2011-05-12 16:04
Osmanlı Ansiklopedisi / Ansiklopedik Bilgi A Bölümü / Sultan Abdulhamid Han i
Sultan Abdulhamid Han i
ABDÜLHAMÎD HAN-I
Babası.................... : Ahmed Han-IIl
Annesi.................... : Râbia Şermi Sultan
Doğumu.................. : 20 Mart 1725
Vefâtı..................... : 7 Nisan 1789
Tahta Geçişi............ : 21 Ocak 1774
Saltanat Müddeti..... : 15 sene
Halîfelik Sırası......... : 92
Osmanlı pâdişâhlarının yirmi yedincisi ve İslâm halîfelerinin doksan ikincisi. Sultan üçüncü Ahmed’in oğlu, sultan dördüncü Mustafa’nın babasıdır. 20 Mart 1725 yılında Topkapı Sarayı’nda dünyâya gelmiştir. Annesi Râbia Şermi Sultan’dır. Küçük yaşından îtibâren, zamanın büyük âlimleri tarafından ilim öğretildi. Zamanlarını namaz kılarak, cenâb-ı Hakk’ı zikr ile geçirir, elinden Kur’ân-ı kerîmi düşürmez, halk arasında kerâmetlerinden bahsedilirdi. Her yaptığını Allah için yapardı. Günlerini sarayda geçirir, târih üzerine derinlemesine bilgi edinirdi. Şehzâdeliği sırasında ne öğrenmiş ise, pâdişâhlığında o bilgiler ışığında hareket edecek, üç kıt’ada toprakları olan büyük bir devleti idare edecekti. Bu güç iş, büyük bir bilgi ve tecrübe yığını ile mümkün olabilirdi. Tecrübe dışında, bilgi sahibi olmak için bütün şartlar mevcûd idi. Akıllı, zekî, ileri görüşlü, kültürlü, gayretli bir şehzâde olan ve iyi bir din eğitimi gören şehzâde Abdülhamîd, ağabeyi sultan üçüncü Mustafa Han’ın 21 Ocak 1774 târihinde vefâtıyla Osmanlı tahtına oturdu. Henüz kırk dokuz yaşında idi ve Osmanlı Devleti’ne eski gücünü kazandırmak azmiyle doluydu. Fakat Osmanlı Devleti’nin en karanlık bir devresinde sultan olmuştu. Ruslar, Avusturyalılar, İranlılar her taraftan topraklarımıza saldırıyordu. Ayrıca tecrübeli sadrâzam ve devlet adamlarının yokluğu vardı...
Tahta çıktığı günlerde, devlet erkanı ve onlara katılan büyük bir kalabalıkla Eyyûb Sultan’a ziyarete gelen sultan birinci Abdülhamîd Han, mihmandâr-ı Resûlillah Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-el-Ensârî’nin (radıyallahü anh) huzurunda, dînine, vatanına ve milletine hizmet edebilmesi, müslümanların rahatı için uzun uzun duâ etti. Allahü teâlâya yalvardı, gözyaşı döktü. Cenâb-ı Hak’dan, en çok sevdiği Peygamberinin, Eshâb-i kiramın, Ehl-i beytin hatırı için istedi...
Birinci Abdülhamîd Han, sultan olduğu sırada kuzeyde daha önce başlayan Osmanlı-Rus savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Ordularımız fazla bir varlık gösteremiyor ve geri çekiliyordu. Çünkü yeniçeri teşkîlâtı iyice bozulmuş, pâdişâh ve komutanlara eski itaati kalmamıştı. Rus çariçesi ikinci Katerina, mareşal Peter Aleksandroiv Romanzov başkomutanlığındaki büyük bir orduyu Tuna boyunda, her geçen gün arkadan taze kuvvet göndererek, çarpıştırıyordu. Romanzov, düşmanının karşısında eski cesareti gösteremeyen yeniçerileri mağlûb ede ede Şumnu’ya doğru ilerliyordu. Maksadı, Osmanlı ordusuyla, Varna arasındaki yolu kesip ikmâl yollarını tıkamaktı. Başkumandan sadrâzam Muhsinzâde Mehmed Paşa, yeniçeri ağası Yeğen Mehmed Paşa’ya; “Bre Paşa! Romanzov keferesinin niyeti bizi kapana kıstırmaktır. Yanına lüzumu kadar asker al, Kozluca’ya doğru yürü. Onları, biz gelene kadar oyala!..” dedi. Yeğen Mehmed Paşa, düşman öncülerini karşılamak üzere Abdullah Paşa’yı vazifelendirdi. Türk öncü kuvvetleri ihtiyatsız ilerliyorlardı. Bir derede yürürlerken ansızın Ruslarla karşılaştılar. Abdullah Paşa’nın tedbirsiz hareketi yüzünden bu birlik, adetâ imha edildi. Pek çoğu şehîd olmuştu. Kurtulanlar Kozluca’ya doğru geri çekildi. Kozluca’da da tutunamayan Yeğen Mehmed Paşa’nın kuvvetleri dağıldı. Böylece Romanzov, Varna ile sadrâzam Muhsinzâde Mehmed Paşa arasına girmiş oluyordu. Sadrâzamın yanında sâdece on İki bin kişilik bir kuvvet kalmıştı. Bununla, Rus ordusuna karşı durmak mümkün değildi. Sadrâzam, çaresizlik içinde durum muhakemesi yaparken, Rus ordu komutanından bir elçi geldi. Barış teklif ediyordu. Zîrâ, Rus ordusu da uzun zamandan beri devam eden savaşlarda güç durumda kalmıştı. Fakat bu savaşın galibi onlardı. Muhakkak ki, yapılacak andlaşma aleyhimize olacaktı.
Baş murahhaslığa tâyin edilen sadâret kethüdası Resmî Ahmed Efendi, yardımcısı Reisülküttâb İbrâhim Münib Efendi ile birlikte bir hey’et hâlinde Rus ordusunun Küçük Kaynarca’daki karargâhına gittiler. İki gün süren görüşmeler 21 Temmuz 1774’de bitti. Yapılan andlaşmada Kırım, Osmanlı Devleti’nden ayrılıyor, bağımsız oluyordu. Bir çok kaleler de Ruslara verilecekti. Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıkların himâyesi de Ruslara âit olacaktı. Ayrıca Ruslara tazmînat ödenecekti. (Bkz. Küçük Kaynarca Andlaşması). Tamâmiyle aleyhimize olan bu andlaşmaya çok üzülen sadrâzam Muhsinzâde Mehmed Paşa hastalandı. On beş gün sonra vefât etti.
Küçük Kaynarca andlaşmasının ağırlığını arttıran en önemli madde, Rusların Türk topraklarındaki Ortodoks hıristiyanlar üzerinde bir çeşit himaye hakkı iddiasında bulunabilecek tarzda hazırlanmış olanıdır. Andlaşmadan hemen sonra Avusturya, Osmanlı Devleti’nin zor durumundan faydalanarak Boğdan beyliğine bağlı Bukovina’yı 1775’de işgal etti.
Saltanatının başında böylesine üzücü bir durumu kabul ederek barışı sağlayabilen Abdülhamîd Han, savaş zamanında devletin çeşitli bölgelerinde çıkan isyânları bastırmak ve askerî sahada ıslâhatta bulunmak durumundaydı.
Abdülhamîd Han, kapıkulunun bâzı ocaklarının ıslahı için Fransa’dan mühendisler getirtti. Mühendishâne-i bahr-i hümâyûnu (Devlet Deniz Mühendishânesi’ni) kurdurdu. Burada Baron de Tott ile İngiliz asıllı müslüman Kampel Mustafa ve bâzı Fransızlar ders verdiler. Tophâne nâzırı Emîn Ağa zamanında Fransızların yardımıyle sür’at topçuları ocağı geliştirildi. Metruk hâldeki İbrâhim Müteferrika matbaasını tekrar açtırdı. 1784’de açılan istihkâm okulunda Fransız De la Fayette’nin yanında Gelenbevî İsmâil Efendi ve Kasabzâde İbrâhim Efendi çalıştılar.
Diğer taraftan Anadolu’da çeşitli karışıklıklar çıkmıştı. Her vilâyette bir eşkıya hüküm sürüyordu. Hele kapısız levent denilen binlerce âsî, Anadolu’yu yakıp yıkıyordu. İsyanları bastırmada kaptân-ı derya Cezâyirli Hasan Paşa ve ıslâhat işlerinde sadrâzam Halil Hâmid Paşa, pâdişâha yardımcı oldular. Şam ve Mısır’da isyânlar çıktı. Hicaz’da ayaklanmalar birbirini tâkib etti. İranlılar Osmanlı topraklarına saldırarak çarpışmalara sebeb oldular. İranlıların bu tecâvüzleri üzerine Musul vâlisi Hasan Paşa, aşîret beylerini de yanına alarak, 22 Nisan 1777 de, Osmanlı-İran hududundan 13 saat içeride bulunan Bâne hâkimi Salih Han’ı Mağlûb etti. Üç saat süren muhârebede 10 top ele geçirdi. Kasabayı da yağma ettikten sonra Sîne hâkimi Hüsrev Han kumandasındaki 20 bin kişilik İran ordusuna karşı gönderdiği Çarhçı Mehmed Paşa 5 Mayıs 1777 de parlak bir zafer kazandı. Sîne zaferi diye anılan bu savaşta iki bin İran askeri öldürülmüştür.
Küçük Kaynarca andlaşmasıyla, Osmanlılarla Ruslar arasında tam bir sulh te’min edilememişti. Yalnız bir çeşit mütâreke hâsıl olmuştu. Bu andlaşma her iki tarafı da tatmin etmiyor, Osmanlılar olsun, Ruslar olsun Kırım üzerinde daha çok hakka sâhib olmak istiyorlardı. Nitekim Kırım’da bağımsızlık ilân edildiğinde, Ruslar, asker sevkedip kendi adamlarından Şahin Giray’ı han seçtirdiler. Böylece Kırım hanının tâyininde çıkan anlaşmazlık iki devleti yeni bir savaşa götürürken, Fransızların yardımıyla Haliç’teki Aynalıkavak Kasrı’nda 10 Mart 1779’da bir andlaşma imzalandı. Küçük Kaynarca andlaşmasının bâzı maddeleriyle ilgili olan bu andlaşma, Aynalıkavak Tenkihnâmesi adıyla anılır. Tenkihnâmeye göre, Kırım bağımsız kalacak ve Ruslar buradan askerlerini çekecek; buna karşılık, Osmanlılar da Şâhin Giray’ın hanlığını kabul edeceklerdi.
....
Babası.................... : Ahmed Han-IIl
Annesi.................... : Râbia Şermi Sultan
Doğumu.................. : 20 Mart 1725
Vefâtı..................... : 7 Nisan 1789
Tahta Geçişi............ : 21 Ocak 1774
Saltanat Müddeti..... : 15 sene
Halîfelik Sırası......... : 92
Osmanlı pâdişâhlarının yirmi yedincisi ve İslâm halîfelerinin doksan ikincisi. Sultan üçüncü Ahmed’in oğlu, sultan dördüncü Mustafa’nın babasıdır. 20 Mart 1725 yılında Topkapı Sarayı’nda dünyâya gelmiştir. Annesi Râbia Şermi Sultan’dır. Küçük yaşından îtibâren, zamanın büyük âlimleri tarafından ilim öğretildi. Zamanlarını namaz kılarak, cenâb-ı Hakk’ı zikr ile geçirir, elinden Kur’ân-ı kerîmi düşürmez, halk arasında kerâmetlerinden bahsedilirdi. Her yaptığını Allah için yapardı. Günlerini sarayda geçirir, târih üzerine derinlemesine bilgi edinirdi. Şehzâdeliği sırasında ne öğrenmiş ise, pâdişâhlığında o bilgiler ışığında hareket edecek, üç kıt’ada toprakları olan büyük bir devleti idare edecekti. Bu güç iş, büyük bir bilgi ve tecrübe yığını ile mümkün olabilirdi. Tecrübe dışında, bilgi sahibi olmak için bütün şartlar mevcûd idi. Akıllı, zekî, ileri görüşlü, kültürlü, gayretli bir şehzâde olan ve iyi bir din eğitimi gören şehzâde Abdülhamîd, ağabeyi sultan üçüncü Mustafa Han’ın 21 Ocak 1774 târihinde vefâtıyla Osmanlı tahtına oturdu. Henüz kırk dokuz yaşında idi ve Osmanlı Devleti’ne eski gücünü kazandırmak azmiyle doluydu. Fakat Osmanlı Devleti’nin en karanlık bir devresinde sultan olmuştu. Ruslar, Avusturyalılar, İranlılar her taraftan topraklarımıza saldırıyordu. Ayrıca tecrübeli sadrâzam ve devlet adamlarının yokluğu vardı...
Tahta çıktığı günlerde, devlet erkanı ve onlara katılan büyük bir kalabalıkla Eyyûb Sultan’a ziyarete gelen sultan birinci Abdülhamîd Han, mihmandâr-ı Resûlillah Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-el-Ensârî’nin (radıyallahü anh) huzurunda, dînine, vatanına ve milletine hizmet edebilmesi, müslümanların rahatı için uzun uzun duâ etti. Allahü teâlâya yalvardı, gözyaşı döktü. Cenâb-ı Hak’dan, en çok sevdiği Peygamberinin, Eshâb-i kiramın, Ehl-i beytin hatırı için istedi...
Birinci Abdülhamîd Han, sultan olduğu sırada kuzeyde daha önce başlayan Osmanlı-Rus savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Ordularımız fazla bir varlık gösteremiyor ve geri çekiliyordu. Çünkü yeniçeri teşkîlâtı iyice bozulmuş, pâdişâh ve komutanlara eski itaati kalmamıştı. Rus çariçesi ikinci Katerina, mareşal Peter Aleksandroiv Romanzov başkomutanlığındaki büyük bir orduyu Tuna boyunda, her geçen gün arkadan taze kuvvet göndererek, çarpıştırıyordu. Romanzov, düşmanının karşısında eski cesareti gösteremeyen yeniçerileri mağlûb ede ede Şumnu’ya doğru ilerliyordu. Maksadı, Osmanlı ordusuyla, Varna arasındaki yolu kesip ikmâl yollarını tıkamaktı. Başkumandan sadrâzam Muhsinzâde Mehmed Paşa, yeniçeri ağası Yeğen Mehmed Paşa’ya; “Bre Paşa! Romanzov keferesinin niyeti bizi kapana kıstırmaktır. Yanına lüzumu kadar asker al, Kozluca’ya doğru yürü. Onları, biz gelene kadar oyala!..” dedi. Yeğen Mehmed Paşa, düşman öncülerini karşılamak üzere Abdullah Paşa’yı vazifelendirdi. Türk öncü kuvvetleri ihtiyatsız ilerliyorlardı. Bir derede yürürlerken ansızın Ruslarla karşılaştılar. Abdullah Paşa’nın tedbirsiz hareketi yüzünden bu birlik, adetâ imha edildi. Pek çoğu şehîd olmuştu. Kurtulanlar Kozluca’ya doğru geri çekildi. Kozluca’da da tutunamayan Yeğen Mehmed Paşa’nın kuvvetleri dağıldı. Böylece Romanzov, Varna ile sadrâzam Muhsinzâde Mehmed Paşa arasına girmiş oluyordu. Sadrâzamın yanında sâdece on İki bin kişilik bir kuvvet kalmıştı. Bununla, Rus ordusuna karşı durmak mümkün değildi. Sadrâzam, çaresizlik içinde durum muhakemesi yaparken, Rus ordu komutanından bir elçi geldi. Barış teklif ediyordu. Zîrâ, Rus ordusu da uzun zamandan beri devam eden savaşlarda güç durumda kalmıştı. Fakat bu savaşın galibi onlardı. Muhakkak ki, yapılacak andlaşma aleyhimize olacaktı.
Baş murahhaslığa tâyin edilen sadâret kethüdası Resmî Ahmed Efendi, yardımcısı Reisülküttâb İbrâhim Münib Efendi ile birlikte bir hey’et hâlinde Rus ordusunun Küçük Kaynarca’daki karargâhına gittiler. İki gün süren görüşmeler 21 Temmuz 1774’de bitti. Yapılan andlaşmada Kırım, Osmanlı Devleti’nden ayrılıyor, bağımsız oluyordu. Bir çok kaleler de Ruslara verilecekti. Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıkların himâyesi de Ruslara âit olacaktı. Ayrıca Ruslara tazmînat ödenecekti. (Bkz. Küçük Kaynarca Andlaşması). Tamâmiyle aleyhimize olan bu andlaşmaya çok üzülen sadrâzam Muhsinzâde Mehmed Paşa hastalandı. On beş gün sonra vefât etti.
Küçük Kaynarca andlaşmasının ağırlığını arttıran en önemli madde, Rusların Türk topraklarındaki Ortodoks hıristiyanlar üzerinde bir çeşit himaye hakkı iddiasında bulunabilecek tarzda hazırlanmış olanıdır. Andlaşmadan hemen sonra Avusturya, Osmanlı Devleti’nin zor durumundan faydalanarak Boğdan beyliğine bağlı Bukovina’yı 1775’de işgal etti.
Saltanatının başında böylesine üzücü bir durumu kabul ederek barışı sağlayabilen Abdülhamîd Han, savaş zamanında devletin çeşitli bölgelerinde çıkan isyânları bastırmak ve askerî sahada ıslâhatta bulunmak durumundaydı.
Abdülhamîd Han, kapıkulunun bâzı ocaklarının ıslahı için Fransa’dan mühendisler getirtti. Mühendishâne-i bahr-i hümâyûnu (Devlet Deniz Mühendishânesi’ni) kurdurdu. Burada Baron de Tott ile İngiliz asıllı müslüman Kampel Mustafa ve bâzı Fransızlar ders verdiler. Tophâne nâzırı Emîn Ağa zamanında Fransızların yardımıyle sür’at topçuları ocağı geliştirildi. Metruk hâldeki İbrâhim Müteferrika matbaasını tekrar açtırdı. 1784’de açılan istihkâm okulunda Fransız De la Fayette’nin yanında Gelenbevî İsmâil Efendi ve Kasabzâde İbrâhim Efendi çalıştılar.
Diğer taraftan Anadolu’da çeşitli karışıklıklar çıkmıştı. Her vilâyette bir eşkıya hüküm sürüyordu. Hele kapısız levent denilen binlerce âsî, Anadolu’yu yakıp yıkıyordu. İsyanları bastırmada kaptân-ı derya Cezâyirli Hasan Paşa ve ıslâhat işlerinde sadrâzam Halil Hâmid Paşa, pâdişâha yardımcı oldular. Şam ve Mısır’da isyânlar çıktı. Hicaz’da ayaklanmalar birbirini tâkib etti. İranlılar Osmanlı topraklarına saldırarak çarpışmalara sebeb oldular. İranlıların bu tecâvüzleri üzerine Musul vâlisi Hasan Paşa, aşîret beylerini de yanına alarak, 22 Nisan 1777 de, Osmanlı-İran hududundan 13 saat içeride bulunan Bâne hâkimi Salih Han’ı Mağlûb etti. Üç saat süren muhârebede 10 top ele geçirdi. Kasabayı da yağma ettikten sonra Sîne hâkimi Hüsrev Han kumandasındaki 20 bin kişilik İran ordusuna karşı gönderdiği Çarhçı Mehmed Paşa 5 Mayıs 1777 de parlak bir zafer kazandı. Sîne zaferi diye anılan bu savaşta iki bin İran askeri öldürülmüştür.
Küçük Kaynarca andlaşmasıyla, Osmanlılarla Ruslar arasında tam bir sulh te’min edilememişti. Yalnız bir çeşit mütâreke hâsıl olmuştu. Bu andlaşma her iki tarafı da tatmin etmiyor, Osmanlılar olsun, Ruslar olsun Kırım üzerinde daha çok hakka sâhib olmak istiyorlardı. Nitekim Kırım’da bağımsızlık ilân edildiğinde, Ruslar, asker sevkedip kendi adamlarından Şahin Giray’ı han seçtirdiler. Böylece Kırım hanının tâyininde çıkan anlaşmazlık iki devleti yeni bir savaşa götürürken, Fransızların yardımıyla Haliç’teki Aynalıkavak Kasrı’nda 10 Mart 1779’da bir andlaşma imzalandı. Küçük Kaynarca andlaşmasının bâzı maddeleriyle ilgili olan bu andlaşma, Aynalıkavak Tenkihnâmesi adıyla anılır. Tenkihnâmeye göre, Kırım bağımsız kalacak ve Ruslar buradan askerlerini çekecek; buna karşılık, Osmanlılar da Şâhin Giray’ın hanlığını kabul edeceklerdi.
....
Devamını görmek için lütfen giriş yapınız veya Üye Olunuz.