2011-07-20 16:38
Sultanlar / Padişahların Biyografileri / Sultan 2. Mahmud Biyografisi 6
Sultan 2. Mahmud Biyografisi 6
Sultan 3.. Selim kurmaya çalıştığı yeni usûl nizamı cedîd askerini tabiatıyla yeniçerilerin içinden gönüllü olanların arasından seçmişti. Ne varki bunlar tâlime başladıklarının ilk dakikalarından itibaren sıkılmağa başlamış, daha doğrusu bu talim zor gelmiş olduğundan firar yolunu seçmişlerdi. Bütün bunlara rağmen 1205/1790 tarihinde Bostancı ocağına ek olarak Levend çiftliğinde nizamı cedid adı altında bir askeri sınıf daha faaliyete sokuldu. Bunlara tek tip ve aynı renk ta-Şiyan elbiseler giydirildi. Muntazam şekilde tâlim ve terbiye altına alındılar ve yetiştirilmeye başlandılar. Yeni kurulan bu asker sınıfının iaşe ve ibate edilmesiylede donatılması hususunda bütçede para olmadığından, sıkıntılarla karşılaşılıyordu. Çare olarak da; "İrad-ı Cedid" hazinesi adı verilen, bazı gelirlerin vergisinin tahsisi, timar ve mukattaaların bir bölü-mününde bu hazineye alınması, pek kısa zamanda mühim saylılacak miktarda gelir elde edilmiş oldu. Bu gelirlerin sağlanmasında, yeni asker yâni nizamı cedid mensubu sayısında artış kaydedildi. Selimiye Kışlasının yapımına geçildi. Kışlayı hizmete sokunca nizamı cedid askerinin tâlim ve ter-biyesinede iyi bir ortamda İtina gösterebilme şansfelde edilmiş oldu. Asakir-i Şahane adı ile tanınan ve piyade ile süvari sınıfını teşkil eden bu iki gurup asker o kadar güzel bir düzen ve terbiye içindeydi ki görenlerin kalblerine iftihar hisleri hâkim olmaktaydı. Sokaklarda gezindiklerinde hiç kimseye fena muamelede bulunmayıp, boğazın iki sahili boyunca asayişi muhafazaya dönük olarak devriye gezerler, hâl ve durumun bozulmasına meydan vermezlerdi. Bunların sayesinde İstanbul'da asayiş tamamiyle emin bir hâl almıştı. Bu arada yapmakta oldukları yürüyüş ve atış tâlimleri göze pek hoş gelmekte olduğu gibi, aklibaşında olanlar da, bu yeni tarz askeri mesleğin kurulmasından memnuniyet duyuyorlardı.
Lâkin bu yeni askere halkın eğilimini ve teveccühünü arttırması yeniçerilerin yavaş yavaş kıskançlığa düşmelerine tahrik eylediği gibi, bunların frenk usûlü tâlim yapmalarına, yâni trampet çalarak meş'i askeri yâni resmi geçit yapmalarına ahalinin içinden bazı herzelerinde itirazlara başvurduğu görülüyordu. Hâttâ nizamı cedid'e "şer'i cedid" yâni şeriatın askeri diyenlerin sayısı daha çoktu. Esasında; dünyanın neresinde olursa olsun, yeni bir adet, yenibir usûle garib ve çekingen bakmak, onunla uzun zaman anlaşamamak, insanlığın tabiyatının iktizasındandır. Akıllı devlet bunabenzer istirkablara yâni çekememezliklere, nede cahil ahalinin gösterdi-a\ alaycı tavra asla önem vermeyerek, yeni sisteminin, ıslah ve tekâmülü sağlamasını teminden vazgeçmemelidir.
padişah 3. Selim, bu sistemin tutup yerleşmesi için büyük aayret sarfederdi. Günde bir kaç defa nizamı cedid askeri ile alakalı bilgi almadan durmadığı gibi, kumandan ve vezirleri bu yeni askeri sınıfı tutmaları hususunda bıkmadan teşvik ederdi. Gerçi bu askerin mevcud miktarı, bir savaş çıktığında hududların tamamını savunacak sayıya varmış değildi. Ancak devletin başı sıkıştıkça bunlardan istifade ettiği olurdu, özetleyecek olursak; 1213/1798'de apansız Mısır'ı istila ederek, oradan da Suriye üzerine yürüyen meşhur Napolyon Bo-napart ve bunun ordusunu Akkâ kalesi önünde kati bir hezimete düşürmede ve Napolyonu Mısır hududuna kadar ricata mecbur edenlerin arasında işbu nizamı cedid askeri çok sayıda bulunmaktaydı. Böylece nizamı cedid, varlığının gözle görülür faydasını milletin gözleri önüne apaçık sermişti. Buna karşılık bazı kimselerin; "Bu asker sayısı lâzım gelen mik-darı aştığını gördüğünüzde yeniçeri ocağının kapanacağını da bilin" tarzındaki sözleri tabiatıyla yeniçerilerin kıskançlıkla beraber kin ve gayzlerinin artışını sağlamaya hizmet etmekteydi. Hâttâ şöyle bir hikâye anlatılır ki; pek elimdir. "Yeniçerilerden birine şakadan: nizamı cedid olurmusun? Diye sorulduğunda cevabı: Hâşa, moskof olurum! Nizamı cedid olmam." dediğini Asım tarihi kaydediyor. Cevded paşanın tarihinde anlatıldığı üzere: "itleri gelen kimseler ve memurlar arasında yeniçeriyi tercih edenlerin sayısı az değilken, ahali arasında ise rey iki guruba taksim olmuştu. Ancak bu hâl, her mevzuda zorluklar çıkmasına sebeb oldu." Nizamı cedidin Önceleri ahalinin sevgi ye saygısını kazanması hususu, zaman içinde git gide bu sınıf-ı askeriyenin her geçen gün terakki kaydetmesi, kendi özel menfaatlerine uygun'düşmez kimselerin yönlendirmesiyle bir kısım ahalinin nizamı cedid aleyhine geçmesiyle meydana gelen durum, 1324/1908 Temmuz'undan o senenin Aralık ayına kadar, halkın sevgisine nâiliyet kazanan ittihad ve terakki cemiyeti hakkında, bazı kimselerce ortaya getirilen iftira, isnat ve hücumlarla tenkitlerin eserine bağlı olarak irtica gününe kadar, İstanbul halkının düşüncesi, rey'i, eğilim itibarıyla ikiye bölünmüş olmasıyla pek büyük benzerlik arzettiğini izaha lüzum görmeyiz. Çünkü naçizane fikrime göre; "Tarih, tekerrürden ibarettir." Ahalinin içine düşmüş olduğu ruh halinden habersiz olan devrin devlet adamları ve memurları bazı hususlarda kaba-hatlıdırlar. Meselâ: İstanbul'da nizamı cedid kurulmasıyla sosyal hayatta birdenbire alafranga usûl ve tarzını benimsemeye gerek yoktu. Dünyada hiç bir vaziyet yokturki; tekamül kanunlarının hüküm ve tesirlerinden hariç kalıp kurtula-bilsin. Başlanmış bir işin derhal kemâlata ermesini istemek, o işin başarısız kalmasının talebidir. İşte o dönemin ileri gelenlerinin ve bilhassa henüz kuruluşu tamamlanmış nizamı cedidin varlığına istinat eden yenilik severler, o devrin müsaade edeceği fazla sefahata eğilimi ve eski tarz düşünce sahiplerine karşı layık düşmez hakaretlere başvurmaları nedeniyle, tabiatıyla birbirlerine muhalif fi-kirler, arzulardan kaynaklanan bir kat daha çoğalmış gerginlik girmiş oluyordu. Bu ihtilaf dolu bakışlar, bu yanlış hareketler çeşitli hatalarla hastalanmış anlayışlar, daha sonra ortaya çıkacak oian fecii vakaların giriş hareketlerini hazırlıyordu. Halbuki halkda, bilhassa doğu kavimlerinde gefenek ve göreneklere büyük bir temayül ve istidad mevcud olup, büyüklerin yaptığına, küçüklerin özenmeleri tabii olduğundan bütün varlığı ile sefahat alanında yer aldığından İstanbul ahalisinin masarifinde günden güne artış oluyor, böylece de, fakirlik o derece artıyordu. Yine tekrar edelimki; ahali bu fakirlik ve ihtiyacın sebebini de, frenk usûlü ve adetinin ülkemizde tutunabilmesinin uğursuz neticelerinden olmak üzere kabul ve telakki etmekteydi, Bu sebeble de, hükümet idaresinden memnun kalmıyor, hatta gayrı memnun bir haldeydi. Bu gün alafranga usûi içinde taklid ve tatbikine muhtaç olduğumuz bazı güzel adet-lerede alakasız ve endişe içinde davranış göstermek hiç şüphe yokki, cedlerimizden, büyük cedlerimizden demek olan o dönem adamlarının mirasından bize "Atavizm" şekliyle intikal eden irsi hastalığın kendisinden başka bir şey değildir. Özetlersek; İstanbul halkı bu hükümetin bu yöndeki şekil ve düşüncesinden şikayetçi olduğu gibi, taşra ahalisi dahi, nizam-ı cedidin idaresini temin için kurulmuş bulunan "İrad-ı Cedid" hazinesi adına kendilerine konan verginin ağırlığından bahisle şikayetçi olmaktan geri durmazlardı. Kaldı ki; vekil-lerdende her biri, ileri gelen yakınlardan birine bağlı ve dayanan tamamı birbiriyle benzeş ve birleşmiş olarak Enderuni ve Birunİ, yâni içi ve dışı istilâ eylemiş olduklarından onların ilim ve haberi olmadıkça saltanat tarafına bir şeyin ihtarı ve anlatımı kabil olamaz. Onların rey ve marifeti olmadıkça bir iş so-nuçlanamazdı. Ki; bu vaziyetlerin 2. Abdülhamid devri saltanatıyla-zannedersem-benzerliği meydandadır.
Esasen 3. Selim'in iyiniyet sahibi bir padişah olmasından, yenileşme tarafdarı bulunmasına rağmen, mütereddit bir kimse olduğu da ortadayken, bazı eğilimlerinin hesaba çekilir halleri bulunduğunu gösteriyordu. Yakını olanlara ve hizmetinde bulunanlara pek fazla itimat, emniyet duymaktaydı. Cezalanmayı hak etmişleri af yoluna gitmesi, her duyduğuna inanması gibi temayüllerdi bu eğilimleri. Herneyse gayri memnunların sayısı çoğaldıkça bazı büyük memur ve devlet adamlarının cahil halkı telkinleriyle ifsatları yetişmiyormuş 9'di, başşehirde bulunan Rusya, Fransa ve İngiltere elçileri de bu işlere karışmışlar, onlarda el altından çeşitli rollere soyunmuşlardır. Çünkü; o dönemde ortaya fırlamış olan Napoi-yon Bonapart, bütün avrupayı çiğnemiş, açtığı savaşlarda avrupa devlet ve ahalisinin nefretini kazanmıştı. Fransa bu sebebe bağlı olarak bütün avrupada yardımsız kalmıştı. Öte yandan, Rusya'ya karşı Osmanlı devletini kullanmak niyetinin sahibliğini unutmayarak, münasebetlerini geliştirmeye çalışırken, ingilizler ve Ruslar, Fransızlardan önce davranarak Osmanlı padişahı ile dostça ilişkiler temin yolunu arıyor-dular. Bunu nasıl yapacaklardı? Bu sorunun cevabı; Osmanlı ülkesinde husul bulacak bir ihtilal sayesinde, padişahı kendilerinden istimdadın talepçisİ olacak noktaya çekebilmeleriydi. Bu da gerek fngilizgerekse Rus elçilerinin galeyan halindeki İstanbul ahalisini, üfürdükleri dedikodularla heyecanlandırmaktı. Meselâ: Nizamı cedid askerinin çoğalmasından sonra yeniçeriliğin kaldırılacağı veyahut bu tatbik olunmağa başlanan usûlün gayrı şer'i olduğunu propoganda ediyorlardı. Bütün bunların neticesindendir ki; 1222/1807 senesinde olaylar daha müthiş bir manzaraya dönüşmüştü. Buna da sebeb Rusların bize karşı açmış olduğu savaş yüzünden, İs-tanbulda bulunan yeniçerinin tamamı rumeli kıtasına sevk edilmişti. Kimi erbabı fesat başşehri yeniçerilerden tahliye yoluyla kurtarıp, yerine nizam-ı cedid askerinin yerleştirilmesi hususnda bir başlangıç olduğunu ahaliye duyurmaya ve yaymaya başladılar. Bu söylentilere ilaveten bir kaç Cuma sonra padişahın Cuma selamlığına da nizamı cedid elbiseleri giyerek çıkacağını yaymağa başlayipda peşinden de nizamı cedid askerinin İstanbul'u aniden basıp, muhalifleri katliama tâbi tutacaklarını tumturaklı ifadeler kullanarak etrafa duyurdular.
Devlet yöneticileri ise; nizamı cedidin itaat ve intizamına, büyük bir güven inanç içinde zevkü safaya dalmış, hazırlanmakta olan ihtilâlden habersiz vakit geçirirlerken, böyle hazirlığın yapılmakta olduğunu bildirenlerede maalesef önem vermemişlerdi. (1324/1909'da 31/mart/vakasında mülga, yâni kaldırılan avcı taburlarının intizam ve sadakatine güvenerek, hiç bir vukuata ihtimal vermeyenlerin kulakları çınlasın!) Bilhassa; 3. Selim'in, etrafındakilere aşın bağlılığı neticesi olarak, Ataullahefendi gibi yeniliğe kapalı olan bir adamı meşihat makamı, yani şeyhülislâm tayin etmesi, sadrazamın ise, ordunun başında rumelide olmasından dolayı sadaret kaimmakamhğına Köse Musa paşa gibi müfsid birini tayin etmiş olması, ihtilâlin kolaylıkla yapılmasına en büyük yardım olmuştu. Köse Musa paşa denilen ve tarihde adı lanetle anılan kimselerin arasında yer alan, bu rezil düşünce zebunu, genel eğilimi iğfal ve tahrik ettikten başka, bitaraf kimseleri de kendi fikri anlayışına sevk etmekteki mahareti, şeytana yakışır ustalıktaydı.
Eğer bu melunda zerre kadar hâmiyet-i milliye ve vataniye bulunsaydı, öyle gaileli bir zamanda meydana gelecek irticaa engel olurdu. Lâkin; ne fâideki, yaradılışında gizli bulunan alçaklığı hasebiyle, değil bu oluşumu engellemek, daha çabuk ve gaddarlıkla beraber vücud bulmasını hızlandırmıştır. Hâttâ bu habis'in ifadesinden olarak, güya padişah 3. Selim bir gün bostancıbaşı'ya: "Bostancı efradına nizamı cedid elbisesi giydirebilirmisin?" Şeklinde soru yönelttiğinde, bos-tancıbaşı'da: "emrediniz. Onlara şapka'da giydireyim!" Cevabı verdiğine dair, mahalle kahvelerine kadar yayılan böylece ahalinin bu konuşmalar sebebinden padişaha kin ve gay-zının köpürtülmesi sağlanmıştı. Hakikaten sonunda Köse Musa paşa emeline nail oldu. Şöyleki; bu habis, vükelâ toplantısından çıkardığı bir karara göre Karadenizboğazında muhafız sıfatıyla bulunan yeniçeri yamaklarına nizamı cedid elbisesi giydirmek, ellerine de avrupa yapısı harbilitüfenk vermeyi sağladı. Alınan kararın icabının yerine getirilmesini vazifelilere bildirdi. Ancak, yamaklara da: "padişahın emri ile sîzlere frenk elbisesi giydirilecektir. eğer giyerseniz dinden çıkarsınız! Giymezseniz, nizamı eedid tarafından askerliğinize son verilecek, ya da Öldürüleceksiniz." Şeklinde haberleri ulaştırmıştı. Hakikaten 17/mayıs/1806 pazartesi günü boğaz nâzın İngiliz Mahmud efendi, Rumeli kavağındaki yamakların maaşlarını vermeğeve yamaklara nizamı cedid askeri elbisesi giydirme teşebbüsüne girmeye başladığı anda, ihtilâl ışıkları parlamaya yüz tutmuştu. (Son irticaın yâni 31/mart/1909 ihtilâlinin çıkış sebebleriden biri de, askere şapka giydirileceği ve bu şapkanın hassa dairesinde var olduğunun duyurulması değilmi idi?) Şöyleki:
Yukarıdan beri söylediğimiz gibi, bu ahvalden haberdar ve ihtilâl sebebleri hazırlanmış yamaklar, hemen kışla'nın etrafında ve koğuşda toplanıp: -Biz yeniçeriyiz! Mizam elbisesi giymeyiz! Diyerek, silahlı isyana karar vererek kaleden dışarı fırlamışlardı. Her ne kadar Macar tabya subayı Halil haseki bunların karşısına çıkıp da, davranışlarının yanlış olduğunu, çünkü nizamı cedid elbisesi giymek gibi ortada dolaştırılan rivayetlerin bir yalandan ibaret olduğunu izah ettiysede, lâf dinlemeyenlere sözün faydası olmadığı gibi, üstelik adamcağızı hemen orada paraladılar. Bu vaziyetten ürküp, kayıkla Büyükdere'ye firar eden Mahmudefendiyi de, arkasından çala kürek giden bir sandal yardımıyla ele geçirmişler ve parçalamışlardır. Bütün bu olup bitenler babıâlide duyulunca. devlet yetkilileri toplanmış çoğunlukla katillerin yakalanıp, büyük bir İbret olmak üzere idam olunmalarını beyan etmişlerdi. Ancak sadaret kaimmakamı Köse Musa paşa ise; bir kazadır olmuş "Yamaklar yola gelir. Bu işin arkasını bu kadar takip etmek iyi netice vermez." diyerek ekseriyetin vardığı karan bozmuştu. Zaten vükela, Musa paşanın oynadığı rolün farkında olmadığı gibi yaptıklarını kavrayacak ölçü ve akılın sahihlerinden değildi. Böyle oluncada, işler sükut perdesine sarılmıştı. Hamiyyet timsali padişah 3. Selim ise, sarayında dalkavukları ile sohbetle meşguldü!. Musa paşa mel'unu ilerde kendisine bir zarar gelir diyerek, kendi seçmiş olduğu kimselerden teşkil ettiği bir nasihat heyeti göndermişti.
Gönderilen bu heyet, yol kesici, can alıcı gurubun yanına varınca onlara öyle bir nasihat ettiki, cesaretlerini, gayretlerini arttırmayı sağlamıştı. İdare-i devletin yapılanları gaflet ile karşılaması vakasından, nasihat için gidenlerin melunane nasihatlanndan ve yaptıkları telkinlerden cesaret alan bu serseri kalabalığı, hemen ertesi salı günü Büyükdere çayırında toplanarak, (31/mart vakasıda, sah günü başladı idi. )Ka-bakçı Mustafa çavuşu kendilerine reis, Arnavud Ali, Bay-burdlu Süleyman ve Memiş'i de, reis muavini tâyin ettiler. Gelecekteki her şeye birlikte karar vermeyi kararlaştırarak sözlerini yerine getirme hususunda da, yeminler içtiler. "Gerek müslim, gerekse gayri müslim, kim olursa olsun, hiç bir kimsenin can, mal ve ırzına dokunulmayacak, dokunan olursa idam olunmasına karar aldılar. Şeyhülislâm kapısından tasdik görmeyen işler taleb olunmayacaktır. Babıâliden yapılacak taleblerine evet cevabı gelmedikçe dağılmamak üzere aralarında yeminlere başvurdular. Bunlar cahil dini üzere en'am-ı şerif öpmek, kılıç atlamak gibi davranışlardı. Bir gün sonra yâni çarşanba günü, dört-beşyüz neferden ibaret topluluk, Büyükdere'den aşağı doğru yürümeğe başladılar. (Bu ilk irticada olduğu gibi, 31/mart vakası esnasında da buna benzer kararlarla Sultanahmed (At meydanında)de toplanıp harekâta geçmişlerdi.
Dunlarında; "şeriat verilmediği takdirde dağılmamak üzere etikleri yemin, Kabakçının adamlarınınkinin aynı gibiydi.mart salı gününün erken sa-atlerinde Taşkışla'dan harekete geçen 4. Avcı taburu askerleride bu sayıdan fazla değildi. Hâttâ İstanbul'da bulunan bazı sefillerin bu isyancı askere katılması mürteci sayısının yekünü çoğalması açısından pek fark etmediği düşünülmelidir.) Deniz sahilinden yürüyenlere katılanlar oluyorsada, hemen yukarıda parantez içinde verdiğimiz bilgilere göre, önemsenecek sayıyı bulamadıkları görülür. Bu el-hâinü haif hükmü burada da tecelli ederek, bu hızla Tarabya'dan harekete cesaret edemiyor ve nizamı cedid askerinin saldırısından korkuyorlardı. Evet. O nizamı cedid askeri ki, Napolyon'un muntazam ordularına Suriyede, Mısır'da galebe çalmış, Avusturyanın bütün kuvvetlerine üstün olduklarını ispat etmişlerdi, bir yerden bir taraf dan emir alabilseler ve bunların üzerlerine yürüyebilseler, çil yavrusu gibi asileri dağıtacağına asla şüphe edilemezdi. Ne varki, böyle bir emri o askere verecek adam nerede idi?
Saltanatın sahibi padişah, hariçle irtibatını yok denecek seviyeye getirmiş, sadaret kaimmakamlığında bulunan Köse Musa ise nizamı cedide muhalif olmakla, bunu açığa çıkarmamışlardandı. Köse Musa paşa, kaimmakam sıfatıyla nizamı cedid askerine yazdığı bir tezkerede hiç bir yere kımılda-mamalerini emretmişti. Velhasıl Çarşanba günü bir irade-i seniyye çıkaran ve isyancıların dağıtılmasına amir olan hüküm güya yerine gelsin diyede kaimmakam Musa paşa; 25. ortanın mütevellisi Kapancı Mustafa adlı habis bir nasihatçi gönderdi. Bu habis-i lâin yamaklara adeta nasihat yerine müjdeler verdi. Mizamı cedid aldığı emir üzere yerinden kı-mıldamayacaktır. Haberini böylece vermiş oluyordu. Bu haber artık asilerin cesaretini havalandırdı. Bu herifinen me'şum tarafı "Yamaklar yaptıklarından nadimler. Ancak nizamı cedid askeri boğazlarda kaldığı müddet, kendilerini emniyette hissetmeyeceklerini, bu bakımdan onların yâni niza-m-ı cedidi boğazdan kaldırmanız istirhamlarıdır" şeklinde babıâliye hitaben yazılmış bir tezkere getirmesi oldu. Kaimmakam Köse Musada yazının kapsamını okuduğunda durumu padişaha arzederek, kendisinden boğazda bulunan nizamı cedid askerînin Levend çiftliği ve Üsküdar'da bulunan Selimiye kışlasına çekilmelerini emretmekte olan bir bir iradei seniye istihsal etti. İradeyi derhal yürürlüğe koydular.
Bu vakaları zapt ve kaleme alan bazı tarihçilerin ima yoluyla söylediklerine bakılırsa, bu isyancı güruhu, Sultan Mustafa'nın adamları tarafından gizlice teşvik edilip coşturulduk-larıni, her olaydan ve neticesinden adı geçen Sultanın haberdar olduğunu açıkça anlamak mümkündür. Çünkü; tek arzu-1 lan nizam-ı cedidin boğazdan çekilip gitmeleri olmuş olsaydı, padişahın verdiği ferman buna kadir olduğuna göre neden zaten korkmakta oldukları hallere düşsünler, boğaza dönmeleri gerekirdi. Bunlarsatam tersine her adımlarında çoğala çoğala, Rumelihisar'ına kadar gelmiş ve önlerinde . yürüyen münadilere: "Ya ibadullah (Allanın kulları) emelimiz, nizamı cedid beliyesini (belasını) kaldırmaktır. Başka niyetimiz yoktur. Müslüman olan bizimle beraberce gelsin! Bu iş umumun ittifakıyladır. (Bu bağırışların; 31/mart/1325 salı günü divanyolunda, Sultanahmed'de "maksadımız şeriatı almaktır. Başka arzumuz yoktur. Allahını seven, müslüman olan Atmeydanına gelsin" şeklinde bağırıldığını duyan çoktur.) Bütün bu misaller işin içinde kuvvetli bir teşkilat ve bunların teşvikinin olduğunu göstermektedir. Bu hezele güruhu, durmadan yürüyerek gece saat dört sularında Tophane'ye varabildiler. Durmadan çektikleri; Hay! Hay! manileriy-le o civar ahalisinin huzurunu askıya aldılar. O devirde asker sınıfları arasında pek intizamı bozulmamış olanlar arasında topçu sınıfı belkide birinci gelmekteydi. Binlerce haşaratın ag*ra çağıra Tophane'ye gelmeleri yüzünden müteessir olan °pçular, bunlara karşı silah kullanmak arzusuna kapılmış ve emir merciinden müsaade talep etmişlerse de hiç bir yerden hiç bir tarafdan böyle bir izin verilmemiştir. Tam tersine, ka-immakam Köse Musa paşadan gelen emirki. işi umumun ittifakıyla yapıyoruz. Topçular karışmasın şeklindeydi. (Yine 31/mart vakasında bağırtılar arasında Bayezid meydanında toplanıp. Harbiye binasına zorla girmek isteyen irtica erbabına haddini bildirmek için, orada bulunan askerede bir şevk-lesilah kullanma arzu ve hevesi gelmiş olduğu halde, talep edilmiş vur! emrinin alınamaması sonucu olarak askerin elleri böğründe kalmıştı. 31/mart vakasındaki halle, kabakçı askerleri vetophane askerleri arasında geçen vakadaki benzerlik nekadardailgi çekici!.
öse Musa paşadan gelen emre uyan topçularda çaresiz boyun eğip, kazanlarını kaldırıp, üstelik Kabakçının da adamlarına iltihaka mecbur oldular. (Kabakçı Mustafa'yı pek bilinmekte olan Derviş Vahdeti'ye benzetecek olursak, bu isyanda vazife almış Arnavud Ali ve Bayburdlu Süleyman Ça-vuşu'da, 2. irtica vakasında yâni, 31/mart olayında büyük rolleri bulunan Hamdi ve Hazım çavuşlara benzetebiliriz.) işlerin vardığı neticeleri gören Musa paşa, mühimce toplantılar düzenleyerek müzakerelere sabahın seherinde başlanacağını bildirir davetiyeleri ta geceden vükela ve ileri gelen memurlar İle ulemaya gönderir. Perşembe sabahı babıâli'de toplanınca hemen müzakerelere giriştiler. Çeşit çeşit fikirleri oylayarak vakit geçirdiler. Halbuki o sırada İstanbul'da 13 bin kadar nizamı cedid askeri bulunmaktaydı. Bunlar marifetiyle isyancıları dağıtmak işten bile değildi. Böyle yapılmasını hatırlatacak bazı tekliflere karşı "nizam-ı cedid, henüz intizam kazanmış olmadığından, bunlarda o kadar itimat edileceklerden değildir-Ier. Şayed bunlarda gelip asilere iltihak ederlerse iş daha ziyade vahamet kesbeder." şeklinde cevap vererek bu husustaki görüş ve teklifleri geri çevirmiştir. Devletin mes'ul vekillerinin böyle boş müzakerelerle vakit geçirerek yaptıkları yanlış İstanbul'un her tarafından, balıkçılar, kayık-r\ hamal ve serseri kafileleri peyder pey gelip isyancılara katılmaya çalışmaktaydılar.
Öte yandan küçük küçük guruplar, İstanbul tarafına geçerek, Ayasofya ve Sultanahmed meydanlarına doğru yol alıyordu artık topluluk büyümeye başlamıştı. Kabakçı Mustafa çavuşun düzenlemesiyle yamakların en azılıları yeniçeri kışlalarına, kolluklarına oralarda bulunan ocaklılarında at meydanına gelmelerini istemişlerdi. Vakit öğleyi aştığında, semtin sokakları silahlı isyancılarla dolmuştu. Aha-linin artık geliş ve gidişi kesilmişti. İşin bu noktaya geldiğini Musa paşa, 3. Selim'e arzedince (31/mart vakasında salı sabahı Hamdi çavuşun düzenlemesiyle 4. avcı taburu mensuplarının kışlalara karakollara yayılarak masum askerleri Ayasofya meydanına davet ettiklerini hatırlayalım.) Padişah son derece şaşırmış, sarayın kapılarını ve pencerelerini kapattırıp, nizam-ı cedid askerini kaldırdığını bildiren bir fermanı babıâli-ye yollamıştır. Şeyhülislâm Ataullah efendi, bu ferman elinde olduğu halde isyancıların toplandığı Atmeydanma gelerek, isyan edenlere hitaben yaptığı konuşmada, elinde irade-i se-niye olduğunu, nizamı cedid askeri usûlünün iptal olunup, bu kararın hemen uygulamaya konuşduğunu müjdeledi. (31/mart/1325 salı günü sabah sekizde yol kesen isyancı askerler affa nail oldukları ve bundan sonra şeriat dairesinde iş görüleceği hakkında tebliğ, olunan irade-i seniyeler üzerine hepsininde havaya doğru silahlarını ateşleyerek "padişahım çok yaşa" duasını tekrar ederek memnuniyet gösterikleri hatırlanmalıdır.) Sekbanbaşı tarafından artık; isteklerinin yerine
getirildiğini ifade etmesi münadiler tarafından yüksek sesle r tarafta duyulması sağlanınca, serserilerin bîr çoğu sevinç yerlerine çekilmeğe teşebbüs etmişlerse de, bazı müfsidlerin: -Arkadaşlar! Yoldaşlar, işler henüz tamamiyle yoluna girmiş değil, dağılmayın. Sözleri yükseldi.
Bu bağırışmaların sonunda isyancılar yerlerinde kalakaldılar. Bu yerinde durma, isyanda musir olma temin edildikten sonra, Köse Musa paşanın gizlice düzenlediği ve yine gizlice Kabakçı Mustafa'ya gönderilen liste ortaya çıktı. Listede adlan geçen onbir kişinin Ölü veya diri olarak kendilerine teslim edilmesini taleb eder oldular. (2. irtica denilende de, bazı fesat kimselerin cebinde İttihat ve terakki cemiyetine mensup olan zatların adlarıyla ikametgah adreslerini gösteren defterlerin bulunduğu ve bunların öğretmesi ve göstermesi hasebiyle de bazı serserilerin sokak sokak, mahalle mahalle dağılarak, evlerin kapılarına istavroz şeklinde işaretler koydukları kesindir.) Şöyle veya böyle teslimi istenen onbir kişinin isimleri şunlardı: Devlet müsteşarı ibrahim Nesirni ef. , Bahriye nâzın Hacı İbrahim ef. , Rikab-ı hümayun kethüdası Memiş ef. , Reisülküttap vekili Ahmed ef. , Varidatı Cedid defterdarı Ahmed bey, Darphane amiri Ebu Bekir ef. , Valide kethüdası Yusuf ağa, Enderunu hümayun ricalinden sır kâtibi Ahmed ef. , Mabeynci Ahmed bey, Bostancıbaşı Şâkir bey. , müderrislerden Lutfullah ef. , lerdi. (Yine bu 31/mart/irticası olayında; sadrazamı, meclis-i mebusan reisini, istemeyiz, şunu bunu istemeyiz. Diye nasıl taleplerde bulunmaları, bazılarına da suikast düzenlemeleri, af olunduktan sonra da, yine dağıl-mayarak, şunun bunun kanını, dökmiye cüret etmeleriniKa-bakçı ve arkadaşlarının irticai harekâtına ne kadar çok benzemektedir.) Yapılan talebin hemen gayri meşru bulunup yerine getirilmesinde görülen tehirden azgınlaşan bu reziller topluluğu, Atmeydanından Atmeydamna geçerek, çeşitli şekilde velvele ve şamataya başladılar. Padişah 3. Selim, yumuşak kalbli affı seven, karışıklıklardan hiç hoşlanmayan, rahata düşkün biri olduğundan, her birini evlâdı kadar sevdiqini bildiaimiz, yukarıda adlarını yazdığımız istenenleri üzüntüler içinde verilmeye müsaade etti. Bunların bazıları eşkiya-ya teslim edildiğinden sopa, kama, kılıç ile diğer bir bölümüme saklanmış oldukları yerlerde tabanca, tüfenk daha başka silahlarla öldürüldüler. Bir başka kısmıda firarda başarılı olduğundan peşlerine adam koşturmuşlardı. Bu adamlara kaçanları yakaladıkları takdirde beşerbin kuruş verileceği va-adolunmuştu.
Ne yazıkki 3. Selim; bu kadar metanetsiz olmayaydı, hatta bazı adamlarını derhal nizam-ı cedid askerinin başına tayin etseydi görülecek şuydu ki; bu hezele güruhu üzerine yürününce iki saat içinde netice alınacak, serseriler helak edilmiş olunacaktı. Nizamı cedid'e, yeniçeri ve halk arasında o kadar değişik bir anlayış vardıki, bunu anlamak için Ahmed Cevded paşanın tarihindeki şu fıkraya bakmak yeterli sayılır: "Ne zaman nizamı cedidin lağv edildiği haberi zuhur etti, Levend çiftliği ve Üsküdar Selimiye kışlasındaki asker dağılmış, her biri bir tarafa gitmiş isede, isyancılar bu nizamı cedidin yüreklerine düşürdüğü korkudan kurtulamamış olduklarından, İbrahim kethüda, adı onbir kişilik listede yer alan İbrahim Nesimi efendi olup, ite kaka Atmeydamna götürülürken, nizam-ı cedid askeri meydanı bastı diye sözler ortalığa düşünce yeniçerilerde olsun, yamaklarda olsunbüyük bir korku ve telâş eseri müşahede olundu. Hatta kimileri meydanın bir kenarına çekilmeyi tercih edereken, yeniçeri askerinden bazıları da meydanın çıkış kapısından geçip kışlalarına gitmeği yeğlemiştir.
Buna bağlı olarak da meydanda, kendi kendine meydana gelen bir karışıklık çıkmıştı. Seyre gelenlerde de, bir. şeyler satarak geçimini sağlamaya çalışanlarda da garib bir suskunluk kendini gösterdi. İşin aslının İbrahim kethüdayıgetir-mekte o'anların çıkardığı gürültü ve patırdı olduğu anlaşıldığında, ağalar sopa zoru ile dağılanları yeniden toplamaya muvaffak oldular. 1 7/MAYIS/1222/1807 Velhasıl padişahın metin olamaması; sadaret kaimmakamı ve şeyhülislâmın hâmiyyetsizliği, diğer ricalin tedbirsizliği yüzünden bu merhaleye gelen irtica vaziyeti her dakika inkişaf ederek, sonunda 3. bir hatt-i hümayun İle nizamı cedidin kesin kaldırılması intaç etti. Verilmesini taleb ettiklerinin bulundukları yeri bilenlerden teslimi kabul edildikten sonra, artık dağılmak için ne beklendiği soruldu: Padişahın gösterdiği zaafın gereğinden olmak üzere irtica erbabıda "İrad-ı cedid hazine-sinin"de feshini taleb eylediler. Bu arzularıda yerine getiririldi. Lâkin ihtilâl devam etmekteydi. Çünkü bu karışıklıkları çıkaranların maksadı ne nizamı cedid'in nede irad-ı cedid hazi-nesinin kaldırılmasıydı. Ne de, beş-on kişinin kellesini almakidi. Bunlar ancak alet olabilecek olanlara, cahilleri kandırmaya matuf "nizam-ı cedid şer'e mugayirdir. Irad-ı cedid hazinesi, şuna buna yedirmek için kurulmuştur" şeklinde ileri sürülmüş vesile ve bahanelerdir.
Yoksa; esas maksadı Musa paşanın müntesibi olduğu Sui-tan Mustafa'y1 karışıklıktan faydalanarak taht-i Osmaniye çıkarmaktı. (31/mart/1325 üzücü vakasında da, olayları tertib edenlerin maksadlan, zaten hüküm ferma olan şeriatı Mu-hammediyeyi istemek değil, 2. Abdülhamid'e, eski tesir ve otoritesini iade etmek ve onun nefret eylediği ittihat ve terakki cemiyetine bir darbe vurdurmak için olup, irticaa alet edilen biçare erler ise, elden giden şeriatın! kurtarılması için isyan meydanına sevk edilmişlerdi.(Hemen
tarih önünde aklamışlardır. Yazar belki de başka bir ve ile yukarıda parantez içindeki hüküm ifade eden kanaati-i değiştirmiştir umulur. M. H.> İradı cedid hazinesinin lağvedilmesi hakkındaki arzularının yerine getirilmesi sonunda artık dağılırlar düşüncesine varıldığında ikindiye doğru 4. bir teklif ortaya çıkarıldı.
Buda; 1. Abdülhamid hân'ın iki şehzadesinin, hanedan-ı osmaniyanm yegane varisi olan Sultan 4. Mustafa ve Sultan 2. Mahmud'un hayatlarının temini muhafazası için, kendilerine teslim olunmasını istemeleriydi. (Zaten bu taleb kaide-i umumiyedirki, cahil ahali, nerede ve ne zaman devletin zaafını hissederse durmaksızın bazı taleblerde bulunur. Bu taleblerin yerine getirildiğini görüncede şımararak, daha başka taleblerde bulunmaya başlarlar.
Meselâ: 31/mart olayında asiler ilk önce şeriat istediler. Arkasından bazı vekilleri, büyük memurların azlini İstediler. He-men peşindende mektebli subayları istememeğe başlamışlardı. Ertesi gün ise asker yazarlar; gazetelerde yazılan bendlerde, müslüman kadınların sokağa çıkmamalarını, kahvehanelerden resimlerin kaldırılmasını, hürriyet marşlarının çahnmamasını istemişlerdi.) 3. Selim hz. leri bu tahammül edilmez teklife verdiği cevabda kimi isterlerse şehzade muhafızı olarak saraya gönderilmesinemüsaade etti.
Halbuki; Sultan Selim gibi melek yaradılışlı, yüksek fıtrat sahibi bir padişahın, ki kalbininde pek yumuşak olması ve azuundan başka hiç bir kusuru olmayan bu zat, kendisine emanet edilmiş o iki şehzadeyi öldürtmesi asla mevzubahs olamazdı. Hatta Sultan Mustafa'nın ei altından kendisinin yanınde pusular kurdurmasına rağmen ve bundan haberi halde, şehzade Mustafa'ya karşı davranış ve sevgisinde değişikliğe gitmedi. Böyle olduğunu saray halkıda, beiki tertipleri yapmakta olanlar dahi bilmekteydi. Lâkin ne faydaki; Köse Musa paşanın hâin tertibinin neticesi olarak-miletin taiii ve şanı şerefinden başka düşüncesi olma-yan o yüce padişaha karşı böyle tahammülü çok zor tekliflerin yapılması devam edip gidiyordu. Ancak şu teklif, Sultan Selimin üzerinde soğuk duş te'siri yaptı. Buna üzüntüsünü beyan ederek babıâliye yolladığı hattı hümayunun bir yerinde şöyle diyordu" Benim zürriyetim olmadığından her iki şehzade evlâdım ve nûr-u aynim'dır. Allah korusun onlara suikasd iie hane-dan-ı Osmaniyanın inkırazına sebeb olmayı hatır ve hayalimden geçirmem. Cenab-ı Hakk kendilerine tam bir afiyet ve uzunca bir ömür ihsan buyursun, "mealindeki sözlerle ul-viyyetinin derecesini ortaya koymuştu. Ancak; ne bu sözleri ümmete duyurulmuş, ne de bunun rikkatli davranışından ba-bıâli güzel bir netice çıkarabilmiştir.
îş bu derecelere geldikten sonra, saray halkı dahi edebsiz-liğin son perdesine çıkarak, padişahın huzurunda yapmadıkları hayasızlık kalmamıştı. Köse Musa paşa ise Rodos'a sürülmüş, daha sonrada bu lâin herif Alemdar meselesini müteakip idam edildiğinden millet onun hâin suratını görmekten kurtulmuştur. (Böyle vakalarda, hengamelerde isyancılara en çok cüret veren ve gayret bahşedenlerin medrese talebeleri olduğu tarihin mazbut vesikalanndandır ki; 31/mart/ha~ disesinde dahi ilmiye sınıfının himmet-i ve teşebbüsatı fedâ-kâranesine rağmen, asker kaçağı bazı medrese talebesinin ve bunlara benzemek emeliyle başına bir beyaz bez saran halktan birinin, askerleri cesaretlendirme hususunda gayret güttükleri hâla hatırımızdadır.) Asiler o geceyi de bu şekilde geçirdikten sonra ertesi gün olan, Cuma günü yine Atmey-danında yapılan toplantıda ortaya 5. bir teklif daha çıktı. O da, devlet idaresinin, frenkmeşrep ve sefil kimselerin elinde olduğunu, padişah ise, zevk ve sefahatin dünyasına dalarak milleti unuttuğunu buna bağlı olarak taht'tan indirilip, yerine Sultan 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması talebi gelmişti. Zaten bu dağdağanın, bu rezaletlerin maksadı, gayesi buraya gelmeye matuftu.
Bu teklifin ileri sürülmesinden sonra ileri gelenlerden meydana gelen bir cemiyet ve teşkilat eşliğinde ikibin asker himayesinde şeyhülislâm Ataullah efendi saraya gönderilip, tahttan indirme ve 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması kararı alındı. Ataullah efendi, babıâliye gelip, kaimmakam paşa vesaire ile müzakere sonunda millet tarafından 3. Selim'in bu günden sonra tahttan indirilmesine yerine Sultan 4. Mustafa'nın geçmesinin kararlaştırıldığı bir tezkereye yazılarak, Bab'ussaade ağalığına gönderildi. Yazı, Soğukçeşme tarafındaki kapıdan enderunu hümayuna ulaştırıldı. Yazıyı alan da-russaade ağası tezkereyi sünnet odasında bulunan padişah 3. Selim'in yanına giderek takdim etti. Padişah tezkereye göz atınca; yerinden kalkmış ve "Zâlike takdirülazizülaliym" diyerek harem dairesine yürüyerek, tahtını tacını 4. Mustafa'ya terk ederken tebrik etme nezaketini de göstererek feragatin köşesine çekilmiştir.
Köse Musa paşa, işin bu yanından haberdar olmadığından Selim inad edip, kapılan açtırmaz ise, lağımcılar vasıtasıy-la kapıların kırılmasını emretmişti. Sarayın kapısı civarına toplanmış bulunan binlerce haşarat ise ne istediklerinden habersiz Sultan Mustafa efendimizi isteriz! Diye feryad ediyor-ardı. Halbuki işten haberdar olan kapıcılar, karşılarındaki ce-'yetı teşkil edenlerin başında şeyhülislâm ve kaimmakamı görünce kapılan açtılar. Gelenler bu kapıdan içeri girerek, Venı padişah 4. Mustafa'nın gelmesini beklemeye başladılar. stata ise o dakikalarda haremden çıkarak kendisini yenlerle bir araya geldiğinde resmi biat merasimi yerine getirildi. Tabiiki bu işlem rütbeler arasındaki silsilei mera-tip gözetilerek ifa olunmuştu. Biattan sonra herkes işinin ba-şınagitti. 17/may!s/1222-1807 cuma günü işler tamam oldu. Güya işlerin tamamı görülmüş, talebier yerine getirilmişti. Halbuki biçare ahali bilmiyorduki daha hızlı surette, daha iri adımlar ile varta-i izmihlale yâni çoküş'e yuvarlanıyordu. Çünkü tahta çıkan yeni padİşahda milleti bu hali içinde idare edecek kiyasete ve kabiliyete haiz olmadığı gibi vekiller heyetini de meydana getirenler ise kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünemez bir alay hamiyyetsizden, yâni gayretsiz ve haysiyetsiz kimselerden ibaretti.
Bilhassa bu inkılabın meydana gelmesinde en büyük olarak ortaya çıkan Kabakçı Mustafa en çok şımarandı. Her arzu ettiğini yaptırır. Vakitli vakitsiz padişahın yanına giderek istediği iradeleri taleb eder ve alırdı. Tabii bunlar yeni padişahın canını son derece sıkıyordu. Artık kendi duyacağı sesle canının sıkıntısını belli ediyor, Kabakçı'nm yaptığı her ziyaret esnasında kendisine olan iltifatlarını azaltmaya başlamıştı. Ancak göstereceği daha fazla memnuniyetsizliği hesap etmesini bilen 4. Mustafa, gösterdiği hizmetlerin karşılığı bir mükafat olarak, boğaz nazırlığı görevi ihsan ederek İstanbul'un bir ucuna göndermişti. Bu Kabakçı Mustafa denen kaba ve cahil herifden korkmayan kimse yoktu adeta.
Aşağıda tafsilatını vereceğimiz gibi, Allah'dan Alemdar Mustafa paşanındahimmetleriyie vücudu ortadan kaldırılabil-miştir.
Alemdar Vakası Ve İrticaın Sonu!
İstanbul'da, yeniliğe karşı çıkma hadisesi de denebilen irtica olayı husule gelirken, ordularımızda moskof hududunda bulunmakta, ara sıra parlayan çarpışmalarla meşgul olmak-talardı. İşte böyle karışık bir dönemde, devletin kaderi ile oynama mânasına gelen İstanbul'daki olaylar, yâni irticai hadiseler ihtiras ve heveslerin şevkiyle yapmaya cesaret bulanlar tarih karşısında ebediyyen lanetle alınacaklardır. Hududları-mızda bulunan ileri gelen kimseler ve kumandanlar arasında hamiyyet sahibi bazı kimseler mütareke yapılmasının şartlarından istifade ederek, İstanbuldaki olayların sorumlularını tesbit ederek cezaya uğratmak hâttâ 3. Selim'i tekrar Osmanlı tahtına oturtmak hususunda müzakerelere girişmişlerdi. Bu müzakerelerin sonunda herkesin itimadını kazanmış, sağlam ve haysiyet sahibi vede cesur bir zâtın reisliği altında bunu gerçekleştirmeyi kararlaştırmışlardı. Aranan bu hasletlere hâiz olan zât, Rusçuk'da ikamet eden Tuna Seraskeri unvanlı Alemdar Mustafa paşa olduğunda da İttifak sağlanmıştı.
Bu kararın alınmasında sadaret eski mektupçusu Tahsin efendi ile Refik, Galib ve Behiç efendiler büyük rol oynamışlardı. Adlarını saydığımız zevatın teşkil ettiği cemiyetin fer^l sayısı gün geçtikçe genişliyordu. Maksadı yerine getirmeyi başaracak tedbirlerin kararı »alınıyordu. (Bilindiği gibi; İtti-had-ıterakki cemiyeti de son defalarda yine böylece rumeii-nın ücra yerlerinde kurularak, neticeye varmıştır.) Alemdar Mustafa paşa esasında câhil bir zat olmasına rağmen fevka-a e zeki, hamiyyetli, sağlam düşünceye sahip, rumeli askerinin üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. Bu zata müracaat ka-ran a!an heyetin isabet ettiği ortadadır.
Alemdar Mustafa Paşa'nın Biyografisi
Alemdar Mustafa paşa Rusçuk'da doğmuştur. Kamus'ülâ-lam'a göre Arnavud ırkına mensupdur. Gençliğini av peşinde geçirmiştir ve Sultan 3. Mustafa devrinde Ruslara karşı açılan seferde yanında bir miktar asker olduğu halde katılmış ve elinde taşıdığı bir bayrak münasebetiyle "Bayrakdar veya Alemdar" denerek anmak adet olmuştur. Bir ara meşhur Pasbanoğlu'nun isyanında Rusçuk ayanı Tirsinklizâde'ye yardımcı olduğundan, Tirsinkli'ninde tavsiyesi ile kapıcıbaşı-lik payesi verilerek Hezargrad âyanliğına daha sonrada Rusçuk âyanlığına tayin olunmuştur. Alemdar'in çok geniş bir arazinin sahibi durumunda olmasından kaynaklanan zenginliği ve buna bağlı olarakda az rastlanacak tarzdaki cömertliği kendisine pek çok hayran ve minnet duyan kimseler kazandırmıştı. Bektaşiliğe mensubiyeti münasebeti ile yeniçeri ocağına karşı büyük muhabbeti vardı.
Hâttâ 3. Selim'in nizamı cedid askerinin kurulmasına ait çalışmalara muttali olduğunda bir hayli üzüldüğü görülmüştü. Yalnız realistçe bir anlayışa sahip olması hasebiyle Rus savaşında yeniçerinin gösterdiği cebanet, korkaklık ve firarlar, Alemdar'daki bunlara karşı olan muhabbettini yaraladığı gibi tam tersine yeniçerilere kızgınlık duymasını getirmişti. Alemdar Mustafa paşa; Ruslarla yapılan savaşlarda Tuna ordusu kumandanı sıfatıyla bulunmuş, gösterdiği başarılardan mütevellit her tarafta ün kazanmıştı. 1221/1806'da kendisini vezirlik rütbesi ile beraber padişah tarafından kendisine davul, hilât ve sancak mükafat olarak gönderilmişti. Alemdar paşanın 3. Selim'e karşı pek büyük sevgisi vardı. 1222/1807 mayısının 17. günü padişahın tahtan indirildiğini duyduğunda, üzüntüsünün büyüklüğü, bu olaya sebeb olanlardan intikam alma azmine dahi getirmişti. Yukarıda adını verdiğimiz kişiler kurdukları cemiyetin başkanlığına böyle bir döneminde Alemdar paşayı getirmişlerdi. Şimdi burada Alemdar Mustafa paşanın biyografisini dondurup tarihi gelişime temas etmeye devam edelim:
Efendim; Alemdar'ı gizli cemiyetlerine reis seçen zevatın enbüyük taktik başarısı, her biri ordunun çeşitli kademelerinde de kendilerine bir vazife bulup, bu vazifelere tayine muvaffak olmalarıdır. Bu vazifelerde bulunmaları asker ile daha kolayca teması temin edebilmeleridir. Böylece onlan iknaa etmekte başarıyı yakalamalarını elde etmişti. (Eğer, ittihatçılara bakarsanız, onlarında askeri güçleri ele geçirmeden icraata başlamadığını görürsünüz.) Hakikaten ordu bünyesinde vazife almış bu zevat, ordunun meselelerini tanzim bahanesiyle sık sık Rusçuk'a Alemdar Mustafa paşanın yanına giderek, harekete geçmesi hususunda tahrike fırsat bulabiliyorlardı. Eninde sonunda bu tahrikler gizli cemiyetin taşıdığı istikamete doğru yol almaya başladı. Günün birinde Alemdar paşanın yanında bulunan onbin kadar seçme askeriyle Edirne civarına gelmesi görenlere dehşet verdi. Bu halden şaşkın olan herkes üstüne üstlük, Ruslar ile yapılan mütareke ve yiyecek sıkıntısının ağır basmasından dolayı, Tuna boylarındaki askeri kuvvetde Edirne'de boy gösterince şaşırmak, endişeye döndü.
Aynı zamanda serdanekrem unvanını hâmil olan sadrazam, Alemdar Mustafa paşanın Edirne'ye gelişinden ürkerek, mütareke zamanının dolduğunu, hudud boylarında asker ^almadığını bu sebebile Tuna havalisine gitmesini açıkça söylediyse de, Alemdar'm metaneti ve aradaki kimselerin işleri ustalıkla idare etmeleri, zaman içinde sadrazamında anlayışında değişim husule getirdi. Aiemdar paşa, sadrazamın da itimadını celbetmişti. Böylecede sefer yapma müzakeresi başlamış oluyordu. Hâttâ Alemdar paşa'nin müşavir ve müsteşarı oları Refik ve Behiç efendiler, serdar-ı ekrerni orduyu tanzim için İstanbul'a bile gitmeye ikna etmişlerdi. Fakat saltanat merkezinden sorulacak olursa, ordunun başında bulunmasından istifade ile padişahı istedikleri gibi kullanan vekillerin buna onay vermeyeceklerini serdar-ı ekreme inandırmışlardı. Alemdar ise; "madem ordu İstanbul'a gidiyor. Bende onlarla giderek padişahın gözlerini göreyim" şeklinde arzusunu dile getirince, sadrazam bunu uygun buldu. Bu vaziyet karşısında ordunun harekâtı gizlice kararlaştırılıp; beş günde İstanbul'a varılma üzerine plân yapıldı, merhaleler tesbit olundu. Ordunun harekâtı tabiiki ahaiiden de gizlendi. Yoksa harekete geçilir geçilmez, huzuru padişahiye ve sadaret kaimmakamhğına gizlice malumat verildi. Bu haber verme işi de, haseki ağa İstanbul'a gönderilerek yapılmıştı. Ordunun Edirne'de kalmasının, masraf bakımından tahammül edilmez raddeye varacağı için Edirne'ye dönmesinin kabii olmadığının gereğinden dolayı irade-i hümayun çıkarılması, vaziyetin ahaliye duyurulmayıp onların heyecanlandırılma-ması için gizliliğe riayet lüzumuda bildirilmişti. İstanbui hazine vekili Nezir ağa orduyu karşılamak vazifesiyle padişahça gönderildi.
Cemaziyelevvelin 20. perşenbe günü devlet adamlarının ekserisinin haberi olmadığı halde sabah erkenden Alemdar Mustafa paşa; serdarı ekrem ile Çarhacı Ali ve Behram paşaları önüne katarak İstanbul'a ulaşmak üzere yola çıkmıştı. Alemdar kendi askerinden küçük bir birliği yanına almıştı, istanbul'da istediği havayı estirmeye muvaffak olan eşkiya reisi Kabakçı Mustafa, 3. Selîm'i tahttan indirme vakasından butarafa nail olduğu Boğaz Nazırlığı vazifesinde bulunmaktaydı. Kabakçı Mustafa mutlaka yok edilip, eşkiya başsız kalmalıydı. Alemdar paşa bu vazifeyi Pınarhisar ayanı Hacı Ali aqa'ya vermişti. Ordunun Çorlu'ya geldiği sırada hakikaten kendine verilmiş vazifenin şuurunda olan Ali ağa işi aşa-qıda naklettiğimiz şekilde bitirmiştir. Kabakçı Mustafa; boğaz nazırlığı makamı olan Rumelifeneri'nde ikamet etmekteydi. Ali ağa sabahın çok erken saatlerinde buraya gelmiş ve çok Önemli bir emir tebliğ edeceğini bildirmiş idi.
Kabakçı'nın ikametgâhına girmiş ve oradan harem dairesine geçerek, gürültü çıkarmadan Kabakçı'nın kafasını kesi-vermişti. Bu hal İstanbul'dan işidildiğinde herkes hayret etti. Yapılan tahkikattanda bir sonuç çıkmadı. Ancak iki gün sonra Edirneden gelmekte olan ordu, Çırpıcı çayırında boy gösterince vaziyetin ortaya çıktığı görüldü. Ali ağa, Kabakçı'nın. kellesi yanında olduğu halde orduya geri dönmüştü.
Ordunun harekâtının 3. günü vaziyet İstanbul'da iyice duyuldu. Alemdar'in orduyla beraber gelmiş olması haberi herkesi telaşa düşürdü. Devlet adamları ve hçyet-i vükelâ bir toplantıyı elzem buldu. Müzakereler ne için ve ne maksat ile gelinmiş olduğunu tahmine matuf oldu. Neticede, bilfiil gelmiş bulunan or-duyu karşılamaktan başka çare kalmadığına karar verdiler. Ertesi sah günü başında şeyhülislâm olduğu halde bir çok devlet adamı ile birlikte ordunun bulunduğu yere gidip hoş geldiniz. Dediler. Tekrar İstanbul'a döndüler. (Bilindiği gibi seneler geçtikten sonra Hareket Ordusunu da aynı istikamete gidip karşılayanlar olmuştu.) Hâttâ ertesi gun Sultan 4. Mustafa dahi sancağı şerifi karşılama arzusuyla İncirli Çiftliği ile Davutpaşa arasındaki bölgeye kadar giderek, ordu ile birlikte Davutpaşa kasrına gelmiş ve orada bir saat kadar istirahat ettikten sonra, herkesle birlikte İstanbul'a dönmüştü.
Alemdar Mustafa paşanın askerleri müstakil olarak Çırpı-cıÇayır;nda kalmışlardı ki, bu hâl ahalinin kalbinde müthiş bir korkuya sebeb oldu. En azılı yamaklar bile kuzu gibi oldular. Çünkü;AIemdar'ın böyle seçme askerle İstanbul'a gelmesinin mutlaka mühim bir sebeb taşıdığına bütün vicdanlar inanıyordu. Alemdar'ın düzenlemesiyle hemen ertesi gün olan cemaziyelevvel ayının 27. gününe rastlayan perşenbe günü, teşvikçilerin başı şeyhülislâm Ataullah efendi azl edildiği gibi, irticada eli olan bir çok kimsede muhtelif mahallere sürgün edildiler. Alemdar Mustafa paşanın sık sık saraya girip çıkması ve İstanbul'un asayişine bağlı bazı tedbirler almaya kalkışması, başka birdeyimle İstanbul'da bir çeşit örfi idare hüküm sürmesi, Alemdar paşanın önemini günden güne arttırmaktaydı. Sadrazam Çelebi Mustafa paşanın hiç bir tesiri ve hükmü kalmadığı gibi, Alemdar Mustafa paşa tarafından, önemli işlere dair alınan tedbirlerden sadrazamın haberi bile olmuyordu.
Devletin önemli makamlarında bulunan ve irticai olaylar esnasında husule gelen hareketlerde eli ve rolü bulunan kimselerin, Alemdar paşanın tesiriyle birer ikişer sürgüne gönderilmeleri, azil olunmalar! devam ettikçe, Sultan Mustafa'da vaziyetten ürkmeğe başlamıştı. Bunun çaresini bir kaç defa aracıların vasıtasıyla paşa artık vazifesi başına gitsin şeklinde haberler yollamakla denemişti. Ne varki;4. Mustafa'nın bu yola başlamış olması, Alemdar paşanın yapacağı İşin öne alınması neticesini getirdi. Bu arada gelen bir haberde, sadrazam Çelebi Mustafa paşa yamakları ve ocaklıları harekete geçirip Alemdar paşa aleyhinde imale etmeye çalıştığı varit oldu. Bu plânlamanın Alemdar paşa üzerindeki tesiri pek büyük oldu.
Hemen Çırpıcı çayırında bulunan birliklerinin başına giden paşa, sabahın erken saatinde kalabalık sayılacak bir müfreze ile doğruca babıâli'ye gelip de sadrazamın yanına girdi. Tam bir diktatör haşmetiyle: Bre herif mühr-ü hümayunu ver! dedikten sonra pek dokunaklı sözler edip sonra aldığı mührü Cavuşbaşı Tahsin Efendiye teslim edip, sadrazamı da bir ata bindirip, Çırpıcı Çayırında bulunan kendisine ait askerin yanına göndererek enterne etti.
Ortaya çıkanı bir teemmül edersek, karşılaştığımız vaziyet şu olur: Güçlü, muntazam bir orduya sahip olan kumandan, padişahı ürkütür, sadrazamı kendince azleder, muhafaza altına alır devlet görevlilerini oraya buraya sürer, buna ne ad verilir sorusu, devlet gemisinin rotasından çıkmış olduğunun cevabıyla karşılaşır. Bu arada ise devlet adamlarından bazılarını da babıâli'ye davet etmişti.
Babıâli'de vükelâyı toplayan Alemdar paşa, uzun bir izahatın gereksiz olduğunu, yalnızca din ve devlete aid bir iş için kendisini takip etmelerini istedi. Alemdar'ın maksadını anlayabilen şeyhülislâm Arabzade Arif molla, önce bir tereddüt göstermişsede, Alemdarın gazab dolu bakışını üzerine teksif etmesini gördüğünde, diğerleri gibi ayak uydurmaktan başka çaresi kalmamıştı. Alemdar paşaya terslik şöyle dursun, bir şey söyley.emeyerek peşi sıra takip etmeyi yeğlediler. Hep birlikte Topkapı sarayının Ortakapısına geldiler. Alemdar paşa; Darüssade ağası bulunan Mercan ağa'y1 huzuruna getirterek "Devletin bütün erkânı burada, ahalide, Sultan Selim'in yeniden tahta çıkarılmasını istediğinden derhal kendisini dışarı çıkarın. Burada biat merasimi yapacağız." Dedi. Şeyhülislâm efendiyi de, vaziyeti anlatması için Sultan 4. Mustafa'nın yanına gönderdi. Aradan biraz vakit geçmiştiki şeyhülislam telaş içinde geldi ve 4. Mustafa'nın büyük bir kızgınlıkla kendisini yanından kovduğunu ve kapı-ann kapatılması emrini verdiğini bildirdi. Bütün bunlar sa-ahtanberi sinirden köpürmüş bir halde bulu-nan Alemdar paşayı gazabın son hududuna getirmişti. Artık ağzını her dökülen sözler, padişahlara söylenmemesi gereken kelimeleri ihtiva etmekteydi. Bu arada da, yanında bulunanlara, kapıyı kırmalarını emretmişti. Sultan Mustafa; vaziyetin aldığı rengi keşfetmiş, kendisinin yaşamasını ve saltanatını devam ettirmeye matuf tek tedbir olan ancak, çok habis bir çareye başvurdu. Şöyleki:
O sırada hanedanı Osmaniye'de kendisinden başka iki erkek vardı. Bunlar da; eski padişah 3. Selim, bir de daha sonra padişah olacak olan şehzade Mahmud idi. Bunları öldürttüğü takdirde, hanedanın yıkılmaması için ona dokunulmayacaktı! Böylece hem hayatını hem de saltanatı emniyet altına alınmış olacaktı. Bu vaziyet karşısında emrinde olanlara bu hanedamn bahsedilen iki erkek üyesinin katledilmeleri emrini verdi. 3. Selim, bulunduğu kendi dairesinde gayet feci bir şekilde, kılıca karşı, ney'iie karşı koymaya çalışırken al-kanlar içinde bırakılarak, şehid edildi. Kanlar içinde bulunduğu halde cesedi bir şilteye konmuş olarak arz odasının önüne bırakılmıştı. Talihsiz ve mahlu padişahın beş gün önce vefat etmiş olduğu haberini de epeyi mübalağalı bir tarzda ahaliye duyurdular. Aynı dakikalarda da, genç şehzade Mah-mud'un öldürülmesine çalışılmaktaydı.
Bereket versin ki Sultan Mahmudun lalası Anber ağa ile Çevri Kalfa adlı hamiyyet sahibi Gürcü ırkından bir câriye, melunane vazifelerini yapmak isteyen saldırganlara karşı koymaktalardı Şehzadeyi dama çıkarıp saklamaya çalışıyorlar bir yandan da, saldırıda bulunanlarla çarpışıyorlardı. Fırlatılan hançer ucu, Sultan Mahmud'un kolunda bir yaraya, dama çıkarkende duvara toslayıp alnında küçük bir yara meydana geldi. Sağ salim dama çıkabildi. Çevri kalfa; son anda şehzadeyi yakalamak durumunda bulunanlara elinde bulunan mangalın küllerini savurarak, gözlerini toza bulayıp zaman kazandırmayı becerdi.
Rivayet olunurki; şehzadeye saldıranların arasında bizzat 4 Mustafa'da varmış! Bunun böyle olduğunu belirten Ali Sevdi bey şunu söylemekte: "Kütüphanemde mevcud olup, vazarm adı ve eserin ismi olmayan kitab, maalesef son babı-ali yangınında yanıpda gitti" demektedir. Alemdar Mustafa Paşanın daha önce kırın emrini verdiği kapı kırılınca ilk görünen manzara şehidin naşı olmuştu. İlk göreni de Alemdar paşa idi. Şaşkınlığını gideremeyen, gördüklerine inanamayan bir halle merhum padişahın cesedine kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlayan koca adam: "Vah efendim! Ben seni tekrar taht'a çıkarmak için bu kadar uzak mesafelerden gelmiş i-dİm, gözlerim, seni bu halde gördüler ha! Şimdi şu enderun halkını baştan başa kılıçtan geçirerek senin intikamını alayım" diye inlemekteydi. Kırksekiz yaşında şehid olan 3. Se-lim'in cesedi Alemdar paşanın kucağında biruh olarak, al-kanlar içindeydi. O sırada ise, inkılap hareketleri içinde pişmiş bir kimse olan ve üzüntü ile infial halinde bir iş görülemeyeceğinin idrakinde bulunan Ramiz efendi; Alemdar paşaya yaklaşıp: "Şimdi ağlamanın sırası değil, tahtın yegane vârisi olan şehzade Mahmud bulunup tahta çıkarılmalı" dedi. İlave etti: "Gecikirsek, korkmak lazım gelirki ona da bir hâl olur." derdemez, Alemdar paşa aklını başına alır.
Derhal Sultan Mahmud'un bulunmasını oradakilere emreder. Saray imamı Ahmed efendi, genç şehzadenin saray damına çıkmış bulunduğunu haber aldığından, güç bela çık-uğı damdan sultan Mahmud'u indirdi. Alemdar'ın yanına getirerek, "İşte efendim, Sultan Mahmud efendimiz ben biat ediyorum" diye yüksek sesle hitab etmişti. Alemdar Mustafa PaŞa, bilâfütur: "Padişahım! Ben buraya amucanızı taht'a Ç'karmak için geldim. Kör olası gözlerim onu şu vaziyette u|dum. Seni taht'a çıkarayımda müteselli olayım. Lâkin
ultan Selim'i bu hale koyan enderun ahalisini kılıçdan geçjrmeme müsaade buyur" Demişti. Henüz yirmiüç yaşında bulunan daha bir iki dakika evvel belkide hayatının en zor ve tehlikeli anlarını yaşayan Sultan Mahmud'un son derece yüksek olan metanetini anlamalıki; ne yerde yatan alkanlara bürünmüş amucasının, cesedinin ürkütücü manzarasından ne de, kükremiş aslan gibi saraya savlet eden, silahına sarılmış ve intikam arayan Alemdar paşa ve maiyetinin hâl ve davranışları etrafı velveleye veren feryatlardan zerre kadar bir korku duymayarak, gayet metin ve mekin bir arslan sesiyle: "Paşa; şimdi silahlarını çıkar. Askerini dağıt. Seninle görülecek işlerim var. Hemen Hırka-i saadet dairesine gel. Daha sonra hâinleri ben buldurup, sana teslime bakarım." Demiştir. Genç padişahın, böyle bir tavır ve otoriter davranışla Alemdar paşanın asabına hâkim olmasını telkin eden emirleri hemen tesirini gösterdi. Alemdar Mustafa paşa sakinleşmişti. İlk önce silahlarını çıkardı. Ardından askerin dağılmasını emretti. Yalnız sultan Mahmud'un babasının vakti zamanında Alemdar paşaya maddi ve manevi değeri pek yüksek bir hançer hediye etmiş olmasından mütevellit padi-şahdan bunu taşıma müsaadesi taleb etti. Sultan Mahmud bu talebe müsbet cevap verdi. 4. Mustafa ise bu sırada Bağ-dad köşküne çıkmış sofada "ben bu taht'tan inmiş değilim, Mahmud'u kim tahta çıkardı!" şeklindeki sözleri herkes tarafından duyulduğu gibi, Hırka-i saadet odası içinde bulunan Alemdar tarafından da işidildi. Bu sözler paşa-nın yine çileden çıkıp pür gazab kesilmesine sebeb oldu. Hırka-i saadet odasından fırladığı gibi, bağırarak.
"Söyletin şu adama beni kıyamete kadar lanetle andıracak bir harekete sevketmesin, bucağına çekilsin!" şeklinde haykırdı. Saray imamı Ahmed efendi işin vahametini anlayarak, hemen Sultan Mustafa'nın huzuruna çıkarak: "Efendim saltanatta nasibinizin bu kadar olduğu görülüyor, artık birazda istirahat buyrun" diyerek 4. Mustafa'yı harem dairesine göndermiştir.
Bütün bu gaileler atladıldıktan sonra Hırka-i saadet önüne, Osmanlı tahtı kondu ve resmen biat merasimi başladı. Vekiller, komutanlar, alimler, ileri gelen devlet memurları biatlarını yerine getirdiler. İlk biati Alemdar Mustafa paşa yapmıştı. Çünküilk karşılaşmadan sonra Sultan 2. Mahmud, Alemdar Mustafa paşayı hırka-i saadet dairesindeki mükalemesinin akabinde sadaret ile taltif eylemişti. Böylece de, Sultan 2. Mahmud'un ilk veziriazamı Alemdar Mustafa paşa olmuştu. Tabiatıyla ilk biat edende ülkenin iki numaralı adamı olacaktı. Ne varki; tarihimizde varlığıyla, fedakârhğıyla, metanetiy-le ve fikri aydınlığıyla daima yad olunacak Alemdar Mustafa paşa hatayı burada, vezareti uzma makamını kabullenmesinde yaptı. Çünkü Alemdar paşa yetişmiş, cesur, fedakâr bir asker, mühimce bir kumandan olarak askeri meziyetlerini her zeminde ispateylemiş bir kimseydi. Lâkin bir milletin, adeta yıkılması mukadder devletin yıkılmasını önleyebilecek kadar mülki idaresine, siyasasına akıl erdirebilecek tecrübe-nin sahibi değildi. Ayrıca kendisinde bir hırs ve tamah olmadığı herkesçe bilinen hususlardandı. Sadareti kabul etmesi, ne servet-ü saman sahibi olmak nede şan ve şöhret sahibi olmaya matufdu. Sadece milletini ve memleketin ahvalini düzeltecek bir anlayışla üzerine aldığı düşünülmelidir. Fakat, bu vazifeyi alacağına vazifeden uzak kalarak ancak eski tâbirle nigahban yâni bir gözlemci olarak kalması pek daha isabetli olurdu. Aşağıda yazacağımız ve kendisinin şehidliği-ne sebeb olacak feci vakaya, hep bu hâl İçinden yâni hizmet edebilirim içtihadının yanlışlığını ortaya koymuş olacağız.
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa
Biatin yapılmasından sonra karışıklığa ve irticaya sebeb olanların bu günkü deyimle mürtecilerin önde gelenleri birer birer eie geçirilip kimi idam edilmekte kimi ise ele geçirme esnasında karşı koyduğundan öldürülmekte idi. Kimileri de; sürgün hapsi boylamak gibi cezalara uğratılıyordu. Bu tavizsiz davranma anlayışı asayişinde kısa zamanda rayına oturmasını sağladı (Hareket ordusu İstanbul'a girdikten sonra aynen böyle olmadımıydı?) Sultan 2. Mahmud, yeniden nizamı cedid usulünü tatbike koyuldu. Üstelik yalnız İstanbulda değil ülkenin her tarafında uygulamaya soktu. Mutlak surette askeri alanda büyük hamlelerin yapılması icab ettiğini her fırsatta dile getirmeye başladı. Bu arada bir çok askerin meslek ile ilişkilerini kesip, orduyuda tensikata tâbi tuttu. Ne varki; askeri alanda bunlar yapılırken sivil idare ve bilhassa adliye üzerinde hemen hemen hiçbir hususa el atılmadı. En iyimser deyimle yapmaya vakit bulamadılar denebilirki, buda ileri sürdüğümüz hususlarda bir şey yapılmamış olduğu manasına gelir. Bütün ölümlülere hâkim olabilecek hususlardan sayılan gurur Alemdar Mustafa paşanın da içine işlemekte vakit kaybetmedi.
Sultan 4. Mustafa'yı tahttan indirip, Sultan 2. Mahmud'u Osmanlı tahtına çıkaran, kendiside sadrazam olan, her dediğinin ikiletmeden yerine getirilmesinden hasıl olan neticelerden devletin ve bilhassa İstanbul'un huzura kavuşturulması başarısının her devirde bulunan dalkavukların yalana dayalı takdirleri istikameti sağlam olanları dahi şaşırtır. Bozuk isti-kametlileri de safına celbederdi. Alemdar paşa öyle bir anlayışa sahip haîe gelmiştiki, artık kendisini, biri karşı çıkacak diye bir sıkıntı duymamaktaydı. Alemdar'a göre; artık yeni- hiç bir değeri yok, ahali ise bir fesada kapılacak ce- ve kabiliyete hâiz değildi. Halbuki paşa bu anlayışında ^tüğü gurur illeti yüzünden yanılıyordu. Çünkü; yeni usul-rnemnun kılığıyla kendini yutturan ancak eski usulün amini isteyen ve bunu da temine lâzım gelişmeleri tertip-vecek bol sayıdada gayrı memnunlar vards. Bu zümreye a hil olanlar, her an tutuşacak bir ihtilâl ocağı hazırlamışlar sadece kibrit çakmayı bekliyorlardı. Böyle niyet taşıyanların en çok kullandıkları silah ise, iftira, ülkenin işlerinin kötüledi-ği hususunda yalanların çoğunluğu teşkil ettiği şayialar yaymak, bazı kimseleri birbirine düşürücü beyanlar uçurmak olduğu herkesçe bilinir. Böyle düşünce yapısına bölgelerin tanınmış kahramanları da katıldımı, artık iş sadece ahaliyi tahrik etmeye kalırki, bunlarda yalan haberleri yaymağa çalışmak ve sık sık toplantılar tertibiyle ihtilâlin sebeb vede esasları hazırlanırdı. Artık bütün bunlar olmakta idi. Bazı güngör-müş ve kendisine sevgi besleyen kimseler, memlekette kaynatılmaya hazırlanan kazan hakkında bazı bilgi ve haberler verdiler. Ne varki; kör olası gurur denen şeytan pisliğinin insanı aldatıcı tesiri burada da kendini gösterdi. Alemdar paşaya ne söylense kaale almıyordu.
Artık itibar ve nüfuzunu artırmak için nizamı cedid askerine eski dönemde yaptığından da fazla alâka ve iltifat göstermeye başlamıştı. Beri yandan bazı ulemâya kaba davranması devlet hazinesinden bir sürü adamın hiç bir haklan olmadığı halde senelerdir almakta olduğu maaşları kesmesi, konağına cariyeleri doldurarak, akşamlan içki içip çalgı çaldırıyor dedikoduları mübalağalı bir şekilde müslüman ahaliye duyuruluyordu. Hele birde kalenin içinden ele geçirilişi vardıki, o a Şöyle olmuştu: her ne kadar paşanın adamıymış gibi ge-Ç'nen, gizliden gizliye ihtilâl yapacak kimselere yardımı esirgemeyen bazı müfsidler irticaın yüksek tabaka arasında yer alan mensupları, harem dairesindeki cariyeleri bile elde ederek, Alemdarın şerefine zarar verecek hallerin yapılmasını temin etmiştiler. Meselâ divanhaneye ve camiye silahsız gitmeleri adet olmayan sadrazamların yerine, böyle yerlere silahsız giden bir sadrazam çıkmıştı ortaya. Bu sadrazam Alemdar Mustafa paşaydı. Paşanın bu tarz davranışı Rumeli askerinin bile infialine sebebolmuştu. Vaziyet bütün açıklığı ile belirmişti. Ülke değil amma İstanbul'un insanlarının büyük bir kısmı Alemdar paşa'nın hasmı kesilmişti.
Başvekilin Şehadeti
1223 senesi ramazanı'nin 26. gecesini 27. güne bağlayan, milâdi tarih ile 1808 yılının 16/kasım çarşamba akşamı, Sultan 2. Mahmud'un sadrazamı Alemdar Mustafa paşa, şeyhülislâm Arif ef. dinin iftarına davetlidir. Bu davete icabet etmek üzere babıâlideki sadaret konağından atına binmiş olarak yola çıkmıştır. Bir takım adamların divanyolu üzerinde t
Lâkin bu yeni askere halkın eğilimini ve teveccühünü arttırması yeniçerilerin yavaş yavaş kıskançlığa düşmelerine tahrik eylediği gibi, bunların frenk usûlü tâlim yapmalarına, yâni trampet çalarak meş'i askeri yâni resmi geçit yapmalarına ahalinin içinden bazı herzelerinde itirazlara başvurduğu görülüyordu. Hâttâ nizamı cedid'e "şer'i cedid" yâni şeriatın askeri diyenlerin sayısı daha çoktu. Esasında; dünyanın neresinde olursa olsun, yeni bir adet, yenibir usûle garib ve çekingen bakmak, onunla uzun zaman anlaşamamak, insanlığın tabiyatının iktizasındandır. Akıllı devlet bunabenzer istirkablara yâni çekememezliklere, nede cahil ahalinin gösterdi-a\ alaycı tavra asla önem vermeyerek, yeni sisteminin, ıslah ve tekâmülü sağlamasını teminden vazgeçmemelidir.
padişah 3. Selim, bu sistemin tutup yerleşmesi için büyük aayret sarfederdi. Günde bir kaç defa nizamı cedid askeri ile alakalı bilgi almadan durmadığı gibi, kumandan ve vezirleri bu yeni askeri sınıfı tutmaları hususunda bıkmadan teşvik ederdi. Gerçi bu askerin mevcud miktarı, bir savaş çıktığında hududların tamamını savunacak sayıya varmış değildi. Ancak devletin başı sıkıştıkça bunlardan istifade ettiği olurdu, özetleyecek olursak; 1213/1798'de apansız Mısır'ı istila ederek, oradan da Suriye üzerine yürüyen meşhur Napolyon Bo-napart ve bunun ordusunu Akkâ kalesi önünde kati bir hezimete düşürmede ve Napolyonu Mısır hududuna kadar ricata mecbur edenlerin arasında işbu nizamı cedid askeri çok sayıda bulunmaktaydı. Böylece nizamı cedid, varlığının gözle görülür faydasını milletin gözleri önüne apaçık sermişti. Buna karşılık bazı kimselerin; "Bu asker sayısı lâzım gelen mik-darı aştığını gördüğünüzde yeniçeri ocağının kapanacağını da bilin" tarzındaki sözleri tabiatıyla yeniçerilerin kıskançlıkla beraber kin ve gayzlerinin artışını sağlamaya hizmet etmekteydi. Hâttâ şöyle bir hikâye anlatılır ki; pek elimdir. "Yeniçerilerden birine şakadan: nizamı cedid olurmusun? Diye sorulduğunda cevabı: Hâşa, moskof olurum! Nizamı cedid olmam." dediğini Asım tarihi kaydediyor. Cevded paşanın tarihinde anlatıldığı üzere: "itleri gelen kimseler ve memurlar arasında yeniçeriyi tercih edenlerin sayısı az değilken, ahali arasında ise rey iki guruba taksim olmuştu. Ancak bu hâl, her mevzuda zorluklar çıkmasına sebeb oldu." Nizamı cedidin Önceleri ahalinin sevgi ye saygısını kazanması hususu, zaman içinde git gide bu sınıf-ı askeriyenin her geçen gün terakki kaydetmesi, kendi özel menfaatlerine uygun'düşmez kimselerin yönlendirmesiyle bir kısım ahalinin nizamı cedid aleyhine geçmesiyle meydana gelen durum, 1324/1908 Temmuz'undan o senenin Aralık ayına kadar, halkın sevgisine nâiliyet kazanan ittihad ve terakki cemiyeti hakkında, bazı kimselerce ortaya getirilen iftira, isnat ve hücumlarla tenkitlerin eserine bağlı olarak irtica gününe kadar, İstanbul halkının düşüncesi, rey'i, eğilim itibarıyla ikiye bölünmüş olmasıyla pek büyük benzerlik arzettiğini izaha lüzum görmeyiz. Çünkü naçizane fikrime göre; "Tarih, tekerrürden ibarettir." Ahalinin içine düşmüş olduğu ruh halinden habersiz olan devrin devlet adamları ve memurları bazı hususlarda kaba-hatlıdırlar. Meselâ: İstanbul'da nizamı cedid kurulmasıyla sosyal hayatta birdenbire alafranga usûl ve tarzını benimsemeye gerek yoktu. Dünyada hiç bir vaziyet yokturki; tekamül kanunlarının hüküm ve tesirlerinden hariç kalıp kurtula-bilsin. Başlanmış bir işin derhal kemâlata ermesini istemek, o işin başarısız kalmasının talebidir. İşte o dönemin ileri gelenlerinin ve bilhassa henüz kuruluşu tamamlanmış nizamı cedidin varlığına istinat eden yenilik severler, o devrin müsaade edeceği fazla sefahata eğilimi ve eski tarz düşünce sahiplerine karşı layık düşmez hakaretlere başvurmaları nedeniyle, tabiatıyla birbirlerine muhalif fi-kirler, arzulardan kaynaklanan bir kat daha çoğalmış gerginlik girmiş oluyordu. Bu ihtilaf dolu bakışlar, bu yanlış hareketler çeşitli hatalarla hastalanmış anlayışlar, daha sonra ortaya çıkacak oian fecii vakaların giriş hareketlerini hazırlıyordu. Halbuki halkda, bilhassa doğu kavimlerinde gefenek ve göreneklere büyük bir temayül ve istidad mevcud olup, büyüklerin yaptığına, küçüklerin özenmeleri tabii olduğundan bütün varlığı ile sefahat alanında yer aldığından İstanbul ahalisinin masarifinde günden güne artış oluyor, böylece de, fakirlik o derece artıyordu. Yine tekrar edelimki; ahali bu fakirlik ve ihtiyacın sebebini de, frenk usûlü ve adetinin ülkemizde tutunabilmesinin uğursuz neticelerinden olmak üzere kabul ve telakki etmekteydi, Bu sebeble de, hükümet idaresinden memnun kalmıyor, hatta gayrı memnun bir haldeydi. Bu gün alafranga usûi içinde taklid ve tatbikine muhtaç olduğumuz bazı güzel adet-lerede alakasız ve endişe içinde davranış göstermek hiç şüphe yokki, cedlerimizden, büyük cedlerimizden demek olan o dönem adamlarının mirasından bize "Atavizm" şekliyle intikal eden irsi hastalığın kendisinden başka bir şey değildir. Özetlersek; İstanbul halkı bu hükümetin bu yöndeki şekil ve düşüncesinden şikayetçi olduğu gibi, taşra ahalisi dahi, nizam-ı cedidin idaresini temin için kurulmuş bulunan "İrad-ı Cedid" hazinesi adına kendilerine konan verginin ağırlığından bahisle şikayetçi olmaktan geri durmazlardı. Kaldı ki; vekil-lerdende her biri, ileri gelen yakınlardan birine bağlı ve dayanan tamamı birbiriyle benzeş ve birleşmiş olarak Enderuni ve Birunİ, yâni içi ve dışı istilâ eylemiş olduklarından onların ilim ve haberi olmadıkça saltanat tarafına bir şeyin ihtarı ve anlatımı kabil olamaz. Onların rey ve marifeti olmadıkça bir iş so-nuçlanamazdı. Ki; bu vaziyetlerin 2. Abdülhamid devri saltanatıyla-zannedersem-benzerliği meydandadır.
Esasen 3. Selim'in iyiniyet sahibi bir padişah olmasından, yenileşme tarafdarı bulunmasına rağmen, mütereddit bir kimse olduğu da ortadayken, bazı eğilimlerinin hesaba çekilir halleri bulunduğunu gösteriyordu. Yakını olanlara ve hizmetinde bulunanlara pek fazla itimat, emniyet duymaktaydı. Cezalanmayı hak etmişleri af yoluna gitmesi, her duyduğuna inanması gibi temayüllerdi bu eğilimleri. Herneyse gayri memnunların sayısı çoğaldıkça bazı büyük memur ve devlet adamlarının cahil halkı telkinleriyle ifsatları yetişmiyormuş 9'di, başşehirde bulunan Rusya, Fransa ve İngiltere elçileri de bu işlere karışmışlar, onlarda el altından çeşitli rollere soyunmuşlardır. Çünkü; o dönemde ortaya fırlamış olan Napoi-yon Bonapart, bütün avrupayı çiğnemiş, açtığı savaşlarda avrupa devlet ve ahalisinin nefretini kazanmıştı. Fransa bu sebebe bağlı olarak bütün avrupada yardımsız kalmıştı. Öte yandan, Rusya'ya karşı Osmanlı devletini kullanmak niyetinin sahibliğini unutmayarak, münasebetlerini geliştirmeye çalışırken, ingilizler ve Ruslar, Fransızlardan önce davranarak Osmanlı padişahı ile dostça ilişkiler temin yolunu arıyor-dular. Bunu nasıl yapacaklardı? Bu sorunun cevabı; Osmanlı ülkesinde husul bulacak bir ihtilal sayesinde, padişahı kendilerinden istimdadın talepçisİ olacak noktaya çekebilmeleriydi. Bu da gerek fngilizgerekse Rus elçilerinin galeyan halindeki İstanbul ahalisini, üfürdükleri dedikodularla heyecanlandırmaktı. Meselâ: Nizamı cedid askerinin çoğalmasından sonra yeniçeriliğin kaldırılacağı veyahut bu tatbik olunmağa başlanan usûlün gayrı şer'i olduğunu propoganda ediyorlardı. Bütün bunların neticesindendir ki; 1222/1807 senesinde olaylar daha müthiş bir manzaraya dönüşmüştü. Buna da sebeb Rusların bize karşı açmış olduğu savaş yüzünden, İs-tanbulda bulunan yeniçerinin tamamı rumeli kıtasına sevk edilmişti. Kimi erbabı fesat başşehri yeniçerilerden tahliye yoluyla kurtarıp, yerine nizam-ı cedid askerinin yerleştirilmesi hususnda bir başlangıç olduğunu ahaliye duyurmaya ve yaymaya başladılar. Bu söylentilere ilaveten bir kaç Cuma sonra padişahın Cuma selamlığına da nizamı cedid elbiseleri giyerek çıkacağını yaymağa başlayipda peşinden de nizamı cedid askerinin İstanbul'u aniden basıp, muhalifleri katliama tâbi tutacaklarını tumturaklı ifadeler kullanarak etrafa duyurdular.
Devlet yöneticileri ise; nizamı cedidin itaat ve intizamına, büyük bir güven inanç içinde zevkü safaya dalmış, hazırlanmakta olan ihtilâlden habersiz vakit geçirirlerken, böyle hazirlığın yapılmakta olduğunu bildirenlerede maalesef önem vermemişlerdi. (1324/1909'da 31/mart/vakasında mülga, yâni kaldırılan avcı taburlarının intizam ve sadakatine güvenerek, hiç bir vukuata ihtimal vermeyenlerin kulakları çınlasın!) Bilhassa; 3. Selim'in, etrafındakilere aşın bağlılığı neticesi olarak, Ataullahefendi gibi yeniliğe kapalı olan bir adamı meşihat makamı, yani şeyhülislâm tayin etmesi, sadrazamın ise, ordunun başında rumelide olmasından dolayı sadaret kaimmakamhğına Köse Musa paşa gibi müfsid birini tayin etmiş olması, ihtilâlin kolaylıkla yapılmasına en büyük yardım olmuştu. Köse Musa paşa denilen ve tarihde adı lanetle anılan kimselerin arasında yer alan, bu rezil düşünce zebunu, genel eğilimi iğfal ve tahrik ettikten başka, bitaraf kimseleri de kendi fikri anlayışına sevk etmekteki mahareti, şeytana yakışır ustalıktaydı.
Eğer bu melunda zerre kadar hâmiyet-i milliye ve vataniye bulunsaydı, öyle gaileli bir zamanda meydana gelecek irticaa engel olurdu. Lâkin; ne fâideki, yaradılışında gizli bulunan alçaklığı hasebiyle, değil bu oluşumu engellemek, daha çabuk ve gaddarlıkla beraber vücud bulmasını hızlandırmıştır. Hâttâ bu habis'in ifadesinden olarak, güya padişah 3. Selim bir gün bostancıbaşı'ya: "Bostancı efradına nizamı cedid elbisesi giydirebilirmisin?" Şeklinde soru yönelttiğinde, bos-tancıbaşı'da: "emrediniz. Onlara şapka'da giydireyim!" Cevabı verdiğine dair, mahalle kahvelerine kadar yayılan böylece ahalinin bu konuşmalar sebebinden padişaha kin ve gay-zının köpürtülmesi sağlanmıştı. Hakikaten sonunda Köse Musa paşa emeline nail oldu. Şöyleki; bu habis, vükelâ toplantısından çıkardığı bir karara göre Karadenizboğazında muhafız sıfatıyla bulunan yeniçeri yamaklarına nizamı cedid elbisesi giydirmek, ellerine de avrupa yapısı harbilitüfenk vermeyi sağladı. Alınan kararın icabının yerine getirilmesini vazifelilere bildirdi. Ancak, yamaklara da: "padişahın emri ile sîzlere frenk elbisesi giydirilecektir. eğer giyerseniz dinden çıkarsınız! Giymezseniz, nizamı eedid tarafından askerliğinize son verilecek, ya da Öldürüleceksiniz." Şeklinde haberleri ulaştırmıştı. Hakikaten 17/mayıs/1806 pazartesi günü boğaz nâzın İngiliz Mahmud efendi, Rumeli kavağındaki yamakların maaşlarını vermeğeve yamaklara nizamı cedid askeri elbisesi giydirme teşebbüsüne girmeye başladığı anda, ihtilâl ışıkları parlamaya yüz tutmuştu. (Son irticaın yâni 31/mart/1909 ihtilâlinin çıkış sebebleriden biri de, askere şapka giydirileceği ve bu şapkanın hassa dairesinde var olduğunun duyurulması değilmi idi?) Şöyleki:
Yukarıdan beri söylediğimiz gibi, bu ahvalden haberdar ve ihtilâl sebebleri hazırlanmış yamaklar, hemen kışla'nın etrafında ve koğuşda toplanıp: -Biz yeniçeriyiz! Mizam elbisesi giymeyiz! Diyerek, silahlı isyana karar vererek kaleden dışarı fırlamışlardı. Her ne kadar Macar tabya subayı Halil haseki bunların karşısına çıkıp da, davranışlarının yanlış olduğunu, çünkü nizamı cedid elbisesi giymek gibi ortada dolaştırılan rivayetlerin bir yalandan ibaret olduğunu izah ettiysede, lâf dinlemeyenlere sözün faydası olmadığı gibi, üstelik adamcağızı hemen orada paraladılar. Bu vaziyetten ürküp, kayıkla Büyükdere'ye firar eden Mahmudefendiyi de, arkasından çala kürek giden bir sandal yardımıyla ele geçirmişler ve parçalamışlardır. Bütün bu olup bitenler babıâlide duyulunca. devlet yetkilileri toplanmış çoğunlukla katillerin yakalanıp, büyük bir İbret olmak üzere idam olunmalarını beyan etmişlerdi. Ancak sadaret kaimmakamı Köse Musa paşa ise; bir kazadır olmuş "Yamaklar yola gelir. Bu işin arkasını bu kadar takip etmek iyi netice vermez." diyerek ekseriyetin vardığı karan bozmuştu. Zaten vükela, Musa paşanın oynadığı rolün farkında olmadığı gibi yaptıklarını kavrayacak ölçü ve akılın sahihlerinden değildi. Böyle oluncada, işler sükut perdesine sarılmıştı. Hamiyyet timsali padişah 3. Selim ise, sarayında dalkavukları ile sohbetle meşguldü!. Musa paşa mel'unu ilerde kendisine bir zarar gelir diyerek, kendi seçmiş olduğu kimselerden teşkil ettiği bir nasihat heyeti göndermişti.
Gönderilen bu heyet, yol kesici, can alıcı gurubun yanına varınca onlara öyle bir nasihat ettiki, cesaretlerini, gayretlerini arttırmayı sağlamıştı. İdare-i devletin yapılanları gaflet ile karşılaması vakasından, nasihat için gidenlerin melunane nasihatlanndan ve yaptıkları telkinlerden cesaret alan bu serseri kalabalığı, hemen ertesi salı günü Büyükdere çayırında toplanarak, (31/mart vakasıda, sah günü başladı idi. )Ka-bakçı Mustafa çavuşu kendilerine reis, Arnavud Ali, Bay-burdlu Süleyman ve Memiş'i de, reis muavini tâyin ettiler. Gelecekteki her şeye birlikte karar vermeyi kararlaştırarak sözlerini yerine getirme hususunda da, yeminler içtiler. "Gerek müslim, gerekse gayri müslim, kim olursa olsun, hiç bir kimsenin can, mal ve ırzına dokunulmayacak, dokunan olursa idam olunmasına karar aldılar. Şeyhülislâm kapısından tasdik görmeyen işler taleb olunmayacaktır. Babıâliden yapılacak taleblerine evet cevabı gelmedikçe dağılmamak üzere aralarında yeminlere başvurdular. Bunlar cahil dini üzere en'am-ı şerif öpmek, kılıç atlamak gibi davranışlardı. Bir gün sonra yâni çarşanba günü, dört-beşyüz neferden ibaret topluluk, Büyükdere'den aşağı doğru yürümeğe başladılar. (Bu ilk irticada olduğu gibi, 31/mart vakası esnasında da buna benzer kararlarla Sultanahmed (At meydanında)de toplanıp harekâta geçmişlerdi.
Dunlarında; "şeriat verilmediği takdirde dağılmamak üzere etikleri yemin, Kabakçının adamlarınınkinin aynı gibiydi.mart salı gününün erken sa-atlerinde Taşkışla'dan harekete geçen 4. Avcı taburu askerleride bu sayıdan fazla değildi. Hâttâ İstanbul'da bulunan bazı sefillerin bu isyancı askere katılması mürteci sayısının yekünü çoğalması açısından pek fark etmediği düşünülmelidir.) Deniz sahilinden yürüyenlere katılanlar oluyorsada, hemen yukarıda parantez içinde verdiğimiz bilgilere göre, önemsenecek sayıyı bulamadıkları görülür. Bu el-hâinü haif hükmü burada da tecelli ederek, bu hızla Tarabya'dan harekete cesaret edemiyor ve nizamı cedid askerinin saldırısından korkuyorlardı. Evet. O nizamı cedid askeri ki, Napolyon'un muntazam ordularına Suriyede, Mısır'da galebe çalmış, Avusturyanın bütün kuvvetlerine üstün olduklarını ispat etmişlerdi, bir yerden bir taraf dan emir alabilseler ve bunların üzerlerine yürüyebilseler, çil yavrusu gibi asileri dağıtacağına asla şüphe edilemezdi. Ne varki, böyle bir emri o askere verecek adam nerede idi?
Saltanatın sahibi padişah, hariçle irtibatını yok denecek seviyeye getirmiş, sadaret kaimmakamlığında bulunan Köse Musa ise nizamı cedide muhalif olmakla, bunu açığa çıkarmamışlardandı. Köse Musa paşa, kaimmakam sıfatıyla nizamı cedid askerine yazdığı bir tezkerede hiç bir yere kımılda-mamalerini emretmişti. Velhasıl Çarşanba günü bir irade-i seniyye çıkaran ve isyancıların dağıtılmasına amir olan hüküm güya yerine gelsin diyede kaimmakam Musa paşa; 25. ortanın mütevellisi Kapancı Mustafa adlı habis bir nasihatçi gönderdi. Bu habis-i lâin yamaklara adeta nasihat yerine müjdeler verdi. Mizamı cedid aldığı emir üzere yerinden kı-mıldamayacaktır. Haberini böylece vermiş oluyordu. Bu haber artık asilerin cesaretini havalandırdı. Bu herifinen me'şum tarafı "Yamaklar yaptıklarından nadimler. Ancak nizamı cedid askeri boğazlarda kaldığı müddet, kendilerini emniyette hissetmeyeceklerini, bu bakımdan onların yâni niza-m-ı cedidi boğazdan kaldırmanız istirhamlarıdır" şeklinde babıâliye hitaben yazılmış bir tezkere getirmesi oldu. Kaimmakam Köse Musada yazının kapsamını okuduğunda durumu padişaha arzederek, kendisinden boğazda bulunan nizamı cedid askerînin Levend çiftliği ve Üsküdar'da bulunan Selimiye kışlasına çekilmelerini emretmekte olan bir bir iradei seniye istihsal etti. İradeyi derhal yürürlüğe koydular.
Bu vakaları zapt ve kaleme alan bazı tarihçilerin ima yoluyla söylediklerine bakılırsa, bu isyancı güruhu, Sultan Mustafa'nın adamları tarafından gizlice teşvik edilip coşturulduk-larıni, her olaydan ve neticesinden adı geçen Sultanın haberdar olduğunu açıkça anlamak mümkündür. Çünkü; tek arzu-1 lan nizam-ı cedidin boğazdan çekilip gitmeleri olmuş olsaydı, padişahın verdiği ferman buna kadir olduğuna göre neden zaten korkmakta oldukları hallere düşsünler, boğaza dönmeleri gerekirdi. Bunlarsatam tersine her adımlarında çoğala çoğala, Rumelihisar'ına kadar gelmiş ve önlerinde . yürüyen münadilere: "Ya ibadullah (Allanın kulları) emelimiz, nizamı cedid beliyesini (belasını) kaldırmaktır. Başka niyetimiz yoktur. Müslüman olan bizimle beraberce gelsin! Bu iş umumun ittifakıyladır. (Bu bağırışların; 31/mart/1325 salı günü divanyolunda, Sultanahmed'de "maksadımız şeriatı almaktır. Başka arzumuz yoktur. Allahını seven, müslüman olan Atmeydanına gelsin" şeklinde bağırıldığını duyan çoktur.) Bütün bu misaller işin içinde kuvvetli bir teşkilat ve bunların teşvikinin olduğunu göstermektedir. Bu hezele güruhu, durmadan yürüyerek gece saat dört sularında Tophane'ye varabildiler. Durmadan çektikleri; Hay! Hay! manileriy-le o civar ahalisinin huzurunu askıya aldılar. O devirde asker sınıfları arasında pek intizamı bozulmamış olanlar arasında topçu sınıfı belkide birinci gelmekteydi. Binlerce haşaratın ag*ra çağıra Tophane'ye gelmeleri yüzünden müteessir olan °pçular, bunlara karşı silah kullanmak arzusuna kapılmış ve emir merciinden müsaade talep etmişlerse de hiç bir yerden hiç bir tarafdan böyle bir izin verilmemiştir. Tam tersine, ka-immakam Köse Musa paşadan gelen emirki. işi umumun ittifakıyla yapıyoruz. Topçular karışmasın şeklindeydi. (Yine 31/mart vakasında bağırtılar arasında Bayezid meydanında toplanıp. Harbiye binasına zorla girmek isteyen irtica erbabına haddini bildirmek için, orada bulunan askerede bir şevk-lesilah kullanma arzu ve hevesi gelmiş olduğu halde, talep edilmiş vur! emrinin alınamaması sonucu olarak askerin elleri böğründe kalmıştı. 31/mart vakasındaki halle, kabakçı askerleri vetophane askerleri arasında geçen vakadaki benzerlik nekadardailgi çekici!.
öse Musa paşadan gelen emre uyan topçularda çaresiz boyun eğip, kazanlarını kaldırıp, üstelik Kabakçının da adamlarına iltihaka mecbur oldular. (Kabakçı Mustafa'yı pek bilinmekte olan Derviş Vahdeti'ye benzetecek olursak, bu isyanda vazife almış Arnavud Ali ve Bayburdlu Süleyman Ça-vuşu'da, 2. irtica vakasında yâni, 31/mart olayında büyük rolleri bulunan Hamdi ve Hazım çavuşlara benzetebiliriz.) işlerin vardığı neticeleri gören Musa paşa, mühimce toplantılar düzenleyerek müzakerelere sabahın seherinde başlanacağını bildirir davetiyeleri ta geceden vükela ve ileri gelen memurlar İle ulemaya gönderir. Perşembe sabahı babıâli'de toplanınca hemen müzakerelere giriştiler. Çeşit çeşit fikirleri oylayarak vakit geçirdiler. Halbuki o sırada İstanbul'da 13 bin kadar nizamı cedid askeri bulunmaktaydı. Bunlar marifetiyle isyancıları dağıtmak işten bile değildi. Böyle yapılmasını hatırlatacak bazı tekliflere karşı "nizam-ı cedid, henüz intizam kazanmış olmadığından, bunlarda o kadar itimat edileceklerden değildir-Ier. Şayed bunlarda gelip asilere iltihak ederlerse iş daha ziyade vahamet kesbeder." şeklinde cevap vererek bu husustaki görüş ve teklifleri geri çevirmiştir. Devletin mes'ul vekillerinin böyle boş müzakerelerle vakit geçirerek yaptıkları yanlış İstanbul'un her tarafından, balıkçılar, kayık-r\ hamal ve serseri kafileleri peyder pey gelip isyancılara katılmaya çalışmaktaydılar.
Öte yandan küçük küçük guruplar, İstanbul tarafına geçerek, Ayasofya ve Sultanahmed meydanlarına doğru yol alıyordu artık topluluk büyümeye başlamıştı. Kabakçı Mustafa çavuşun düzenlemesiyle yamakların en azılıları yeniçeri kışlalarına, kolluklarına oralarda bulunan ocaklılarında at meydanına gelmelerini istemişlerdi. Vakit öğleyi aştığında, semtin sokakları silahlı isyancılarla dolmuştu. Aha-linin artık geliş ve gidişi kesilmişti. İşin bu noktaya geldiğini Musa paşa, 3. Selim'e arzedince (31/mart vakasında salı sabahı Hamdi çavuşun düzenlemesiyle 4. avcı taburu mensuplarının kışlalara karakollara yayılarak masum askerleri Ayasofya meydanına davet ettiklerini hatırlayalım.) Padişah son derece şaşırmış, sarayın kapılarını ve pencerelerini kapattırıp, nizam-ı cedid askerini kaldırdığını bildiren bir fermanı babıâli-ye yollamıştır. Şeyhülislâm Ataullah efendi, bu ferman elinde olduğu halde isyancıların toplandığı Atmeydanma gelerek, isyan edenlere hitaben yaptığı konuşmada, elinde irade-i se-niye olduğunu, nizamı cedid askeri usûlünün iptal olunup, bu kararın hemen uygulamaya konuşduğunu müjdeledi. (31/mart/1325 salı günü sabah sekizde yol kesen isyancı askerler affa nail oldukları ve bundan sonra şeriat dairesinde iş görüleceği hakkında tebliğ, olunan irade-i seniyeler üzerine hepsininde havaya doğru silahlarını ateşleyerek "padişahım çok yaşa" duasını tekrar ederek memnuniyet gösterikleri hatırlanmalıdır.) Sekbanbaşı tarafından artık; isteklerinin yerine
getirildiğini ifade etmesi münadiler tarafından yüksek sesle r tarafta duyulması sağlanınca, serserilerin bîr çoğu sevinç yerlerine çekilmeğe teşebbüs etmişlerse de, bazı müfsidlerin: -Arkadaşlar! Yoldaşlar, işler henüz tamamiyle yoluna girmiş değil, dağılmayın. Sözleri yükseldi.
Bu bağırışmaların sonunda isyancılar yerlerinde kalakaldılar. Bu yerinde durma, isyanda musir olma temin edildikten sonra, Köse Musa paşanın gizlice düzenlediği ve yine gizlice Kabakçı Mustafa'ya gönderilen liste ortaya çıktı. Listede adlan geçen onbir kişinin Ölü veya diri olarak kendilerine teslim edilmesini taleb eder oldular. (2. irtica denilende de, bazı fesat kimselerin cebinde İttihat ve terakki cemiyetine mensup olan zatların adlarıyla ikametgah adreslerini gösteren defterlerin bulunduğu ve bunların öğretmesi ve göstermesi hasebiyle de bazı serserilerin sokak sokak, mahalle mahalle dağılarak, evlerin kapılarına istavroz şeklinde işaretler koydukları kesindir.) Şöyle veya böyle teslimi istenen onbir kişinin isimleri şunlardı: Devlet müsteşarı ibrahim Nesirni ef. , Bahriye nâzın Hacı İbrahim ef. , Rikab-ı hümayun kethüdası Memiş ef. , Reisülküttap vekili Ahmed ef. , Varidatı Cedid defterdarı Ahmed bey, Darphane amiri Ebu Bekir ef. , Valide kethüdası Yusuf ağa, Enderunu hümayun ricalinden sır kâtibi Ahmed ef. , Mabeynci Ahmed bey, Bostancıbaşı Şâkir bey. , müderrislerden Lutfullah ef. , lerdi. (Yine bu 31/mart/irticası olayında; sadrazamı, meclis-i mebusan reisini, istemeyiz, şunu bunu istemeyiz. Diye nasıl taleplerde bulunmaları, bazılarına da suikast düzenlemeleri, af olunduktan sonra da, yine dağıl-mayarak, şunun bunun kanını, dökmiye cüret etmeleriniKa-bakçı ve arkadaşlarının irticai harekâtına ne kadar çok benzemektedir.) Yapılan talebin hemen gayri meşru bulunup yerine getirilmesinde görülen tehirden azgınlaşan bu reziller topluluğu, Atmeydanından Atmeydamna geçerek, çeşitli şekilde velvele ve şamataya başladılar. Padişah 3. Selim, yumuşak kalbli affı seven, karışıklıklardan hiç hoşlanmayan, rahata düşkün biri olduğundan, her birini evlâdı kadar sevdiqini bildiaimiz, yukarıda adlarını yazdığımız istenenleri üzüntüler içinde verilmeye müsaade etti. Bunların bazıları eşkiya-ya teslim edildiğinden sopa, kama, kılıç ile diğer bir bölümüme saklanmış oldukları yerlerde tabanca, tüfenk daha başka silahlarla öldürüldüler. Bir başka kısmıda firarda başarılı olduğundan peşlerine adam koşturmuşlardı. Bu adamlara kaçanları yakaladıkları takdirde beşerbin kuruş verileceği va-adolunmuştu.
Ne yazıkki 3. Selim; bu kadar metanetsiz olmayaydı, hatta bazı adamlarını derhal nizam-ı cedid askerinin başına tayin etseydi görülecek şuydu ki; bu hezele güruhu üzerine yürününce iki saat içinde netice alınacak, serseriler helak edilmiş olunacaktı. Nizamı cedid'e, yeniçeri ve halk arasında o kadar değişik bir anlayış vardıki, bunu anlamak için Ahmed Cevded paşanın tarihindeki şu fıkraya bakmak yeterli sayılır: "Ne zaman nizamı cedidin lağv edildiği haberi zuhur etti, Levend çiftliği ve Üsküdar Selimiye kışlasındaki asker dağılmış, her biri bir tarafa gitmiş isede, isyancılar bu nizamı cedidin yüreklerine düşürdüğü korkudan kurtulamamış olduklarından, İbrahim kethüda, adı onbir kişilik listede yer alan İbrahim Nesimi efendi olup, ite kaka Atmeydamna götürülürken, nizam-ı cedid askeri meydanı bastı diye sözler ortalığa düşünce yeniçerilerde olsun, yamaklarda olsunbüyük bir korku ve telâş eseri müşahede olundu. Hatta kimileri meydanın bir kenarına çekilmeyi tercih edereken, yeniçeri askerinden bazıları da meydanın çıkış kapısından geçip kışlalarına gitmeği yeğlemiştir.
Buna bağlı olarak da meydanda, kendi kendine meydana gelen bir karışıklık çıkmıştı. Seyre gelenlerde de, bir. şeyler satarak geçimini sağlamaya çalışanlarda da garib bir suskunluk kendini gösterdi. İşin aslının İbrahim kethüdayıgetir-mekte o'anların çıkardığı gürültü ve patırdı olduğu anlaşıldığında, ağalar sopa zoru ile dağılanları yeniden toplamaya muvaffak oldular. 1 7/MAYIS/1222/1807 Velhasıl padişahın metin olamaması; sadaret kaimmakamı ve şeyhülislâmın hâmiyyetsizliği, diğer ricalin tedbirsizliği yüzünden bu merhaleye gelen irtica vaziyeti her dakika inkişaf ederek, sonunda 3. bir hatt-i hümayun İle nizamı cedidin kesin kaldırılması intaç etti. Verilmesini taleb ettiklerinin bulundukları yeri bilenlerden teslimi kabul edildikten sonra, artık dağılmak için ne beklendiği soruldu: Padişahın gösterdiği zaafın gereğinden olmak üzere irtica erbabıda "İrad-ı cedid hazine-sinin"de feshini taleb eylediler. Bu arzularıda yerine getiririldi. Lâkin ihtilâl devam etmekteydi. Çünkü bu karışıklıkları çıkaranların maksadı ne nizamı cedid'in nede irad-ı cedid hazi-nesinin kaldırılmasıydı. Ne de, beş-on kişinin kellesini almakidi. Bunlar ancak alet olabilecek olanlara, cahilleri kandırmaya matuf "nizam-ı cedid şer'e mugayirdir. Irad-ı cedid hazinesi, şuna buna yedirmek için kurulmuştur" şeklinde ileri sürülmüş vesile ve bahanelerdir.
Yoksa; esas maksadı Musa paşanın müntesibi olduğu Sui-tan Mustafa'y1 karışıklıktan faydalanarak taht-i Osmaniye çıkarmaktı. (31/mart/1325 üzücü vakasında da, olayları tertib edenlerin maksadlan, zaten hüküm ferma olan şeriatı Mu-hammediyeyi istemek değil, 2. Abdülhamid'e, eski tesir ve otoritesini iade etmek ve onun nefret eylediği ittihat ve terakki cemiyetine bir darbe vurdurmak için olup, irticaa alet edilen biçare erler ise, elden giden şeriatın! kurtarılması için isyan meydanına sevk edilmişlerdi.(Hemen
tarih önünde aklamışlardır. Yazar belki de başka bir ve ile yukarıda parantez içindeki hüküm ifade eden kanaati-i değiştirmiştir umulur. M. H.> İradı cedid hazinesinin lağvedilmesi hakkındaki arzularının yerine getirilmesi sonunda artık dağılırlar düşüncesine varıldığında ikindiye doğru 4. bir teklif ortaya çıkarıldı.
Buda; 1. Abdülhamid hân'ın iki şehzadesinin, hanedan-ı osmaniyanm yegane varisi olan Sultan 4. Mustafa ve Sultan 2. Mahmud'un hayatlarının temini muhafazası için, kendilerine teslim olunmasını istemeleriydi. (Zaten bu taleb kaide-i umumiyedirki, cahil ahali, nerede ve ne zaman devletin zaafını hissederse durmaksızın bazı taleblerde bulunur. Bu taleblerin yerine getirildiğini görüncede şımararak, daha başka taleblerde bulunmaya başlarlar.
Meselâ: 31/mart olayında asiler ilk önce şeriat istediler. Arkasından bazı vekilleri, büyük memurların azlini İstediler. He-men peşindende mektebli subayları istememeğe başlamışlardı. Ertesi gün ise asker yazarlar; gazetelerde yazılan bendlerde, müslüman kadınların sokağa çıkmamalarını, kahvehanelerden resimlerin kaldırılmasını, hürriyet marşlarının çahnmamasını istemişlerdi.) 3. Selim hz. leri bu tahammül edilmez teklife verdiği cevabda kimi isterlerse şehzade muhafızı olarak saraya gönderilmesinemüsaade etti.
Halbuki; Sultan Selim gibi melek yaradılışlı, yüksek fıtrat sahibi bir padişahın, ki kalbininde pek yumuşak olması ve azuundan başka hiç bir kusuru olmayan bu zat, kendisine emanet edilmiş o iki şehzadeyi öldürtmesi asla mevzubahs olamazdı. Hatta Sultan Mustafa'nın ei altından kendisinin yanınde pusular kurdurmasına rağmen ve bundan haberi halde, şehzade Mustafa'ya karşı davranış ve sevgisinde değişikliğe gitmedi. Böyle olduğunu saray halkıda, beiki tertipleri yapmakta olanlar dahi bilmekteydi. Lâkin ne faydaki; Köse Musa paşanın hâin tertibinin neticesi olarak-miletin taiii ve şanı şerefinden başka düşüncesi olma-yan o yüce padişaha karşı böyle tahammülü çok zor tekliflerin yapılması devam edip gidiyordu. Ancak şu teklif, Sultan Selimin üzerinde soğuk duş te'siri yaptı. Buna üzüntüsünü beyan ederek babıâliye yolladığı hattı hümayunun bir yerinde şöyle diyordu" Benim zürriyetim olmadığından her iki şehzade evlâdım ve nûr-u aynim'dır. Allah korusun onlara suikasd iie hane-dan-ı Osmaniyanın inkırazına sebeb olmayı hatır ve hayalimden geçirmem. Cenab-ı Hakk kendilerine tam bir afiyet ve uzunca bir ömür ihsan buyursun, "mealindeki sözlerle ul-viyyetinin derecesini ortaya koymuştu. Ancak; ne bu sözleri ümmete duyurulmuş, ne de bunun rikkatli davranışından ba-bıâli güzel bir netice çıkarabilmiştir.
îş bu derecelere geldikten sonra, saray halkı dahi edebsiz-liğin son perdesine çıkarak, padişahın huzurunda yapmadıkları hayasızlık kalmamıştı. Köse Musa paşa ise Rodos'a sürülmüş, daha sonrada bu lâin herif Alemdar meselesini müteakip idam edildiğinden millet onun hâin suratını görmekten kurtulmuştur. (Böyle vakalarda, hengamelerde isyancılara en çok cüret veren ve gayret bahşedenlerin medrese talebeleri olduğu tarihin mazbut vesikalanndandır ki; 31/mart/ha~ disesinde dahi ilmiye sınıfının himmet-i ve teşebbüsatı fedâ-kâranesine rağmen, asker kaçağı bazı medrese talebesinin ve bunlara benzemek emeliyle başına bir beyaz bez saran halktan birinin, askerleri cesaretlendirme hususunda gayret güttükleri hâla hatırımızdadır.) Asiler o geceyi de bu şekilde geçirdikten sonra ertesi gün olan, Cuma günü yine Atmey-danında yapılan toplantıda ortaya 5. bir teklif daha çıktı. O da, devlet idaresinin, frenkmeşrep ve sefil kimselerin elinde olduğunu, padişah ise, zevk ve sefahatin dünyasına dalarak milleti unuttuğunu buna bağlı olarak taht'tan indirilip, yerine Sultan 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması talebi gelmişti. Zaten bu dağdağanın, bu rezaletlerin maksadı, gayesi buraya gelmeye matuftu.
Bu teklifin ileri sürülmesinden sonra ileri gelenlerden meydana gelen bir cemiyet ve teşkilat eşliğinde ikibin asker himayesinde şeyhülislâm Ataullah efendi saraya gönderilip, tahttan indirme ve 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması kararı alındı. Ataullah efendi, babıâliye gelip, kaimmakam paşa vesaire ile müzakere sonunda millet tarafından 3. Selim'in bu günden sonra tahttan indirilmesine yerine Sultan 4. Mustafa'nın geçmesinin kararlaştırıldığı bir tezkereye yazılarak, Bab'ussaade ağalığına gönderildi. Yazı, Soğukçeşme tarafındaki kapıdan enderunu hümayuna ulaştırıldı. Yazıyı alan da-russaade ağası tezkereyi sünnet odasında bulunan padişah 3. Selim'in yanına giderek takdim etti. Padişah tezkereye göz atınca; yerinden kalkmış ve "Zâlike takdirülazizülaliym" diyerek harem dairesine yürüyerek, tahtını tacını 4. Mustafa'ya terk ederken tebrik etme nezaketini de göstererek feragatin köşesine çekilmiştir.
Köse Musa paşa, işin bu yanından haberdar olmadığından Selim inad edip, kapılan açtırmaz ise, lağımcılar vasıtasıy-la kapıların kırılmasını emretmişti. Sarayın kapısı civarına toplanmış bulunan binlerce haşarat ise ne istediklerinden habersiz Sultan Mustafa efendimizi isteriz! Diye feryad ediyor-ardı. Halbuki işten haberdar olan kapıcılar, karşılarındaki ce-'yetı teşkil edenlerin başında şeyhülislâm ve kaimmakamı görünce kapılan açtılar. Gelenler bu kapıdan içeri girerek, Venı padişah 4. Mustafa'nın gelmesini beklemeye başladılar. stata ise o dakikalarda haremden çıkarak kendisini yenlerle bir araya geldiğinde resmi biat merasimi yerine getirildi. Tabiiki bu işlem rütbeler arasındaki silsilei mera-tip gözetilerek ifa olunmuştu. Biattan sonra herkes işinin ba-şınagitti. 17/may!s/1222-1807 cuma günü işler tamam oldu. Güya işlerin tamamı görülmüş, talebier yerine getirilmişti. Halbuki biçare ahali bilmiyorduki daha hızlı surette, daha iri adımlar ile varta-i izmihlale yâni çoküş'e yuvarlanıyordu. Çünkü tahta çıkan yeni padİşahda milleti bu hali içinde idare edecek kiyasete ve kabiliyete haiz olmadığı gibi vekiller heyetini de meydana getirenler ise kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünemez bir alay hamiyyetsizden, yâni gayretsiz ve haysiyetsiz kimselerden ibaretti.
Bilhassa bu inkılabın meydana gelmesinde en büyük olarak ortaya çıkan Kabakçı Mustafa en çok şımarandı. Her arzu ettiğini yaptırır. Vakitli vakitsiz padişahın yanına giderek istediği iradeleri taleb eder ve alırdı. Tabii bunlar yeni padişahın canını son derece sıkıyordu. Artık kendi duyacağı sesle canının sıkıntısını belli ediyor, Kabakçı'nm yaptığı her ziyaret esnasında kendisine olan iltifatlarını azaltmaya başlamıştı. Ancak göstereceği daha fazla memnuniyetsizliği hesap etmesini bilen 4. Mustafa, gösterdiği hizmetlerin karşılığı bir mükafat olarak, boğaz nazırlığı görevi ihsan ederek İstanbul'un bir ucuna göndermişti. Bu Kabakçı Mustafa denen kaba ve cahil herifden korkmayan kimse yoktu adeta.
Aşağıda tafsilatını vereceğimiz gibi, Allah'dan Alemdar Mustafa paşanındahimmetleriyie vücudu ortadan kaldırılabil-miştir.
Alemdar Vakası Ve İrticaın Sonu!
İstanbul'da, yeniliğe karşı çıkma hadisesi de denebilen irtica olayı husule gelirken, ordularımızda moskof hududunda bulunmakta, ara sıra parlayan çarpışmalarla meşgul olmak-talardı. İşte böyle karışık bir dönemde, devletin kaderi ile oynama mânasına gelen İstanbul'daki olaylar, yâni irticai hadiseler ihtiras ve heveslerin şevkiyle yapmaya cesaret bulanlar tarih karşısında ebediyyen lanetle alınacaklardır. Hududları-mızda bulunan ileri gelen kimseler ve kumandanlar arasında hamiyyet sahibi bazı kimseler mütareke yapılmasının şartlarından istifade ederek, İstanbuldaki olayların sorumlularını tesbit ederek cezaya uğratmak hâttâ 3. Selim'i tekrar Osmanlı tahtına oturtmak hususunda müzakerelere girişmişlerdi. Bu müzakerelerin sonunda herkesin itimadını kazanmış, sağlam ve haysiyet sahibi vede cesur bir zâtın reisliği altında bunu gerçekleştirmeyi kararlaştırmışlardı. Aranan bu hasletlere hâiz olan zât, Rusçuk'da ikamet eden Tuna Seraskeri unvanlı Alemdar Mustafa paşa olduğunda da İttifak sağlanmıştı.
Bu kararın alınmasında sadaret eski mektupçusu Tahsin efendi ile Refik, Galib ve Behiç efendiler büyük rol oynamışlardı. Adlarını saydığımız zevatın teşkil ettiği cemiyetin fer^l sayısı gün geçtikçe genişliyordu. Maksadı yerine getirmeyi başaracak tedbirlerin kararı »alınıyordu. (Bilindiği gibi; İtti-had-ıterakki cemiyeti de son defalarda yine böylece rumeii-nın ücra yerlerinde kurularak, neticeye varmıştır.) Alemdar Mustafa paşa esasında câhil bir zat olmasına rağmen fevka-a e zeki, hamiyyetli, sağlam düşünceye sahip, rumeli askerinin üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. Bu zata müracaat ka-ran a!an heyetin isabet ettiği ortadadır.
Alemdar Mustafa Paşa'nın Biyografisi
Alemdar Mustafa paşa Rusçuk'da doğmuştur. Kamus'ülâ-lam'a göre Arnavud ırkına mensupdur. Gençliğini av peşinde geçirmiştir ve Sultan 3. Mustafa devrinde Ruslara karşı açılan seferde yanında bir miktar asker olduğu halde katılmış ve elinde taşıdığı bir bayrak münasebetiyle "Bayrakdar veya Alemdar" denerek anmak adet olmuştur. Bir ara meşhur Pasbanoğlu'nun isyanında Rusçuk ayanı Tirsinklizâde'ye yardımcı olduğundan, Tirsinkli'ninde tavsiyesi ile kapıcıbaşı-lik payesi verilerek Hezargrad âyanliğına daha sonrada Rusçuk âyanlığına tayin olunmuştur. Alemdar'in çok geniş bir arazinin sahibi durumunda olmasından kaynaklanan zenginliği ve buna bağlı olarakda az rastlanacak tarzdaki cömertliği kendisine pek çok hayran ve minnet duyan kimseler kazandırmıştı. Bektaşiliğe mensubiyeti münasebeti ile yeniçeri ocağına karşı büyük muhabbeti vardı.
Hâttâ 3. Selim'in nizamı cedid askerinin kurulmasına ait çalışmalara muttali olduğunda bir hayli üzüldüğü görülmüştü. Yalnız realistçe bir anlayışa sahip olması hasebiyle Rus savaşında yeniçerinin gösterdiği cebanet, korkaklık ve firarlar, Alemdar'daki bunlara karşı olan muhabbettini yaraladığı gibi tam tersine yeniçerilere kızgınlık duymasını getirmişti. Alemdar Mustafa paşa; Ruslarla yapılan savaşlarda Tuna ordusu kumandanı sıfatıyla bulunmuş, gösterdiği başarılardan mütevellit her tarafta ün kazanmıştı. 1221/1806'da kendisini vezirlik rütbesi ile beraber padişah tarafından kendisine davul, hilât ve sancak mükafat olarak gönderilmişti. Alemdar paşanın 3. Selim'e karşı pek büyük sevgisi vardı. 1222/1807 mayısının 17. günü padişahın tahtan indirildiğini duyduğunda, üzüntüsünün büyüklüğü, bu olaya sebeb olanlardan intikam alma azmine dahi getirmişti. Yukarıda adını verdiğimiz kişiler kurdukları cemiyetin başkanlığına böyle bir döneminde Alemdar paşayı getirmişlerdi. Şimdi burada Alemdar Mustafa paşanın biyografisini dondurup tarihi gelişime temas etmeye devam edelim:
Efendim; Alemdar'ı gizli cemiyetlerine reis seçen zevatın enbüyük taktik başarısı, her biri ordunun çeşitli kademelerinde de kendilerine bir vazife bulup, bu vazifelere tayine muvaffak olmalarıdır. Bu vazifelerde bulunmaları asker ile daha kolayca teması temin edebilmeleridir. Böylece onlan iknaa etmekte başarıyı yakalamalarını elde etmişti. (Eğer, ittihatçılara bakarsanız, onlarında askeri güçleri ele geçirmeden icraata başlamadığını görürsünüz.) Hakikaten ordu bünyesinde vazife almış bu zevat, ordunun meselelerini tanzim bahanesiyle sık sık Rusçuk'a Alemdar Mustafa paşanın yanına giderek, harekete geçmesi hususunda tahrike fırsat bulabiliyorlardı. Eninde sonunda bu tahrikler gizli cemiyetin taşıdığı istikamete doğru yol almaya başladı. Günün birinde Alemdar paşanın yanında bulunan onbin kadar seçme askeriyle Edirne civarına gelmesi görenlere dehşet verdi. Bu halden şaşkın olan herkes üstüne üstlük, Ruslar ile yapılan mütareke ve yiyecek sıkıntısının ağır basmasından dolayı, Tuna boylarındaki askeri kuvvetde Edirne'de boy gösterince şaşırmak, endişeye döndü.
Aynı zamanda serdanekrem unvanını hâmil olan sadrazam, Alemdar Mustafa paşanın Edirne'ye gelişinden ürkerek, mütareke zamanının dolduğunu, hudud boylarında asker ^almadığını bu sebebile Tuna havalisine gitmesini açıkça söylediyse de, Alemdar'm metaneti ve aradaki kimselerin işleri ustalıkla idare etmeleri, zaman içinde sadrazamında anlayışında değişim husule getirdi. Aiemdar paşa, sadrazamın da itimadını celbetmişti. Böylecede sefer yapma müzakeresi başlamış oluyordu. Hâttâ Alemdar paşa'nin müşavir ve müsteşarı oları Refik ve Behiç efendiler, serdar-ı ekrerni orduyu tanzim için İstanbul'a bile gitmeye ikna etmişlerdi. Fakat saltanat merkezinden sorulacak olursa, ordunun başında bulunmasından istifade ile padişahı istedikleri gibi kullanan vekillerin buna onay vermeyeceklerini serdar-ı ekreme inandırmışlardı. Alemdar ise; "madem ordu İstanbul'a gidiyor. Bende onlarla giderek padişahın gözlerini göreyim" şeklinde arzusunu dile getirince, sadrazam bunu uygun buldu. Bu vaziyet karşısında ordunun harekâtı gizlice kararlaştırılıp; beş günde İstanbul'a varılma üzerine plân yapıldı, merhaleler tesbit olundu. Ordunun harekâtı tabiiki ahaiiden de gizlendi. Yoksa harekete geçilir geçilmez, huzuru padişahiye ve sadaret kaimmakamhğına gizlice malumat verildi. Bu haber verme işi de, haseki ağa İstanbul'a gönderilerek yapılmıştı. Ordunun Edirne'de kalmasının, masraf bakımından tahammül edilmez raddeye varacağı için Edirne'ye dönmesinin kabii olmadığının gereğinden dolayı irade-i hümayun çıkarılması, vaziyetin ahaliye duyurulmayıp onların heyecanlandırılma-ması için gizliliğe riayet lüzumuda bildirilmişti. İstanbui hazine vekili Nezir ağa orduyu karşılamak vazifesiyle padişahça gönderildi.
Cemaziyelevvelin 20. perşenbe günü devlet adamlarının ekserisinin haberi olmadığı halde sabah erkenden Alemdar Mustafa paşa; serdarı ekrem ile Çarhacı Ali ve Behram paşaları önüne katarak İstanbul'a ulaşmak üzere yola çıkmıştı. Alemdar kendi askerinden küçük bir birliği yanına almıştı, istanbul'da istediği havayı estirmeye muvaffak olan eşkiya reisi Kabakçı Mustafa, 3. Selîm'i tahttan indirme vakasından butarafa nail olduğu Boğaz Nazırlığı vazifesinde bulunmaktaydı. Kabakçı Mustafa mutlaka yok edilip, eşkiya başsız kalmalıydı. Alemdar paşa bu vazifeyi Pınarhisar ayanı Hacı Ali aqa'ya vermişti. Ordunun Çorlu'ya geldiği sırada hakikaten kendine verilmiş vazifenin şuurunda olan Ali ağa işi aşa-qıda naklettiğimiz şekilde bitirmiştir. Kabakçı Mustafa; boğaz nazırlığı makamı olan Rumelifeneri'nde ikamet etmekteydi. Ali ağa sabahın çok erken saatlerinde buraya gelmiş ve çok Önemli bir emir tebliğ edeceğini bildirmiş idi.
Kabakçı'nın ikametgâhına girmiş ve oradan harem dairesine geçerek, gürültü çıkarmadan Kabakçı'nın kafasını kesi-vermişti. Bu hal İstanbul'dan işidildiğinde herkes hayret etti. Yapılan tahkikattanda bir sonuç çıkmadı. Ancak iki gün sonra Edirneden gelmekte olan ordu, Çırpıcı çayırında boy gösterince vaziyetin ortaya çıktığı görüldü. Ali ağa, Kabakçı'nın. kellesi yanında olduğu halde orduya geri dönmüştü.
Ordunun harekâtının 3. günü vaziyet İstanbul'da iyice duyuldu. Alemdar'in orduyla beraber gelmiş olması haberi herkesi telaşa düşürdü. Devlet adamları ve hçyet-i vükelâ bir toplantıyı elzem buldu. Müzakereler ne için ve ne maksat ile gelinmiş olduğunu tahmine matuf oldu. Neticede, bilfiil gelmiş bulunan or-duyu karşılamaktan başka çare kalmadığına karar verdiler. Ertesi sah günü başında şeyhülislâm olduğu halde bir çok devlet adamı ile birlikte ordunun bulunduğu yere gidip hoş geldiniz. Dediler. Tekrar İstanbul'a döndüler. (Bilindiği gibi seneler geçtikten sonra Hareket Ordusunu da aynı istikamete gidip karşılayanlar olmuştu.) Hâttâ ertesi gun Sultan 4. Mustafa dahi sancağı şerifi karşılama arzusuyla İncirli Çiftliği ile Davutpaşa arasındaki bölgeye kadar giderek, ordu ile birlikte Davutpaşa kasrına gelmiş ve orada bir saat kadar istirahat ettikten sonra, herkesle birlikte İstanbul'a dönmüştü.
Alemdar Mustafa paşanın askerleri müstakil olarak Çırpı-cıÇayır;nda kalmışlardı ki, bu hâl ahalinin kalbinde müthiş bir korkuya sebeb oldu. En azılı yamaklar bile kuzu gibi oldular. Çünkü;AIemdar'ın böyle seçme askerle İstanbul'a gelmesinin mutlaka mühim bir sebeb taşıdığına bütün vicdanlar inanıyordu. Alemdar'ın düzenlemesiyle hemen ertesi gün olan cemaziyelevvel ayının 27. gününe rastlayan perşenbe günü, teşvikçilerin başı şeyhülislâm Ataullah efendi azl edildiği gibi, irticada eli olan bir çok kimsede muhtelif mahallere sürgün edildiler. Alemdar Mustafa paşanın sık sık saraya girip çıkması ve İstanbul'un asayişine bağlı bazı tedbirler almaya kalkışması, başka birdeyimle İstanbul'da bir çeşit örfi idare hüküm sürmesi, Alemdar paşanın önemini günden güne arttırmaktaydı. Sadrazam Çelebi Mustafa paşanın hiç bir tesiri ve hükmü kalmadığı gibi, Alemdar Mustafa paşa tarafından, önemli işlere dair alınan tedbirlerden sadrazamın haberi bile olmuyordu.
Devletin önemli makamlarında bulunan ve irticai olaylar esnasında husule gelen hareketlerde eli ve rolü bulunan kimselerin, Alemdar paşanın tesiriyle birer ikişer sürgüne gönderilmeleri, azil olunmalar! devam ettikçe, Sultan Mustafa'da vaziyetten ürkmeğe başlamıştı. Bunun çaresini bir kaç defa aracıların vasıtasıyla paşa artık vazifesi başına gitsin şeklinde haberler yollamakla denemişti. Ne varki;4. Mustafa'nın bu yola başlamış olması, Alemdar paşanın yapacağı İşin öne alınması neticesini getirdi. Bu arada gelen bir haberde, sadrazam Çelebi Mustafa paşa yamakları ve ocaklıları harekete geçirip Alemdar paşa aleyhinde imale etmeye çalıştığı varit oldu. Bu plânlamanın Alemdar paşa üzerindeki tesiri pek büyük oldu.
Hemen Çırpıcı çayırında bulunan birliklerinin başına giden paşa, sabahın erken saatinde kalabalık sayılacak bir müfreze ile doğruca babıâli'ye gelip de sadrazamın yanına girdi. Tam bir diktatör haşmetiyle: Bre herif mühr-ü hümayunu ver! dedikten sonra pek dokunaklı sözler edip sonra aldığı mührü Cavuşbaşı Tahsin Efendiye teslim edip, sadrazamı da bir ata bindirip, Çırpıcı Çayırında bulunan kendisine ait askerin yanına göndererek enterne etti.
Ortaya çıkanı bir teemmül edersek, karşılaştığımız vaziyet şu olur: Güçlü, muntazam bir orduya sahip olan kumandan, padişahı ürkütür, sadrazamı kendince azleder, muhafaza altına alır devlet görevlilerini oraya buraya sürer, buna ne ad verilir sorusu, devlet gemisinin rotasından çıkmış olduğunun cevabıyla karşılaşır. Bu arada ise devlet adamlarından bazılarını da babıâli'ye davet etmişti.
Babıâli'de vükelâyı toplayan Alemdar paşa, uzun bir izahatın gereksiz olduğunu, yalnızca din ve devlete aid bir iş için kendisini takip etmelerini istedi. Alemdar'ın maksadını anlayabilen şeyhülislâm Arabzade Arif molla, önce bir tereddüt göstermişsede, Alemdarın gazab dolu bakışını üzerine teksif etmesini gördüğünde, diğerleri gibi ayak uydurmaktan başka çaresi kalmamıştı. Alemdar paşaya terslik şöyle dursun, bir şey söyley.emeyerek peşi sıra takip etmeyi yeğlediler. Hep birlikte Topkapı sarayının Ortakapısına geldiler. Alemdar paşa; Darüssade ağası bulunan Mercan ağa'y1 huzuruna getirterek "Devletin bütün erkânı burada, ahalide, Sultan Selim'in yeniden tahta çıkarılmasını istediğinden derhal kendisini dışarı çıkarın. Burada biat merasimi yapacağız." Dedi. Şeyhülislâm efendiyi de, vaziyeti anlatması için Sultan 4. Mustafa'nın yanına gönderdi. Aradan biraz vakit geçmiştiki şeyhülislam telaş içinde geldi ve 4. Mustafa'nın büyük bir kızgınlıkla kendisini yanından kovduğunu ve kapı-ann kapatılması emrini verdiğini bildirdi. Bütün bunlar sa-ahtanberi sinirden köpürmüş bir halde bulu-nan Alemdar paşayı gazabın son hududuna getirmişti. Artık ağzını her dökülen sözler, padişahlara söylenmemesi gereken kelimeleri ihtiva etmekteydi. Bu arada da, yanında bulunanlara, kapıyı kırmalarını emretmişti. Sultan Mustafa; vaziyetin aldığı rengi keşfetmiş, kendisinin yaşamasını ve saltanatını devam ettirmeye matuf tek tedbir olan ancak, çok habis bir çareye başvurdu. Şöyleki:
O sırada hanedanı Osmaniye'de kendisinden başka iki erkek vardı. Bunlar da; eski padişah 3. Selim, bir de daha sonra padişah olacak olan şehzade Mahmud idi. Bunları öldürttüğü takdirde, hanedanın yıkılmaması için ona dokunulmayacaktı! Böylece hem hayatını hem de saltanatı emniyet altına alınmış olacaktı. Bu vaziyet karşısında emrinde olanlara bu hanedamn bahsedilen iki erkek üyesinin katledilmeleri emrini verdi. 3. Selim, bulunduğu kendi dairesinde gayet feci bir şekilde, kılıca karşı, ney'iie karşı koymaya çalışırken al-kanlar içinde bırakılarak, şehid edildi. Kanlar içinde bulunduğu halde cesedi bir şilteye konmuş olarak arz odasının önüne bırakılmıştı. Talihsiz ve mahlu padişahın beş gün önce vefat etmiş olduğu haberini de epeyi mübalağalı bir tarzda ahaliye duyurdular. Aynı dakikalarda da, genç şehzade Mah-mud'un öldürülmesine çalışılmaktaydı.
Bereket versin ki Sultan Mahmudun lalası Anber ağa ile Çevri Kalfa adlı hamiyyet sahibi Gürcü ırkından bir câriye, melunane vazifelerini yapmak isteyen saldırganlara karşı koymaktalardı Şehzadeyi dama çıkarıp saklamaya çalışıyorlar bir yandan da, saldırıda bulunanlarla çarpışıyorlardı. Fırlatılan hançer ucu, Sultan Mahmud'un kolunda bir yaraya, dama çıkarkende duvara toslayıp alnında küçük bir yara meydana geldi. Sağ salim dama çıkabildi. Çevri kalfa; son anda şehzadeyi yakalamak durumunda bulunanlara elinde bulunan mangalın küllerini savurarak, gözlerini toza bulayıp zaman kazandırmayı becerdi.
Rivayet olunurki; şehzadeye saldıranların arasında bizzat 4 Mustafa'da varmış! Bunun böyle olduğunu belirten Ali Sevdi bey şunu söylemekte: "Kütüphanemde mevcud olup, vazarm adı ve eserin ismi olmayan kitab, maalesef son babı-ali yangınında yanıpda gitti" demektedir. Alemdar Mustafa Paşanın daha önce kırın emrini verdiği kapı kırılınca ilk görünen manzara şehidin naşı olmuştu. İlk göreni de Alemdar paşa idi. Şaşkınlığını gideremeyen, gördüklerine inanamayan bir halle merhum padişahın cesedine kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlayan koca adam: "Vah efendim! Ben seni tekrar taht'a çıkarmak için bu kadar uzak mesafelerden gelmiş i-dİm, gözlerim, seni bu halde gördüler ha! Şimdi şu enderun halkını baştan başa kılıçtan geçirerek senin intikamını alayım" diye inlemekteydi. Kırksekiz yaşında şehid olan 3. Se-lim'in cesedi Alemdar paşanın kucağında biruh olarak, al-kanlar içindeydi. O sırada ise, inkılap hareketleri içinde pişmiş bir kimse olan ve üzüntü ile infial halinde bir iş görülemeyeceğinin idrakinde bulunan Ramiz efendi; Alemdar paşaya yaklaşıp: "Şimdi ağlamanın sırası değil, tahtın yegane vârisi olan şehzade Mahmud bulunup tahta çıkarılmalı" dedi. İlave etti: "Gecikirsek, korkmak lazım gelirki ona da bir hâl olur." derdemez, Alemdar paşa aklını başına alır.
Derhal Sultan Mahmud'un bulunmasını oradakilere emreder. Saray imamı Ahmed efendi, genç şehzadenin saray damına çıkmış bulunduğunu haber aldığından, güç bela çık-uğı damdan sultan Mahmud'u indirdi. Alemdar'ın yanına getirerek, "İşte efendim, Sultan Mahmud efendimiz ben biat ediyorum" diye yüksek sesle hitab etmişti. Alemdar Mustafa PaŞa, bilâfütur: "Padişahım! Ben buraya amucanızı taht'a Ç'karmak için geldim. Kör olası gözlerim onu şu vaziyette u|dum. Seni taht'a çıkarayımda müteselli olayım. Lâkin
ultan Selim'i bu hale koyan enderun ahalisini kılıçdan geçjrmeme müsaade buyur" Demişti. Henüz yirmiüç yaşında bulunan daha bir iki dakika evvel belkide hayatının en zor ve tehlikeli anlarını yaşayan Sultan Mahmud'un son derece yüksek olan metanetini anlamalıki; ne yerde yatan alkanlara bürünmüş amucasının, cesedinin ürkütücü manzarasından ne de, kükremiş aslan gibi saraya savlet eden, silahına sarılmış ve intikam arayan Alemdar paşa ve maiyetinin hâl ve davranışları etrafı velveleye veren feryatlardan zerre kadar bir korku duymayarak, gayet metin ve mekin bir arslan sesiyle: "Paşa; şimdi silahlarını çıkar. Askerini dağıt. Seninle görülecek işlerim var. Hemen Hırka-i saadet dairesine gel. Daha sonra hâinleri ben buldurup, sana teslime bakarım." Demiştir. Genç padişahın, böyle bir tavır ve otoriter davranışla Alemdar paşanın asabına hâkim olmasını telkin eden emirleri hemen tesirini gösterdi. Alemdar Mustafa paşa sakinleşmişti. İlk önce silahlarını çıkardı. Ardından askerin dağılmasını emretti. Yalnız sultan Mahmud'un babasının vakti zamanında Alemdar paşaya maddi ve manevi değeri pek yüksek bir hançer hediye etmiş olmasından mütevellit padi-şahdan bunu taşıma müsaadesi taleb etti. Sultan Mahmud bu talebe müsbet cevap verdi. 4. Mustafa ise bu sırada Bağ-dad köşküne çıkmış sofada "ben bu taht'tan inmiş değilim, Mahmud'u kim tahta çıkardı!" şeklindeki sözleri herkes tarafından duyulduğu gibi, Hırka-i saadet odası içinde bulunan Alemdar tarafından da işidildi. Bu sözler paşa-nın yine çileden çıkıp pür gazab kesilmesine sebeb oldu. Hırka-i saadet odasından fırladığı gibi, bağırarak.
"Söyletin şu adama beni kıyamete kadar lanetle andıracak bir harekete sevketmesin, bucağına çekilsin!" şeklinde haykırdı. Saray imamı Ahmed efendi işin vahametini anlayarak, hemen Sultan Mustafa'nın huzuruna çıkarak: "Efendim saltanatta nasibinizin bu kadar olduğu görülüyor, artık birazda istirahat buyrun" diyerek 4. Mustafa'yı harem dairesine göndermiştir.
Bütün bu gaileler atladıldıktan sonra Hırka-i saadet önüne, Osmanlı tahtı kondu ve resmen biat merasimi başladı. Vekiller, komutanlar, alimler, ileri gelen devlet memurları biatlarını yerine getirdiler. İlk biati Alemdar Mustafa paşa yapmıştı. Çünküilk karşılaşmadan sonra Sultan 2. Mahmud, Alemdar Mustafa paşayı hırka-i saadet dairesindeki mükalemesinin akabinde sadaret ile taltif eylemişti. Böylece de, Sultan 2. Mahmud'un ilk veziriazamı Alemdar Mustafa paşa olmuştu. Tabiatıyla ilk biat edende ülkenin iki numaralı adamı olacaktı. Ne varki; tarihimizde varlığıyla, fedakârhğıyla, metanetiy-le ve fikri aydınlığıyla daima yad olunacak Alemdar Mustafa paşa hatayı burada, vezareti uzma makamını kabullenmesinde yaptı. Çünkü Alemdar paşa yetişmiş, cesur, fedakâr bir asker, mühimce bir kumandan olarak askeri meziyetlerini her zeminde ispateylemiş bir kimseydi. Lâkin bir milletin, adeta yıkılması mukadder devletin yıkılmasını önleyebilecek kadar mülki idaresine, siyasasına akıl erdirebilecek tecrübe-nin sahibi değildi. Ayrıca kendisinde bir hırs ve tamah olmadığı herkesçe bilinen hususlardandı. Sadareti kabul etmesi, ne servet-ü saman sahibi olmak nede şan ve şöhret sahibi olmaya matufdu. Sadece milletini ve memleketin ahvalini düzeltecek bir anlayışla üzerine aldığı düşünülmelidir. Fakat, bu vazifeyi alacağına vazifeden uzak kalarak ancak eski tâbirle nigahban yâni bir gözlemci olarak kalması pek daha isabetli olurdu. Aşağıda yazacağımız ve kendisinin şehidliği-ne sebeb olacak feci vakaya, hep bu hâl İçinden yâni hizmet edebilirim içtihadının yanlışlığını ortaya koymuş olacağız.
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa
Biatin yapılmasından sonra karışıklığa ve irticaya sebeb olanların bu günkü deyimle mürtecilerin önde gelenleri birer birer eie geçirilip kimi idam edilmekte kimi ise ele geçirme esnasında karşı koyduğundan öldürülmekte idi. Kimileri de; sürgün hapsi boylamak gibi cezalara uğratılıyordu. Bu tavizsiz davranma anlayışı asayişinde kısa zamanda rayına oturmasını sağladı (Hareket ordusu İstanbul'a girdikten sonra aynen böyle olmadımıydı?) Sultan 2. Mahmud, yeniden nizamı cedid usulünü tatbike koyuldu. Üstelik yalnız İstanbulda değil ülkenin her tarafında uygulamaya soktu. Mutlak surette askeri alanda büyük hamlelerin yapılması icab ettiğini her fırsatta dile getirmeye başladı. Bu arada bir çok askerin meslek ile ilişkilerini kesip, orduyuda tensikata tâbi tuttu. Ne varki; askeri alanda bunlar yapılırken sivil idare ve bilhassa adliye üzerinde hemen hemen hiçbir hususa el atılmadı. En iyimser deyimle yapmaya vakit bulamadılar denebilirki, buda ileri sürdüğümüz hususlarda bir şey yapılmamış olduğu manasına gelir. Bütün ölümlülere hâkim olabilecek hususlardan sayılan gurur Alemdar Mustafa paşanın da içine işlemekte vakit kaybetmedi.
Sultan 4. Mustafa'yı tahttan indirip, Sultan 2. Mahmud'u Osmanlı tahtına çıkaran, kendiside sadrazam olan, her dediğinin ikiletmeden yerine getirilmesinden hasıl olan neticelerden devletin ve bilhassa İstanbul'un huzura kavuşturulması başarısının her devirde bulunan dalkavukların yalana dayalı takdirleri istikameti sağlam olanları dahi şaşırtır. Bozuk isti-kametlileri de safına celbederdi. Alemdar paşa öyle bir anlayışa sahip haîe gelmiştiki, artık kendisini, biri karşı çıkacak diye bir sıkıntı duymamaktaydı. Alemdar'a göre; artık yeni- hiç bir değeri yok, ahali ise bir fesada kapılacak ce- ve kabiliyete hâiz değildi. Halbuki paşa bu anlayışında ^tüğü gurur illeti yüzünden yanılıyordu. Çünkü; yeni usul-rnemnun kılığıyla kendini yutturan ancak eski usulün amini isteyen ve bunu da temine lâzım gelişmeleri tertip-vecek bol sayıdada gayrı memnunlar vards. Bu zümreye a hil olanlar, her an tutuşacak bir ihtilâl ocağı hazırlamışlar sadece kibrit çakmayı bekliyorlardı. Böyle niyet taşıyanların en çok kullandıkları silah ise, iftira, ülkenin işlerinin kötüledi-ği hususunda yalanların çoğunluğu teşkil ettiği şayialar yaymak, bazı kimseleri birbirine düşürücü beyanlar uçurmak olduğu herkesçe bilinir. Böyle düşünce yapısına bölgelerin tanınmış kahramanları da katıldımı, artık iş sadece ahaliyi tahrik etmeye kalırki, bunlarda yalan haberleri yaymağa çalışmak ve sık sık toplantılar tertibiyle ihtilâlin sebeb vede esasları hazırlanırdı. Artık bütün bunlar olmakta idi. Bazı güngör-müş ve kendisine sevgi besleyen kimseler, memlekette kaynatılmaya hazırlanan kazan hakkında bazı bilgi ve haberler verdiler. Ne varki; kör olası gurur denen şeytan pisliğinin insanı aldatıcı tesiri burada da kendini gösterdi. Alemdar paşaya ne söylense kaale almıyordu.
Artık itibar ve nüfuzunu artırmak için nizamı cedid askerine eski dönemde yaptığından da fazla alâka ve iltifat göstermeye başlamıştı. Beri yandan bazı ulemâya kaba davranması devlet hazinesinden bir sürü adamın hiç bir haklan olmadığı halde senelerdir almakta olduğu maaşları kesmesi, konağına cariyeleri doldurarak, akşamlan içki içip çalgı çaldırıyor dedikoduları mübalağalı bir şekilde müslüman ahaliye duyuruluyordu. Hele birde kalenin içinden ele geçirilişi vardıki, o a Şöyle olmuştu: her ne kadar paşanın adamıymış gibi ge-Ç'nen, gizliden gizliye ihtilâl yapacak kimselere yardımı esirgemeyen bazı müfsidler irticaın yüksek tabaka arasında yer alan mensupları, harem dairesindeki cariyeleri bile elde ederek, Alemdarın şerefine zarar verecek hallerin yapılmasını temin etmiştiler. Meselâ divanhaneye ve camiye silahsız gitmeleri adet olmayan sadrazamların yerine, böyle yerlere silahsız giden bir sadrazam çıkmıştı ortaya. Bu sadrazam Alemdar Mustafa paşaydı. Paşanın bu tarz davranışı Rumeli askerinin bile infialine sebebolmuştu. Vaziyet bütün açıklığı ile belirmişti. Ülke değil amma İstanbul'un insanlarının büyük bir kısmı Alemdar paşa'nın hasmı kesilmişti.
Başvekilin Şehadeti
1223 senesi ramazanı'nin 26. gecesini 27. güne bağlayan, milâdi tarih ile 1808 yılının 16/kasım çarşamba akşamı, Sultan 2. Mahmud'un sadrazamı Alemdar Mustafa paşa, şeyhülislâm Arif ef. dinin iftarına davetlidir. Bu davete icabet etmek üzere babıâlideki sadaret konağından atına binmiş olarak yola çıkmıştır. Bir takım adamların divanyolu üzerinde t