osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.
2012-01-02 19:45

Tarih Haber / Techirin Hukukiliği

Techirin Hukukiliği

Techirin Hukukiliği
Techirin Hukukiliği
I. Dünya Harbi esnasında 1915-1916 tarihlerinde Osmanlı topraklarında vuku bulan Ermeni Tehciri sebebiyle net rakamı tespit edilemeyen Ermeni kayıplarının “soykırım” kapsamında mütalaa edilmesi, bazı ülke parlamentolarının bu kayıplar için “soykırım” kararı alması ve hatta “Ermeni Soykırımının(!) inkârını” suç haline getirmesi 2015 tarihi yaklaştıkça bizi daha da meşgul edecek gibi görünüyor.

Osmanlı Devleti, zayıfladığı andan itibaren kaybettiği toprakları hiçbir şekilde geri alamayacak, kaybettiği topraklarda meskûn Müslüman ahaliyi koruyamayacak; artık “haklı olmaya hakkı olmayacak” bir devlet şeklinde tarif edilmelidir. Yine Osmanlı devleti, tebaası olan gayrimüslim dini-etnik unsurlarla savaşıp mağlup olduğu için değil, bu unsurların hamisi bir devletle savaşıp mağlup olduğu için veya reform projeleriyle toprak kaybeden bir devlet olarak da tarif edilmelidir. Osmanlı devletinin topraklarının nispeten geniş olduğu devirlerde mevzi kayıplar ve Müslümanların elde kalan topraklara hicreti ölümcül bir mesele değilse de beka kaygısının son raddesinde işler değişmeye başlamıştır.

Devletin değil milletin bekası

Balkan Harbi ertesinde tüm etnik-dini Hıristiyan unsurlar Osmanlı’dan ayrılmakla muratlarına ermişler, Anadolu ve Trakya’daki Rumlar sayılmazsa bir tek Ermeniler kalmıştı. Devletin tek kaygısı artık elde kalan bir avuç toprağın muhafazasıydı ancak bir farkla. Bu defa sadece elde kalan toprak parçası değil, milletin de korunması gerekiyordu. Çünkü kaybedilen topraklarda Müslümanların yaşadığı katliam ve kılıç artığı muhacirlerin durumu, artık yeni bir kaybı devletin değil milletin beka meselesi haline getirecekti. Kaybedilecek yer, sadece muhacirlerin sığınarak yaşadıkları tüm acıları unuttukları bir yer değil, onlara her defasında ev sahipliği yapan Müslümanların da yaşadığı anavatandı. Bu bir ırkçı, ulusçu, faşist, Kemalist hüküm cümlesi değildir.

Ermeni Tehciri’nden önce Ege’de de bir tehcir yaşandı. Bir kısım entelektüelin tarihi gerçekleri hiçe sayarak “İttihatçı faşizminin(!)” ilk tehcir eylemi saydığı bu hareketin sebebi şuydu: Yunanistan Balkan Harbi’nde Midilli, Sakız ve Limni adalarını işgal etmiş, Osmanlı hükümetinin güvenlik gerekçesiyle iade talebine de yanaşmamıştı. Ancak Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’la savaşmadan bu adaları geri alma imkânı mevcuttu; çünkü inşası İngiltere’ye sipariş edilen ve parası ödenen iki dretnotun teslim tarihi yaklaşmıştı. Bu iki donanımlı savaş gemisiyle Osmanlı sadece Akdeniz’de değil, Karadeniz’de de en güçlü donanmaya sahip oluyordu. İki dretnotun Osmanlı’ya teslim edilmemesi için Yunanistan gibi Rusya da İngiltere’ye baskı yapıyordu. Hatta Yunanistan bu iki dretnot teslim edildikten sonra Osmanlı’yla denizde baş edemeyeceğinden bir an önce İzmir’e saldırı planını bile gündeme almıştı. Ege’deki Rumların tehciri bu gerçek ıskalanarak izah edilirse haksızlık olur. Türkiye ile Yunanistan arasındaki Mübadele rakamları dikkate alındığında yine de Ege’de çok fazla Rum’un tehcire tabi tutulmadığı anlaşılır.

Artık Ermeni Tehciri’ne gelebiliriz. Düvel-i Muazzama’nın reform planlarıyla özerkleştirilen ve sonra da bağımsızlığına kavuşan etnik-dini Hıristiyanlar gibi reform mazhariyet ve muavenetine sahip olan unsurlardan biri de Ermenilerdi. 93 Harbi ertesinde imzalanan Ayastefanos Anlaşması’ında Ermeniler lehine getirilen düzenleme her ne kadar Berlin Antlaşması’nda Rusya’nın etkisi noktasında yumuşatılmışsa da yine de bir reformu öngörüyordu. Gür çıkan sesleriyle melekten daha masum bir profil çizen Ermenilerin hiç olmazsa etkili bir kısmının bu tarihten itibaren Rumeli’yi örnek aldığı müsellemdir. İlginçtir, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Doğu Rumeli ve Makedonya örneklerinde görüldüğü gibi Ermeni özerkliğinde de Rusya başaktördür. Tehcirden takriben bir sene önce Osmanlı’ya ecel terleri döktüren Yeniköy Anlaşması da Rusya’nın önayak olduğu ve Düvel-i Muazzama’nın desteklediği bir Ermeni reformu projesiydi. Osmanlı hükümetinin Şubat 1914’te kabul ettiği bu projeye göre Ermenilerin meskûn bulunduğu Vilayat-ı Sitte iki yabancı müfettişin idaresine bırakılıyordu. İttihatçılığı tartışmasız bir hükümetin bu reform projesini kabul etmesinin çaresizliği ve ağırlığı vaziyetin vahametini izaha kafidir. 1914’e gelindiğinde Ermenilerin Balkanlar gibi bir özerklik statüsüne kavuşmalarının tüm altyapısı hazırlanmıştı. Ermeni komitacılar, girişimleriyle Balkanlı meslektaşlarını örnek aldıklarını yeteri kadar ispatlamışlardı, ancak unuttukları bir şeyler vardı.

Tehcirin hukukiliği...

1-Meskûn oldukları bölge Rumeli gibi değildi. 2-Bu bölgede Rumeli’de olduğu gibi her bir büyük devletin dikkatini yoğunlaştırdığı farklı dini-etnik gayrimüslim unsurlar bulunmamaktaydı. 3- Bilhassa Makedonya örneğinde görüldüğü üzere kendilerini nispet edecekleri devlete sınır bağımsız bir devlet veya prenslikleri yoktu. 4- Bölgenin coğrafi konumu herhangi bir hadise anında Avrupa devletlerinin ani müdahalesini imkânsız kılmaktaydı. Rusya ise kendi topraklarında yaşayan Ermeni nüfus sebebiyle çok dikkatli ve zaman zaman ikircikli hareket etmekteydi. 5- I. Dünya Harbi’nin patlak vermesi, Ermenilerin reform hayallerini ve muhtemel planlarını boşa çıkardı. 6- Bölgenin coğrafî ve demografik yapısıyla 1914 Ermeni reform projesi ve Ermeni hayallerinin telifi muhaldi. Bu denli bir zorlama, muhali mümkün kılma çabasıydı. Sonuç ya bir iç savaş ya da tehcir olabilirdi. Osmanlı hükümeti tehciri tercih etti.

Tehcir dinen, ahlaken ve en azından günümüzde hukuken tasvip ve kabul edilebilir şey değildir. Esas itibariyle savaş zamanlarında tercih edilen bu yöntem, birçok günahsızın yerinden yurdundan ve yollarda telef olmasına yol açmaktadır.

Ceza Hukuku bağlamında tehcir suçu 1915 Ermeni olayları açısından soykırım suçu gibi hukukî anakronizme, kanunîlik prensibinin ihlaline işaret etse de biz bu yazıda bu suçu “ıztırar hali” kavramıyla bir hukuka uygunluk sebebi olarak ele alacağız.

Iztırar hali, kısaca “zorda kalma hali” ya da “mecburiyet hali” demektir.

Meşru müdafaa gibi suçun hukuka aykırılığını engeller. Iztırar hali, suçun objektif unsuruyla ilgilidir ve fiilin hukuka aykırılığını giderir. Mesela silahlı bir saldırıdan korunmak için hızla kaçan birinin yolda bir çocuğu ezerek yaralaması veya ölümüne sebep olması ıztırar halidir. Iztırar halinde tehlikeden korunmak için masum birine zarar verilmektedir. Dikkat edilirse burada cezasızlık, kast unsurundan değil, eylemin hukuka aykırılığını gideren bir nedenden kaynaklanmaktadır.

Tehcir tipik, hukuka aykırı bir eylemken, hukuka aykırılığını gideren bir mecburiyet hali belirmektedir. Eğer tehcir gerçekleşmezse sadece devletin değil, milletin de bekası tehlikeye girecektir. Çünkü Ermeni özerkliği, bağımsızlığı ciddî bir tehlikedir ve vilayat-ı sitte denilen bölge aşağı yukarı bugünkü topraklarımızın 1/3’üne tekabül etmekte, 30’a yakın vilayetimizi kapsamaktadır.

Iztırar halinin geçerli olabilmesi için bir takım şartlar gereklidir. 1-Tehlike zarar verici olmalıdır.

Kişi silahlı birinden değil de elinde gazete tomarı olan birinden kaçıyorsa burada ıztırar halinden bahsedilemez. 2- Kişide tehlikeye göğüs germe yükümlülüğü olmamalıdır. Mesela bir itfaiye memuru vazifeli olduğu bir yangında bir tehlike anında kaçarak herhangi birine zarar verirse eyleminin hukuka aykırılığını önleyemez. 3-Konu ve araç bakımından başka türlü korunma imkânının bulunmaması gerekir. 4-Korunan değerle verilen zarar arasında bir denge olmalıdır. 5-Sınırın aşılmaması gerekir.

Bu şartlar çerçevesinde Ermeni Tehciri incelendiğinde eylemin hukuka aykırılığının önlendiğini söyleyebiliriz.

1-Elde kalan topraklar ve millet Rusya ve ayrılıkçı Ermenilerin zarar verici tehlikesine karşı korunmakta ve masum Ermeniler zarar görmektedir. Tehcir edilen birçok Ermeni’nin masumiyetini kabul ediyoruz. Ancak I. Dünya Harbi vasatında Ermeni nüfus, bölgenin özerkliği veya bağımsızlığı için Rusya ve ayrılıkçı Ermeni örgütlerinin bu amaca yönelik aleti hükmündedir. 2- Vilayat-ı sitte’nin kaybı tahammül edilebilir şey değildir. Vilayat-ı sitteye dâhil Sivas’ın sınırları Şebinkarahisar’a kadar uzanmaktadır. Bu durumda bu bölgenin kaybına göğüs germek mümkün değildir. Sadece devletin değil, milletin bekası da mevzubahistir. 3- Başka türlü korunma imkânı mevcut değildir. Rus ordusu ile hareket eden Ermeni çetelerin yaptığı katliamlar yapacaklarının daha çaplı olacağının işaretidir. Tehcir dışında katliam hem korunma yöntemi değildir hem de İslam inancının kabul edebileceği bir şey. 4- Elde kalan toprakların ve milletin bekası ile tehcir arasında bir denge mevcuttur. Unutulmamalıdır ki, ıztırar hali, meşru müdafaada olduğu gibi zarara karşı değil, zarar verici tehlikeye karşı yapılan bir eylemdir. 5- Sınır aşılmamıştır. Esas itibariyle özerklik veya bağımsızlık hayallerinin yapıldığı bölgeden tehcir vuku bulmuştur. İstanbul ve İzmir gibi vilayetlerden tehcire müracaat edilmediği gibi Katolik ve Protestan Ermeniler de tehcire tabi tutulmamıştır.

Istırar hali vicdanları rahatlatır mı?

Osmanlı devletinin her toprak kaybı katliam ve tehcirle tamamlanmaktadır. Doğu Rumeli ve Makedonya’dan sonra sıranın elde kalan bir avuç toprağa gelmiş olması, devlet gibi milletin de bekası kaygısını had raddeye çıkardı. Yeni bir Balkanlar, yeni bir Makedonya’ya kimsenin tahammülü yoktu. Tehcire konu tehlikeyi tevlit eden bizzat Ermeni ayrılıkçı örgütleri olmuştur.

Osmanlı parlamentosunda mebus olarak bulunmuş Ermenilerin Rus ordusu ve Ermeni çetecilerle Müslüman ahaliye zulüm ve katliam ika ettiği bugün için bir gerçektir. Osmanlı komutanları arasında Antranik gibi bir vahşiye rastlanmamaktadır. Ancak Ermenilerin sesinin gür çıkması masumluklarına karine, hatta delil gibi anlaşılmaktadır. Tehcir bir tek halde, yani Ermenilerin meskûn oldukları ve toplam nüfusun en fazla 1/5’ini teşkil ettikleri bölgede toplumu yönlendirenlerin bağımsız bir Ermeni devleti istememiş ve bu neticeye uygun faaliyetlerde bulunmamış olmaları durumunda mecburiyet, zorda kalma hali değildir: Bunu tespit bir dürüstlüktür. Eğer tehcir bölgelerindeki Ermeni önde gelenleri harpten önce ayrılıkçı Ermeni örgütleriyle aralarına mesafe koyabilse, mensubu oldukları devlet lehine mitingler yapabilse, İstanbul Ermenileri verdikleri sözü tutabilse ya tehcir olmaz ya da hayli mevzi kalırdı.

Tehcirin mecburiyet hali ve meşruiyeti ile tehcir esnasında yaşanan dram kolay telif edilecek cinsten değildir. Yollarda Müslümanlığa sığmayan eylemlerin vuku bulduğu bir gerçektir. Yaşlı genç, kadın erkek masum Ermenilerin değil canlarına, mallarına bile kastedenler ruz-i mahşerde hesap verecektir. Hakeza yaşlı genç, kadın erkek Müslümanlara her türlü mezalimi ika eden ve bir kısmı bugün Ermeni kahramanı telakki edilenler de ruz-i mahşerde hesap verecektir. Ancak haklılığın tek kıstası sesin gür çıkması değildir ve Türk ve Müslümanların bağırıp çağırmayı, ağlamayı pek becerememeleri istismar edilmemelidir. Hocali katliamı ve Karabağ’ın işgali bir savaş döneminde vuku bulmamıştı ve yürürlükteki uluslararası kurallara göre de suçtu. Tehcir, Hocali’deki katliamın 1915 şartlarında ilka ve ihsas ettiği ve hayalî olmayan korku ve zarar verici tehlikenin önlenmesine matuftu.

Ermenilerin ve bazı Türk liberallerinin iddiaları hilafına tehcir soykırımın kamuflajı değildi. 1948 öncesi vuku bulan eylemler için “soykırım suçu” ithamı her ne kadar hukukî anakronizm ve hilaf-ı hakikatse de Türkiye bir gayret sarf edecekse tehcire ağırlık vermelidir. Tehcirin haklılığı oranında soykırım suçu iddiasının zayıflayacağı kanaatindeyiz. Iztırar hali ile tehcir hukuka uygun bir eylem şekliydi; suç olanı Cezayir’de Fransa’nın, Bosna’da Sırpların yaptığıydı. Eğer, Osmanlı hükümeti Ermenileri milli, dini, irki, dini (saiklerle) bir grup olarak ve sırf o grup, Ermeni olduğu için yok etmek isteseydi tehcir gibi zahmetli bir işe kalkışmaz, bu işte hayli tecrübeli Hıristiyan soykırıcıları örnek alırdı.

Geri
Benzer Konular
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0