Fransız İhtilalini Kötüleyen, Cumhuriyeti Beğenmeyen Osmanlı Aydınları
İnsanlık tarihine, cumhuriyet, eşitlik, demokrasi, insan hakları, hürriyet gibi yüce kavramları getiren 1789 Fransız İhtilâlı, Avrupa’da insanların aydınlanması, sömürünün kalkması, evrensel insan hakları gibi insanlığa eşsiz değerler kazandırmıştır.
Rönesans ve Dinde Reformun gücü, Fransız Devriminin etkisi ile Avrupa aydınlık çağının sürecini yaşarken, bilim, sanat, buluş, keşiflerde Avrupa insanı hızla ilerlerken, bütün bu yüce değerlere ilgisiz kalan Osmanlı Toplumu, geriliğin batağında yıkılmaya doğru hızla gidiyordu.
Bazı sözde Osmanlı Aydınları, Osmanlı Devletinin gerileme ve yıkılışına tanık olmalarına karşın, Fransız ihtilâlının getirdiği demokrasi ve insan haklarını savunan bu yüce değerleri benimsemek şöyle dursun, ne ki, bunları ayıplıyor, kınıyor yadsıyorlardı.
III. Selim’in sır kâtibi Ahmet Efendi, 10–1–1792 de yazdığı Ruznamesinde ve Fransız Devrimini kınayan ibretlik yazısı şöyledir:
“-Hemen Hazret-i Hak, Frence İhtilâlını misal-i maraz-ı Frenk, hain-i Devlet-i Aliye olanlara dahi sirayet ettürûb ve çok zaman birbirine düşürüb Devlet-i Aliye’ye hayırlı neticeler müyesser eyleye. Amir!”
Osmanlı Aydınları Fransız İhtilâlı’nı “Fransız menşeili (kökenli) olan frengi hastalığı” diye niteliyorlardı. (O sıra frengi hastalığı da yaygın ve çaresizdi).
Osmanlı Aydınlarından Ahmet Cevdet Paşa, kendi adı ile anılan tarihinde şunları yazmaktadır:
“Bu Fransız ihtilâlları arasında Nemçe (Fransız) halkı hürriyet sevdasına düşerek ve pek çok kanlar dökerek hükümetlerini meşruti şekle çevirmek istedilerse de, imparator kuvvetleri galip gelerek yine mutlakıyet içinde kaldılar. Bu rejimlerin her birinde birer türlü kötülük görülmüş olup, hele cumhuriyetin anlattığımız aşırı şekli bütün bütün akıldan ve sağduyudan uzak bir düşüncedir”.
Cevdet Paşa, adı geçen tarihinde, İslâm Devleti ve hilâfeti şöyle savunuyor: ”İslâm hükümeti ise hilâfet ve saltanatı toplamış olan ve Müslümanların imamı olan İslâm Padişahı, Şeriatın koruyucusu olduğundan, hamdolsun her türlü tehliken uzaktır”…Acaba gerçekten böylemi idi, padişah olan halife gerçekten devleti koruyabilmiş miydi? İhtilâlı yaşamış Fransa mı, Osmanlı mı kötüye gidiyordu? Hangi rejim, yönetim ülkesini aydınlığa götürdü?
Reis-ül küttab (Osmanlı Devleti’nde dışişleri ve yazışma ile ilgili görevlilerin amiri) Atıf Efendi, bu içtimaî beliye (toplumsal afet) konusunda Enderun kâtibinden altı yıl sonra 1789 bir lâyiha kaleme alır. Osmanlı Devlet Adamına göre, “ihtilâl bir fitne ve fesat ateşidir. Birkaç yıl evvel Fransa’da patlak vermiş, dört bir yana kötülük Kıvılcımları saçmıştır. Ama çoktandır körüklenen bir yangın bu. “Voltaire ve Rousseau denmekle maruf ve meşhur olan zındıkların ve onlar misillu nehirlerin hâşâ sümme hâşâ Allah’a ve peygamberlere dil uzatmak, her türlü mukadderatı yok etmek, müsavat ve cumhuriyeti ilân eylemek için karaladıkları eserler çoluk çocuk arasında rağbet bulmuş; dinsizlik ve fesat, frengi illeti gibi yayılmış…”
OSMANLI ELÇİSİNİN YANLIŞ TEŞHİSİ
Osmanlının Viyana Elçisi Mustafa Hattı Efendi 1748 de Viyana’ya görevli olarak gider. O sırada Avrupa’da peş peşe bilimsel buluşlarla ilerlemenin hamleleri içindedir. Elçi Mustafa Hattı Efendi, cihazların bulunduğu bir gözlemevine davet edilir. Osmanlı Elçisi Mustafa Hattı Efendi, ilk defa gördükleri buluş ve cihazlardan hiç etkilenmez görünür. Ne acıdır ki 200 yıl önce, Batılı bir elçinin teşhisini (Roma’nın İstanbul sefiri Ghiselin de Busbecq’in 1560 tarihli, yukarıdaki mektubu) Osmanlının doğrulayan ilgisizliğini, bağnaz tutumunun devam ettiğini, Elçi Mustafa Hattı Efendi’nin şu raporundan seziyoruz. “Küçük darbelere karşı dayanıklı cam imal edilen atölyede, fırından çıkan camın soğuk suyla temas edince, cam şişenin un ufak olduğunu gören Efendi’ye bunun sebebini sorduğumuzda, camın fırından çıkar çıkmaz, soğuk suda soğutulduğu zaman böyle olduğunu söylediler. Bu akıl yanıtı Frenk hilekârlığına bağlıyoruz”.
Kendisine hile yapıldığını sanan Mustafa Hattı Efendi bilmeliydi ki, normal cam sıcak ve soğukla ani etkileşme ile kırılır. Uzun süren Osmanlı Frenk savaşlarında birbirine hileli baskın, antlaşma yapmalarından sonra, her buluş ve olumlu olayları, şüphe ve hileli olarak görüyorlardı demek ki… Batı, bilimsel ve laik düşünce ile hızla ilerlerken, İslâm Ülkeleri bilime ilgisiz kaldıkları için, çok geri köylü tarım toplulukları halinde kalıyorlar. Avrupa bilimini “düşmanın İslâm dinini ve kültürünü yıkmak için hazırladığı bir oyun” olarak görüyorlardı.
OSMANLI BİLİMSİZLİKTEN BATTI
İlk çağdaş anatomi kitabını yazan Osmanlı hekimi Şanizade Ataullah Efendi (1711–1826), Bektaşi ve materyalist olduğu savıyla Tire’ye sürülmüş. Kısa bir süre sonra hata anlaşılmış ve af çıkarılmış. Ne var ki, af fermanını kendisine okuyan Tire Voyvodası Eğinli Ali Bey, “itlakınıza” (affınıza) diyeceği yerde “itlafınız” (idamınıza) deyince, Atüaullah Efendi kalp kurmasından ölüvermiş.
İstanbul Behram Kethüda Medresesi Müderrisi Nadajlı Sarı Abdurrahman da, evrenin sonsuzluğuna ve bu evrende doğa kanunları üzerinde herhangi bir olayın olamayacağına ilişkin savları yüzünden, “zındık” olduğuna karar verilerek 1601 de idam edilmiş.
Sadrazam Damat Ali Paşa, 1716 da öldüğünde, sadece katoloğu dört cilt tutan binlerce olan kitaplarının koruma altına alınmasını padişah emretmiş. Ama Şeyhulislâm Ebu İsmail Efendi’nin, aralarında bulunan “felsefe, tarih ve astronomi kitaplarının kütüphanelere vakfının caiz olamayacağına” dair fetvası nedeniyle, ne yazık ki, padişahın isteği gerçekleşememişti.
Çiçek aşısını, Toros Türkmenlerince bir rastlantı sonucu, bulunup Avrupa’ya gitmesine karşın, çiçek aşısının gelişmiş hali ile yurda getirilmesi ile diş dolgusuna bir türlü izin verilememiş. Çiçek aşısının dince sakıncası olmadığına ilişkin fetva, 1845 te çıkmasına karşın, diş dolgusuna hiçbir şekilde izin verilememiş. Ne hikmetse, dinen ne sakıncası varsa, Müslümanlar dişlerini ancak Türkiye Cumhuriyeti döneminde diş dolgusu yaptırabilmiş!
Osmanlıdaki bilim düzeyi oldukça geri olduğunu, bu örneklerde görmekle, devletin hızla yıkılmaya, gerilemeye başlamasında görebiliriz. 1863 te yeni açılan Darülfünuna devlet, öğrenci bulmada zorluk çekmiştir. Mühendishanede ders veren Baron de Tot, öğrenci adaylarının bilgi düzeyini ölçmek için bir üçgenin iç açılarının toplamının kaç derece olduğunu sormuş. Koca sınıftan aldığı yanıt, “üçgenine göre değişir” olmuş. (Oysa üçken ne kadar büyük ne kadar küçük olursa olsun, iç açılarının toplamı 180 derecedir) Tüm bu acı örnekler, toplumda sadece din ağırlıkla eğitim ve öğretimin yeterli olmadığının kanıtıdır. Koskoca Osmanlı bu yüzden yıkıldığında, geriye cahil bir toplum, bir enkaz yığını kalmıştır.
YA GÜNÜMÜZDE
1-Osmanlı öyleydi, çağdaş Avrupa’dan geri idi de günümüzde nasıl? Günümüzde de, dinsel kökenli baskılar yüzünden, bilimde, siyasal, hukuksal birçok alanda içine girmek için rotamızı çizdiğimiz süreçte halen çağdaş normlara direnmeler devam etmekte. Çağdaş bir devlette devletin üç erki yürütme, yasama, yargı tamamen birbirinden bağımsız, hür ve korkusuz olmalıdır. 2010 lu yıllara gelmişiz bu üç erk, bir takim hileli oyunlarla tamamen siyasal iktidarın (AKP’nin) emri altına girmiştir. Böyle çağdaş devlet olamaz.
2-Avrupa’nın bütün okullarında, kurumlarında Evrim Teorisi bilimsel bir teori olarak okutulup, tanınırken; dinsel simgeleri kendine rehber etmiş, tüm devlet birimlerini dinsel kurallara göre uygulamaya çalışan AKP iktidarı bu bilimsel teoriyi okullarda kaldırırken, bu teori aleyhinde inatla kampanyalar, engellemeler yapmakta. Bütün Avrupa akılsız, dinsiz de, biz mi ileriyiz?
3-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açılan davalara bir bakınız, Türkiye’nin hem itibarının zedelenmesine hem de maddi zarara uğramasına yol açıyor. Dünyada AİHM sine açılan dava sayısı binleri bulmakta, Rusya’dan sonra en çok dava açılan ülke Türkiye olmakta. Çağdaş ülke olacaksak çağdaş hukuk normlarına uymak zorundayız.
4-Voltaire’nin “düşüncelerinize karşıyım ancak onları savunma hakkınızı korumak için ölmeye hazırım” özdeyişini anlamak, özümsemek bir yana, karşı düşüncede olanları şeytani bir komplo ile Silivri zindanlarına atıyoruz. Ya da Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Hırant Ding, Muammer Aksoy, Bahriye Üçök, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Haplemitoğlu gibi nice en seçkin aydınlarımızı evlerinin önlerinde katlettiriyoruz.
5-İktidarın, atama, uygulama ve eylemlerine bir bakın, Atatürk ve Atatürk düşmanlığı yayarak, laik devleti yıkmak için ağır her türlü dinsel formülleri devlet organlarına empoze (dayatmaya) etmeye başlanmıştır. Daha pek çok örnek verebiliriz.
Osmanlı aydını Atıf Efendi’nin “zındık” diye aşağıladığı “Voltaire, insanların şimdilerde bile sık sık vurguladığı, ilham aldığı, özdeyiş haline gelen “düşüncelerinize karşıyım ancak onları savunma hakkınızı korumak için ölmeye hazırım” diyerek, fikir ve düşünce hürriyetine önem veren filozofça söz söylemiştir ta üç asır öncesinden.
Oysa dinsel kökenli doğmalarla yoğrulan Osmanlıda değil fikir hürriyeti, saplantıları yüzünden, yeni bir söz söyleyen, bilimsel görüş, düşünce ve fikrini söyleyen insanlar sapkın, kâfir diye cezalandırılırdı. Gerçi Voltaire’ de kendi çağındaki bağnaz din adamı ve bağnaz insanlarla da hayatı pahasına savaşmıştır. Ülkesinden yıllarca sürgün edilmiş, kitapları yakılmış, hapislere atılmış. Ölünce şehir mezarlığına gömdürülmemiş, cesedi gizlice bir manastıra gömülmüş, oradan bağnaz insanlar kemiklerini alıp bir torba içinde Paris yakınlarında bir bataklığa atılmıştır.
Osmanlı Aydınlarının kötülemesine karşın, çağın bu seçkin aydınları, Fransız aydınlanmasının yüz akı, insanlık âlemine demokratik, hür düşünceyi yayan, rehber olan çağın en seçkin yön veren filozofları idiler. Bunların yılmayan engin insan hakları mücadelesi Fransız İhtilalını hazırlayan en önemli fikir ve düşünce sürecini oluşturdu.
Atıf Efendi bu meşum ateşi körükleyenleri “Gürûh-ı mekruh” (iğrenç grup), “mülhide melunlar (dinsiz melunlar), fesat erbabı”, sıfatlarıyla damgalar. “İnsan Hakları beyannamesi” ise bir “beyanname-i tuğyan-meal” (haddini aşan beyanname belgesi) dir.
Voltaire (1694 – 177, Fransız yazar ve filozof. Fransız devrimi ve Aydınlanma hareketine büyük katkısı olmuştur.
Din ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra, insan hakları konusundaki düşünceleri ve felsefi yazınları ile ünlenmiştir. Eserlerinde Kilise dogmaları ve döneminin Fransız müesseselerini yoğun olarak hicvetmiştir. Zamanın en etkili isimlerinden biri olarak tanınır.
Oysa Voltaire ve Rousseau 1712 – 1778 (Jean-Jacques Rousseau ) Fransız yazar, düşünür, filozof, politika teorisyeni idiler. Rousseau’ya göre yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Ayrıca devletin temelinde dininde olması gerektiğini savunur. Rousseau; devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemiştir.
Her iki çağdaş Filozof da, ömürlerinde cehalet ve bağnazlıkla savaşmışlar, bu uğurda kilisenin baskısını görmüşler; görüş ve düşünceleri ile Fransız İhtilal ive Fransız aydınlanmasının hazırlayıcısı olmuşlardır. Bu aydınların aydınlatıcı etkisinden ve ikisinin ölümlerinden 11 yıl sonra insanlığa, demokrasiye, insan haklarına rehber olan 1789 Fransız İhtilalı olmuştur. Devlet yıkılışa doğru giderken Osmanlı aydınları da, “hamdolsun bizim ülkemizde böyle şeyler yok” sevinmişler.
HER İKİ DÜŞÜNÜR BAĞNAZLIKLA SAVAŞARAK ÜLKELERİNİ AYDINLIĞA YÖNELTMİŞTİR.
Bizim Osmanlı sözde aydınları bu düşünürleri kötüleyedursun, çağın aydınlanması için yaşamları pahasına mücadele veren, çaba gösteren bu devrin en seçkin aydınları, hem kendi vatanlarındaki bağnazlar, papazlar ve öteki sömürücü elit tabaka tarafından da aşağılanıyor, dışlanıyorlardı.
Ne ki, bulundukları çağı aydınlatmaya çalışan Voltaire ve J.J. Rousseau’yu kilise, din çevreleri ve kral nasıl dışlıyor, cezalandırıyorsa, Osmanlı aydınları da bunlara karşı çıkıyor, yukarıdaki söylemleri ile aşağılıyorlardı. XX. Yüzyıla kadar tarihin her devrinde toplumun aydınlanmasına dönük aydınlar ve onların çabaları, dinsel kökenli sömürücü elit tabaka (şah, ağa, padişah, halife, kral, papa vb) tarafından dışlanmış, baskı altına alınmış, zulme uğratılmıştır.
Aynı aydınlar üzerindeki baskı ve zulüm günümüzdeki iktidarlar tarafından bile birtakım hukuksuzluklar, tutuklamalarla devam edip gitmekte.
{(Voltaire (1694–177 çağın dinsel bağnazlığına karşı savaşmış Fransız filozoflarından. Kilisenin tepkisi ile kitapları meydanlarda yakılmış; ömrü hapislerde, sürgünlerde, düşünceye karşı mücadele içinde geçmiş ve kendi yurdunda kaçak yaşamıştı. Ölünce kilisenin baskısı ile şehir mezarlığına gömülmedi, gizlice bir köydeki manastıra gömüldü. Onun ölümünden bir ay sonra çağdaşı düşünürlerden J.J.Rousseau da öldü. 1814 de bir grup gözü dönmüş aşırı dinci, Voltaire ve Rousseau’nun kemiklerini gömüldükleri yerden alıp, bir torbaya koyarak Paris yakınlarında bir bataklığa attılar.)}
VOLTAİRE’ DEN BAZI ÖZDEYİŞLER:
• Ayrılık, tatmin edilmeyen aşkı arttırır.
• Her zaman zevk, zevk olmaktan çıkar. Bir şeye düşkünlük hayvanlarda bile yoktur.
• Hiçbir ordu, zamanı gelmiş bir düşünceye karşı duramaz.
• İnsan zekâ karşısında eğilir ama şefkat karşısında diz çöker.
• İnsanoğlu hiç de kötü olarak yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de.
• İyi bir taklit, kusursuz bir yaratıştır.
• Kendi nefsine hâkim olan, dünyaya hükmedebilir.
• Pek az insan başkalarının deneylerinden yararlanmayı bilecek kadar akıllıdır.
• Seçilmiş birkaç kitaptan güzel ne olabilir.
• Tanrıya ettiğim dua pek kısadır; Tanrım düşmanlarımı gülünç duruma düşür.
• Vahşiler hariç, bütün insanlar, kitapların hükmü altındadır.
• Vatana sadakatle hizmet edenin atalara ihtiyacı yoktur.
• Vatanımız, bütün asil ruhlar için en mukaddes bir yerdir.
• Yarabbi ben düşmanlarımı yenmeğe kadirim; sen beni dostlarımdan koru.
Rönesans ve Dinde Reformun gücü, Fransız Devriminin etkisi ile Avrupa aydınlık çağının sürecini yaşarken, bilim, sanat, buluş, keşiflerde Avrupa insanı hızla ilerlerken, bütün bu yüce değerlere ilgisiz kalan Osmanlı Toplumu, geriliğin batağında yıkılmaya doğru hızla gidiyordu.
Bazı sözde Osmanlı Aydınları, Osmanlı Devletinin gerileme ve yıkılışına tanık olmalarına karşın, Fransız ihtilâlının getirdiği demokrasi ve insan haklarını savunan bu yüce değerleri benimsemek şöyle dursun, ne ki, bunları ayıplıyor, kınıyor yadsıyorlardı.
III. Selim’in sır kâtibi Ahmet Efendi, 10–1–1792 de yazdığı Ruznamesinde ve Fransız Devrimini kınayan ibretlik yazısı şöyledir:
“-Hemen Hazret-i Hak, Frence İhtilâlını misal-i maraz-ı Frenk, hain-i Devlet-i Aliye olanlara dahi sirayet ettürûb ve çok zaman birbirine düşürüb Devlet-i Aliye’ye hayırlı neticeler müyesser eyleye. Amir!”
Osmanlı Aydınları Fransız İhtilâlı’nı “Fransız menşeili (kökenli) olan frengi hastalığı” diye niteliyorlardı. (O sıra frengi hastalığı da yaygın ve çaresizdi).
Osmanlı Aydınlarından Ahmet Cevdet Paşa, kendi adı ile anılan tarihinde şunları yazmaktadır:
“Bu Fransız ihtilâlları arasında Nemçe (Fransız) halkı hürriyet sevdasına düşerek ve pek çok kanlar dökerek hükümetlerini meşruti şekle çevirmek istedilerse de, imparator kuvvetleri galip gelerek yine mutlakıyet içinde kaldılar. Bu rejimlerin her birinde birer türlü kötülük görülmüş olup, hele cumhuriyetin anlattığımız aşırı şekli bütün bütün akıldan ve sağduyudan uzak bir düşüncedir”.
Cevdet Paşa, adı geçen tarihinde, İslâm Devleti ve hilâfeti şöyle savunuyor: ”İslâm hükümeti ise hilâfet ve saltanatı toplamış olan ve Müslümanların imamı olan İslâm Padişahı, Şeriatın koruyucusu olduğundan, hamdolsun her türlü tehliken uzaktır”…Acaba gerçekten böylemi idi, padişah olan halife gerçekten devleti koruyabilmiş miydi? İhtilâlı yaşamış Fransa mı, Osmanlı mı kötüye gidiyordu? Hangi rejim, yönetim ülkesini aydınlığa götürdü?
Reis-ül küttab (Osmanlı Devleti’nde dışişleri ve yazışma ile ilgili görevlilerin amiri) Atıf Efendi, bu içtimaî beliye (toplumsal afet) konusunda Enderun kâtibinden altı yıl sonra 1789 bir lâyiha kaleme alır. Osmanlı Devlet Adamına göre, “ihtilâl bir fitne ve fesat ateşidir. Birkaç yıl evvel Fransa’da patlak vermiş, dört bir yana kötülük Kıvılcımları saçmıştır. Ama çoktandır körüklenen bir yangın bu. “Voltaire ve Rousseau denmekle maruf ve meşhur olan zındıkların ve onlar misillu nehirlerin hâşâ sümme hâşâ Allah’a ve peygamberlere dil uzatmak, her türlü mukadderatı yok etmek, müsavat ve cumhuriyeti ilân eylemek için karaladıkları eserler çoluk çocuk arasında rağbet bulmuş; dinsizlik ve fesat, frengi illeti gibi yayılmış…”
OSMANLI ELÇİSİNİN YANLIŞ TEŞHİSİ
Osmanlının Viyana Elçisi Mustafa Hattı Efendi 1748 de Viyana’ya görevli olarak gider. O sırada Avrupa’da peş peşe bilimsel buluşlarla ilerlemenin hamleleri içindedir. Elçi Mustafa Hattı Efendi, cihazların bulunduğu bir gözlemevine davet edilir. Osmanlı Elçisi Mustafa Hattı Efendi, ilk defa gördükleri buluş ve cihazlardan hiç etkilenmez görünür. Ne acıdır ki 200 yıl önce, Batılı bir elçinin teşhisini (Roma’nın İstanbul sefiri Ghiselin de Busbecq’in 1560 tarihli, yukarıdaki mektubu) Osmanlının doğrulayan ilgisizliğini, bağnaz tutumunun devam ettiğini, Elçi Mustafa Hattı Efendi’nin şu raporundan seziyoruz. “Küçük darbelere karşı dayanıklı cam imal edilen atölyede, fırından çıkan camın soğuk suyla temas edince, cam şişenin un ufak olduğunu gören Efendi’ye bunun sebebini sorduğumuzda, camın fırından çıkar çıkmaz, soğuk suda soğutulduğu zaman böyle olduğunu söylediler. Bu akıl yanıtı Frenk hilekârlığına bağlıyoruz”.
Kendisine hile yapıldığını sanan Mustafa Hattı Efendi bilmeliydi ki, normal cam sıcak ve soğukla ani etkileşme ile kırılır. Uzun süren Osmanlı Frenk savaşlarında birbirine hileli baskın, antlaşma yapmalarından sonra, her buluş ve olumlu olayları, şüphe ve hileli olarak görüyorlardı demek ki… Batı, bilimsel ve laik düşünce ile hızla ilerlerken, İslâm Ülkeleri bilime ilgisiz kaldıkları için, çok geri köylü tarım toplulukları halinde kalıyorlar. Avrupa bilimini “düşmanın İslâm dinini ve kültürünü yıkmak için hazırladığı bir oyun” olarak görüyorlardı.
OSMANLI BİLİMSİZLİKTEN BATTI
İlk çağdaş anatomi kitabını yazan Osmanlı hekimi Şanizade Ataullah Efendi (1711–1826), Bektaşi ve materyalist olduğu savıyla Tire’ye sürülmüş. Kısa bir süre sonra hata anlaşılmış ve af çıkarılmış. Ne var ki, af fermanını kendisine okuyan Tire Voyvodası Eğinli Ali Bey, “itlakınıza” (affınıza) diyeceği yerde “itlafınız” (idamınıza) deyince, Atüaullah Efendi kalp kurmasından ölüvermiş.
İstanbul Behram Kethüda Medresesi Müderrisi Nadajlı Sarı Abdurrahman da, evrenin sonsuzluğuna ve bu evrende doğa kanunları üzerinde herhangi bir olayın olamayacağına ilişkin savları yüzünden, “zındık” olduğuna karar verilerek 1601 de idam edilmiş.
Sadrazam Damat Ali Paşa, 1716 da öldüğünde, sadece katoloğu dört cilt tutan binlerce olan kitaplarının koruma altına alınmasını padişah emretmiş. Ama Şeyhulislâm Ebu İsmail Efendi’nin, aralarında bulunan “felsefe, tarih ve astronomi kitaplarının kütüphanelere vakfının caiz olamayacağına” dair fetvası nedeniyle, ne yazık ki, padişahın isteği gerçekleşememişti.
Çiçek aşısını, Toros Türkmenlerince bir rastlantı sonucu, bulunup Avrupa’ya gitmesine karşın, çiçek aşısının gelişmiş hali ile yurda getirilmesi ile diş dolgusuna bir türlü izin verilememiş. Çiçek aşısının dince sakıncası olmadığına ilişkin fetva, 1845 te çıkmasına karşın, diş dolgusuna hiçbir şekilde izin verilememiş. Ne hikmetse, dinen ne sakıncası varsa, Müslümanlar dişlerini ancak Türkiye Cumhuriyeti döneminde diş dolgusu yaptırabilmiş!
Osmanlıdaki bilim düzeyi oldukça geri olduğunu, bu örneklerde görmekle, devletin hızla yıkılmaya, gerilemeye başlamasında görebiliriz. 1863 te yeni açılan Darülfünuna devlet, öğrenci bulmada zorluk çekmiştir. Mühendishanede ders veren Baron de Tot, öğrenci adaylarının bilgi düzeyini ölçmek için bir üçgenin iç açılarının toplamının kaç derece olduğunu sormuş. Koca sınıftan aldığı yanıt, “üçgenine göre değişir” olmuş. (Oysa üçken ne kadar büyük ne kadar küçük olursa olsun, iç açılarının toplamı 180 derecedir) Tüm bu acı örnekler, toplumda sadece din ağırlıkla eğitim ve öğretimin yeterli olmadığının kanıtıdır. Koskoca Osmanlı bu yüzden yıkıldığında, geriye cahil bir toplum, bir enkaz yığını kalmıştır.
YA GÜNÜMÜZDE
1-Osmanlı öyleydi, çağdaş Avrupa’dan geri idi de günümüzde nasıl? Günümüzde de, dinsel kökenli baskılar yüzünden, bilimde, siyasal, hukuksal birçok alanda içine girmek için rotamızı çizdiğimiz süreçte halen çağdaş normlara direnmeler devam etmekte. Çağdaş bir devlette devletin üç erki yürütme, yasama, yargı tamamen birbirinden bağımsız, hür ve korkusuz olmalıdır. 2010 lu yıllara gelmişiz bu üç erk, bir takim hileli oyunlarla tamamen siyasal iktidarın (AKP’nin) emri altına girmiştir. Böyle çağdaş devlet olamaz.
2-Avrupa’nın bütün okullarında, kurumlarında Evrim Teorisi bilimsel bir teori olarak okutulup, tanınırken; dinsel simgeleri kendine rehber etmiş, tüm devlet birimlerini dinsel kurallara göre uygulamaya çalışan AKP iktidarı bu bilimsel teoriyi okullarda kaldırırken, bu teori aleyhinde inatla kampanyalar, engellemeler yapmakta. Bütün Avrupa akılsız, dinsiz de, biz mi ileriyiz?
3-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açılan davalara bir bakınız, Türkiye’nin hem itibarının zedelenmesine hem de maddi zarara uğramasına yol açıyor. Dünyada AİHM sine açılan dava sayısı binleri bulmakta, Rusya’dan sonra en çok dava açılan ülke Türkiye olmakta. Çağdaş ülke olacaksak çağdaş hukuk normlarına uymak zorundayız.
4-Voltaire’nin “düşüncelerinize karşıyım ancak onları savunma hakkınızı korumak için ölmeye hazırım” özdeyişini anlamak, özümsemek bir yana, karşı düşüncede olanları şeytani bir komplo ile Silivri zindanlarına atıyoruz. Ya da Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Hırant Ding, Muammer Aksoy, Bahriye Üçök, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Haplemitoğlu gibi nice en seçkin aydınlarımızı evlerinin önlerinde katlettiriyoruz.
5-İktidarın, atama, uygulama ve eylemlerine bir bakın, Atatürk ve Atatürk düşmanlığı yayarak, laik devleti yıkmak için ağır her türlü dinsel formülleri devlet organlarına empoze (dayatmaya) etmeye başlanmıştır. Daha pek çok örnek verebiliriz.
Osmanlı aydını Atıf Efendi’nin “zındık” diye aşağıladığı “Voltaire, insanların şimdilerde bile sık sık vurguladığı, ilham aldığı, özdeyiş haline gelen “düşüncelerinize karşıyım ancak onları savunma hakkınızı korumak için ölmeye hazırım” diyerek, fikir ve düşünce hürriyetine önem veren filozofça söz söylemiştir ta üç asır öncesinden.
Oysa dinsel kökenli doğmalarla yoğrulan Osmanlıda değil fikir hürriyeti, saplantıları yüzünden, yeni bir söz söyleyen, bilimsel görüş, düşünce ve fikrini söyleyen insanlar sapkın, kâfir diye cezalandırılırdı. Gerçi Voltaire’ de kendi çağındaki bağnaz din adamı ve bağnaz insanlarla da hayatı pahasına savaşmıştır. Ülkesinden yıllarca sürgün edilmiş, kitapları yakılmış, hapislere atılmış. Ölünce şehir mezarlığına gömdürülmemiş, cesedi gizlice bir manastıra gömülmüş, oradan bağnaz insanlar kemiklerini alıp bir torba içinde Paris yakınlarında bir bataklığa atılmıştır.
Osmanlı Aydınlarının kötülemesine karşın, çağın bu seçkin aydınları, Fransız aydınlanmasının yüz akı, insanlık âlemine demokratik, hür düşünceyi yayan, rehber olan çağın en seçkin yön veren filozofları idiler. Bunların yılmayan engin insan hakları mücadelesi Fransız İhtilalını hazırlayan en önemli fikir ve düşünce sürecini oluşturdu.
Atıf Efendi bu meşum ateşi körükleyenleri “Gürûh-ı mekruh” (iğrenç grup), “mülhide melunlar (dinsiz melunlar), fesat erbabı”, sıfatlarıyla damgalar. “İnsan Hakları beyannamesi” ise bir “beyanname-i tuğyan-meal” (haddini aşan beyanname belgesi) dir.
Voltaire (1694 – 177, Fransız yazar ve filozof. Fransız devrimi ve Aydınlanma hareketine büyük katkısı olmuştur.
Din ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra, insan hakları konusundaki düşünceleri ve felsefi yazınları ile ünlenmiştir. Eserlerinde Kilise dogmaları ve döneminin Fransız müesseselerini yoğun olarak hicvetmiştir. Zamanın en etkili isimlerinden biri olarak tanınır.
Oysa Voltaire ve Rousseau 1712 – 1778 (Jean-Jacques Rousseau ) Fransız yazar, düşünür, filozof, politika teorisyeni idiler. Rousseau’ya göre yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Ayrıca devletin temelinde dininde olması gerektiğini savunur. Rousseau; devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemiştir.
Her iki çağdaş Filozof da, ömürlerinde cehalet ve bağnazlıkla savaşmışlar, bu uğurda kilisenin baskısını görmüşler; görüş ve düşünceleri ile Fransız İhtilal ive Fransız aydınlanmasının hazırlayıcısı olmuşlardır. Bu aydınların aydınlatıcı etkisinden ve ikisinin ölümlerinden 11 yıl sonra insanlığa, demokrasiye, insan haklarına rehber olan 1789 Fransız İhtilalı olmuştur. Devlet yıkılışa doğru giderken Osmanlı aydınları da, “hamdolsun bizim ülkemizde böyle şeyler yok” sevinmişler.
HER İKİ DÜŞÜNÜR BAĞNAZLIKLA SAVAŞARAK ÜLKELERİNİ AYDINLIĞA YÖNELTMİŞTİR.
Bizim Osmanlı sözde aydınları bu düşünürleri kötüleyedursun, çağın aydınlanması için yaşamları pahasına mücadele veren, çaba gösteren bu devrin en seçkin aydınları, hem kendi vatanlarındaki bağnazlar, papazlar ve öteki sömürücü elit tabaka tarafından da aşağılanıyor, dışlanıyorlardı.
Ne ki, bulundukları çağı aydınlatmaya çalışan Voltaire ve J.J. Rousseau’yu kilise, din çevreleri ve kral nasıl dışlıyor, cezalandırıyorsa, Osmanlı aydınları da bunlara karşı çıkıyor, yukarıdaki söylemleri ile aşağılıyorlardı. XX. Yüzyıla kadar tarihin her devrinde toplumun aydınlanmasına dönük aydınlar ve onların çabaları, dinsel kökenli sömürücü elit tabaka (şah, ağa, padişah, halife, kral, papa vb) tarafından dışlanmış, baskı altına alınmış, zulme uğratılmıştır.
Aynı aydınlar üzerindeki baskı ve zulüm günümüzdeki iktidarlar tarafından bile birtakım hukuksuzluklar, tutuklamalarla devam edip gitmekte.
{(Voltaire (1694–177 çağın dinsel bağnazlığına karşı savaşmış Fransız filozoflarından. Kilisenin tepkisi ile kitapları meydanlarda yakılmış; ömrü hapislerde, sürgünlerde, düşünceye karşı mücadele içinde geçmiş ve kendi yurdunda kaçak yaşamıştı. Ölünce kilisenin baskısı ile şehir mezarlığına gömülmedi, gizlice bir köydeki manastıra gömüldü. Onun ölümünden bir ay sonra çağdaşı düşünürlerden J.J.Rousseau da öldü. 1814 de bir grup gözü dönmüş aşırı dinci, Voltaire ve Rousseau’nun kemiklerini gömüldükleri yerden alıp, bir torbaya koyarak Paris yakınlarında bir bataklığa attılar.)}
VOLTAİRE’ DEN BAZI ÖZDEYİŞLER:
• Ayrılık, tatmin edilmeyen aşkı arttırır.
• Her zaman zevk, zevk olmaktan çıkar. Bir şeye düşkünlük hayvanlarda bile yoktur.
• Hiçbir ordu, zamanı gelmiş bir düşünceye karşı duramaz.
• İnsan zekâ karşısında eğilir ama şefkat karşısında diz çöker.
• İnsanoğlu hiç de kötü olarak yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de.
• İyi bir taklit, kusursuz bir yaratıştır.
• Kendi nefsine hâkim olan, dünyaya hükmedebilir.
• Pek az insan başkalarının deneylerinden yararlanmayı bilecek kadar akıllıdır.
• Seçilmiş birkaç kitaptan güzel ne olabilir.
• Tanrıya ettiğim dua pek kısadır; Tanrım düşmanlarımı gülünç duruma düşür.
• Vahşiler hariç, bütün insanlar, kitapların hükmü altındadır.
• Vatana sadakatle hizmet edenin atalara ihtiyacı yoktur.
• Vatanımız, bütün asil ruhlar için en mukaddes bir yerdir.
• Yarabbi ben düşmanlarımı yenmeğe kadirim; sen beni dostlarımdan koru.