memleketinin yâni eyalet askeriyle orduya gelmiş ve orduyu hümayun sayıca daha da kuvvetlenmiş oluyordu.
Genç Osman hem düşman üzerine yürüyor, hem de o havalide vazifesini iyi yapmıyan, kendisine tâbi beylerin, voyvoda yardımcılarının hatta voyvodaların cezalarını tertib ve tatbik ediyordu, Boğdan Voyvodası gerek erzak gerekse kendi dininin ve kavminin insanının ihtiyacatını giderme hususunda gayret göstermediği gibi üstüne üstlük Leh'lilere eğilim göstermesi üzerine vazifesinden azledilmiş ve yerine İste-fan Tomaşa tayin edilmişti. Devleti aliyye yürüdümü işte böyle yürürdü. Hem hedefine gider hemde vazifesinde gevşeklik gösteren âmirleri adaletle dinler ve şeriatı Muhamme-diyyenin sınırları içinde kalmak şartıyla cezasını tereddütsüzce verirdi. Bu icabında bir damad olsa bile.
Hotin Savaşı
Padişah Genç Osman bu sefere kendisini en çok teşvik eden Sadrazam Güzelce Ali Paşanın vefatı üzerine tayin ettiği Ohrili Hüseyin Paşanın sadrazamlığı ile çıkmıştı. Edirne yolu üzerinde iken Genç Osman'ın karşısına aniden Hindistanlı dört fakir çıkmış ve kendisinden mali yardım istediler. Fakat bunların aniden atının önüne çıkmaları padişahın atının ürkmesine ve süvarisinin düşmesine nerdeyse sebeb olacaklar idi. Bu hareket sahipleri yardım temin etmeyi umarlarken hayatlarını kaybediverdiler. Şimdi bu harekette idam hükmü vermenin yerimidir diye insanlar içerilerinden geçirebilirler. Fakat bu mevzuu tetkik ettiğimiz bütün tarihlerde bu kadar anlatılmış hiç bir yoruma gidilmemiştir. Bizi okurlarımız bağışlasınlar biz burada bir mülahaza fakat kısa olsada mutlaka bir pasaj açma lüzumunu gördük. Şimdi Hindistan neresi Edirne yolu neresi? Eğer bunlar sadece bir fakir olsalardı devleti Osmaniyyede günümüz gibi değil, tam ağniyai şakirin yâni hayırsever zenginlerin bol olduğu; etrafımızı bir -parça tetkikte vakf edilmiş serlerin çokluğu ve çeşitli mevzularda vakıflar kurulmuş olduğunu göreceğimizden bu müşahedemizin o zamanki zenginlerin bu gibi ihtiyaç sahiplerini memnun edeceklerinden şüphemiz olmaz. Peki bu adamlar ihtiyaçlarını neden bu varlığını iddia ettiğimiz zenginlerden izafe yoluna gitmezde alayı vâla ve büyük bir kafile halinde gelen orduyu hümayunun padişahının önüne aniden çıkarlar?
Ayrıca gayet sade kıyafetlerile bütün dünyanın takdirini kazanmış padişahların, yanındaki bir çok refakatçi, padişah-dan daha zengin bir kıyafet ve azametle yürürken nasıl olu-yorda bu fakirler padişahın atının önüne aniden çikabiliyor-lar? İşte bu onların daha evvel padişahı gördüklerini ve kendisini tanıdıklarını göstermesi bakımından çok calibi dikkattir. Hele hele ileride biraz daha genişçe temas edeceğimiz hi~ ristiyan dünyasının islâmı yıkmak için Osmanlı devletini parçalamak ve yutma plânlarının en çok yapıldığı asır bu asırdır ki; bu başlı başına bir kitap mevzuudur. Bu Hintli fakirler acaba bu plâna dahil edilmiş birer suikastçı olamazlarmıydi? Çünkü hiç unutmayacağımız bir husus vardır ki; müslüman İnsanları öldürtmek veya öldürmek hususuna çok dikkatlidir, üstelik yardım istemek için kendilerine el açan insan, değil attan kendisini düşürecek bir olaya sebeb olsun daha büyük bir zarar verse dahi katiyyen ne öldürür ne de öldürülür. Bu adamların idamına sebeb olan husus sadece padişaha karşı yapılan ve akim kalmış bir suikastın cezasıdır mülahazasına varmamız daha mümkün bir hale gelmiş olur. Neticeten bu vaka karanlıkta kalmış olup bir çok tarih kitabında yer aldığından bir açıklık getirmek için yukarıdaki yorumumuzu yapmaya cüret ettik.
Orduyu hümayun binbir zorluk içinde ormanların arasından ilerlemeye çalışıyor ve nihayet Tuna nehrinin kıyısına geldikte karşıya geçmek için müsait bir yol bulmuş ve karşıda nerede konaklayacaklarını hesaplama durumuna geldiler. Çok güçlü adaleler sahibi padişah Genç Osman yay'ıni eline alıp yerleştirdiği ok'u gerdi ve bıraktı bu müthiş pazıların kuvveti Tuna nehrinin bir kıyısından şahid olanların hayran ve şaşkın bakışları arasında karşı kıyıya ulaşmış ve karşıya geçtikleri zgman toplanacakları mahali tesbit etmiş oluyordu. Ordu karşıya geçmiş az sonra Kırım Hân'ı yanındaki askerle orduya iltihak etmiş ve bu savaşçı kuvvetin iltihakıyla şanlı ordu bir kat daha kuvvetlenmişti.
Düşman gayet hazırlıklı ve hakikaten çok azimli bir topluluk halinde içli. Dinyester Nehri yakınlarındaki bu Hotin Kalesi önünde dört defa hakikaten dehşet verici savaşlar cereyan etmiş fakat iki tarafta zayiat bakımından birbirinden aşağı kalmamıştı. Osmanlı askeri çok takdir edilecek kahramanlıklar gösterdi ise de kati netice almak mümkün olmadı.
Budin muhafızı Karakaş Mehmeş Paşa harp alanının en hengameli yerinde kaldı. Üzerine saldıran küffâr karşısında hiçbir korku duymadan bir islâm Paşasının; Hâlikine olan bağlılığını ispat edercesine yanındaki bir avuç dilaverle vuruşa vuruşa mübarek kanını ve canını küstah salibin karşısında mübarek Hilâl adına feda etmekten çekinmedi. Ve böylece gerek Rabbizülcelâlin gerekse Peygamberi Zişanın rızasını ve padişahı, devletli Genç Osman'ın rahmet dualarını tahsil etmiş oldu.
Hazreti padişah, Karakaş Mehmed Paşanın yardımına kuvvet gönderemeyen Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşayı makamından azledip yerine Diyarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşayı tayin etti. Bazı tarihçiler eserlerinde Ohrili Hüseyin Paşayı, merhum şehidi kıskandığı için onun yardımına gitmediği mülahazasıyla görevden aldığını ileri sürerler Timarlı sipahilerden olup devlet hizmetinde bulunan askeroğlu asker oian Ohrili Hüseyin Paşa bir çok hizmetlerden sonra Bostancıba-şılık oradanda vezareti uzma makamına getirilmişti. Şimdi kıskanmaktan dolayı Karakaş Mehmed Paşanın yardımına gitmemişse bu bir ihanet olurdu. İhanet affedilmez bir suçtur. Hüseyin Paşa böyle bir suçun sahibi olsaydı sadece mevkiini değil hemen oracıkta başını kaybederdi. Çünkü Genç Osman bu gibi ahvali en şedit şekilde cezalandırmaktan çekinecek bir şahsiyet değildi. O zaman Ortaya şu çıkarki, burada yardım yapamamak bir kastı mahsusaya dayanmamakta savaş şartlarının müsait olmaması ancak varit olan bir şey varsa merkezi idare şehid paşanın yanına sonradan yardım gönderemeyeceğini göz önüne alarak zamanında takviye kuvvetiyle tahkim etmeli idi... Netice bir avuç askerle şehid olan merhum paşanın yanına verilen kuvvetin az olmasına gelir dayanır ki; bu da ancak bir hatadır, hatanın neticesi ise; mansıbı sadaret elden alınmakla iktifa edilmiştir. Ohrili Hüseyin Paşanın bu sadareti yüzkırkbeş gün sürmüştü.
Dilaver Paşanın Sadareti
Savaş sırasında vezareti uzma makamına getirilen Diyarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşa, orduyu yeniden savaş sahasına göre tanzim etmiş ve iki defa kati hücuma kalkmışsada Lehliler azim bir mukavemet göstermişlerin Her iki taraf çok zayiat verdiğinden, kışın yaklaşmış olmasından, askerin bıkkınlık göstermesinden, savaşların çok zaiyat verici neticesinden dolayı kalblerine korku düşmüş Lehlilerin, Cennetmekân Kanunî Sultan Süleyman zamanında yapılan antlaşmanın şartlarına uyucaklarını dermeyan ettiklerinden bir muahede yapıldı. Bu muahede bir zaferdir çünkü devleti aliyyenin yükselmenin en üst mertebesinde bulunduğu sırada yaptığı bir antlaşmanın teyidi zafer değiide nedir? Ki; unutmamak gerekir batı yakasında yapılmış bir Zitvatorok antlaşmasını küf-fardaki moral tesiri göz önüne alırsak, bu antlaşmanın Zİtva-toroktan önceki dönemi kucaklıyan bir zafer olduğunu görürüz. Hâlbuki bir çok tarihçiler kitaplarında bu seferin lüzumsuzluğunu ileri sürerlersede aşağıda bu görüşleri çürütecek kısa bir mülahaza takdim edeceğimizden bir tek cümle ile geçiştirmek istiyoruz. O da şu; düşmanın ittifakını gerçekleş-tirmemesi için daima bir bölümünün üzerine şiddet diğerine mülayemette bulunmak ve bu dengeyi iyi ayarlamak şartıyla kaçınılmaz bir politikadır. Eğer bu politika Hotin seferi gibi daha nice seferlere uygulanmasaydı acaba devleti aliyye o kadar uzun müddet payidar olurmuydu?
Bu_muahede neticesinde Lehistan devleti, Kırım Hanlığına senede kırkbin duka altını vergi vermeyi ayrıca kabul etmişti. Hicri 1030, Milâdi 1621 bu olayların geçtiği zaman dilimi oluyordu.
Genç Osman seferden dönerken Rus asıllı pek güzel bir kızla izdivaç etmişti. Bu zevcesinden bir şehzadesi olmuşsa da bu şehzade sarayda yapılan bir eğlence sırasında meydana gelen bir kazada vefat eylemişti. Hicri 1031, Milâdi 1622.
İlk Homurtular
Savaş sırasında öldürülen her düşman kellesinin karşılığı Yeniçeriye bir duka altını mükâfat vaad edilmişti. Bazı yeniçeriler bu bahşişi pek az bulup mırıldanıyordu. «Bir düşman kellesi bir altın olurmu?» «Bunun sermayesi çok pahalıdır, çünkü biz bu kelle sahibini öldürmek içinkendi canımızı ortaya koyuyoruz» diye söyleniyorlardı. Bu sözlerden anlıyoruz ki, ordu artık ilâyı Kelimetullah için değil ganimet ve menfaat kapmak için kendini hedeflemişti. Bu ne acı bir şeydi; mücahidini islâm, padişah efendisini düşman başına az bahşiş veriyor diye sevmemeye başlamıştı. Hatta daha da ileri gidip itiraz sadalarını padişahın kulağına duyurur hale gelmişlerdi. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu seferlerin niye yapılması icab ettiğini anlatacak mülahazamızı serdetmenin yeri geldi kana-atına vararak ittilanıza arz ediyoruz.
Damla yayınevinin neşir hayatına kazandırmış olduğu Emir Sekip Aslan merhumun tercümesi olan Romen devlet adamlarından Djuvara'nın «Türkiyeyi parçalamak için 100 Plan« adlı eserini sadeleştiren Yakup Üstün, Osmanlı tarihine bakanlar, yepyeni bir perspektif sunduğu için kendisini ne kadar mutlu saysa azdır. İşte bu kitabı tetkik ettikten sonra dedikki, bir çok tarihçinin lüzumsuz dediği seferler, böyle plânlardan kendi casusları vasıtasıyla haberdar olduğunda padişaha düşen; derhal bir bölük düşmanın üzerine saldırmak, meydana getirdiği tedhiş ve korku sayesinde bu plânların tatbik sahasına konmasını önlemek oluyordu.
Peki bu plânlar ne için yapılıyordu? Cevap verelim: Osmanlı devleti denizin karayı yemesi gibi yerleşmiş olduğu Avrupa ülkelerinin önünde, adilâne idaresi gün geçtikçe hi-ristiyanların müslüman olmalarına vesile oluyordu. Şüphe-sizki hidayet Allah (C.C.)dendi. Fakat adil ve sevgi dolu bir idare hiristiyanların kütleler halinde müslümanlığı seçmelerine sebeb oluyordu. Bu vaziyet hiristiyan dünyasının merkezi Papalıkta şüphesizki iyi karşılanmıyor, bu sebebten Papalığı bütün otoritesini ve mâli kudretini Osmanlı, dolayısıyla müslümanları, Avrupa önünden kovmak için açılacak büyük bir haçlı seferi tertipleme gayretin düşürmüştü.
Bu gayrete muvazi olarak bir çok islâm düşmanı papaz, haham ve müneccimler bir çok plânlar hazırladılar. Bazıları vâni, bu plâncılar Şiâ olan İran Şahını dahi bu plânlarda vazifeli kılarlardı. İşte bu plâncılardan biri olan Savari Dö Breve-se'ce hazırlanan ve 1620 yılında Fransız Kralı 4. Henri'ye takdim edilen plândırki, bu plân son derece tatbik kabiliyeti olan bir plândı. Çünkü Do Breves, 3. Mehmed ve 1. Ahmed devirlerinde Fransa elçisi olarak fasılasız yirmi sene kalmış olduğu İstanbul'da devlet adamlarının ve taht etrafında koparılan kavgaların bütün eğilim, tavır ve edalarından haberdardı.
Kalenin içindeki zaafları bilen bu adam, yaptığı plânda kuvvet hesaplarını gayet isabetli yapmıştı. Eğer Hotin üzerine yapılan bu sefer icra olunmasa idi; Dö Breves'in plânı taktik alanına konulacak belkİde 1922 de sona eren devleti Osmaniyye üçyüz yıl kati bir zafer değildi amma, böyle önemli bir zafer sağlamış olmaktadır. Evet biz yine ana mev-zuumuza avdet edelim...
Yeniçerilerin kendisi hakkındaki mırıldanmalarını işiten Hazreti padişah onları hizaya sokmak için tebdili kıyafet dolaşmaya başladı. Sarhoş gördüğü askeri derhal küreğe mahkûm ediyordu. Hatta bazılarını denize bile attırıyordu. Bu arada Suriye'de istiklâlini ilân eden Dürzî lideri Fahrettini (Burda (d) harfi yerine (t) harfi kasten kullanılmıştır. Çünkü bu adamın adı dinin övüncü mânasına gelmekte fakat ismi ile müsemma olmaması hasebiyle öyle yazmak icab etti.) cezalandırmak üzere Genç Osman sefere çıkmak istiyordu. Bu hususta donanmaya hazırlık emrini göndermişti. Bu tasavvuru önlemek için vezirler gayret gösterirlerken Kızlar Ağası ile Sultanın Hocası Ömer Efendi kendisini bu seferi yapmaya teşvik ediyorlardı. Padişah ise esas maksadının islâmın beş farzından biri olan Hac farizasını yerine getirmek olduğunu söylüyordu. Bunun böyle olduğunu ispat etmek istercesine Mekkei Mükerreme ve Mısır ayelatlerine haber verilmişti.
Padişahın Gördüğü Rüya
Gene; Osman, Hac farizasını yerine getirme hususunda ısrar ettiği sıralarda bir gece son derece önemli bir rüya gördü. Bu rüya şöyle idi: hazreti padişah üzerinde sefer elbisesi olduğu halde oturuyor ve Kur'an-ı Kerim tilavet eylemektedir. İki Cihan serveri (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri yanında Cihar yâri güzin olduğu halde padişahın tilavet eylediği odaya giriyor, başından miğferine mübarek elleriyle çıkarttığı genç padişaha bir tokat atıyor. Padişah, yere düşmesi ile beraber, Efendimiz Hazretlerinin ayaklarına yüz sürmek için hamle ediyorsa da buna muvaffak olamıyor ve uykudan dehşet içinde uyanıyor. Genç padişah terden sırılsıklam olmuş gözleri manzaranın verdiği dehşetten büyümüş, adeta göz kapaklarından dışarı fırlamış, kademi mübarekeye yüz süreme-menin çıldırtıcı üzüntüsü içinde perişan bir halde ilk doğru karan veriyor. Alimler toplansın. Zahir ve bâtın ulemesı geliyorlar. İşte bu iki sınıf ulema arasındaki ezeli ve ebedi fark ortaya çıkıyor. Şöyleki: Padişah hocası ve Lala'sının zahire açık tabiri «Sultanım; siz bu rüyayı ve reva kaldığınız durumun sebebini Hac gibi bir farzı eda edeyim mi etmeyeyim mi tereddüdüne bağlamahsınız. Size düşen Hac farizasının edasında en ufak tereddüt göstermeden ifayı hac etmenizdir.»
Buna mukabil, Padişahın Kaimpederi Şeyhülislâm Esad Efendi tasavvufta zamanın kutbu azamı Şeyh Aziz Mahmud Hüdai (K.S.)üsünün bir bağlısı olarak sadece rüyayı tabir etmekle kalmadı birde Şeyhülislâm olarak fetva veriverdi. «jviemaliki Osmaniyye fevkalâde karışıklıklar içindedir. Ayrıca Halifeler için ecdadı azamınızında tatbik ettiği gibi hac farz değildir, siz nizamı âlemi teminle vazifelisiniz» mealindeki fetva asabi mizaç padişahın elinde parçalanarak fcenara atılan bir kâğıt haline geliverdi. Genç Osman fetvayı yırttı amma içine de bir şüphe düştü. Babasının da Şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinden gördüğü rüyayı tabir etmesini istedi. Gelen cevap: tahtında oturması ve nizamı âlemi temine gayret göstermesi fakat akıbetin iyi görülmediği mealinde idi...
Genç Osman biraz şaşkın biraz da endişe içinde İstanbul'daki sahabi kabirlerinin başta Eyyub Sultan Camiinde medfun yüce sahabi Eyyub el Ensarî hazretlerinin kabri olmak üzere hepsini ziyaret etti. Dualar edip siyanetlerine samimi bir yakarışla sığındı. Fakirlere ve talebelere mali yardımlarda bulundu. Fakat yinede hac yoluçuluğu kararında vaz geçmediğini belirten şu emri veriverdi. Otağı hümayunumu Üsküdar'daki mutad yerine kurun.
Yeniçeri Ve Sipahi Askerinin Fıkır Ve Hareket Beraberliği
Kızlar Ağası Süleyman Ağa bir gün Hazreti padişahla sohbet ederken söz dönüp dolaşmış Hotin Seferi ve ordunun iki temel unsuru Yeniçeri ve Sipahiler üzerine gelmişti. Süleyman Ağa sözlerine şöyle devam ediyordu: «Padişahımıza tıep kulu geçmekte ve yeniçeri taifesinin tüfenk atmakta ve sipahi halkının cündilikte (askerlikte) ve cenk günlerinde maharetleri! meydandadır. Bu kul (yani yeniçeriler ve sipahileri kuluktan çıkmışlardır. Kul olursa, asker olursa Mısır ve Şam cündileri (askerleri) gibi ve tüfenk atmakta Anadolu sekbanı gibi olmalıdır. Hotin Seferinde düşmanın taburunu bozmağa muktedir olmadılar. Hünersiz, marifetsiz, dınntı, madrabaz ve erbabı maaş kul olurmu?» diye söylediği sözler her nasılsa o mecliste kalmamış Yeniçeri ve Sipahi askerinin kulağına erişmişti. Yeniçeri ve Sipahi askerinin kulağına erişmişti. Artık bu sözler gerek yeniçeri gerekse Sipahiler'de tefsir edile edile, yorumlana yorumlana Yeniçeri ve Sipahi Ağalarının bir araya gelip kati teşhis ve teşhise tedavi çaresi aramada karar almalarına dolayısiyle bir toplantı yapmalarına sebeb oldu. Bu toplantıdan çıkan müşterek karar şuydu: Padişahı bu şekilde kendilerine cephe aldıran Süleyman Ağa ve Hoca Ömer Efendi'nin sürülmesi, padişahın Hicaz üzerine gitmekten vaz geçmesi idi. Bütün bunları temin içinde bir isyan başlangıcını karar altına aldılar.
Şimdi hedef, Sultan Ahmed Meydanı idi. Oraya gelen Yeniçeri ve Sipahi askeri yürüyüş sırasında kendine katılanlarla birlikte çok büyük bir kalabalık teşkil ettiler.
Şeyhülislâm Fetvası
Şeyhülislâm Esad Efendiye müracaat eden asiler, padişahı hac seyahatma teşvik edenler hakkında fetva aldılar. Yeniçeriler ise o sırada padişahın hocası Ömer Efendinin konağını yağma edivermişlerdi bile... Sadrazam Dilaver Paşa'nın konağına giden asiler, konağında bulunmayan sadrazamın muhafızları, Ömer Efendinin konağının uğradığı yağmayı duymuş olmalarından dolayı silahsız gelen bu asilere ok ve tü-fenk ateşi ile hücum etmişlerdi. Bu salvoda bir kaç yeniçeri askeri de ölmüştü. Yeniçeriler Sadrazamın konağından uzaklaştırılmışlar fakat onların yapmak istemedikleri bir hususa başvurmalarına sebeb olunmuştu. O hususta; silahlanmaydı. Yeniçerilerin bazı ileri gelen komutanları silahlanmayı önlemek için gayret sarf etmişlerse de kısmetlerine yuhalanmak, hakaret görmek hatta taşlanmak düşmüştü. Çünkü kan dökülmüş durum her an vahamet kesbetmeye başlamıştı.
Ulemâ İle Görüşme
Genç Osman durumu anbean takip ediyor, her geçen saniye nazikleşen vaziyeti kurtarma hamlesinin ne olabileceği kararını veremiyordu. Çünkü tabiatındaki kararlılık ve şiddet esnek bir politika içine girmesine bir türlü imkân vermiyordu. Bu arada İse kendisini Üsküdara geçirecek donanmanın askerleri dahi bulundukları gemileri terk edip isyancıların arasına karışmıştı bile... Çok müdebbir ve kahraman bir kumandan olan Kapdan-ı Derya Damad Halil Paşa durumdan haberdar olduğunda çaresizlik içine düştüğünü anlamıştı.
Padişah, ulemadan bir kaç kişiyi davet edip görüşme lüzumunu his ediyor fakat bir türlü hazmedemiyordu. Nasılsa bir an bu gururu yendi ve ulemadan bir kaç kişiyi çağırtıp sordu:
«Kul ne ister?»
Cevap: Hoca Ömer Efendi ve Süleyman Ağa'nın nefyi (sürülmeleri), birde hac ziyaretinden vaz geçmeniz.
Padişah Genç Osman:
«PekiJHac'dan vazgeçiyorum fakat Ömer Efendiyi ve Süleyman Ağayı değil sürmek vazifelerinden bile azletmem.»
İşte akıbet adım adım yaklaşıyor ve Şehzade Mehmed Sultanın bedduası istikametinde olaylar gelişiyordu. Nedenmi? deriz ki; kul'un istediği himen o akşam yerine getirilseydi, yıllar yılı kanayan bu yarayı meydana getiren olay olmayacaktı. Çünkü isyan, sadece Genç Osman'ın askere olan tavrını değiştirtmek ve her nasılsa kızlar ağasının sözlerini duymuş olan Yeniçeri ve Sipahinin; Mısır, Şam ve Anadolu Sekbanının toplanmasının önlenmesi için karar altına alınmıştı.
Ertesi Gün
Sabah namazını Fatih camiinde kılan isyancılar, bir gün evvel olan vakaalardan dolayı daha da sertleşmişler ve dün sürülmelerini istediklerini kellelerini istemeye karar verdikleri gibi bunlara ilâveten sadrazam Dilaver Paşanın konağında gördükleri bed muameleden dolayı, Defterdar Bakî paşa askerin maaşını zuyuf akça olarak ödediğinden, Nişancı Vezir Ahmed Paşanın emekli askerlerin maaşını kesmesi yüzünden, Sekbanbaşı Masun Ağa ise yeniçeri Ağasından sonra en yüksek general sayılan bu zat yeniçeri tarafını tutacağına Nişancı vezir Ahmed Paşanın tarafını tutması yüzünden kelleleri gidecekler listesine'alınmışlardı...
İsyancılar Sultan Fatih Camiinden, Sultan Ahmed meydanına geldiklerinde, Şeyhülislâm Esad Efendi başta olmak üzere Şair Yahya Efendi, Nakiybul eşraf Gubari Efendi, Aya-sofya Camii İmam ve Hatibi Ömer Efendi, Bostanzade Men-med Efendinin oğlu Mehmed Efendi, Şair Azmizade Haleti Efendi, Kadızade Fevzi Efendi, Derviş Efendi ve Mustafa Efendilerle müzakereye oturdular ve hazırladıkları listeyi bu zatlara verdiler. Şeyhülislâm; Süleyman Ağa ve Hoca Ömer Efendinin dışındakilerin kellelerini kurtarmak için çok gayret gösterdi. Fakat, nafile listeden bir tek isim bile sildirtmek mümkün olmuyordu.
Ulema Padişah Huzurunda
Nakiybul Eşraf Gubari Efendinin başta bulunduğu bir heyet teşkil edilip, Hazreti Padişahın huzuruna varıp, isyancı askerin kendilerine verdiği listeyi taktim ettiler.
Genç Osman kendisine verilen listeyi bir hamlede okudu ve gençliğin verdiği en delici şiddetteki bakışları ile karşısındaki heyeti bir süzdü ve tane tane şu sözler ağzından bir ga-zab alev halinde çıktı: «Öldürülmeleri istenen bu şahısları vermem.»
Ulemanın sözcülüğünü yapan zat: «Padişahım, Efendimiz, kulun isteğini yerine getirin. Çünkü toplanan bu cemiyet büyük bir ktle olduğu gibi kararlarına da sebat içindeler. İstedikleri yerine gelmezse hâl, haraptır. Bu gaile en az zararla atlatılmalıdır.»
Cevap çok sert ve o derece yanlıştır.
— Mukayyet olman, onlar başsız askerdir. Tez dağılır. Sözcü:
— Kul taifesi böyle birleştiğine daima istediklerini alırlar. Ecdadı İzamınızdan beride alagelmişlerdir.
Padişahın bu sözlere cevabı itham ve tehdid ile karışıktır:
— Bu fitne erbabını siz tahrik etmişe benzersiz; evvelâ sizi kırar sonra da onları kırarım, tamammı bu iş bitmiştir...
Heyhat! İş bitmiyor, yeni başlıyor ve bu sözler, erimiş bir maden'in buz üstüne boca edilmesi gibi nizamsız fakat içte duyulan patlamalar meydana getirmişti. Bu patlama neydi? Cliemavpadişahı karşılarına almışlardı. Fakat kumarı tek zarla oynuyorlardı. İstedikleri zaman zan atmazlar ve bu iş hakikaten biterdi. Fakat padişahın yukarıdaki son cümlesi sadece bir teşhis değil, bu hengameden sonra başlarına gelmesi muhtemel akibetin işaretiydi. İşte oyundaki tek zar, padişahın elindekiyle birleşince çift zar olmuş oluyordu. Böylece oyun amansız bir savaşa münkalip oluyordu. O anda ulema Efendiler bir hissi kabelvukuu içinde kararlarını vermişlerdi. Artık bu isyan, hâl yani taht'tan Genç Osmanı indirmekle neticelenmeliydi yoksa... Evet yoksa kendilerinin başı tek omuzlarından düşerdi.
Sultan Mustafa'yı Isteriz
Padişah huzurunda son söylenen söz şu oldu: »Padişahım, ben kulunu dahi isterlerse ver, yeterki siz sağ olasınız.» Bu sözün sahibi Ohrili Hüseyin Paşa idi. Ne varki söz bitmiş, iş olacağa kalmış idi. Murahhas heyeti huzuru hümayundan çıkmış fakat Padişahın iradesiyle saraydan dışarı çıkartılmamıştı. Yâni isyancıların arasına dönememişler diğer bir tabirle sarayda enterne edilmişlerdi. Eğer bütün ulema efendiler saray'a gelmiş olsalardı belki isyancılar başsız kalır çaresiz dağılırlar idi. Fakat Gubarî Efendinin başkanlığındaki murahhas heyetinin dışında kalanlar isyancıların yanında olduklarından hareket dağılmadı, hatta durum daha nazik bir mertebeye geldi.
Genç Osman, enterne ettiği ulemayı kurtarmak bahanesiyle, isyancıların saraya girmelerine sanki koz vermiş oluyordu. Üzün bir zaman geçmiş fakat saraya giden heyet bir türlü gözükmüyordu... Ayasofya'nın minarelerine gözcü çıkarıp, baktırdılar. Oradan sarayın içi ayna gibi görülüyor, fakat hiç canlı varlık görülmüyordu. Adeta in, cin top oynuyordu.
İsyancılar saraya doğru yürüyüşe geçtiler. Birinci kapı diğer tabirle Bâb-ı Hümayundan hiç bir mukavemet görmeden geçtiler. Orta kapıyı geçtiklerindede aynı minval devam edince ilk sloganlarını patlattılar: «Veziriazamı, Darüssade Ağasını, Hoca Ömer Efendinin kellesini isteriz.» Kafile son kapı olan Babüssade Önüne geldiklerinde sloganlar kesilmiş ortalığı büyük bir sessizlik kaplamış, ayak seslerinden ve heyecanlı nefeslerin hırıltılı gürültüsünden başka ses çıkmıyordu. Evet.. Cihanı titreten devletin padişahının, islâm Halifesinin hanesi harem dairesinin önüne gelmişlerdi...
Birdenbire tek bir ses, her şeyi belki tarihin akışını bile de-öistirmeye yetti «Sultan Mustafa'y1 isteriz." Bu avaz bütün kafalarda dolaştı cemaat bir dalgalandı, kimi iç çekti, kimi eyvah dedi içinden fakat hava titredi bu fısıltılardan... Sonra muttasıl yani devamlı ve koro halinde «Sultan Mustafa'yı isteriz» nidalarına dönüştü. Evet; ulema ne yapmış etmiş isyanın şeklini değiştirmiş ve «Vakai Haile» perdesini açmıştı. Artık oynanan oyun bir dramdı hem de ne kanlı bir dram, Osmanlı tarihinin en acılısı...
Sultan Mustafa'nın Yeniden Taht'a Çıkarılması
»Sultan Mustafa'yı isteriz» diye bağıran isyancılar, sarayın kadınlar dairesi önüne geldiklerinde hemen bir klavuz bulu-verdiler ne ihanetki bu has odalı yani padişah yakınında olan kullardandı. Parmağı Sultan Mustafa'nın bulunduğu odayı gösteriyor, ağzı ise kapının kapalı olduğunu ancak yukarıdan kubbenin delinip, Sultan Mustafa'yı çıkarabileceklerini anlatıyordu. Bu işaret ve izah üzerine derhal kubbeye adam çıkardılar,-kasa zamanda kubbeyi delip aşağı adam indirdiklerine Sultan Mustafa'yı yine padişahlıkla müjdelerken, O, ise »bir bardak su» diyebiliyordu. Çünkü üç gündür süren hengame sarayda hizmet görecek kimsenin kalmamasına sebeb olmuş, Sultan Mustafa'da tutulduğu bu daire hizmetten mahrum kalmıştı. Dolayısıyla açlık ve susuzluktan bitap düşen Sultan Mustafa kendisine yukarıdan maşrapa ile indirilen suyu sünneti şerif üzreiçip Allah (C.C.)e hamd etti. Taht'tan indirildiğinden beri bulunduğu odadan dışarı atmamış olan padişah yiyecek ve içecekle fazla alakadar olmadığından o kadar zayıflamıştı ki, bindirilmiş olduğu Şeyhülislâmın atının üzerinde duracak halde değildi. Kendisini attan indirip, yanında iki vefakâr cariyesi olduğu halde. Arz Odasına getirdiler.
İsyancılar, Sultan Mustafa'yı taht'a çıkarmışlar ve ulemaya da biat etmeleri hususunda ikazda bulunmuşlardı, ulema Efendiler; taht'ta oturan padişaha bir baktılar birde taht'tan inmesi gerekeni düşündüler yaptıkları hatayı belki samimi, belki de gösteriş olarak telafi imkânı aramak için «Padişah istediklerinizi verdi. Bizde kefil olalım, tahtı sahibine Sultan Mustafa'yı yerine iade edelim» dedilersede cevap olarak kendilerine kılıçların keskin tarafı gösterildi. Çaresiz biat edildi.
Genç Osman'ın Taht Mücadelesi
Genç Osman, ulema ve askerin 1. Sultan Mustafa'ya biat ettiklerini haber alınca Dilaver Paşa'nın isyancılara verilmesinden ve onlar tarafından şehid edilmesinden sonra kendisine veziriazam tayin ettiği Ohrili Hüseyin Paşa'nın tam bir sadakat ve bağlılıkla kendisine yaptığı ve yapmakta olduğu hizmetlere takdir dolu bir kaç söz söyledikten sonra şunları söyledi: «Paşa; biat işi olmuş bitmiş. Ben derimki; varalım sahile ordan Üsküdar'a geçip, Bursa'ya gidelim. Az zaman sonra amucamın yetersizliği görülür, zaten kendisi taht istemez bir ademdir. O zaman bizde Devleti şahanenin tahtına yeniden çıkarız.»
Bu teklif beğenildi. Sahile inildi. Fakat ne bir gemi ne bir kayık, hatta sarılıp karşı kıyıya geçmelerine yardım edecek bir büyük tahta parçası bile bulamadılar.
Padişah sordu:
— Lalam; tedbir nedir? Veziriazam:
— Ağa Kapısı'na gidip Yeniçeri'ye sığınmaktır.
Bostancibaşı:
— Evet sultanım.
Bu sıralarda İse tahta çıkarılmış olan Sultan Mustafa'yı Eski Saraya getirmişler ve Valdesi ile buluşturmuşlardı. Ne var-ki nereden geldiği beli olmayan bu haberle heyecana düştüler. Bu haber şuydu: «Siz hatalı iş yaptınız. Sultan Mustafa'yı taht'a çıkarıp Eski Saraya getirip Valdesiyle buluşturdunuz fakat Genç Osman birazdan Bostancılarla burayı basacak.» Bunu üzerine yeni Valde Sultan da yanında olduğu halde padişahı Orta Camie getirdiler. Orta Cami (Şehzadebaşı Camice dahil olan padişah kıbleye yönelip iki rekât mescid namazı kıldıktan sonra ellerini kaldırıp «Ey Padişahlar padişahı (Allah c.c.) duam odur ki; bana zulmeden Sultan Osman'ı bu mescidde göreyim» niyazda bulundu. Hakikaten ertesi günü o camide bir araya gelmişlerdir. Kerametmi yoksa te-vafukmudur bilen bilir amma bildiğimiz şu kesindirki talihsiz Genç Osman için kim bedduada bulunsa yerine gelmektedir. Değilmi boğdurulan Şehzade Mehmed Sultan da şehid cdi-mek üzere iken bedduada bulunmuştu. Yine biz Genç Osman'a dönelim:
Padişah, veziriazam ve bostancıbaşı yaptıkları meşverette yeniçeri'yex sığınmanın plânlarını kuvveden fiile çıkarmaya karar vermişlerdi. Hüseyin Paşa yanma epeyice tutan bir servet almıştı. Bu servetle askere bazı vaatlerde bulunularak durumu kurtaracağına dair samimi inancı vardı. Hatta bu hususta muvaffakiyyet temini için canını vermeye dahi hazır idi. Padişah ve veziriazam derhal yeniçerilerin Ağa'sının yanına Ağa Kapısı'na sığındılar. Zaten isyana taraftar olmayan Yeniçeri Ağası (General) Ali Ağa'yı yanlarına çağırıp şu teklifi yaptılar. «Yeniçeriler bu işi bırakıp kışlalarına dönerlerse, Sultan Mustafa'yıda teslim ederlerse her birine elli duka altını birer parça da atlas kumaş ayrıca yövmiyelerine de zam yapacaklarını» söylediler.
Yeniçeri Ağa'sı bu teklifin kabul edilecek bir husus olduğunu söylerkende şunu unutuyordu. Bu isyan ve neticeyi ufe-ma destekliyor. Ayrıca iktidarı ele geçiren Sultan Mustafa belki akıl etmezdi amma 2. defa Valde sultan olan annesi tecrübenin verdiği kararlılıkla, iktidarın kuvvetiyle daima ondan fazla vereceğini çoktan garanti etmişti. Yeniçeri Ağası bunu hesaplamamanın cezasını; bu teklifi yeniçerilere açıklamaya başladığında «urun söyletmen» laflarıyla karşılaştığında sözüne devam etmek isterken hayatını kaybetmekle çekti.
Genç Osman keşke çoktan ölseydi de bu acılı yolculuğu yapmasaydı. Fakat tecelli böyle imiş. Dün o genç padişahın emirlerini yerine getirmek için koşuşanlar, bugün ona en ağır hakaretleri reva görüyorlardı. Hele bunlardan Altıncıoğlu isimli bir uğursuz, civan padişahının baldırlarını sıkıyor ve «Osman çelebi senin ne güzel baldırın varmış» diye kırılası ağzından pis salyalar akıtıyordu. Ey insanlar; padişahına daha mühimi halifesine böyle en rezil hakareti reva gören veya bu harekete mani olmayan millete felah erişirmi? Cenab-ı Hakk buyurmuyormu «Biz, bir milet kendi hakkındaki hükmü değiştirmedikçe. Bizde o milet hakkındaki hükmümüzü değiştirmeyiz.»
İki Padişah Bir Camii'de
Yukarıda yazmıştıkki; Sultan Mustafa, Genç Osman hakkında yaptığı niyazla aynı mescidde buluşmayı istemişti. Hakikaten de iki padişah aynı kubbenin altında bulunmuşlardı. Fakat ne ters bir durum; devlet idare etmeye can atanı devletten uzaklaştırılıyor, hiç bir iddiası olmayan ve isteğide bulunmayan devlete getiriliyordu.
Genç Osman, Şehzadebaşı camiine girdiğinde amucasının mihrabta oturduğunu gördü. Dışarıdan gelen bir ses duysa pencerelere koştuğunu gördüğü amucasını bir müddet seyrettikten sonra kendini toparlayan Genç Osman, «Görüyorsunuz kendinize padişah yaptığınız adam ne haldedir. Bu hem devleti batırır, hem de sizin birbirine düşmenize sebep olup kendi ocağınızı söndürürsünüz» diye gayet tesirli bir hitabede bulundu.
Babası: Sultan III. Mehmed Han
Annesi: Handâa Sultan
Doğum Tarihi: 1592
Vefat Tarihi: 1639
Saltanat Müd.: 1617-1618 1632-1623
Türbesi: İstanbul'dadır.
SULTAN II- (GENÇ) OSMAN
Babası: Sultan I. Ahmed Han
Annesi: Mahûruz Sultan
Doğum Tarihi: 1604
Vefat Tarihi: 1622
Saltanat Müd.: 1618-1622
Türbesi: İstanbul Sultanahmet Camii Yanı.
Sultan 1. Mustafa
Nasılki Yıldırım Bayezîd Hazretlerinin Timurlenk'e yenilmesinden sonra meydana gelen gailede Çelebi Mehmet Hazretlerinin safhai hayatına geçmeden, Süleyman Çelebi, İsa Çelebi ve Musa Çelebİ'nin mücadelelerinin anlatma yolunu seçdiysek; I. Ahmet Han'ın kardeşi, Sultan i. Mustafa'yıda anlatırken mutlak suretle 2. Osman Hazretleri ile bir arada anlatmak mecburiyeti hasıl olmuş bulunuyor. Çok dikkatle araştırdığımız tarihlerde bu bizim seçtiğimiz yolu seçmiyen müverrihler kendilerini zorlamışlar fakat doğum tarihi ve vefat tarihi, deli, muvazenesiz, havuzdaki balıklara para a,ardı, ulemanın yanına yavaşça sokulup başlarını açardı, gibi gayet yavan şeylerle ancak bir sahifeyi doldurabilmişlerdi. Sonra Genç Osman Hazretlerini anlatırken zaman zaman uzun bahislerle kalemsallamak mecburiyetinde kalmışlardır. İleri sürdüğümüz sebeblerden dolayı biz bu sultanı münferid olarak anlatmayıp devri Genç Osman ile beraber kaleme almayı dü-şündük. Böylece mümkün mertebe
Sultan I. Mustafa Ve Sultan 2. Osman (Genç)
Ondört sene süren zamanı saltanatından sonra darü beka alemine intikal eden Gazi Sultan Ahmet Han hazretleri yap-nıış olduğu vasiyetle taht-ı Osmaniyi büyük şehzadesi Osman Sultana değil Kardeşi Mustafa'ya ikram etmişti. Acaba bu ikramın sebebi ne idi. Bizce bu iki sebebe dayanmaktadır:
Birincisi, Edirne dolaylarında tertiplenen bir av partisinde, av yapmanın şevk ve heyacanıyla atını koştururken dolayısıyla maiyyetinden fazlaca uzaklaştığı bir anda kendi takip ettiği avını oklayan Kırım Prensi ve bu prensin yanındaki pür silah Tatar askerlerini görünce aklına kendine hazırlanan bir suikast geliverdi.
Bu tedai padişah hazretlerine, Kırım Hanları ile ecdadı izamının yapmış olduğu antlaşmayı da derhatır etmişti. Bu antlaşma meâlen şöyle idi: «Eğer Hanedanı Al-i Osmanda erkek fert kalmazsa, Kırım Hanlığı devleti Osmaniyye tahtı'na iclâs olunacaktır.» Bunu hatırlayan Sultan Ahmed Hân söz konusu antlaşmayı ortadan kaldırmak içjn ve Cengiz yasası tesmiye olunan yasayı bir daha tatbik etmemek ve etmemelerine örnek olmak için kardeşi Sultan Mustafa'yı hem öldürtmemiş hemde cihan devletinin taht'ını ikram edivermişti.
İkinci sebeb ise son derece merhametli olması ve şehzadelerinin çok küçük yaşta bulunması ve askerin devlet ileri gelenleriyle bir takım mevzularda anlaşabilmeleri ve hanedanı Osmaniyye'nin yaşı küçük şehzadeler tarafından idare olunamayıp maazallah herhangi bir sadrazam'm taht'ı ele geçirme arzularını önleme gayretine matuftur. Biraz üzerinde düşünülürse nice ileri gelen devlet adamlarının nasıl sudan sebeblerle kati olunmaları bu inkılap fikrinin vehminden geldiği anlaşılır.
Çünkü insanlar herhangi bir muvaffakiyyet kazandıklarında derhal mükâfat isterler. Eğer bu muvaffakiyyetler seri bir halde devam ederde birde buna .gerek dış tahrikler gerekse içteki dalkavuklar ve hanedan düşmanları eklenirse bu mu-vaffakiyyetlerin sahibi artık çileden çıkar ve zirveye göz diker.
Bunun en bariz misalini tekriren söylediğimiz gibi «Al-i Osman gider, âl-i Midhat gelir») diyerek yırtıtası hançeresinden kusan Mithad Paşa ortaya koymuştur. Bütün bunlara ilaveten büyük hizmetler yapmış ve daima haddini bilmiş hizmet erbabı şüphesiz ki diğer içten pazarlıklı insanların sayısınla mukayese edilmeyecek kadar çoktur.
Yukarıdaki maruzatımızı bitirdikten sonra kronolojik tarih akışı içinde mevzularımıza devam edelim.
Sultan 3. Mehmed Hazretlerinin oğlu Ahmed Sultan'ın val-desi Handan sultandır. 1. Mustafa'nın annesinin Handan sultan olup olmadğı maalesef tarihin nisyan bulutları arasına karışıp gitmiştir.
Hicri 1001, Milâdi 1591'de doğan 1. Mustafa, ağabeyi 1. Ahmed hân Hz. lerinin daru beka alemine intikalini müteakip uzun yıllar mahpus tutulduğu saraydaki odasından taht'a çıkarılmak üzere alınmağa gidildiğinde; kendisi rahlenin üzerinde duran Kur'an-ı Kerim'in huzurunda kemâli edeple oturmuş tilavet eylediği görüldü.
1. Mustafa bu sırada 26 yaşında bulunuyor idi. İlk sözü bir bardak su istemek oldu. ne varki uzun yıllar mahpus tutulan veliaht şehzade muvazenesiz bir hal içinde idi.
Veziriazam Damad Halil Paşa o sırada İran üzerine açılmış seferde aynı zamanda serdar unvanını da mâlik olarak der-saadet'ten uzakta bulunuyordu. Bu Halil Paşa, padişah damadı olarak Kaptan-ı Derya'lık makamında ne k~.dar güzel hizmet göstermişse de, iki defa gelmiş olduğu vezareti uzma makamında aynı muvaffakiyyeti gösterememiş fakat devlete hayrı hizmeti hakikaten çok.olan bir zât İdi. Ayrıca seyrü sülük erbabı olan bu Damad Halil Paşa, zamanının Kutbul Ak-tabı Aziz Mahmud Hüdai (K.S.)'e müntesib idi.
Sultan 1. Mustafa'nın padişahlık yükünü almak istememesi sadrazam'ın seferde olması, bundan da öte 1. Mustafa'nın bu yükü aldığı takdirde yürütecek durumda olmaması hasebiyle Kızlar Ağası Mustafa Ağa, bazı ulemaya müracaatla; padişah hazretlerini sıhhi durumunun bu ağır vazifeyi ***
üre-meyeceğini maazallah bir takım karışıklıklar olsa üstesinden gelinmeyip, devlet gemisinin batma tehlikesinin, parıldıyan Osmanlı yıldızının gölgeleneceği belkide Allah korusun kararacağını ileri sürmüştü.
Bu ulema durumu valde sultana haber vererek; Kızlar Ağasının sürülmesine ait tavsiyelerde bulundular. Şimdi burada hükümden ziyade üzerinde duracağımız bir nokta belirlenmektedir. Zayıf vücutlu, solgun fakat güzel yüzlü, seyrek sakallı, iri ve çok güzel gözlü, tesirli bakışlar sahibi bu padişahta bazı şeyh ve ulemanın fevkalâde haller gördüğü, hatta bazı kerametler gösterdiği kanaatında olduklarından; Kızlar ağasını padişah aleyhine bir dolap çeviriyor zannıyla Valide sultana şikâyet etmek lüzumunu görmüş olamazların? Beri yandan dünya saltanatından vaz geçmiş İbrahim Etem (K.S.) gibi Sultan Mustafa da aynı mertebenin bir ehlullâhı-mıydı? Nasılki ibrahim Etem (K.S.) hazretleri, kendisini tekrar taht'a davet eden vezir ve adamlarına elindeki iğneyi gösterip, suya atarak, söz konusu iğneyi bulmaları için balıklara emir vererek iğneyi getirtmek suretiyle gerçek hükümranlığın ne olduğunu onlara gösterip, onlarda «Evet sultanım sen mertebeni bulmuşsun» diyerek onu taht'a davetten vaz geçip gitmeleri gibi Kızlar ağası Mustafa ağa böyle bir keramet gösteren Sultan 1. Mustafa'nın sırrını fâş etmemek için, bu vazifeyi yapamayacak diye Hazreti padişahın izni müsaadesi ile talepte bulunmuş olamazmı? Bu vaziyette Kızlar ağası Mustafa Ağa, padişah namına veya devleti aliyye adına hâl isterken ulema ise kâh padişaha kâh devlete bağlılığından itiraz ederken bunlara entrikacı demek nasıl kabil olur anlamak mümkün değildir. Ne varki bu arada cülus bahşişleri verilmiş olup, bazı zevata görev tevcihleri yapılıyorum.
Şeyhülislâm Esad Efendi ve sadaret kaymakamı Sofu Mehmed Paşa valde sultanla görüşüp hâl lâzım geldiği hususunda ittifak eylediler, üç ay on gün süren Sultan 1. Mustafa'nın bu seferki saltanatı, taht'a geldiği odasına önmesiyle noktalandı.
Bu durum en çok yeniçerilerin işine yaramıştı. Yüz gün önce almış oldukları cülus bahşişine bir daha nail olacaklar idi.
Bu hal edişte Şeyhülislam Esad Efendi Hazretlerinin tasvibi çok önem kazanmıştır. Meşhur Tac üt tevarih sahibi ve Haçova zaferinin manevi mimarı Hoca Saadeddin Efendi'nin ikinci mahdumu olup Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerine intisabı vardı. Esad Efendi, kızı Akile hanımı şehid-i padişah Genç Osman'a vermekle devleti*aliyyenin padişahına, Kaim-peder olma şerefine erişmiş ilim ve fazilet sahibi bir zâttı.
Damad Halil Paşanın İran Seferi
İşte ne kadar büyük bir devlet olduğunun sayısız numunelerinden biri olan şu durum aziz okuyucularımızın dikkatlerine sunulur. Sultan 1. Ahmed hân Hazretlerinin son demlerinde başlamış-olan bu seferi hümayun, padişahı cihanın daru beka âlemine intikaline, sultan 1. Mustafa'nın taht'a geçişine ve yüz gün sonra yerini Genç Osman Sultana bırakmasına rağmen orduyu hümayun doğu hudularımızda iran'la mücadele devam ediyordu. Çünkü ol devlet öyle bir devleti azlme idi ki şahıslar geçici, devlet ebedi idi...
Sadrazam Damad Halil Paşa Tebriz üzerine yürümek kas-diyle Erdebil'den hareket etmiş ve Van Sahrasında kendisine iltihak etmek üzere gelen Kırım Hânı Canik Giray ile buluşmuştu. Fakat Tatar hânı bu muharebeye ganimet elde etmek maksadiyle katıldığından direk olarak Tebriz Hâkimi Karcığla Hân'ın üzerine ani bir baskın plânlıyordu. Bu plânı bir çok kumandan ve tecrübeli asker tasvip etmemişlerse de yağma niyetinden vazgeçmeyen Tatar Hân'ı bir iki bin kişilik süvari askeriyle saldıracağını ileri sürüyordu.
Bunun üzerine sadrazam Halil Paşanın komutasında bir askeri birliği Kırım Hânı'nın yanına verdi. Bu tasavvurdan haberdar olan Tebriz Hâkimi kurduğu bir pusuda, yorgun gelecek olan Tatar ve Osmanlı askerini beklemeye başlamıştı. Hakikaten çok sür'atli hareket eden bu Tatar ve Osmanlı askeri pusu mahaline geldiklerinde parmaklarını dahi oynata-mayacak derecede yorgundular. Karciğla Hân ani bir taarruzla bu kuvvetleri darmadağın etti. İki saat boğaz boğaza yapılan savaşta gerçi Kırım Hânı kurtulmuşsa da bu kurtuluşunu kendi askerinden ziyade Yeniçeri'nin şecaat ve maharetine borçluydu. Ne varki; Rumeli, Diyarbekir ve Van Beylerbeyleri savaş almında kalmışlardı.
Esir düşen beşyüz kadar Tatar ve Osmanlı askeri hemen şehid edildi. Komutanlardan esir edilenler Karcığla Hân tarafından Şah Abbas'a gönderilmişlerdi.
Bu mağiubiyyetin haberini alan Damad Halil Paşa, kuvvetlerini derhal harekete geçirince Şah Abbas, Burun Kasım adlı şahsı e!çi göndererek; Sadrazama daha evvelki yıllarda yapılmış Nasuh Paşa antlaşmasının tevsii ve tatbike hazır ve senelik vergilerini vermeye amade olduğunu bildirmek mec-buriytinde kalmıştı. Bu müracaat kabul olundu. Sadrazam ve Şah Abbas anlaşmaları imzalayarak birbirlerine gönderdiler. Şah Abbas bu antlaşma üzerine orduyu hümayuna sekizyüz katar deve yükü zahire ve ayrıca sadrazama dokuz katar yükü zahire gönderdi. Bunlar olurken tarihler Hicri 1027, Milâdi 1618 yılını gösteriyordu.
Sadrazam Halil Paşa; antlaşmanın imzasından sonra Erzu-ruma gelmiş ve askere izin vererek kendisi kışı geçirmek için Tokat sancağına çekilmişti. Bu sırada Padişahı cihan Genç Osman'dan gösterdiği muvaffakiyyeti tebrik eden bir nâme alıp Dersaadete döndüyse de sadrazamlıktan azli ve daima başarı gösterdiği Kaptan-ı Deryalık makamına üçüncü defa olarak tayin buyruldu. Bu azle sebeb olarak 1. Mustafa Sultanın tahta geçişini genç padişah hakkı yendi sayarak bunun suçlularından biri olarak Halil Paşa'y1 sorumlu tuttuğu bazı muteber tarihlerimizde iler sürülürsede bunu böyle anlamak sadece nâkii sebebiyle olur. Yoksa üzerinde biraz durulsa çok dikkatli ve bazı konularda çok ileri görüşlü bir padişah olan 2. Osman, bu tebeddülatlar sırasında İstanbul'dan ikibin kilometre uzaktaki sadrazamını üstelik savaş allanlarında boy gösteren zâtı şüphesizki; yukarılarda anlattığımız gibi Sultan Cennetmekân Gaazi Ahmed Hân'ın vasiyetine göre yapılmış bir İş için mes'ul tuttuğu düşünülemez. Biz buna sadece, Kapdan-ı Derya makamında daima fevkalâde muvaffakiy-yetler gösteren Halil Paşa'yı ileride göreceğimiz gibi Lehistan üzerine yapılacak bir seferin plânının parçalarından olduğu kanaatini taşıyor okurlarımızın dikkatlerini bir de böyle bir görüşe teksif etmelerini dileriz.
Bu sıralarda Eflak Voyvodalığına Gratyani, Ulah Voyvodalığına-İskender Paşa tayin olunmuşlardı. Avusturya imparatoru Matyas ölmüş ve yerine 2. Ferdinand geçmiş idi. 2. Fer-dinand'ın tahta geçişini tebrik için bir çavuş Viyana'ya gönderilmişti. Sadrazam Halil Paşa'nın Şah Abbas ile yaptığı mütareke bir sulh antlaşmasıyla bitirilmiş ve İran da bazı sa-habei kiram aleyhinde yapılmakta olan küfür ve hakaretlerin durdurulmasını intaç eden maddeler bu antlaşmada yer almıştı. Hicri sene 1029, Milâdi 1620.
Damad Halil Paşa'nın azlinden sonra yerine geçen Damad (Öküz) Mehmed Paşa on ay kadar süren sadaretinden alınmış ve yerine İstanköylü Güzelce Ali Paşa tayin olunmuştu, zâtı muhterem annesi vasıtasıyla İki Cihan Serveri Efendimiz (S.A.V.) Hazretlerinin sülalesine müntehi idi. Çok temiz, titiz ve gayretli bir zât idi. Padişah Genç Osman Hazretlerini Lehistan üzerine yapılacak bîr sefere son derece teşvik etti. Hatta bu seferin yapılmasına kendi şahsi servetini kuruşuna kadar serferber etmekten çekinmedi. Bütün gücüyle desteklediği ve önem verdiği bu sefere maalesef erişemedi. Eğer erişseydi bu defa mutlaka kahrından savaş meydanında ölürdü. Ondört ay süren sadrazamlığında bu yüce makamı, âli soyuna mensup olanların ancak gösterebileceği dirayet ve adaletle doldurup Hicri 1030, Milâdi 1621 yılında .ahi-rete intikal eyledi.
Güzelce Ali Paşa'nın rum asıllı olduğunu ileri süren L'amartin ve onun tarih kitabını milleti İslâmiyyeye sunmaktan şeref duyan ve biz bu kitaplardaki fikirlerin hepsine imzamızı atmayız, ancak temel eserlerden olduklarından dolayı neşir hayatına aktarıyoruz ve bir hizmet iddiasında bulunduğunu ileri sürenler Kahraman ve Mücahid, mütefekkir ve Veli bir zât'ın şu cümlelerini hatırlamalarını isteriz. «Bâtılı tasvir saf zihinleri îdlâl eder...»
Yine bu mevzuda merhum İsmail Hakkı üzunçarşılı Beyfendi Osmanlı Tarihi 3. Cilt 2. Kısım sh. 373 de L'amartinin bu iddiasını fevkalâde bir şekilde çürütmüş ve belkide bu
hizmetinden dolayı Resûli Kibriya (S.A.V.) in şefaatine nail olmuştur, inşaallah.
Sadrazam Güzelce Ali paşa çok sert tedbirler alıyor ve üç ay içinde iki defa cülus bahşişi ödemekten sarsılmış olan devlet bütçesini takviye etmeye çalışıyordu. Bu arada Boğ-dan Voyvodası Lehliler ile anlaşmış ve bu anlaşma haliyle develti aliyye'yi rahatsız etmişti. Bu rahatsızlık İskerden Paşa'nın gerek Lehistan gerekse Boğdan'ı hizaya getirmek maksadıyla eline kılıcını almasına sebeb oldu. Her iki tarafla yapılan savaşlarda İskender paşa ve dilaverleri galib, islâm ise bir defa daha üstün gelmişti. Lehliler yıllık vergilerini iki misline, savaş tazminatı olarakta yüzbin duka altını vermeyi teklif ettiler. Çünkü İskender paşa bunların yirmibinini meydanı harpte, onbini ise savaştan sonra yokluk diyarına gön-derivermişti. Bu arada Buğdan Voyvodası Gratyani kendi adamları ile arasında çıkan bir anlaşmazlık sırasında öldürüldü. Bala batırılmış kellesi İstanbul'a gönderilmişti.
Şehzade Mehmed Sultan'ın Katli
İskender Paşa yukarıda anlattığımız gibi, küf fan bir elinde gürzü diğer elinde kılıcı olduğu halde hizaya getirirken, Hotin Kalesi Leh'lilerin eline geçmişti. Buda yetmiyormuş gibi Kazaklar, Karadeniz boğazı üzerinden dalıp taa Boğaziçindeki Yeniköy sahillerine kadar sokulup, yağma ve ortalığı yangına vermişlerdi.
Bu sırada ise Padişah Genç Osman, annesi Mahfiruz Sultanın yardımlarıyla saltanat sürerken annesine karşı bir tutum içine girmiş ve kendisine bir takım kısıtlamalar koymuştu. Mahfiruz Sultan, Merhum Padişah 1. Ahmed'in ilk hanımı olduğundan mevkii iktidarda olmasına rağmen, kendisine rakip saydığı merhum kocasının ikinci eşi Kösem Mahpeyker Sultafireskisşaraya göndertmişti. Halbuki bu iki anne; Sultan Ahmed Hazretlerinin vefatını müteakip Sultan 1. Mustafa'nın cülusunda evlâtlarını korumak için ne güzel işbirliği etmişler ve böylece şehzadelerinin üzerlerine germiş oldukları koruyucu kanatlan ile onların hayatlarının devamına vesile olmuşlar idi. Sultan Genç Osman padişah, Mahfiruz Sultan,, Valde Sultan olunca bu işbirliğini bozmuş ve Kösem Mahpeyker Sultanı eski saraya göndertmişti. Artık iki valde bütün hünerlerini ortaya döküp, evlatlarını ölüm denizinin dalgalarından koruma savaşına geçtiler. Şüphesizki ilk taarruz Genç Osman'ın validesi Mahfiruz Sultandan gelmiş fakat ilk hücum eden ilk acıyı tatmıştır.
Çok güzel ve son derece yakışıklı bir Şehzade olan Meh-med Sultan, 1. Ahmed Hân'ın ikinci oğlu idi. Genç Osman ağzından çıkardığı bir irade ile kendisini anası yoluyla da öz olan kardeşinin hayat defterini dürüvermişti. Genç Osman tarihlerimize Hotin Seferi diye geçen mücadeleye gitmek üzere yola çıkarken arkasında taht'ı için rakip göndüğü böyle bir şehzade bırakamayacağı kararına vamıştı. Şeyhülislâm Esad Efendiden kati için fetva istedi. Esad Efendi bu fetvayı vermedi. Şeyhülislâm bu fetvayı vermeyince başka veren biri bulundu. Şeyhülislâmla, padişahın arası açılmış oldu-. Fetvayı vermek çok muhterem bir zât olan, âlim ve şair Rumeli Kazaskeri TaşkÖprülüzâe Kemaleddin Efendiye düşmüştü.
Bir çok tarihlerde bu zâtın mezkûr fetvayı Şeyhülislâm olma arzusuyla yapdığına sebeb olduğunu ileri sürenler görülür. Şüphesizki bu zât fetvayı almak için soranın sorusuna göre vermiştir. Eğer Şeyhülislâm olurum ümidiyle vermiş olsaydı ya hakikaten Şeyhülislâm olurdu yahutta gözden düşerdi. Çünkü çok görülmüştür ki; devri fetrette şehzadeleri öldürenler mükâfat beklerlerken kellelerinden olmuşlardı. Halbuki şeyhülislâm olma emelini isnad edenler de kabul et-mişlerdirki ve bu tarihlerinde yazılıdır, TaşkÖprülüzâde ne şeyhülisâm olmuştur ne de gözden düşmüştür. Meşhur Hotin Seferi yolculuğunda Padişaha refakat ederken İsakçı'da ahi-rete intikal etmiştir. Padişahın emriyle Şehzade Mehmed Sultan 16 yaşında iken kendisini boğmak için üzerine atılanlara şunları «Bilirim sizler emir kulusunuz. Fakat dilerimki Osman ömrü devletin berbad olup, beni ömrümden nice mahrum eyledin ise sen dahi behremend olmayasun» söyleyerek bedduada bulunmuştu.
Hotin Seferi
H. 1030, Milâdi 1621 yılının ilkbaharında zaferlere yürümeye alışmış Osmancığın sancağı, yine Davudpaşa'dakİ mutad yerine kurulan Otağ-ı Hümayun'un önünden dalgalanıyor ve İslâm askerine; Allah ve O'nun Rasûluna ve kitabına uyulduğu müddetçe zafer kuşunu o şanlı sancağın ağuşuna süzüle süzüle gelip konacağının ilhamını veriyordu...
Ancak sefere çıkılmadan evvel meydana gelen kış belki sadece o asrın değil asırlaın en şiddetli kışını teşkil etmişti. O kadarki; İstanbul Boğazı soğuğun şiddetinden buz tutmuş bir çok insan kâh üsküdara kâh Üsküdar'dan Dolmabahçe taraflarına yayan geçer olmuştu.
Yukarıda kaydettiğimiz gibi çok sert bir kış mevsiminden sonra Hazreti Padişahın seferi hümayuna bir güneş tutulması olayının vukubulduğu günde çıkması İslâm dininde olmayan bir hurafe olmasına rağmen halk tarafından tenkit edilmiş fakat Padişah Hazretleri bu bâtıl görüşe zerrece ehemmiyet vermiyerek savaş tuğlarını dalgalandıra dalgalandıra yola revan olmuştur. Maalesef Büyük Türkiye Tarihi yazan Yılmaz Öztuna Be^ Genç Osman'ın; halkın bu itirazli davranışını ka-ale almamasını kendisine bir kusur olarak atfetmek hatasına düşmüştürki, müslüman olan bir insanın bu gibi batıl şeylere alâka göstermemesi hata değil bilakis İslama olan bağlılığının faziletli bir tezahürüdür. Fakat söz konusu yazar düşünce tarzının İslama uygun şekilde devam ettirme mecburiyetini kendinde hissetmediğinden Genç Osman'ın belki de en isabetli davranışlarından biri olan bu hususiyeti tenkit etme hatasına kendisini düşürmüştür. Evet; ilmi siyaset denen bir davranış tarzı vardır. Bunu red etmek olmaz, ancak unutulmamalıdaki ilmi siyaset islâmda olmayan şeyleri meşru göstermek durumuna düşülmeyi gerektiriyorsa o ilmi siyaset icabı kullanılan taktik değiştirilir. Genç. Osman'da islâmda olmayan, bir hurafe ile kendisini tenkid edenlere en güzel cevabı bu yanlış fikri kaale almamakla göstermiştir.
Evet biz şimdi gelelim Genç Osman'ın mezkûr seferinde asırlar ötesinde onun his ettiklerini yudum yudum içmeye vesile olacak harb meydanı üzerine yaptığı yürüyüşü takip etmeye...
Nisan ayının sonunda İstanbul'dan hareket olunmuş ve Edirne'ye gelindiğinde bir resmi geçit tertip edilmişti. Bu resmi geçitten sonra Padişah diktirmiş olduğu bazı hedefiere başta bizzat kendisi olduğu halde yeniçeriier, ok mızrak gibi harp aletleri ile insanın akıllarını durduracak bir maharetle nişan tahtalarını delik deşik ediyorlar hem onları seyreden halkın güven ve itimatlarını bir daha arttırıyorlar hemde cömert padişahın kendilerine ödül olarak mutlu elinden saçtığı çil çil altınlara sahib oluyorlardı.
Edirneden ayrılarak yola koyulan orduyu hümayun cömert tabiatlı padişahın yeni bir hediyesi ile karşılaştı... Bu hediye Isakçı yakınlarına gelince askere dağıtılan bin akçe idi. Genç Osman askeri memnun etmek için elinden gelen fedakârlığı esirgemiyordu. Bir çok tarihçiler bilmem nedendir bu padişahın çok eli sıkı hatta cimri olduğunu ileri sürecek kadar inatla bu yukarıda saydığımız atiyyeleri görmemezÜk-ten gelirler. Halbuki bu adamlar bilmezlermiki, cimrilik is-lâmdan uzaklaşmanın bir kapısıdır. Son derece dindar bir zat olan Genç Osman, belki muktesit idi fakat hasis hatta katiy-yen cimri değildi. Zaten bu tip tarihçiler daima ifrata kaçan hükümler vermişlerdir. Kimine cimri demekte, kimine de cömert lakabını yakıştırmamak için müsrif demeyi kendilerine huy edinmişlerir. Halbuki her müslim biiirki Allah (C.C.) müsrifleri sevmez. Osmanlı padişahları da müslüman oldukları için ne müsriflik ne de cimrilik yolunu kendilerine rehber seçmemişlerdir.
Bu sırada sadrazamlıktan alınıp, kapdan-ı derya makamına getirilen ve bu makama ne zaman geldiyse büyük rnuvaf-fakiyyetler gösteren damad Halil Paşa, padişah hazretlerine mülaki oldu. Halil Paşa Karadeniz üzerinde kuş uçurtmaz bir şahin gibi idi. İşte yine padişahının yanına gelirken birçok ganimet ve 18 tane küçük tonajlı gemi getiriyordu. Bu 18 gemiden başka beş adet büyük gemiyide Karaenizin çırpıntılı suyunun dibine göndermişti. Diğer taraftan Diyarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşa da kendi memleketinin yâni eyalet askeriyle orduya gelmiş ve orduyu hümayun sayıca daha da kuvvetlenmiş oluyordu.
Genç Osman hem düşman üzerine yürüyor, hem de o havalide vazifesini iyi yapmıyan, kendisine tâbi beylerin, voyvoda yardımcılarının hatta voyvodaların cezalarını tertib ve tatbik ediyordu, Boğdan Voyvodası gerek erzak gerekse kendi dininin ve kavminin insanının ihtiyacatını giderme hususunda gayret göstermediği gibi üstüne üstlük Leh'lilere eğilim göstermesi üzerine vazifesinden azledilmiş ve yerine İste-fan Tomaşa tayin edilmişti. Devleti aliyye yürüdümü işte böyle yürürdü. Hem hedefine gider hemde vazifesinde gevşeklik gösteren âmirleri adaletle dinler ve şeriatı Muhamme-diyyenin sınırları içinde kalmak şartıyla cezasını tereddütsüzce verirdi. Bu icabında bir damad olsa bile.
Hotin Savaşı
Padişah Genç Osman bu sefere kendisini en çok teşvik eden Sadrazam Güzelce Ali Paşanın vefatı üzerine tayin ettiği Ohrili Hüseyin Paşanın sadrazamlığı ile çıkmıştı. Edirne yolu üzerinde iken Genç Osman'ın karşısına aniden Hindistanlı dört fakir çıkmış ve kendisinden mali yardım istediler. Fakat bunların aniden atının önüne çıkmaları padişahın atının ürkmesine ve süvarisinin düşmesine nerdeyse sebeb olacaklar idi. Bu hareket sahipleri yardım temin etmeyi umarlarken hayatlarını kaybediverdiler. Şimdi bu harekette idam hükmü vermenin yerimidir diye insanlar içerilerinden geçirebilirler. Fakat bu mevzuu tetkik ettiğimiz bütün tarihlerde bu kadar anlatılmış hiç bir yoruma gidilmemiştir. Bizi okurlarımız bağışlasınlar biz burada bir mülahaza fakat kısa olsada mutlaka bir pasaj açma lüzumunu gördük. Şimdi Hindistan neresi Edirne yolu neresi? Eğer bunlar sadece bir fakir olsalardı devleti Osmaniyyede günümüz gibi değil, tam ağniyai şakirin yâni hayırsever zenginlerin bol olduğu; etrafımızı bir -parça tetkikte vakf edilmiş serlerin çokluğu ve çeşitli mevzularda vakıflar kurulmuş olduğunu göreceğimizden bu müşahedemizin o zamanki zenginlerin bu gibi ihtiyaç sahiplerini memnun edeceklerinden şüphemiz olmaz. Peki bu adamlar ihtiyaçlarını neden bu varlığını iddia ettiğimiz zenginlerden izafe yoluna gitmezde alayı vâla ve büyük bir kafile halinde gelen orduyu hümayunun padişahının önüne aniden çıkarlar?
Ayrıca gayet sade kıyafetlerile bütün dünyanın takdirini kazanmış padişahların, yanındaki bir çok refakatçi, padişah-dan daha zengin bir kıyafet ve azametle yürürken nasıl olu-yorda bu fakirler padişahın atının önüne aniden çikabiliyor-lar? İşte bu onların daha evvel padişahı gördüklerini ve kendisini tanıdıklarını göstermesi bakımından çok calibi dikkattir. Hele hele ileride biraz daha genişçe temas edeceğimiz hi~ ristiyan dünyasının islâmı yıkmak için Osmanlı devletini parçalamak ve yutma plânlarının en çok yapıldığı asır bu asırdır ki; bu başlı başına bir kitap mevzuudur. Bu Hintli fakirler acaba bu plâna dahil edilmiş birer suikastçı olamazlarmıydi? Çünkü hiç unutmayacağımız bir husus vardır ki; müslüman İnsanları öldürtmek veya öldürmek hususuna çok dikkatlidir, üstelik yardım istemek için kendilerine el açan insan, değil attan kendisini düşürecek bir olaya sebeb olsun daha büyük bir zarar verse dahi katiyyen ne öldürür ne de öldürülür. Bu adamların idamına sebeb olan husus sadece padişaha karşı yapılan ve akim kalmış bir suikastın cezasıdır mülahazasına varmamız daha mümkün bir hale gelmiş olur. Neticeten bu vaka karanlıkta kalmış olup bir çok tarih kitabında yer aldığından bir açıklık getirmek için yukarıdaki yorumumuzu yapmaya cüret ettik.
Orduyu hümayun binbir zorluk içinde ormanların arasından ilerlemeye çalışıyor ve nihayet Tuna nehrinin kıyısına geldikte karşıya geçmek için müsait bir yol bulmuş ve karşıda nerede konaklayacaklarını hesaplama durumuna geldiler. Çok güçlü adaleler sahibi padişah Genç Osman yay'ıni eline alıp yerleştirdiği ok'u gerdi ve bıraktı bu müthiş pazıların kuvveti Tuna nehrinin bir kıyısından şahid olanların hayran ve şaşkın bakışları arasında karşı kıyıya ulaşmış ve karşıya geçtikleri zgman toplanacakları mahali tesbit etmiş oluyordu. Ordu karşıya geçmiş az sonra Kırım Hân'ı yanındaki askerle orduya iltihak etmiş ve bu savaşçı kuvvetin iltihakıyla şanlı ordu bir kat daha kuvvetlenmişti.
Düşman gayet hazırlıklı ve hakikaten çok azimli bir topluluk halinde içli. Dinyester Nehri yakınlarındaki bu Hotin Kalesi önünde dört defa hakikaten dehşet verici savaşlar cereyan etmiş fakat iki tarafta zayiat bakımından birbirinden aşağı kalmamıştı. Osmanlı askeri çok takdir edilecek kahramanlıklar gösterdi ise de kati netice almak mümkün olmadı.
Budin muhafızı Karakaş Mehmeş Paşa harp alanının en hengameli yerinde kaldı. Üzerine saldıran küffâr karşısında hiçbir korku duymadan bir islâm Paşasının; Hâlikine olan bağlılığını ispat edercesine yanındaki bir avuç dilaverle vuruşa vuruşa mübarek kanını ve canını küstah salibin karşısında mübarek Hilâl adına feda etmekten çekinmedi. Ve böylece gerek Rabbizülcelâlin gerekse Peygamberi Zişanın rızasını ve padişahı, devletli Genç Osman'ın rahmet dualarını tahsil etmiş oldu.
Hazreti padişah, Karakaş Mehmed Paşanın yardımına kuvvet gönderemeyen Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşayı makamından azledip yerine Diyarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşayı tayin etti. Bazı tarihçiler eserlerinde Ohrili Hüseyin Paşayı, merhum şehidi kıskandığı için onun yardımına gitmediği mülahazasıyla görevden aldığını ileri sürerler Timarlı sipahilerden olup devlet hizmetinde bulunan askeroğlu asker oian Ohrili Hüseyin Paşa bir çok hizmetlerden sonra Bostancıba-şılık oradanda vezareti uzma makamına getirilmişti. Şimdi kıskanmaktan dolayı Karakaş Mehmed Paşanın yardımına gitmemişse bu bir ihanet olurdu. İhanet affedilmez bir suçtur. Hüseyin Paşa böyle bir suçun sahibi olsaydı sadece mevkiini değil hemen oracıkta başını kaybederdi. Çünkü Genç Osman bu gibi ahvali en şedit şekilde cezalandırmaktan çekinecek bir şahsiyet değildi. O zaman Ortaya şu çıkarki, burada yardım yapamamak bir kastı mahsusaya dayanmamakta savaş şartlarının müsait olmaması ancak varit olan bir şey varsa merkezi idare şehid paşanın yanına sonradan yardım gönderemeyeceğini göz önüne alarak zamanında takviye kuvvetiyle tahkim etmeli idi... Netice bir avuç askerle şehid olan merhum paşanın yanına verilen kuvvetin az olmasına gelir dayanır ki; bu da ancak bir hatadır, hatanın neticesi ise; mansıbı sadaret elden alınmakla iktifa edilmiştir. Ohrili Hüseyin Paşanın bu sadareti yüzkırkbeş gün sürmüştü.
Dilaver Paşanın Sadareti
Savaş sırasında vezareti uzma makamına getirilen Diyarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşa, orduyu yeniden savaş sahasına göre tanzim etmiş ve iki defa kati hücuma kalkmışsada Lehliler azim bir mukavemet göstermişlerin Her iki taraf çok zayiat verdiğinden, kışın yaklaşmış olmasından, askerin bıkkınlık göstermesinden, savaşların çok zaiyat verici neticesinden dolayı kalblerine korku düşmüş Lehlilerin, Cennetmekân Kanunî Sultan Süleyman zamanında yapılan antlaşmanın şartlarına uyucaklarını dermeyan ettiklerinden bir muahede yapıldı. Bu muahede bir zaferdir çünkü devleti aliyyenin yükselmenin en üst mertebesinde bulunduğu sırada yaptığı bir antlaşmanın teyidi zafer değiide nedir? Ki; unutmamak gerekir batı yakasında yapılmış bir Zitvatorok antlaşmasını küf-fardaki moral tesiri göz önüne alırsak, bu antlaşmanın Zİtva-toroktan önceki dönemi kucaklıyan bir zafer olduğunu görürüz. Hâlbuki bir çok tarihçiler kitaplarında bu seferin lüzumsuzluğunu ileri sürerlersede aşağıda bu görüşleri çürütecek kısa bir mülahaza takdim edeceğimizden bir tek cümle ile geçiştirmek istiyoruz. O da şu; düşmanın ittifakını gerçekleş-tirmemesi için daima bir bölümünün üzerine şiddet diğerine mülayemette bulunmak ve bu dengeyi iyi ayarlamak şartıyla kaçınılmaz bir politikadır. Eğer bu politika Hotin seferi gibi daha nice seferlere uygulanmasaydı acaba devleti aliyye o kadar uzun müddet payidar olurmuydu?
Bu_muahede neticesinde Lehistan devleti, Kırım Hanlığına senede kırkbin duka altını vergi vermeyi ayrıca kabul etmişti. Hicri 1030, Milâdi 1621 bu olayların geçtiği zaman dilimi oluyordu.
Genç Osman seferden dönerken Rus asıllı pek güzel bir kızla izdivaç etmişti. Bu zevcesinden bir şehzadesi olmuşsa da bu şehzade sarayda yapılan bir eğlence sırasında meydana gelen bir kazada vefat eylemişti. Hicri 1031, Milâdi 1622.
İlk Homurtular
Savaş sırasında öldürülen her düşman kellesinin karşılığı Yeniçeriye bir duka altını mükâfat vaad edilmişti. Bazı yeniçeriler bu bahşişi pek az bulup mırıldanıyordu. «Bir düşman kellesi bir altın olurmu?» «Bunun sermayesi çok pahalıdır, çünkü biz bu kelle sahibini öldürmek içinkendi canımızı ortaya koyuyoruz» diye söyleniyorlardı. Bu sözlerden anlıyoruz ki, ordu artık ilâyı Kelimetullah için değil ganimet ve menfaat kapmak için kendini hedeflemişti. Bu ne acı bir şeydi; mücahidini islâm, padişah efendisini düşman başına az bahşiş veriyor diye sevmemeye başlamıştı. Hatta daha da ileri gidip itiraz sadalarını padişahın kulağına duyurur hale gelmişlerdi. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu seferlerin niye yapılması icab ettiğini anlatacak mülahazamızı serdetmenin yeri geldi kana-atına vararak ittilanıza arz ediyoruz.
Damla yayınevinin neşir hayatına kazandırmış olduğu Emir Sekip Aslan merhumun tercümesi olan Romen devlet adamlarından Djuvara'nın «Türkiyeyi parçalamak için 100 Plan« adlı eserini sadeleştiren Yakup Üstün, Osmanlı tarihine bakanlar, yepyeni bir perspektif sunduğu için kendisini ne kadar mutlu saysa azdır. İşte bu kitabı tetkik ettikten sonra dedikki, bir çok tarihçinin lüzumsuz dediği seferler, böyle plânlardan kendi casusları vasıtasıyla haberdar olduğunda padişaha düşen; derhal bir bölük düşmanın üzerine saldırmak, meydana getirdiği tedhiş ve korku sayesinde bu plânların tatbik sahasına konmasını önlemek oluyordu.
Peki bu plânlar ne için yapılıyordu? Cevap verelim: Osmanlı devleti denizin karayı yemesi gibi yerleşmiş olduğu Avrupa ülkelerinin önünde, adilâne idaresi gün geçtikçe hi-ristiyanların müslüman olmalarına vesile oluyordu. Şüphe-sizki hidayet Allah (C.C.)dendi. Fakat adil ve sevgi dolu bir idare hiristiyanların kütleler halinde müslümanlığı seçmelerine sebeb oluyordu. Bu vaziyet hiristiyan dünyasının merkezi Papalıkta şüphesizki iyi karşılanmıyor, bu sebebten Papalığı bütün otoritesini ve mâli kudretini Osmanlı, dolayısıyla müslümanları, Avrupa önünden kovmak için açılacak büyük bir haçlı seferi tertipleme gayretin düşürmüştü.
Bu gayrete muvazi olarak bir çok islâm düşmanı papaz, haham ve müneccimler bir çok plânlar hazırladılar. Bazıları vâni, bu plâncılar Şiâ olan İran Şahını dahi bu plânlarda vazifeli kılarlardı. İşte bu plâncılardan biri olan Savari Dö Breve-se'ce hazırlanan ve 1620 yılında Fransız Kralı 4. Henri'ye takdim edilen plândırki, bu plân son derece tatbik kabiliyeti olan bir plândı. Çünkü Do Breves, 3. Mehmed ve 1. Ahmed devirlerinde Fransa elçisi olarak fasılasız yirmi sene kalmış olduğu İstanbul'da devlet adamlarının ve taht etrafında koparılan kavgaların bütün eğilim, tavır ve edalarından haberdardı.
Kalenin içindeki zaafları bilen bu adam, yaptığı plânda kuvvet hesaplarını gayet isabetli yapmıştı. Eğer Hotin üzerine yapılan bu sefer icra olunmasa idi; Dö Breves'in plânı taktik alanına konulacak belkİde 1922 de sona eren devleti Osmaniyye üçyüz yıl kati bir zafer değildi amma, böyle önemli bir zafer sağlamış olmaktadır. Evet biz yine ana mev-zuumuza avdet edelim...
Yeniçerilerin kendisi hakkındaki mırıldanmalarını işiten Hazreti padişah onları hizaya sokmak için tebdili kıyafet dolaşmaya başladı. Sarhoş gördüğü askeri derhal küreğe mahkûm ediyordu. Hatta bazılarını denize bile attırıyordu. Bu arada Suriye'de istiklâlini ilân eden Dürzî lideri Fahrettini (Burda (d) harfi yerine (t) harfi kasten kullanılmıştır. Çünkü bu adamın adı dinin övüncü mânasına gelmekte fakat ismi ile müsemma olmaması hasebiyle öyle yazmak icab etti.) cezalandırmak üzere Genç Osman sefere çıkmak istiyordu. Bu hususta donanmaya hazırlık emrini göndermişti. Bu tasavvuru önlemek için vezirler gayret gösterirlerken Kızlar Ağası ile Sultanın Hocası Ömer Efendi kendisini bu seferi yapmaya teşvik ediyorlardı. Padişah ise esas maksadının islâmın beş farzından biri olan Hac farizasını yerine getirmek olduğunu söylüyordu. Bunun böyle olduğunu ispat etmek istercesine Mekkei Mükerreme ve Mısır ayelatlerine haber verilmişti.
Padişahın Gördüğü Rüya
Gene; Osman, Hac farizasını yerine getirme hususunda ısrar ettiği sıralarda bir gece son derece önemli bir rüya gördü. Bu rüya şöyle idi: hazreti padişah üzerinde sefer elbisesi olduğu halde oturuyor ve Kur'an-ı Kerim tilavet eylemektedir. İki Cihan serveri (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri yanında Cihar yâri güzin olduğu halde padişahın tilavet eylediği odaya giriyor, başından miğferine mübarek elleriyle çıkarttığı genç padişaha bir tokat atıyor. Padişah, yere düşmesi ile beraber, Efendimiz Hazretlerinin ayaklarına yüz sürmek için hamle ediyorsa da buna muvaffak olamıyor ve uykudan dehşet içinde uyanıyor. Genç padişah terden sırılsıklam olmuş gözleri manzaranın verdiği dehşetten büyümüş, adeta göz kapaklarından dışarı fırlamış, kademi mübarekeye yüz süreme-menin çıldırtıcı üzüntüsü içinde perişan bir halde ilk doğru karan veriyor. Alimler toplansın. Zahir ve bâtın ulemesı geliyorlar. İşte bu iki sınıf ulema arasındaki ezeli ve ebedi fark ortaya çıkıyor. Şöyleki: Padişah hocası ve Lala'sının zahire açık tabiri «Sultanım; siz bu rüyayı ve reva kaldığınız durumun sebebini Hac gibi bir farzı eda edeyim mi etmeyeyim mi tereddüdüne bağlamahsınız. Size düşen Hac farizasının edasında en ufak tereddüt göstermeden ifayı hac etmenizdir.»
Buna mukabil, Padişahın Kaimpederi Şeyhülislâm Esad Efendi tasavvufta zamanın kutbu azamı Şeyh Aziz Mahmud Hüdai (K.S.)üsünün bir bağlısı olarak sadece rüyayı tabir etmekle kalmadı birde Şeyhülislâm olarak fetva veriverdi. «jviemaliki Osmaniyye fevkalâde karışıklıklar içindedir. Ayrıca Halifeler için ecdadı azamınızında tatbik ettiği gibi hac farz değildir, siz nizamı âlemi teminle vazifelisiniz» mealindeki fetva asabi mizaç padişahın elinde parçalanarak fcenara atılan bir kâğıt haline geliverdi. Genç Osman fetvayı yırttı amma içine de bir şüphe düştü. Babasının da Şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinden gördüğü rüyayı tabir etmesini istedi. Gelen cevap: tahtında oturması ve nizamı âlemi temine gayret göstermesi fakat akıbetin iyi görülmediği mealinde idi...
Genç Osman biraz şaşkın biraz da endişe içinde İstanbul'daki sahabi kabirlerinin başta Eyyub Sultan Camiinde medfun yüce sahabi Eyyub el Ensarî hazretlerinin kabri olmak üzere hepsini ziyaret etti. Dualar edip siyanetlerine samimi bir yakarışla sığındı. Fakirlere ve talebelere mali yardımlarda bulundu. Fakat yinede hac yoluçuluğu kararında vaz geçmediğini belirten şu emri veriverdi. Otağı hümayunumu Üsküdar'daki mutad yerine kurun.
Yeniçeri Ve Sipahi Askerinin Fıkır Ve Hareket Beraberliği
Kızlar Ağası Süleyman Ağa bir gün Hazreti padişahla sohbet ederken söz dönüp dolaşmış Hotin Seferi ve ordunun iki temel unsuru Yeniçeri ve Sipahiler üzerine gelmişti. Süleyman Ağa sözlerine şöyle devam ediyordu: «Padişahımıza tıep kulu geçmekte ve yeniçeri taifesinin tüfenk atmakta ve sipahi halkının cündilikte (askerlikte) ve cenk günlerinde maharetleri! meydandadır. Bu kul (yani yeniçeriler ve sipahileri kuluktan çıkmışlardır. Kul olursa, asker olursa Mısır ve Şam cündileri (askerleri) gibi ve tüfenk atmakta Anadolu sekbanı gibi olmalıdır. Hotin Seferinde düşmanın taburunu bozmağa muktedir olmadılar. Hünersiz, marifetsiz, dınntı, madrabaz ve erbabı maaş kul olurmu?» diye söylediği sözler her nasılsa o mecliste kalmamış Yeniçeri ve Sipahi askerinin kulağına erişmişti. Yeniçeri ve Sipahi askerinin kulağına erişmişti. Artık bu sözler gerek yeniçeri gerekse Sipahiler'de tefsir edile edile, yorumlana yorumlana Yeniçeri ve Sipahi Ağalarının bir araya gelip kati teşhis ve teşhise tedavi çaresi aramada karar almalarına dolayısiyle bir toplantı yapmalarına sebeb oldu. Bu toplantıdan çıkan müşterek karar şuydu: Padişahı bu şekilde kendilerine cephe aldıran Süleyman Ağa ve Hoca Ömer Efendi'nin sürülmesi, padişahın Hicaz üzerine gitmekten vaz geçmesi idi. Bütün bunları temin içinde bir isyan başlangıcını karar altına aldılar.
Şimdi hedef, Sultan Ahmed Meydanı idi. Oraya gelen Yeniçeri ve Sipahi askeri yürüyüş sırasında kendine katılanlarla birlikte çok büyük bir kalabalık teşkil ettiler.
Şeyhülislâm Fetvası
Şeyhülislâm Esad Efendiye müracaat eden asiler, padişahı hac seyahatma teşvik edenler hakkında fetva aldılar. Yeniçeriler ise o sırada padişahın hocası Ömer Efendinin konağını yağma edivermişlerdi bile... Sadrazam Dilaver Paşa'nın konağına giden asiler, konağında bulunmayan sadrazamın muhafızları, Ömer Efendinin konağının uğradığı yağmayı duymuş olmalarından dolayı silahsız gelen bu asilere ok ve tü-fenk ateşi ile hücum etmişlerdi. Bu salvoda bir kaç yeniçeri askeri de ölmüştü. Yeniçeriler Sadrazamın konağından uzaklaştırılmışlar fakat onların yapmak istemedikleri bir hususa başvurmalarına sebeb olunmuştu. O hususta; silahlanmaydı. Yeniçerilerin bazı ileri gelen komutanları silahlanmayı önlemek için gayret sarf etmişlerse de kısmetlerine yuhalanmak, hakaret görmek hatta taşlanmak düşmüştü. Çünkü kan dökülmüş durum her an vahamet kesbetmeye başlamıştı.
Ulemâ İle Görüşme
Genç Osman durumu anbean takip ediyor, her geçen saniye nazikleşen vaziyeti kurtarma hamlesinin ne olabileceği kararını veremiyordu. Çünkü tabiatındaki kararlılık ve şiddet esnek bir politika içine girmesine bir türlü imkân vermiyordu. Bu arada İse kendisini Üsküdara geçirecek donanmanın askerleri dahi bulundukları gemileri terk edip isyancıların arasına karışmıştı bile... Çok müdebbir ve kahraman bir kumandan olan Kapdan-ı Derya Damad Halil Paşa durumdan haberdar olduğunda çaresizlik içine düştüğünü anlamıştı.
Padişah, ulemadan bir kaç kişiyi davet edip görüşme lüzumunu his ediyor fakat bir türlü hazmedemiyordu. Nasılsa bir an bu gururu yendi ve ulemadan bir kaç kişiyi çağırtıp sordu:
«Kul ne ister?»
Cevap: Hoca Ömer Efendi ve Süleyman Ağa'nın nefyi (sürülmeleri), birde hac ziyaretinden vaz geçmeniz.
Padişah Genç Osman:
«PekiJHac'dan vazgeçiyorum fakat Ömer Efendiyi ve Süleyman Ağayı değil sürmek vazifelerinden bile azletmem.»
İşte akıbet adım adım yaklaşıyor ve Şehzade Mehmed Sultanın bedduası istikametinde olaylar gelişiyordu. Nedenmi? deriz ki; kul'un istediği himen o akşam yerine getirilseydi, yıllar yılı kanayan bu yarayı meydana getiren olay olmayacaktı. Çünkü isyan, sadece Genç Osman'ın askere olan tavrını değiştirtmek ve her nasılsa kızlar ağasının sözlerini duymuş olan Yeniçeri ve Sipahinin; Mısır, Şam ve Anadolu Sekbanının toplanmasının önlenmesi için karar altına alınmıştı.
Ertesi Gün
Sabah namazını Fatih camiinde kılan isyancılar, bir gün evvel olan vakaalardan dolayı daha da sertleşmişler ve dün sürülmelerini istediklerini kellelerini istemeye karar verdikleri gibi bunlara ilâveten sadrazam Dilaver Paşanın konağında gördükleri bed muameleden dolayı, Defterdar Bakî paşa askerin maaşını zuyuf akça olarak ödediğinden, Nişancı Vezir Ahmed Paşanın emekli askerlerin maaşını kesmesi yüzünden, Sekbanbaşı Masun Ağa ise yeniçeri Ağasından sonra en yüksek general sayılan bu zat yeniçeri tarafını tutacağına Nişancı vezir Ahmed Paşanın tarafını tutması yüzünden kelleleri gidecekler listesine'alınmışlardı...
İsyancılar Sultan Fatih Camiinden, Sultan Ahmed meydanına geldiklerinde, Şeyhülislâm Esad Efendi başta olmak üzere Şair Yahya Efendi, Nakiybul eşraf Gubari Efendi, Aya-sofya Camii İmam ve Hatibi Ömer Efendi, Bostanzade Men-med Efendinin oğlu Mehmed Efendi, Şair Azmizade Haleti Efendi, Kadızade Fevzi Efendi, Derviş Efendi ve Mustafa Efendilerle müzakereye oturdular ve hazırladıkları listeyi bu zatlara verdiler. Şeyhülislâm; Süleyman Ağa ve Hoca Ömer Efendinin dışındakilerin kellelerini kurtarmak için çok gayret gösterdi. Fakat, nafile listeden bir tek isim bile sildirtmek mümkün olmuyordu.
Ulema Padişah Huzurunda
Nakiybul Eşraf Gubari Efendinin başta bulunduğu bir heyet teşkil edilip, Hazreti Padişahın huzuruna varıp, isyancı askerin kendilerine verdiği listeyi taktim ettiler.
Genç Osman kendisine verilen listeyi bir hamlede okudu ve gençliğin verdiği en delici şiddetteki bakışları ile karşısındaki heyeti bir süzdü ve tane tane şu sözler ağzından bir ga-zab alev halinde çıktı: «Öldürülmeleri istenen bu şahısları vermem.»
Ulemanın sözcülüğünü yapan zat: «Padişahım, Efendimiz, kulun isteğini yerine getirin. Çünkü toplanan bu cemiyet büyük bir ktle olduğu gibi kararlarına da sebat içindeler. İstedikleri yerine gelmezse hâl, haraptır. Bu gaile en az zararla atlatılmalıdır.»
Cevap çok sert ve o derece yanlıştır.
— Mukayyet olman, onlar başsız askerdir. Tez dağılır. Sözcü:
— Kul taifesi böyle birleştiğine daima istediklerini alırlar. Ecdadı İzamınızdan beride alagelmişlerdir.
Padişahın bu sözlere cevabı itham ve tehdid ile karışıktır:
— Bu fitne erbabını siz tahrik etmişe benzersiz; evvelâ sizi kırar sonra da onları kırarım, tamammı bu iş bitmiştir...
Heyhat! İş bitmiyor, yeni başlıyor ve bu sözler, erimiş bir maden'in buz üstüne boca edilmesi gibi nizamsız fakat içte duyulan patlamalar meydana getirmişti. Bu patlama neydi? Cliemavpadişahı karşılarına almışlardı. Fakat kumarı tek zarla oynuyorlardı. İstedikleri zaman zan atmazlar ve bu iş hakikaten biterdi. Fakat padişahın yukarıdaki son cümlesi sadece bir teşhis değil, bu hengameden sonra başlarına gelmesi muhtemel akibetin işaretiydi. İşte oyundaki tek zar, padişahın elindekiyle birleşince çift zar olmuş oluyordu. Böylece oyun amansız bir savaşa münkalip oluyordu. O anda ulema Efendiler bir hissi kabelvukuu içinde kararlarını vermişlerdi. Artık bu isyan, hâl yani taht'tan Genç Osmanı indirmekle neticelenmeliydi yoksa... Evet yoksa kendilerinin başı tek omuzlarından düşerdi.
Sultan Mustafa'yı Isteriz
Padişah huzurunda son söylenen söz şu oldu: »Padişahım, ben kulunu dahi isterlerse ver, yeterki siz sağ olasınız.» Bu sözün sahibi Ohrili Hüseyin Paşa idi. Ne varki söz bitmiş, iş olacağa kalmış idi. Murahhas heyeti huzuru hümayundan çıkmış fakat Padişahın iradesiyle saraydan dışarı çıkartılmamıştı. Yâni isyancıların arasına dönememişler diğer bir tabirle sarayda enterne edilmişlerdi. Eğer bütün ulema efendiler saray'a gelmiş olsalardı belki isyancılar başsız kalır çaresiz dağılırlar idi. Fakat Gubarî Efendinin başkanlığındaki murahhas heyetinin dışında kalanlar isyancıların yanında olduklarından hareket dağılmadı, hatta durum daha nazik bir mertebeye geldi.
Genç Osman, enterne ettiği ulemayı kurtarmak bahanesiyle, isyancıların saraya girmelerine sanki koz vermiş oluyordu. Üzün bir zaman geçmiş fakat saraya giden heyet bir türlü gözükmüyordu... Ayasofya'nın minarelerine gözcü çıkarıp, baktırdılar. Oradan sarayın içi ayna gibi görülüyor, fakat hiç canlı varlık görülmüyordu. Adeta in, cin top oynuyordu.
İsyancılar saraya doğru yürüyüşe geçtiler. Birinci kapı diğer tabirle Bâb-ı Hümayundan hiç bir mukavemet görmeden geçtiler. Orta kapıyı geçtiklerindede aynı minval devam edince ilk sloganlarını patlattılar: «Veziriazamı, Darüssade Ağasını, Hoca Ömer Efendinin kellesini isteriz.» Kafile son kapı olan Babüssade Önüne geldiklerinde sloganlar kesilmiş ortalığı büyük bir sessizlik kaplamış, ayak seslerinden ve heyecanlı nefeslerin hırıltılı gürültüsünden başka ses çıkmıyordu. Evet.. Cihanı titreten devletin padişahının, islâm Halifesinin hanesi harem dairesinin önüne gelmişlerdi...
Birdenbire tek bir ses, her şeyi belki tarihin akışını bile de-öistirmeye yetti «Sultan Mustafa'y1 isteriz." Bu avaz bütün kafalarda dolaştı cemaat bir dalgalandı, kimi iç çekti, kimi eyvah dedi içinden fakat hava titredi bu fısıltılardan... Sonra muttasıl yani devamlı ve koro halinde «Sultan Mustafa'yı isteriz» nidalarına dönüştü. Evet; ulema ne yapmış etmiş isyanın şeklini değiştirmiş ve «Vakai Haile» perdesini açmıştı. Artık oynanan oyun bir dramdı hem de ne kanlı bir dram, Osmanlı tarihinin en acılısı...
Sultan Mustafa'nın Yeniden Taht'a Çıkarılması
»Sultan Mustafa'yı isteriz» diye bağıran isyancılar, sarayın kadınlar dairesi önüne geldiklerinde hemen bir klavuz bulu-verdiler ne ihanetki bu has odalı yani padişah yakınında olan kullardandı. Parmağı Sultan Mustafa'nın bulunduğu odayı gösteriyor, ağzı ise kapının kapalı olduğunu ancak yukarıdan kubbenin delinip, Sultan Mustafa'yı çıkarabileceklerini anlatıyordu. Bu işaret ve izah üzerine derhal kubbeye adam çıkardılar,-kasa zamanda kubbeyi delip aşağı adam indirdiklerine Sultan Mustafa'yı yine padişahlıkla müjdelerken, O, ise »bir bardak su» diyebiliyordu. Çünkü üç gündür süren hengame sarayda hizmet görecek kimsenin kalmamasına sebeb olmuş, Sultan Mustafa'da tutulduğu bu daire hizmetten mahrum kalmıştı. Dolayısıyla açlık ve susuzluktan bitap düşen Sultan Mustafa kendisine yukarıdan maşrapa ile indirilen suyu sünneti şerif üzreiçip Allah (C.C.)e hamd etti. Taht'tan indirildiğinden beri bulunduğu odadan dışarı atmamış olan padişah yiyecek ve içecekle fazla alakadar olmadığından o kadar zayıflamıştı ki, bindirilmiş olduğu Şeyhülislâmın atının üzerinde duracak halde değildi. Kendisini attan indirip, yanında iki vefakâr cariyesi olduğu halde. Arz Odasına getirdiler.
İsyancılar, Sultan Mustafa'yı taht'a çıkarmışlar ve ulemaya da biat etmeleri hususunda ikazda bulunmuşlardı, ulema Efendiler; taht'ta oturan padişaha bir baktılar birde taht'tan inmesi gerekeni düşündüler yaptıkları hatayı belki samimi, belki de gösteriş olarak telafi imkânı aramak için «Padişah istediklerinizi verdi. Bizde kefil olalım, tahtı sahibine Sultan Mustafa'yı yerine iade edelim» dedilersede cevap olarak kendilerine kılıçların keskin tarafı gösterildi. Çaresiz biat edildi.
Genç Osman'ın Taht Mücadelesi
Genç Osman, ulema ve askerin 1. Sultan Mustafa'ya biat ettiklerini haber alınca Dilaver Paşa'nın isyancılara verilmesinden ve onlar tarafından şehid edilmesinden sonra kendisine veziriazam tayin ettiği Ohrili Hüseyin Paşa'nın tam bir sadakat ve bağlılıkla kendisine yaptığı ve yapmakta olduğu hizmetlere takdir dolu bir kaç söz söyledikten sonra şunları söyledi: «Paşa; biat işi olmuş bitmiş. Ben derimki; varalım sahile ordan Üsküdar'a geçip, Bursa'ya gidelim. Az zaman sonra amucamın yetersizliği görülür, zaten kendisi taht istemez bir ademdir. O zaman bizde Devleti şahanenin tahtına yeniden çıkarız.»
Bu teklif beğenildi. Sahile inildi. Fakat ne bir gemi ne bir kayık, hatta sarılıp karşı kıyıya geçmelerine yardım edecek bir büyük tahta parçası bile bulamadılar.
Padişah sordu:
— Lalam; tedbir nedir? Veziriazam:
— Ağa Kapısı'na gidip Yeniçeri'ye sığınmaktır.
Bostancibaşı:
— Evet sultanım.
Bu sıralarda İse tahta çıkarılmış olan Sultan Mustafa'yı Eski Saraya getirmişler ve Valdesi ile buluşturmuşlardı. Ne var-ki nereden geldiği beli olmayan bu haberle heyecana düştüler. Bu haber şuydu: «Siz hatalı iş yaptınız. Sultan Mustafa'yı taht'a çıkarıp Eski Saraya getirip Valdesiyle buluşturdunuz fakat Genç Osman birazdan Bostancılarla burayı basacak.» Bunu üzerine yeni Valde Sultan da yanında olduğu halde padişahı Orta Camie getirdiler. Orta Cami (Şehzadebaşı Camice dahil olan padişah kıbleye yönelip iki rekât mescid namazı kıldıktan sonra ellerini kaldırıp «Ey Padişahlar padişahı (Allah c.c.) duam odur ki; bana zulmeden Sultan Osman'ı bu mescidde göreyim» niyazda bulundu. Hakikaten ertesi günü o camide bir araya gelmişlerdir. Kerametmi yoksa te-vafukmudur bilen bilir amma bildiğimiz şu kesindirki talihsiz Genç Osman için kim bedduada bulunsa yerine gelmektedir. Değilmi boğdurulan Şehzade Mehmed Sultan da şehid cdi-mek üzere iken bedduada bulunmuştu. Yine biz Genç Osman'a dönelim:
Padişah, veziriazam ve bostancıbaşı yaptıkları meşverette yeniçeri'yex sığınmanın plânlarını kuvveden fiile çıkarmaya karar vermişlerdi. Hüseyin Paşa yanma epeyice tutan bir servet almıştı. Bu servetle askere bazı vaatlerde bulunularak durumu kurtaracağına dair samimi inancı vardı. Hatta bu hususta muvaffakiyyet temini için canını vermeye dahi hazır idi. Padişah ve veziriazam derhal yeniçerilerin Ağa'sının yanına Ağa Kapısı'na sığındılar. Zaten isyana taraftar olmayan Yeniçeri Ağası (General) Ali Ağa'yı yanlarına çağırıp şu teklifi yaptılar. «Yeniçeriler bu işi bırakıp kışlalarına dönerlerse, Sultan Mustafa'yıda teslim ederlerse her birine elli duka altını birer parça da atlas kumaş ayrıca yövmiyelerine de zam yapacaklarını» söylediler.
Yeniçeri Ağa'sı bu teklifin kabul edilecek bir husus olduğunu söylerkende şunu unutuyordu. Bu isyan ve neticeyi ufe-ma destekliyor. Ayrıca iktidarı ele geçiren Sultan Mustafa belki akıl etmezdi amma 2. defa Valde sultan olan annesi tecrübenin verdiği kararlılıkla, iktidarın kuvvetiyle daima ondan fazla vereceğini çoktan garanti etmişti. Yeniçeri Ağası bunu hesaplamamanın cezasını; bu teklifi yeniçerilere açıklamaya başladığında «urun söyletmen» laflarıyla karşılaştığında sözüne devam etmek isterken hayatını kaybetmekle çekti.
Genç Osman keşke çoktan ölseydi de bu acılı yolculuğu yapmasaydı. Fakat tecelli böyle imiş. Dün o genç padişahın emirlerini yerine getirmek için koşuşanlar, bugün ona en ağır hakaretleri reva görüyorlardı. Hele bunlardan Altıncıoğlu isimli bir uğursuz, civan padişahının baldırlarını sıkıyor ve «Osman çelebi senin ne güzel baldırın varmış» diye kırılası ağzından pis salyalar akıtıyordu. Ey insanlar; padişahına daha mühimi halifesine böyle en rezil hakareti reva gören veya bu harekete mani olmayan millete felah erişirmi? Cenab-ı Hakk buyurmuyormu «Biz, bir milet kendi hakkındaki hükmü değiştirmedikçe. Bizde o milet hakkındaki hükmümüzü değiştirmeyiz.»
İki Padişah Bir Camii'de
Yukarıda yazmıştıkki; Sultan Mustafa, Genç Osman hakkında yaptığı niyazla aynı mescidde buluşmayı istemişti. Hakikaten de iki padişah aynı kubbenin altında bulunmuşlardı. Fakat ne ters bir durum; devlet idare etmeye can atanı devletten uzaklaştırılıyor, hiç bir iddiası olmayan ve isteğide bulunmayan devlete getiriliyordu.
Genç Osman, Şehzadebaşı camiine girdiğinde amucasının mihrabta oturduğunu gördü. Dışarıdan gelen bir ses duysa pencerelere koştuğunu gördüğü amucasını bir müddet seyrettikten sonra kendini toparlayan Genç Osman, «Görüyorsunuz kendinize padişah yaptığınız adam ne haldedir. Bu hem devleti batırır, hem de sizin birbirine düşmenize sebep olup kendi ocağınızı söndürürsünüz» diye gayet tesirli bir hitabede bulundu.