osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Muhteşem Yüzyıl ın Gölgesinde Kanuni ve Harem gerçeği

Kanuni ve Harem gerçeği
Kanuni ve Harem gerçeği
Bugünlerde, toplumun büyük bir kesimi, medya organları ve tarihçiler ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisini ve orada anlatılan tarihi hadiselerin ve kişiliklerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını konuşuyor. Hemen her gün medyada dizi bağlamında çeşitli iddia, tartışma ve tepkilere ilişkin haberler çıkıyor. Dizinin gösterime girmesi, dalga dalga büyüyen tepki tufanını da beraberinde getirdi. Kamuoyu, sivil toplum örgütleri ve siyasilerin tepkileri çığ gibi büyüyor. Konuya duyarlı, tarihî değerlerine bağlı kesimlerin diziyle ilgili ortak tepkileri şu oldu: ‘Muhteşem Yüzyıl’ değil, muhteşem “rezalet”! Daha yayıma başlamadan, diziyle ilgili RTÜK’e gelen tepki mesajlarının 5 bini aştığı basında yer aldı. Yayıma girdikten sonra ise 11 Aralık-6 Ocak itibariyle 75 bine yakın rekor seviyede şikâyet geldiğini ve buna binaen RTÜK’ün de diziye uyarı müeyyidesi uyguladığını basından takip ettik. Naçizane Osmanlı tarihi ve medeniyeti üzerinde kalem oynatan, en son Nesil Yayınlarından çıkan ‘Osmanlı’nın Gizli Tarihi’, ‘Son Osmanlı Vahdeddin’, ‘Son İmparator Abdülhamid Han’ın Gizemli Dünyası’ gibi kitaplar neşreden bir tarihçi sıfatıyla bazı tenkit ve değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmayı bir görev telakki ediyorum.

OSMANLI’YA YABANCILAŞMAK VEYA YABANCI GİBİ BAKMAK

Fragmanlarda gösterilen ve tepkiye yol açan hiçbir müstehcen sahnede tasarruf ve kısıtlamaya gidilmediğini, güya sanat adına alabildiğince cüretkâr ve pervasız bir teşhirci sunum yapıldığını dizinin yayımlanan bölümlerinde görmek bizi oldukça üzdü ve rahatsız etti. Daha çok padişah Kanuni’nin mahrem saray hayatını ve cismani yönünü ön plana çıkaran pespaye bir anlayışın benimsendiğini; seyircinin cismani duygularına seslenen ve şehevî dürtülerini harekete geçiren bir sinema dili kullanıldığını acı bir biçimde müşahede ettik. Kanuni-Hürrem fantezileri o kadar ayrıntılı biçimde teşhir edildi ki, sık sık yüzümüz kızardı ve ecdada reva görülen muameleden ötürü utanç duyduk! Dizinin tarihe ışık tutmak, Osmanlı tarihine ve padişahlara müspet anlamda ilgi uyandırmak gibi bir derdinin olmadığı; tarihe daha ziyade magazinci ve röntgenci bir anlayışla yaklaşarak reyting ve reklam pastasından daha fazla pay almayı amaçladığı ortadadır. Tarihimiz, bu cinsellik avcısı ve istismarcısı paparazzici insanların ve pozitivist-sekülerist tarihçi-yazarların elinde büyük bir tehdit ve tahribat altında bulunuyor.

Pekiyi Osmanlı’ya ve padişahlara dair oluşturulan çirkin imajın, karalama edebiyatının, menfi algı ve sinsi düşmanlığın altyapısında ne var? Bunun altında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte yaşanan sert ve radikal dönüşüm sürecinde yeni devlet ve rejimin, Osmanlı’ya matuf ihdas ettiği ve yıllarca takipçisi olduğu kırmızıçizgiler, ideolojik kalıplar ve siyasi yaklaşımın mahsulü menfi bakış açısı ve tutum yatıyor. Bu da Cumhuriyet dönemlerinde Osmanlı’ya düşman olan, Osmanlı mirasını ve padişahları reddeden nesiller türetti. Yani ne ekilmişse o biçildi. Bilhassa 90’lı yıllardan itibaren bu resmi ve menfi bakış yumuşadı, giderek makul bir çizgiye doğru kaydı. Hasarın tamiri uzun yıllar aldı; görünen o ki daha da alacak. Son yıllar itibariyle Türkiye’nin Osmanlı’yı keşfetme, Osmanlı ile barışıp yüzleşme noktasında önemli bir dönemeçten geçtiği bir vakıa. Ancak bu tür yapımlar aracılığıyla oluşturulmak istenen şayia ve zihin bulandırma girişimleri, süreci sekteye uğratmak ve olumluya dönüşen Osmanlı imajını perdelemek bakımından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Hâlbuki Osmanlı, asırlar boyunca havzasında topladığı birikim ve tecrübeleri, göz kamaştıran parlak medeniyeti ile düşmanlığı ve reddiyeyi değil ilgi, merak ve övgüyü fazlasıyla hak ediyor. Bu yüzden ‘Muhteşem Yüzyıl’ sadme ve sektesine rağmen 90’lı yıllardan itibaren hız kazanan Osmanlı’yı keşfetme süreci mutlaka devam etmelidir.

Bu vesileyle şu gerçeği bir kez daha idrak ettik: Tarihte Osmanlı kadar övülen; ama kendi milletinin kimi ‘yabancılaşmış evlatları’ tarafından da bir o kadar yerilen ikinci bir devlet herhalde yoktur. Tarihine ve atalarına yabancılaşmak, kendi tarihî kıymet ve şahsiyetlerine bir yabancı gözüyle dışarıdan bakmak ve küçük düşürmek herhalde bundan daha güzel resmedilemezdi. Sanki diziyi Batılılar çekmiş, Batılı bir hükümdarı yine Batılılara anlatmışlar. Kısacası Kanuni’nin Batılılaştırılmış ucube bir müsvettesiyle ya da VIII. Henri’nin kötü bir Kanuni kopyasıyla karşı karşıyayız. Belli ki bu dizinin içinde yer alan ekibin gözünde Kanuni’nin, VIII. Henri’den, Fransuva’dan, İskender’den, Napolyon’dan, Petro’dan ve diğerlerinden pek bir farkı yok! Çok merak ediyorum acaba Kanuni’nin yerinde Cumhuriyet devrinin lider isimlerinden herhangi birisi olsaydı, sanat adına böyle bir muamele ona da reva görülür; onun da yatak odası hayatına müstehcen ölçüler dâhilinde yer verilir, bu derece muttali olabilir miydik? Ve o zaman sözüm ona çağdaş-medeni ve de Cumhuriyetçi çevrelerin, basın-yayın organları ve aydın-gazeteci-yazar tayfasının tutumu ne olurdu ki? Söz konusu lider, tarihi kişilik Kanuni olunca neden mahremiyet ve aile hayatının sergilenmesinde bu kadar cüretkâr davranılıyor? Bir Osmanlı padişahı olduğu için mi? On yıllarca resmi ideoloji ve tedrisatın imalatından geçmiş, Osmanlı fobisi aşıları veya ninnileri ile yetiştirilmiş haramzade bir nesilden bundan daha başka ne beklenebilirdi ki?

FANTASTİK HAREM ALGISI VE GERÇEĞİ PERDELEME

Dizide, Harem’e ve Kanuni’nin harem hayatına Batılı ve Oryantalist bir gözle bakıldığı sarih bir biçimde sırıtıyor. Sahih ve muteber olmayan Batılı tarihçi ve yazarların (mesela I. Ahmed dönemi Venedik elçisi Ottavinano) Harem’le ilgili tarihi gerçeklikten uzak, hayal ürünü kurgu ve fantastik safsatalarından esinlenildiği besbelli. Harem, dine ve ahlaka mugayir bir mekân olarak tasvir ediliyor. Harem’in kendi içinde meşru ve serbest, ama dışarıya karşı mahrem olan hayatını dış dünyaya fütursuz bir gayrı meşrulukla yansıtınca doğal olarak gayrı ahlakî bir manzara ortaya çıkmış. Harem’in dinî ve ahlakî peçesi hayâsızca yırtılmış, harim-i ismetine haramiler gibi ilişilmiş. Mahremiyeti ayaklar altına alınmış. Haremdeki kadınlar tesettüre riayet etmeyen, avret yerlerini hemcinslerine göstermekten sakınmayan ahlaken düşük, edep ve terbiyeden nasibini almamış ‘hafif meşrep’ kadınlar gibi takdim edilmiş. Hâlbuki her şeyden daha fazla orası edephane (iffet-i şahane) idi; edepsize ve edepsizliğe izin verilmeyen nezih bir mekândı!
Her odanın kapı girişlerinde ve duvarlarında ayetler, hadisler ve dualardan bölümlerin nakşedildiği bir mekânda işret âlemleri, dine-ahlaka münafi melanetler ve “iffetsizlikler” nasıl irtikâp edilebilirdi? Mesela, Hükümdarların çıplak cariyelerin danslarını seyrettiği iddia edilen Hünkâr Sofası Dairesi’nin duvarlarında Bakara Suresi 257. ayetten itibaren yazan yedi ayetten birisi mealen “Allah kendisine hükümranlık verdi diye (şımarıp azarak) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?” yazılıyken, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi (Halife-i Ruy-i Zemin) ve gölgesi olan (Zıllullah) Halife-i Müslümin böyle bir ahlakî sefalet derekesine nasıl düşebilirdi? Hem bunlara Akşemseddinler, Zembilli Ali Efendiler, Ebusuud Efendiler, Aziz Mahmud Hüdailer, Sümbül Efendiler nasıl müsaade eder ve göz yumarlardı?
Harem’deki eğitimde ahlak ve terbiyenin esas alındığı, Cariyelerin (Kadın Kölelerin) ahlak ve edep sahibi kişiler olarak terbiye edileceği dizide ifade ediliyor; fakat gereğinin layık-ı veçhile yerine getirildiğini maalesef göremedik. Batılı devletlerin saraylarında olduğu gibi Osmanlı sarayının koridorları ve en kuytu köşelerinde de kol gezen tek hâkim cereyan sanki cismaniyetmiş, sere serpe bir ahlaksızlıkmış gibi gösterilmiş. Harem ile alakalı içerde ve dışarıda yapılan menfi tezvirat ve neşriyat daha çok Batı kökenlidir. İçerdeki propaganda da Osmanlı fobisi ve ecdat düşmanlığından kaynaklanıyor. Bunların ekseriyeti içerik itibariyle ilmî ve tarihî bir kıymete sahip değil; fantastik dedikodu, yalan, ahlakî süfliyat, cinsel sapkınlık ürünü. Harem’i, görmeden, bilmeden, araştırmadan yazılıp çizilmiş içi boş malzemeler. Burası, adı üstünde girilmesi -birçok saray görevlisine bile- yasak olan, giren çıkanın izne tabi ve sayılı olduğu, dış dünyaya kapalı “kaleye benzer” bir mekândı. 1909 yılına kadar Harem Dairesi'ne padişahtan başka, ancak mecburiyet halinde Harem Ağaları ve doktorlar girebiliyordu. Girenler, görenler ve Harem’le ilgili inceleme yapan Lady Montague, Henry Blunt, Jean-Baptiste Tavernier, François Pétis de la Croix gibi kimselerin kanaatleri zaten müspet.

Harem, Osmanlı sarayının en ağır ve en kapsamlı teşkilat, teşrifat ve hizmetlerin bulunduğu bölmeydi. Burada sıkı bir düzen, disiplin, sükûnet, huzur, insanî-ahlakî kurallar vardı. Buna padişahlar, anneleri, eşleri ve diğer saray kadınları ayrı bir önem verir, özen gösterirlerdi. Burada hiyerarşik bir düzen ve kademeli bir yapı ve işbölümü vardı. Başta Valide Sultanlar ve Kadınefendiler olmak üzere bütün Harem halkının en önemli gündelik meşgalesi eğitim, ilim, ibadet ve hizmetti. İslam'ın temel ilkelerine uymak ve ibadetlerin gereğini layığınca yerine getirmek Harem ahalisinin şiarlarındandı. Harem’deki kadınlar ibadetlerini büyük bir bağlılık ve özenle yerine getirirler, beş vakit namazlarını kılarlardı. Padişahlar da bunun üzerinde hassasiyetle dururlardı. Haremdekilerin en temel faaliyetlerinin başında okumak; bilhassa Kuran-ı Kerim ve diğer dinî, edebî ve tarihî türdeki eserleri okumak geliyordu. Harem ağalarının yönetimindeki saray kadınları, Türk-İslam geleneği çerçevesinde sıkı ve disiplinli bir eğitimden geçerlerdi. Özel kabiliyetlerine göre müzik, resim, edebiyat, dikiş, örgü derslerinin yanında kapsamlı bir dini eğitim verilirdi. Adabı muaşeret ve nezaket kuralları büyük bir ciddiyet ve hassasiyetle öğretilir ve uygulanırdı.

Kimse padişahı göremez, padişahın yanına çağrılmadan giremez, izin vermedikçe yanında oturamaz ve konuşamazdı. Padişah, Harem’e girerken içeriye haber verilir ve onun geçeceği yol üzerindeki bütün dairelerin kapıları kapatılır, kazara bir Cariye padişahla karşılaşacak olursa yaptığı edepsizlik sayılır ve cezalandırılırdı. Cariyeler ve diğer saraylılar, Hünkâra, Kadınefendilere ve Şehzadelere karşı iyi giyinmek, süslenmek, kılık-kıyafet, söz ve davranışlara özen göstermek zorunluydu. Burası Çağatay Uluçay, Halil İnalcık, İlber Ortaylı ve Ahmet Akgündüz gibi tarihçilerin ifadesine göre devşirme Acemi kızların ve Cariyelerin yetiştirildiği bir tür “saray okulu”, “kız mektebi”, “eğitim yuvası” ve “ahlak mektebi” fonksiyonu görüyordu. Çünkü gelecekte bazıları Kadınefendi, Valide Sultan olabilir; “çıkma” denilen yöntemle merkezde ya da taşrada görev yapan Enderun mezunu üst düzey idarecilere eş olabilirlerdi.

ÇARPITILAN CARİYELİK VE DİZBOYU CEHALET

Dizide, Kanuni’nin mahrem hayatı ve hünkâr dairesindeki özel yaşantısı gereksiz bir tafsilatla tasvir ve teşhir edilmiş. Padişahı, her gün dilediği bir kadınla (Cariye) düşüp kalkan, şehvet düşkünü bir tenperver ve nefsanî arzularının esiriymiş gibi göstermek çok çirkin ve aşağılayıcı. Padişahların meşru çerçevede ve şer’î ölçüler dâhilinde bir elin parmağını geçmeyecek sayıdaki Cariye ile karı-koca hayatı sürmesi tabii ki “helal”di. Padişahlar cariyelerle karı-koca hayatı yaşarken kendilerini günah işleyen bir zinakâr olarak elbette görmüyorlardı. Zira İslâm hukukçuları, hür bir kadınla evlenme imkânı varken dahi cariye ile evlenmenin sahih ve caiz olduğunu ifade etmişlerdi. Osmanlı padişahları da fetvaya esas olan bu görüşe dayanarak cariyelerle evlenmeyi âdet haline getirmişlerdi. Hanefî hukukuna göre padişahın, cariyelerle nikâh akdi yapmadan teserrî (Cariye alma) hakkını kullanarak karı-koca hayatı yaşaması mümkün görülmüştü. Padişah ile karı-koca hayatı yaşayan cariye, padişahın karısı gibi olur ve efendisi dışında kimseyle karı-koca hayatı yaşayamazdı.

Kuran-ı Kerim’de Müminun Suresi 5-6. Ayette geçen, “Onlar namuslarını korurlar; sadece eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanmazlar.” Hükmü; Nur Suresi 32. Ayette yer alan “Bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden sâlih olanları evlendiriniz. Eğer fakir iseler, Allah onları kendi lütfundan zengin eder.” Hükmü ve Peygamber Efendimiz’in (sav) bir Hadis-i Şerif’inde zikredilen “Sizden cariyesi olan biriniz onu en güzel bir şekilde terbiye eder, yetiştirir de sonra azat edip onunla evlenirse, onun için iki sevap vardır.” (Buhari, Itk: 1) buyruğu Padişahların Cariyelerle evlenmelerinin şerî dayanaklarıydı. Fakat bu hakkın zinaya yol açmaması ve gizli metres hayatına dönüşmemesi için de önemli kaideler konulmuştu. Osmanlı Harem’inde, Avrupa saraylarının aksine Zührevî hastalıkların görülmemesi bile buradaki ilişkilerin gayrı meşru yapıya sahip olmadığının mühim delillerindendi.

Osmanlı padişahlarının aile hayatında riayet ettikleri dinî-ahlakî-hukukî statü çoğunla bu çerçevede gelişmiş ve birden fazla evlenme konusundaki sınıra uymaya ihtiyaç kalmamıştı. Ancak Osmanlı padişahları arasında aynı anda dört-beş kadınla beraber yaşayanlar azınlıktaydı. 36 Osmanlı padişahı içerisinde 15 tanesinin sadece bir veya iki kadınla birlikte olduğu diğerlerinin de azami yedi sekiz kadınla aile hayatı yaşadıkları tarihen sabittir. Yalnız tüm Cariyeleri padişahların sadece zevk, eğlence ve cismanî arzularını tatmin aracıymış gibi sunmak büyük haksızlık. Kanuni’nin şahsında padişahları, sınırsız sayıda cariye ile dilediği şekilde halvet yapma hakkına sahipmiş gibi göstermek tek kelimeyle pervasızlık ve ahlaksızlıkta sınır tanımazlıktır. En hafif ifadesiyle ecdada ve devlet büyüklerimize saygısızlıktır.
Ayrıca onların mahrem hayatı ve ilişkileri bizleri ne kadar ilgilendirebilir ve merakımızı celp edebilir ki? Koskoca Kanuni’nin nikâhlı cariyesi/eşi Hürrem Sultan’ın, ne kadar olumsuz bir kişilik ve davranışa sahip olursa olsun bütün avret yerlerini temsilî olarak seyircilere edepsizce teşhir etmek bizi insanî ve ahlakî bakımdan nasıl tatmin edebilir ki? Bundan utanmaktan başka sefil ve yüz kızartıcı bir zevk alınabilir mi? Tarihi şahsiyetlerimizin “yatak odalarını ve aşk hayatlarını (!)” afişe etmek bize ve evlatlarımıza ne kazandırabilir? İnsanlarımızın ve çocuklarımızın gözünde onlara olan saygı ve güveni azaltmaktan, ideal model şahsiyet mertebesinden alaşağı etmekten başka elimize ne geçer?

Elbette ki onlar dokunulmaz, kutsal ve tartışılmaz değiller; ama milletlerin de kökleri, temelleri ve sigortaları hükmünde olduklarından, tenkitlerde edep ve nezaket sınırlarını aşmamak hem varlık ve geleceğimizin selameti hem de insanlığımız adına ihmale gelmez bir mesuliyet ve mükellefiyettir. Aksi takdirde tarihi değerlerimizi ve zenginliklerimizi kendi ellerimizle karalayıp paramparça eder ve manevi şahsiyetlerine ilişirsek kendi bindiğimiz dalı kesmiş, varlık köklerimizi baltalamış olmaz mıyız? Toplumun tarihe edeple yaklaşması, tarihçilerin onu edeple yazması ve nihayet sanatçıların edeple beyaz perdeye, tuvale, kâğıda ve heykele aktarması mümkün değil mi? Tarihini bilen, seven, koruyan ve aidiyet duyan her insanın böyle bir temel ahlakî vazifesi yok mudur?

TARİHTEKİ MUHTEŞEM KANUNİ BU DEĞİL!

Diğer taraftan dizide Kanuni ile ilgili, boş vakitlerini dinle, zikir, ibadet, ilim ve tefekkürle geçirmekten ziyade haremde cariyeler ve saray kadınlarıyla eğlenen, onlarla düşüp kalkmakla geçiren sefih bir padişah profili çizilmiş. Öyle olsaydı; Kanuni döneminde Osmanlı en muhteşem dönemini idrak edebilir, dünyanın en süper devleti konumuna yükselebilir miydi? 15-16. Yüzyılları ‘Osmanlı Yüzyılı’ olarak Avrupalılara bile kabul ettirebilir miydi? Harem’den dışarı çıkmayarak mı Osmanlı onun zamanında devletin sınırlarını 6,5 milyon kilometrekareden 14,8 milyon kilometre kareye, bağlı devletlerle birlikte 22 milyon kilometrekareye yükseltti; üç kıtaya, yedi denize hâkim oldu, okyanuslara dayandı? Harem’de sefa sürerek mi Osmanlı’nın en uzun süre tahtta kalan (46 yıl), en çok sefere çıkan (13) padişahı rekoruna imza attı? (Seferlerde yaklaşık 48 bin kilometre yol kat etti. Unutmayalım ki, Dünya’nın ekvator çevresi uzunluğu 40 bin kilometreden biraz fazladır.) Harem’i, rahat ve rehaveti seven bir padişah ise eğer neden 71 yaşında, yataktan kalkamayacak kadar hasta olmasına rağmen son nefesini savaş meydanında Allah için gaza ederken vermek ve muhteşem bir şahadetle taçlandırmak derdiyle 1566’da Zigetvar yoluna neden revan oldu? Niçin yatakta ölmekten korktu?

Kanuni’nin padişahlık kudreti, cihangirliği, fütuhatçılığı, adalet ve kanuna riayetteki ciddiyet ve duyarlılığı dizide nispeten yansıtılmış; ancak güçlü dinî-ahlakî çehresi ve koyu ‘mümin’ tabiatı yeterince işlenmemiş. Adalete ve kanun gücüne dayandığı, devlet ve toplum nizamını/barışını sağlamada dinî hükümleri esas alıp hâkim kılacağı şu sözüyle çok güzel vurgulanmış: “Bu taht ve padişahlığım Allah’ın kanunlarından daha üstün değildir!” Fakat kanuna ve şer’î hükümlere yaslanmayı her daim önemseyen padişahı, kaptan-ı deryanın cezasını meşru bir zeminde verirken bile kadının ve şeyhülislamın hükmüne dayanmadan keyfî ve şahsî hareket eden ‘ceberrut’ ve ‘sadist’ bir padişah gibi gösterme büyük hata.

Dünyayı sarsmasına rağmen sarayın bahçesindeki elma ağaçlarını saran karıncaları bile incitmekten çekinen ruh inceliğine ve kadife yüreğe sahip bir padişaha bu reva mıdır? Süleymaniye Camii’nin inşasında tek odalı evini yüksek fiyata bile satmaya razı olmayıp inat eden bir Yahudi’yi, istese ülkeler fetheden bir emriyle yok ettirebilecekken yüksünmeyip ayağına giden ve onu ikan eden bir padişah buna hiç tenezzül eder mi? Bedeni kabre konulurken, hükümdarlığı müddetince yaptığı tüm önemli icraatlarla ilgili Ebusuud Efendi’den aldığı fetvaları da küçük bir sandık içerisinde kendisiyle birlikte gömülmesini vasiyet eden bir ‘Kanuni’, hiç kanunları çiğnemeye ve üzerine çıkmaya cüret eder mi?

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0