2011-11-14 00:01
Tarih Haber / Osmanlı fırsatçıları sahnede
Osmanlı fırsatçıları sahnede
AKP’nin “Yeni Osmanlı” politikalarını fırsat bilen Osmanlı torunları, “dedelerinin mirasını” talep ediyor. Cumhuriyetin padişahların mallarına el koyduğunu unutuyorlar, peki “dedelerinin serveti nereden geliyor?”
AKP hükümetinin “Yeni Osmanlı” açılımları ve çeşitli vesilelerle Osmanlı hanedanına itibarının iade edilmesi uygulamaları, II. Abdülhamid gibi eski sultanların torunlarını da bu gelişmelerden maddi çıkar sağlamak konusunda teşvik etmiş görünüyor. Osmanlı döneminin “her derde deva” uygulamalarıyla örnek olarak sunulduğu, güzellemelerle özendirildiği ve geçmişte kalmasına yakınıldığı ortamda, “kanuni mirasçıları” da bunca şükran ve sadakatin somut karşılığını talep ediyor.
Star gazetesinde Pazar günü II. Abdülhamid’in torunlarının “dedelerinin mirası” için hukuki yollara başvuracağını açıklayan bir haber ve iki “varis” Bülent Osman ile Orhan Osmanoğlu ile yapılan bir röportaj yayınlandı.
Habere göre II. Abdülhamid’in torunları beş yıl önce avukatlarına talimat vererek dedelerinin gayrimenkullerinin araştırılmasını istedi. Araştırmalar sonucunda torunları Abdülhamid’in “gayrimenkul zengini” olduğu sonucuna ulaştılar. Torunları, “yazılırsa halk gereksiz yere endişelenebilir” diyerek net rakamları vermekten kaçınsalar da, Abdülhamid’in kişisel servetinde “Türkiye’de 17 şehirde çiftlik, tarla, ormanlık alanlar, madenler, arsalar, kent içinde birçok gayrimenkuller”in yanı sıra, Suriye’de de geniş arazilerin bulunduğunu belitrmekten de geri durmadılar.
Pazarlık payı da var, üstü kapalı tehdit de
Star gazetesinde Abdülhamid’in torunlarıyla yapılan röportaj hukuki süreçten çok “pazarlık süreci”nin söz konusu olduğunu ortaya koyuyor. Bülent Osman ile Orhan Osmanoğlu sorulara verdikleri cevaplarda kendilerini mallarına el konulan azınlıkların yerine koyuyorlar, rakamların büyüklüğünden, Suriye’deki toprakların paylaşılması gibi konulardan bahsederek hükümet yetkililerine mesajlar gönderiyorlar. AİHM’ye gidilirse “büyük paralar alınacağı” tehdidi de eksik kalmıyor. Torunların işin pazarlığa açık olduğunu belirten ifadeleri şöyle:
“Biz sonunda kadar uzlaşmaya açığız, büyüklerimiz dosyamızı inceledikten sonra ‘Uzlaşmayalım’ demeyecek.
“2010 yılındayız, azınlıkların hakları dağıtılıyor, bizim işimizin de çözüleceğine inanıyoruz. Biz olgun bir zemin bekliyorduk, şu an adalet mekanizması çok iyi işliyor. AİHM’ye gidilirse büyük rakamlar alınır.
“Devlet büyüklerimiz bize olumlu bir teklifle gelirlerse her şeye açığız. Zora sokacak hiçbir şey istemiyoruz. Aslında bahsettiğimiz çok büyük rakamlar, telaffuz etmek istemiyorum, yazılırsa halk gereksiz yere endişelenebilir… Ama biz devlet büyüklerimizin her türlü teklifine her şeye açığız. Biz devletle uzlaşmak istiyoruz. Suriye’de araştırmalar yaptım ve Suriye’nin neredeyse yüzde 20’si dedem Sultan II. Abdülhamit’in. Bunlara da yardımcı olalım, gerekirse yüzde 50’sini size verelim, hakkımızı devlet olarak siz talep edin. Verecekleri karar kendi çıkarlarına da…”
Cumhuriyet de “sil baştan” mı olacak?
Torunlar miras haklarını “Dünyanın neresinde olursa olsun, yaşayan bir kimse için, miktarından bağımsız olarak, dedesinin mirasını araştırmak en doğal hak” sözleriyle savunarak konuyu “sıradan bir miras meselesi” gibi göstermeye çalışıyorlar. Oysa ki 1924 yılında, saltanatın kaldırılmasından iki yıl sonra halifeliği de kaldıran Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun’un 8. maddesi bu konuda çok net: “Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya merbut emvali gayrimenkuleleri millete intikal etmiştir”.
Abdülhamid’in mal varlığına iki kez el konuldu
Yani saltanat ve hilafete son veren Cumhuriyet yönetimi ile birlikte padişahların malvarlıklarına da el konulmuş oluyor. Üstelik bu II. Abdülhamid’in malvarlığına ilk elkonulması değil. Cumhuriyet’ten önce de Abdülhamid’in malvarlığının büyük bir bölümü devlet hazinesine devrediliyor: 1908 yılındaki “Jön Türk devrimi”nin ardından 1909 yılında Abdülhamid’in padişahlığına tamamen son veren İttihatçılar, Abdülhamid ile bir anlaşma yaparak Hazine-i Hassa olarak adlandırılan sultana ait mal varlığının büyük bir bölümünü hazineye aktarırlar ve bunun karşılığında Abdülhamid’e can güvenliği ve kendisine ve ailesine “onurlu bir yaşam” sözü verirler. İttihatçılar Hazine-i Hassa’nın devlet hazinesine devrini “Abdülhamid’in ülke zenginliklerinden zimmetine geçirdiklerini geri almak” olarak nitelendirirler.
Abdülhamid’in “kişisel serveti” ne demek?
Torunları “dünyanın en büyük gayrimenkul mirası” olarak da nitelendirdikleri Abdülhamid’in mal varlığını “kişisel mirası” olarak adlandırmaya özen göstererek bunu “padişahlık mülklerinden” ayırdıklarını özel olarak vurguluyorlar. Ancak Hazine-i Hassa adı verilen Padişah’a ait mülklerin özellikle II. Abdülhamid’in saltanat anlayışı uyarınca padişahlıktan nasıl ayrılacağı önemli bir soru işareti. Abdülhamid saltanatı süresince padişahlıktan gelen gücünü ve 33 yıl boyunca ülkede sürdürdüğü mutlak hakimiyet ve istibdad rejimini kullanarak sistemli çabalar sonucunda çok büyük ölçekli toprakları kendisine mülk edinmişti. Hatta o derece ki kendisine o dönemde “en büyük toprak sahibi” bile denilmişti.
Ancak Abdülhamid bu toprakları “sıradan bir insan” olarak satın almamış, ekilmeyen beylik topraklara el konulması, müsadereler, sindirmeler, tehdit ve gasplar toprakların hazineye katılmasında araç olarak kullanılmıştı. Abdülhamid’in devlet gelirlerini kendi bütçesine akıttığı, bır kısım gümrük gelirlerini, belediye vergilerini, Tütün Rejisi ödemelerini kendi hazinesine aktardığı da biliniyor. Padişah kendi topraklarından topladığı vergileri de doğrudan Hazine-i Hassa’ya aktarmaktaydı. Abdülhamid’in “kişisel hazinesi”ne giren gelirlerin devlet gelirlerinin yüzde 6′sı ile 10′u arasında olduğu tahmin ediliyor.*
(soL – Haber Merkezi)
*II: Abdülhamid’in Hazine-i Hassa’sına ait bilgiler François Georgeon’un Homer Kitabevi tarafından basılmış olan Sultan Abdülhamid adlı kitabından alınmıştır.
AKP hükümetinin “Yeni Osmanlı” açılımları ve çeşitli vesilelerle Osmanlı hanedanına itibarının iade edilmesi uygulamaları, II. Abdülhamid gibi eski sultanların torunlarını da bu gelişmelerden maddi çıkar sağlamak konusunda teşvik etmiş görünüyor. Osmanlı döneminin “her derde deva” uygulamalarıyla örnek olarak sunulduğu, güzellemelerle özendirildiği ve geçmişte kalmasına yakınıldığı ortamda, “kanuni mirasçıları” da bunca şükran ve sadakatin somut karşılığını talep ediyor.
Star gazetesinde Pazar günü II. Abdülhamid’in torunlarının “dedelerinin mirası” için hukuki yollara başvuracağını açıklayan bir haber ve iki “varis” Bülent Osman ile Orhan Osmanoğlu ile yapılan bir röportaj yayınlandı.
Habere göre II. Abdülhamid’in torunları beş yıl önce avukatlarına talimat vererek dedelerinin gayrimenkullerinin araştırılmasını istedi. Araştırmalar sonucunda torunları Abdülhamid’in “gayrimenkul zengini” olduğu sonucuna ulaştılar. Torunları, “yazılırsa halk gereksiz yere endişelenebilir” diyerek net rakamları vermekten kaçınsalar da, Abdülhamid’in kişisel servetinde “Türkiye’de 17 şehirde çiftlik, tarla, ormanlık alanlar, madenler, arsalar, kent içinde birçok gayrimenkuller”in yanı sıra, Suriye’de de geniş arazilerin bulunduğunu belitrmekten de geri durmadılar.
Pazarlık payı da var, üstü kapalı tehdit de
Star gazetesinde Abdülhamid’in torunlarıyla yapılan röportaj hukuki süreçten çok “pazarlık süreci”nin söz konusu olduğunu ortaya koyuyor. Bülent Osman ile Orhan Osmanoğlu sorulara verdikleri cevaplarda kendilerini mallarına el konulan azınlıkların yerine koyuyorlar, rakamların büyüklüğünden, Suriye’deki toprakların paylaşılması gibi konulardan bahsederek hükümet yetkililerine mesajlar gönderiyorlar. AİHM’ye gidilirse “büyük paralar alınacağı” tehdidi de eksik kalmıyor. Torunların işin pazarlığa açık olduğunu belirten ifadeleri şöyle:
“Biz sonunda kadar uzlaşmaya açığız, büyüklerimiz dosyamızı inceledikten sonra ‘Uzlaşmayalım’ demeyecek.
“2010 yılındayız, azınlıkların hakları dağıtılıyor, bizim işimizin de çözüleceğine inanıyoruz. Biz olgun bir zemin bekliyorduk, şu an adalet mekanizması çok iyi işliyor. AİHM’ye gidilirse büyük rakamlar alınır.
“Devlet büyüklerimiz bize olumlu bir teklifle gelirlerse her şeye açığız. Zora sokacak hiçbir şey istemiyoruz. Aslında bahsettiğimiz çok büyük rakamlar, telaffuz etmek istemiyorum, yazılırsa halk gereksiz yere endişelenebilir… Ama biz devlet büyüklerimizin her türlü teklifine her şeye açığız. Biz devletle uzlaşmak istiyoruz. Suriye’de araştırmalar yaptım ve Suriye’nin neredeyse yüzde 20’si dedem Sultan II. Abdülhamit’in. Bunlara da yardımcı olalım, gerekirse yüzde 50’sini size verelim, hakkımızı devlet olarak siz talep edin. Verecekleri karar kendi çıkarlarına da…”
Cumhuriyet de “sil baştan” mı olacak?
Torunlar miras haklarını “Dünyanın neresinde olursa olsun, yaşayan bir kimse için, miktarından bağımsız olarak, dedesinin mirasını araştırmak en doğal hak” sözleriyle savunarak konuyu “sıradan bir miras meselesi” gibi göstermeye çalışıyorlar. Oysa ki 1924 yılında, saltanatın kaldırılmasından iki yıl sonra halifeliği de kaldıran Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun’un 8. maddesi bu konuda çok net: “Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya merbut emvali gayrimenkuleleri millete intikal etmiştir”.
Abdülhamid’in mal varlığına iki kez el konuldu
Yani saltanat ve hilafete son veren Cumhuriyet yönetimi ile birlikte padişahların malvarlıklarına da el konulmuş oluyor. Üstelik bu II. Abdülhamid’in malvarlığına ilk elkonulması değil. Cumhuriyet’ten önce de Abdülhamid’in malvarlığının büyük bir bölümü devlet hazinesine devrediliyor: 1908 yılındaki “Jön Türk devrimi”nin ardından 1909 yılında Abdülhamid’in padişahlığına tamamen son veren İttihatçılar, Abdülhamid ile bir anlaşma yaparak Hazine-i Hassa olarak adlandırılan sultana ait mal varlığının büyük bir bölümünü hazineye aktarırlar ve bunun karşılığında Abdülhamid’e can güvenliği ve kendisine ve ailesine “onurlu bir yaşam” sözü verirler. İttihatçılar Hazine-i Hassa’nın devlet hazinesine devrini “Abdülhamid’in ülke zenginliklerinden zimmetine geçirdiklerini geri almak” olarak nitelendirirler.
Abdülhamid’in “kişisel serveti” ne demek?
Torunları “dünyanın en büyük gayrimenkul mirası” olarak da nitelendirdikleri Abdülhamid’in mal varlığını “kişisel mirası” olarak adlandırmaya özen göstererek bunu “padişahlık mülklerinden” ayırdıklarını özel olarak vurguluyorlar. Ancak Hazine-i Hassa adı verilen Padişah’a ait mülklerin özellikle II. Abdülhamid’in saltanat anlayışı uyarınca padişahlıktan nasıl ayrılacağı önemli bir soru işareti. Abdülhamid saltanatı süresince padişahlıktan gelen gücünü ve 33 yıl boyunca ülkede sürdürdüğü mutlak hakimiyet ve istibdad rejimini kullanarak sistemli çabalar sonucunda çok büyük ölçekli toprakları kendisine mülk edinmişti. Hatta o derece ki kendisine o dönemde “en büyük toprak sahibi” bile denilmişti.
Ancak Abdülhamid bu toprakları “sıradan bir insan” olarak satın almamış, ekilmeyen beylik topraklara el konulması, müsadereler, sindirmeler, tehdit ve gasplar toprakların hazineye katılmasında araç olarak kullanılmıştı. Abdülhamid’in devlet gelirlerini kendi bütçesine akıttığı, bır kısım gümrük gelirlerini, belediye vergilerini, Tütün Rejisi ödemelerini kendi hazinesine aktardığı da biliniyor. Padişah kendi topraklarından topladığı vergileri de doğrudan Hazine-i Hassa’ya aktarmaktaydı. Abdülhamid’in “kişisel hazinesi”ne giren gelirlerin devlet gelirlerinin yüzde 6′sı ile 10′u arasında olduğu tahmin ediliyor.*
(soL – Haber Merkezi)
*II: Abdülhamid’in Hazine-i Hassa’sına ait bilgiler François Georgeon’un Homer Kitabevi tarafından basılmış olan Sultan Abdülhamid adlı kitabından alınmıştır.