2013-09-02 13:19
Tarih Haber / Bir devir bin ömür
Bir devir bin ömür
Osmanlı’nın en güçlü ve en zengin isimlerinden biri olan Mabeyinci Faik Bey ve çocukları da altın liralar içinde yüzdüler, ama sonunda sürgün ve yoksullukla tanıştılar...
İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasındaki Beylerbeyi semti, adını padişah III. Murat’ın Beylerbeyi Mirialem Mehmet Paşa’dan almıştır. Bu güzel semtte bulunan Mabeyinci Faik Bey Yalısı bir görenin bir daha unutamadığı bir güzelliktedir.
Mabeyinci Faik Bey Yalısı 1890’da adını taşıdığı kişi tarafından yaptırıldı. Yalının her iki ucunda yeşil külahlı iki kule bulunuyor. Mabeyinci Faik Bey, Sultan Abdülaziz dönemi yalı anlayışına hayran olduğundan çağının modasına uymadı ve yalının içini eski Osmanlı zevkine göre yaptırdı.
Yalı 1950’lerde yapılan restorasyonda yıkılıp yeniden yapıldığından bazı özellikleri kaybolsa da tıpkı iki katlı cumbası gibi eski Osmanlı zevkinin ağırlığını ve azametini halen taşımaktadır.
Mabeyinci Faik Bey’den sonra yalıya ünlü armatör Nazım Kalkavan sahip oldu. Ardından son halife Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürrüşehvar Sultan’ın oğlu Haydarabad Nizamı Bereket Jah ile ilk eşi Esra Birgen’e geçen yalı son olarak Sabancı Ailesi tarafından satın alındı.
25 AĞUSTOS 2013 ZEKİ, ZENGİN VE ZARİF
Osmanlı devrinin seçkin devlet adamlarından Mabeyinci Faik Bey, Bolulu Lütfi Ağa ile sarayda yetişmiş, güzelliğiyle tanınmış bir Çerkes kızı olan Hüsnümelek Hanım’ın oğludur.
Faik Bey, uzun boylu, siyah saçlı ve yakışıklı bir adamdı. Hariciye Nezareti’nde (Dışişleri Bakanlığı) çalışırken zekâsıyla dikkat çektiğinden 20’li yaşlarındayken saraya alındı. 1909’da II. Abdülhamit tahttan indirilene kadar padişahın en yakın ve en güvenilir isimlerinden biri oldu.
Mabeyincilik, padişahı korumaktan, hükümet ile saray arasındaki ilişkileri yürütmeye varıncaya kadar kapsamı geniş bir görevdi. Üstelik II. Abdülhamit döneminde devletin yönetimi hükümetin değil sarayın elinde olduğundan Mabeyn Dairesi devletin en güçlü kurumuydu.
SARAYDAN SÜRGÜNE
Mabeyinci Faik Bey, sadece sarayda değil İstanbul’da da parmakla gösterilen bir kişiydi. Sarayda görevindeki başarısıyla, şehirde ise zenginliğiyle meşhurdu. Bebek’te çok büyük bir yalısı, Kadıköy tarafında ise köşkleri vardı. Bebek’teki yalıya hayran olanlardan biri de II. Abdülhamit’ti ve kızı Ayşe Sultan’ı evlendirirken bu yalıyı oldu bittiye getirip Faik Bey’den satın aldı.
Bunun üzerine aile Beylerbeyi’ne taşındı Mabeyinci Faik Bey’in çocukları devrin en tanınmış sanatçı ve öğretmenleri tarafından eğitiliyordu. Yalıda köşklerde ise büyük hattatların, sanatsever paşaların katıldığı edebi sohbetler yapılıyor, geceleri dillere destan musiki fasılları düzenleniyordu.
Ama bu ışıltılı hayat 1909’da II. Abdülhamit’in devrilmesiyle bıçak gibi kesildi. İttihat ve Terakki’nin kaba yönetimiyle Mabeyinci Faik Bey’in zarafeti uyuşmadı ve yurtdışına çıkmasına neden oldu.
Mabeyinci Faik Bey Mısır’dan İsviçre’ye kadar uzanan bir sürgün hayatı yaşadı. Faik Bey servetini Rus ve Alman paralarına çevirip Avrupa bankalarına aktarmıştı.
Ancak Almanya Birinci Dünya Savaşı’nda yenilip iflas edince, 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Rus ekonomisi çökünce Faik Bey’in devasa serveti de eridi. Faik Bey ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında geri dönebildi. Kalan gayrimenkullerini satarak geçinen Faik Bey, 1937’de vefat etti.
'GÖNÜL NE İÇİN ATEŞLERE YANSIN'
Tanburi Faize Ergin, Mabeyinci Faik Bey ile Şeminur Hanım’ın kızıydı. Devrinin büyük ustalarından özel öğrenim gördü. Daha küçük bir çocukken Tanburi Cemil Bey’den özel dersler aldı.
Hafız Hüsnü’den ve İsmail Hakkı Bey’den aldığı derslerle bilgisini genişletti. Üst düzey müzik okullarında ve çeşitli musiki derneklerinde tanbur öğretmenliği yaptı. Faize Ergin, maarif müfettişi Ruhi Bey’le evlendikten sonra besteciliğe de başladı.
“Gönül ne için ateşlere yansın”, “Kime halim diyeyim, kime rüsva olayım”, “Kız sen geldin Çerkeş’ten” gibi eserleri çok sevildi. Ailenin serveti azaldığında ise müzik bilgisi sayesinde geçinebildi.
Faize Ergin, İstanbul’da hayatı felce uğratan bir kış günü, 21 Şubat 1954’de Tuna Nehri’nden gelen buz kütleleri İstanbul Boğazı’na yayılırken öldü.
'UŞAKLARIMIZA ALTIN LİRALAR VERİRDİK'
Mabeyinci Faik Bey’in bir diğer kızı, Muazzez Özgermi’nin yaşantısı da tıpkı ablası gibi güzel başlayıp hazin bitmiş bir öyküdür. Muazzez Özgermi 1964’de felçli ve yoksul biri olarak 22 yıldır yaşadığı Darülaceze’de hayatının son günlerini yaşarken bir gazeteciye rüzgar gibi geçen ömrünü şöyle anlatıyordu:
“Babam İkinci Sultan Abdülhamit’in mabeyincisi Faik Bey’dir. Evimizde uşaklara bahşiş olarak altın liralar verirdik. Teşvikiye Camii’nin arka tarafında muazzam bir konağımız, Bebek’te ve Beylerbeyi’nde de yalılarımız vardı.
Sultan Hamit Bebek’teki güzel yalıyı kızına hediye etmek için babamdan satın almıştı. Babamın muhtelif zevcelerinden dünyaya gelmiş 11 çocuğu vardır. 10 yaşında idim, babam annemden ayrıldı, annem Merdivenköy’üne yerleşti, ben de bir gün kaçtım, annemin yanına gittim, babam almak için çok uğraştı ama annemden ayrılmadım.
Gelinlik çağına geldiğimde çıkan kısmetlerimi de beğenmedim. O çağ geçince de artık evlenemeyeceğimi anladım. Sultan Abdülhamit tahttan indirilince her şey değişti. Annemle birlikte fakir hayatı sürmeye başladık.
Annem de ölünce hayatta yapayalnız kaldım. Geçinmek için Elektrik İdaresi’nde Fransızca mütercimliği ve daktiloluk yaptım, kıt kanaat geçinirken sağ tarafıma felç geldi, Darülaceze’ye getirildim.“
Hayat kurtaran müzik
Mabeyinci Faik Bey’in ilk eşi Hüsnümelek Hanım’ın kız kardeşinin eşi öldüğünde bir başka müzik efsanesi Refik Fersan da bu zengin hayatın içinde yetişti. Daha bir yaşındayken babası Şemsettin Bey’in ölümüyle getirildiği yalıda edebiyat dersini Tevfik Fikret ve Ahmet Rasim’den öğrenmişti.
Müzik bilgisini de Tanburi Cemil ve Leon Hanciyan’dan almıştı. Robert Kolej ile Galatasaray Lisesi’nde okumuş, hatta hocaları ona sadece okulda değil, evine de gelerek ders vermişlerdi.
Refik Fersan, yalıdayken birlikte ders aldığı ve gönlünü kaptırdığı teyzezadesi Mabeyinci Faik Bey’in kızı Fahire Fersan’la evlendi. Fahire Fersan da önemli bir müzisyendi. 1909’dan sonra kaygısız hayatları sıkıntılarla doldu. Ama 1917 yılından sonra bütün aile için hayat daha acımasızlaştı.
BİR NESLİN SON TEMSİLCİSİ
Faik Bey’in bütün çocukları bu yaşananlardan çok etkilendi. Sonraki yıllarda Fahire ve Refik Fersan hayatlarını onlara hobi olsun diye öğretilen müzik sayesinde kazanabildi.
Refik Fersan’ın günlüklerinde, “Kış yaklaşıyor, kömürümüzü hâlâ alamadık...” cümlesi her sene yeniden yeniden yazılıyordu. Refik Fersan 1965’te bir müzik adamı olarak gereken saygıyı göremeden vefat etti. Kemençeci Fahire Fersan da 1997’de bir apartman dairesinde bir neslin son temsilcisi olarak öldü.
İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasındaki Beylerbeyi semti, adını padişah III. Murat’ın Beylerbeyi Mirialem Mehmet Paşa’dan almıştır. Bu güzel semtte bulunan Mabeyinci Faik Bey Yalısı bir görenin bir daha unutamadığı bir güzelliktedir.
Mabeyinci Faik Bey Yalısı 1890’da adını taşıdığı kişi tarafından yaptırıldı. Yalının her iki ucunda yeşil külahlı iki kule bulunuyor. Mabeyinci Faik Bey, Sultan Abdülaziz dönemi yalı anlayışına hayran olduğundan çağının modasına uymadı ve yalının içini eski Osmanlı zevkine göre yaptırdı.
Yalı 1950’lerde yapılan restorasyonda yıkılıp yeniden yapıldığından bazı özellikleri kaybolsa da tıpkı iki katlı cumbası gibi eski Osmanlı zevkinin ağırlığını ve azametini halen taşımaktadır.
Mabeyinci Faik Bey’den sonra yalıya ünlü armatör Nazım Kalkavan sahip oldu. Ardından son halife Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürrüşehvar Sultan’ın oğlu Haydarabad Nizamı Bereket Jah ile ilk eşi Esra Birgen’e geçen yalı son olarak Sabancı Ailesi tarafından satın alındı.
25 AĞUSTOS 2013 ZEKİ, ZENGİN VE ZARİF
Osmanlı devrinin seçkin devlet adamlarından Mabeyinci Faik Bey, Bolulu Lütfi Ağa ile sarayda yetişmiş, güzelliğiyle tanınmış bir Çerkes kızı olan Hüsnümelek Hanım’ın oğludur.
Faik Bey, uzun boylu, siyah saçlı ve yakışıklı bir adamdı. Hariciye Nezareti’nde (Dışişleri Bakanlığı) çalışırken zekâsıyla dikkat çektiğinden 20’li yaşlarındayken saraya alındı. 1909’da II. Abdülhamit tahttan indirilene kadar padişahın en yakın ve en güvenilir isimlerinden biri oldu.
Mabeyincilik, padişahı korumaktan, hükümet ile saray arasındaki ilişkileri yürütmeye varıncaya kadar kapsamı geniş bir görevdi. Üstelik II. Abdülhamit döneminde devletin yönetimi hükümetin değil sarayın elinde olduğundan Mabeyn Dairesi devletin en güçlü kurumuydu.
SARAYDAN SÜRGÜNE
Mabeyinci Faik Bey, sadece sarayda değil İstanbul’da da parmakla gösterilen bir kişiydi. Sarayda görevindeki başarısıyla, şehirde ise zenginliğiyle meşhurdu. Bebek’te çok büyük bir yalısı, Kadıköy tarafında ise köşkleri vardı. Bebek’teki yalıya hayran olanlardan biri de II. Abdülhamit’ti ve kızı Ayşe Sultan’ı evlendirirken bu yalıyı oldu bittiye getirip Faik Bey’den satın aldı.
Bunun üzerine aile Beylerbeyi’ne taşındı Mabeyinci Faik Bey’in çocukları devrin en tanınmış sanatçı ve öğretmenleri tarafından eğitiliyordu. Yalıda köşklerde ise büyük hattatların, sanatsever paşaların katıldığı edebi sohbetler yapılıyor, geceleri dillere destan musiki fasılları düzenleniyordu.
Ama bu ışıltılı hayat 1909’da II. Abdülhamit’in devrilmesiyle bıçak gibi kesildi. İttihat ve Terakki’nin kaba yönetimiyle Mabeyinci Faik Bey’in zarafeti uyuşmadı ve yurtdışına çıkmasına neden oldu.
Mabeyinci Faik Bey Mısır’dan İsviçre’ye kadar uzanan bir sürgün hayatı yaşadı. Faik Bey servetini Rus ve Alman paralarına çevirip Avrupa bankalarına aktarmıştı.
Ancak Almanya Birinci Dünya Savaşı’nda yenilip iflas edince, 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Rus ekonomisi çökünce Faik Bey’in devasa serveti de eridi. Faik Bey ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında geri dönebildi. Kalan gayrimenkullerini satarak geçinen Faik Bey, 1937’de vefat etti.
'GÖNÜL NE İÇİN ATEŞLERE YANSIN'
Tanburi Faize Ergin, Mabeyinci Faik Bey ile Şeminur Hanım’ın kızıydı. Devrinin büyük ustalarından özel öğrenim gördü. Daha küçük bir çocukken Tanburi Cemil Bey’den özel dersler aldı.
Hafız Hüsnü’den ve İsmail Hakkı Bey’den aldığı derslerle bilgisini genişletti. Üst düzey müzik okullarında ve çeşitli musiki derneklerinde tanbur öğretmenliği yaptı. Faize Ergin, maarif müfettişi Ruhi Bey’le evlendikten sonra besteciliğe de başladı.
“Gönül ne için ateşlere yansın”, “Kime halim diyeyim, kime rüsva olayım”, “Kız sen geldin Çerkeş’ten” gibi eserleri çok sevildi. Ailenin serveti azaldığında ise müzik bilgisi sayesinde geçinebildi.
Faize Ergin, İstanbul’da hayatı felce uğratan bir kış günü, 21 Şubat 1954’de Tuna Nehri’nden gelen buz kütleleri İstanbul Boğazı’na yayılırken öldü.
'UŞAKLARIMIZA ALTIN LİRALAR VERİRDİK'
Mabeyinci Faik Bey’in bir diğer kızı, Muazzez Özgermi’nin yaşantısı da tıpkı ablası gibi güzel başlayıp hazin bitmiş bir öyküdür. Muazzez Özgermi 1964’de felçli ve yoksul biri olarak 22 yıldır yaşadığı Darülaceze’de hayatının son günlerini yaşarken bir gazeteciye rüzgar gibi geçen ömrünü şöyle anlatıyordu:
“Babam İkinci Sultan Abdülhamit’in mabeyincisi Faik Bey’dir. Evimizde uşaklara bahşiş olarak altın liralar verirdik. Teşvikiye Camii’nin arka tarafında muazzam bir konağımız, Bebek’te ve Beylerbeyi’nde de yalılarımız vardı.
Sultan Hamit Bebek’teki güzel yalıyı kızına hediye etmek için babamdan satın almıştı. Babamın muhtelif zevcelerinden dünyaya gelmiş 11 çocuğu vardır. 10 yaşında idim, babam annemden ayrıldı, annem Merdivenköy’üne yerleşti, ben de bir gün kaçtım, annemin yanına gittim, babam almak için çok uğraştı ama annemden ayrılmadım.
Gelinlik çağına geldiğimde çıkan kısmetlerimi de beğenmedim. O çağ geçince de artık evlenemeyeceğimi anladım. Sultan Abdülhamit tahttan indirilince her şey değişti. Annemle birlikte fakir hayatı sürmeye başladık.
Annem de ölünce hayatta yapayalnız kaldım. Geçinmek için Elektrik İdaresi’nde Fransızca mütercimliği ve daktiloluk yaptım, kıt kanaat geçinirken sağ tarafıma felç geldi, Darülaceze’ye getirildim.“
Hayat kurtaran müzik
Mabeyinci Faik Bey’in ilk eşi Hüsnümelek Hanım’ın kız kardeşinin eşi öldüğünde bir başka müzik efsanesi Refik Fersan da bu zengin hayatın içinde yetişti. Daha bir yaşındayken babası Şemsettin Bey’in ölümüyle getirildiği yalıda edebiyat dersini Tevfik Fikret ve Ahmet Rasim’den öğrenmişti.
Müzik bilgisini de Tanburi Cemil ve Leon Hanciyan’dan almıştı. Robert Kolej ile Galatasaray Lisesi’nde okumuş, hatta hocaları ona sadece okulda değil, evine de gelerek ders vermişlerdi.
Refik Fersan, yalıdayken birlikte ders aldığı ve gönlünü kaptırdığı teyzezadesi Mabeyinci Faik Bey’in kızı Fahire Fersan’la evlendi. Fahire Fersan da önemli bir müzisyendi. 1909’dan sonra kaygısız hayatları sıkıntılarla doldu. Ama 1917 yılından sonra bütün aile için hayat daha acımasızlaştı.
BİR NESLİN SON TEMSİLCİSİ
Faik Bey’in bütün çocukları bu yaşananlardan çok etkilendi. Sonraki yıllarda Fahire ve Refik Fersan hayatlarını onlara hobi olsun diye öğretilen müzik sayesinde kazanabildi.
Refik Fersan’ın günlüklerinde, “Kış yaklaşıyor, kömürümüzü hâlâ alamadık...” cümlesi her sene yeniden yeniden yazılıyordu. Refik Fersan 1965’te bir müzik adamı olarak gereken saygıyı göremeden vefat etti. Kemençeci Fahire Fersan da 1997’de bir apartman dairesinde bir neslin son temsilcisi olarak öldü.