2012-01-06 23:16
Tarih Haber / Sarıkamış ta Ergenekon izleri!
Sarıkamış ta Ergenekon izleri!
Frankfurt gar görevlisi, alay ile karışık Germen gururuyla: “Bu tren Enverland’a gider!” sadasını alabildiğine yükseltmiş, Cihan Ülkesi’ni ‘Bir Haris Adamın Yurdu’na benzetmişti.
Üçüncü mevkide üç günlük yer tutanlar, kıyasıya bir tartışmanın içinde buldular kendilerini. Erivan şiveli Mutafyan, sanki Sarı Gelin’i besteler gibi:
“Allah var, asırlardır ülkenin her yanında ticaret, sanat, endüstri… hep bizde. Başımızı yastığa kor komaz yarını düşünmeden deliksiz uyuyabildik. Karışanımız, görüşenimiz olmadı.
Ne vakit ki, iki Alman gemisine hilalli yıldızlı bayrak çekildi, o vakit rahatımız kaçtı.”
“Kim çekmiş?”
“Duymadın mı, Enverland diyordu görevli. Artık, Osmanlı’yı ağızlarına bile almıyorlar.
‘Enver’in Adası’ onlar için. Padişahtan habersiz göndere çekmiş bayrağı. İngiliz / Fransız boş durur mu? ‘Osmanlı harbe girdi!’ diye basmışlar yaygarayı.
Alman hem Galiçya mevzisine taze güç gönderir, hem Viyana’nın hesabı görülür, hem Altaylar’da misyonu artar… diyerekten bir taşla üç kuş vurmuş böylece.”
“Diplomasi dehası Saray ne demiş bu işe?”
“Diyecek adam mı kaldı Saray’da! Otuz Bir Mart Cuntası çepeçevre sardı her yanı. Mithat’ın öcünü almakta, adeta sürek avına çıkmaktalar. Kızıl Sultan(!) sürgünde, sonunu seyretmekte Istanbul’un.
Emperyal Frenk’e gün doğdu bir kere. Rum’u, Bulgar’ı, Ermeni’yi… Slav pençesine takmış, Pay-i Taht’a karşı kışkırtmakta. Kurunun yanında yaş da yanmakta. Bizde de savaş ağaları var. Taşnak’ı, Pontus’u hortlatanlar az mı?
Zorları, Ermenistan kurdurtmayan Kürtlerdi.
Anaların bağrından gencecik yiğitlerimiz alındı. ‘Düşman!’ diye, 4 asırdır kader birliği yaptığımız Türk’e, Kürt’e, Arap’a saldırttılar. Paşalığı kendinden menkul densizler de yangına körükle gittiler. Millet-i Sadıka idik, olduk Millet-i Fasıka!”
…………………
“Yazıyor, yazıyor! Sarıkamış’ı yazıyor! Kurtların parçaladığı cesetleri yazıyor!”
Uzatılan beş fenik’i kapan, kasketini yana düşürmüş çocuk, gazeteyi rulo yapıp savurduğu gibi yarım açılan pencereden içeri düşürdü.
Sekiz sütuna manşetteki haberle, Sarıkamış’ın soğuğu daracık kompartımanda buz kesti. Yemen çöllerinden, Sarıkamış’a uzanan şehadetin öyküsüdür bu! Yakan güneşten, kavuran soğuğa…!
Hakikat, ayrıntılarda saklıdır:
‘Yemen Müdafaası’ndan postalsız, paltosuz, yazlık gömleklerle, ayaklarında lastik çarık… Sarıkamış’a sevkedilen yüz bin asker dün sağ idi, bugün toprak altında!’
Karlar altında geceyi anlatan tek delil, Iğdırlı Ali Çavuş’un günlüğü:
‘Çadırın perdesi buz kesilmiş oğlak kulağı gibi….’
“Yeter, okuma artık!”
“Ne oldu gardaş, bir derdin mi var?”
“Var ya, güya Hürriyet(!) Ayaklanması’nda ben de vardım. Zil zurna sarhoş çete başları Istanbul’un her yanında nara atarken, Padişah’a galiz tarafından küfürler savuranların arasında idim.
Sultanahmet’ten Vezneciler’e uzanan binlerce sehpada nice vatan evlatları Firdevs’e uçtular. Sorgusuz, mahkemesiz can verdiler.
Yafta hazırdı: ‘İşbirlikçi!’
Her şey, bir şey içinmiş meğer!
Akşam olup da eve geldiğimde eşim, çocuklarım kapıdan içeri sokmadılar beni:
‘Git, hangi soysuzun peşine takıldıysan orda kal! Beş yüz yıllık Fetih Beldesi’ne ihanet ettin. Dışardaki zalimler, içerdeki hainler… Mahvettiniz Mazlumların Yurdu’nu.’
Siyah iplik beyaz iplikten ayrılana dek şuursuzca yürüdüm, yürüdüm. Sızmışım yorgunluktan. Gün ağarıp da kendime geldiğimde Yenikapı’da sabahladığımı fark ettim.
Fatih’in, gemilerini Beşiktaş’tan, Akıncıların omuzlarında Haliç’e indirdiği tepelere baktım. Utandım kendimden. Geri dönülmez geçmişimden…
Eski tüfek İttihatçılar’dan birinin kapısında buldum kendimi.
“Bu şehirde yaşayamam. Yollayın beni gideyim. Artık ne ailem var, ne inancım...!”
Sirkeci’den trene bindirdiler beni. Köln Garı’nda işitmediğim hakaret kalmadı. ‘Halkına ihanet eden soysuz!’ dum buralarda. Sığınmacı kaldım sersefil.
Acı haberlerini aldım. Çocuklarım taundan, yoksulluktan… eşim kahrından göçüp gitmiş bu dünyadan.
Ben de, hiç olmazsa son demlerimi onların mezar başında geçireyim. Mevla’m affederse gönülden bir tevbe edeyim, çaresizim, hem de çok…!
Okuyalım gazeteyi de, yüzleşelim gerçeklerle:
Frankfurt Postası keyiften dört köşe, sıralıyor manşetleri:
“Alman bakan, Osmanlı ordusu için: ‘Germen ordusuna eklenen bir süngü!’, Rus general Petroviç de: ‘Cepheyi gezdim. Nişan almışlar, tetiğe bile basamamışlar!’ demiş, hayretle.
Asıl ifşaat Enver Paşa’dan gelmiş, etrafında sağ kalan(!) yaverlerine:
“Bunlar nasıl olsa bir gün ölmeyecekler mi?”
Yardımcıları Bahaeddin Şakir ile Hafız Hakkı, Hasan İzzet’e çevirdikleri dolapla mağrur, umarsız…
İttihatçı üçlü, Gazze’yi Siyon’a, Kafkasya’yı Kremlin’e, Şam’ı Erivan’a teslim ederken…
Ötelerden bir ses yankılanıyor: “Üç beyinsiz kafanın uğruna üç milyon halk / Bak, nasıl doğranıyor? Kalk baba, kabrinden kalk!”
Sarıyayla, Aktütün, Dağlıca… anlaşılamaz, Sarıkamış dosyası açılmadan!…
Üçüncü mevkide üç günlük yer tutanlar, kıyasıya bir tartışmanın içinde buldular kendilerini. Erivan şiveli Mutafyan, sanki Sarı Gelin’i besteler gibi:
“Allah var, asırlardır ülkenin her yanında ticaret, sanat, endüstri… hep bizde. Başımızı yastığa kor komaz yarını düşünmeden deliksiz uyuyabildik. Karışanımız, görüşenimiz olmadı.
Ne vakit ki, iki Alman gemisine hilalli yıldızlı bayrak çekildi, o vakit rahatımız kaçtı.”
“Kim çekmiş?”
“Duymadın mı, Enverland diyordu görevli. Artık, Osmanlı’yı ağızlarına bile almıyorlar.
‘Enver’in Adası’ onlar için. Padişahtan habersiz göndere çekmiş bayrağı. İngiliz / Fransız boş durur mu? ‘Osmanlı harbe girdi!’ diye basmışlar yaygarayı.
Alman hem Galiçya mevzisine taze güç gönderir, hem Viyana’nın hesabı görülür, hem Altaylar’da misyonu artar… diyerekten bir taşla üç kuş vurmuş böylece.”
“Diplomasi dehası Saray ne demiş bu işe?”
“Diyecek adam mı kaldı Saray’da! Otuz Bir Mart Cuntası çepeçevre sardı her yanı. Mithat’ın öcünü almakta, adeta sürek avına çıkmaktalar. Kızıl Sultan(!) sürgünde, sonunu seyretmekte Istanbul’un.
Emperyal Frenk’e gün doğdu bir kere. Rum’u, Bulgar’ı, Ermeni’yi… Slav pençesine takmış, Pay-i Taht’a karşı kışkırtmakta. Kurunun yanında yaş da yanmakta. Bizde de savaş ağaları var. Taşnak’ı, Pontus’u hortlatanlar az mı?
Zorları, Ermenistan kurdurtmayan Kürtlerdi.
Anaların bağrından gencecik yiğitlerimiz alındı. ‘Düşman!’ diye, 4 asırdır kader birliği yaptığımız Türk’e, Kürt’e, Arap’a saldırttılar. Paşalığı kendinden menkul densizler de yangına körükle gittiler. Millet-i Sadıka idik, olduk Millet-i Fasıka!”
…………………
“Yazıyor, yazıyor! Sarıkamış’ı yazıyor! Kurtların parçaladığı cesetleri yazıyor!”
Uzatılan beş fenik’i kapan, kasketini yana düşürmüş çocuk, gazeteyi rulo yapıp savurduğu gibi yarım açılan pencereden içeri düşürdü.
Sekiz sütuna manşetteki haberle, Sarıkamış’ın soğuğu daracık kompartımanda buz kesti. Yemen çöllerinden, Sarıkamış’a uzanan şehadetin öyküsüdür bu! Yakan güneşten, kavuran soğuğa…!
Hakikat, ayrıntılarda saklıdır:
‘Yemen Müdafaası’ndan postalsız, paltosuz, yazlık gömleklerle, ayaklarında lastik çarık… Sarıkamış’a sevkedilen yüz bin asker dün sağ idi, bugün toprak altında!’
Karlar altında geceyi anlatan tek delil, Iğdırlı Ali Çavuş’un günlüğü:
‘Çadırın perdesi buz kesilmiş oğlak kulağı gibi….’
“Yeter, okuma artık!”
“Ne oldu gardaş, bir derdin mi var?”
“Var ya, güya Hürriyet(!) Ayaklanması’nda ben de vardım. Zil zurna sarhoş çete başları Istanbul’un her yanında nara atarken, Padişah’a galiz tarafından küfürler savuranların arasında idim.
Sultanahmet’ten Vezneciler’e uzanan binlerce sehpada nice vatan evlatları Firdevs’e uçtular. Sorgusuz, mahkemesiz can verdiler.
Yafta hazırdı: ‘İşbirlikçi!’
Her şey, bir şey içinmiş meğer!
Akşam olup da eve geldiğimde eşim, çocuklarım kapıdan içeri sokmadılar beni:
‘Git, hangi soysuzun peşine takıldıysan orda kal! Beş yüz yıllık Fetih Beldesi’ne ihanet ettin. Dışardaki zalimler, içerdeki hainler… Mahvettiniz Mazlumların Yurdu’nu.’
Siyah iplik beyaz iplikten ayrılana dek şuursuzca yürüdüm, yürüdüm. Sızmışım yorgunluktan. Gün ağarıp da kendime geldiğimde Yenikapı’da sabahladığımı fark ettim.
Fatih’in, gemilerini Beşiktaş’tan, Akıncıların omuzlarında Haliç’e indirdiği tepelere baktım. Utandım kendimden. Geri dönülmez geçmişimden…
Eski tüfek İttihatçılar’dan birinin kapısında buldum kendimi.
“Bu şehirde yaşayamam. Yollayın beni gideyim. Artık ne ailem var, ne inancım...!”
Sirkeci’den trene bindirdiler beni. Köln Garı’nda işitmediğim hakaret kalmadı. ‘Halkına ihanet eden soysuz!’ dum buralarda. Sığınmacı kaldım sersefil.
Acı haberlerini aldım. Çocuklarım taundan, yoksulluktan… eşim kahrından göçüp gitmiş bu dünyadan.
Ben de, hiç olmazsa son demlerimi onların mezar başında geçireyim. Mevla’m affederse gönülden bir tevbe edeyim, çaresizim, hem de çok…!
Okuyalım gazeteyi de, yüzleşelim gerçeklerle:
Frankfurt Postası keyiften dört köşe, sıralıyor manşetleri:
“Alman bakan, Osmanlı ordusu için: ‘Germen ordusuna eklenen bir süngü!’, Rus general Petroviç de: ‘Cepheyi gezdim. Nişan almışlar, tetiğe bile basamamışlar!’ demiş, hayretle.
Asıl ifşaat Enver Paşa’dan gelmiş, etrafında sağ kalan(!) yaverlerine:
“Bunlar nasıl olsa bir gün ölmeyecekler mi?”
Yardımcıları Bahaeddin Şakir ile Hafız Hakkı, Hasan İzzet’e çevirdikleri dolapla mağrur, umarsız…
İttihatçı üçlü, Gazze’yi Siyon’a, Kafkasya’yı Kremlin’e, Şam’ı Erivan’a teslim ederken…
Ötelerden bir ses yankılanıyor: “Üç beyinsiz kafanın uğruna üç milyon halk / Bak, nasıl doğranıyor? Kalk baba, kabrinden kalk!”
Sarıyayla, Aktütün, Dağlıca… anlaşılamaz, Sarıkamış dosyası açılmadan!…