2011-05-03 17:41
Kuruluş Dönemi / Birinci Murad Dönemi / Rumeliye Dönüşü
Rumeliye Dönüşü
PADISAHIN RUMELIYE TEKRAR DÖNÜSÜ
Sultan Murad, Bursa'da bulundugu sirada 774 (1373) yilinda Vize sancak beyi Sirmerd Bey'den bir haber almisti. Bu haberde, Bizans Imparatoru'nun asker göndererek Vize çevresini yagmalamaya ve halka zarar vermeye kalkistigi, ayrica kaleyi almaya yeltendigi bildiriliyordu. Bu istihbarat üzerine hükümdar, derhal ordunun toplanmasini emr ederek sür'atle Gelibolu'dan karsi tarafa geçti. Kuvvetlerini Malkara'da topladi. Lala Sahin, Evrenos Bey ve diger beyler, Malkara'da padisaha iltihak ettiler. Askerin bir kismini Ipsala civarindaki Ferecik kalesinin zaptina gönderip kendisi de Çatalca taraflarina yürüyerek Incegiz ve Çatalburgaz kalelerini aldi. Çatalburgaz hakimi, Incegiz hâkiminin akibetini ögrenmis bulundugundan hisari Sultan Murad'a teslim etti. Bu sebeple de hükümdarin ihsanlarina mazhar oldu.
Tam bu esnada Lala Sahin Pasa'nin da Ferecik kalesini aldigi haberi geldi. Bu haberden kisa bir müddet sonra bizzat Lala Sahin Pasa bir çok mal ve ganimetle padisahin otagina geldi. Sultan, buradan Incegiz yöresinde bulunan Bolonya (Apolonya) kalesini almak üzere hareket etti. Burada on bes gün kadar bir savas oldu. Buna ragmen kale bir türlü düsmüyordu. Sultan, bu kadar önemsiz bir kale ile vakit kayb etmeye degmeyecegini düsünmüs olmali ki, kusatmayi devam ettirmek için orada küçük bir kuvvet birakip oradan ayrilmaya karar vermek üzere iken kale duvarlarindan birinin yikilmak üzere oldugunu ögrenir. Bunun üzerine Padisah, Lala Sahin Pasa'yi hemen kale üzerine gönderir o da orayi feth eder. Zengin ganimetlerle hükümdarin otagina dönen Pasa, kale halkini yer ve yurtlarinda birakmisti.
Sultan Murad, Bolonya kalesinin duvarlarinin yikilmak üzere oldugu haberini aldigi zaman bir çinar agacina dayanmakta idi. Bu agaç, o zamandan beri "ugurlu Çinar" diye anilir oldu. Fakat Hoca Saadeddin bunun çinar degil kavak oldugunu ve kendisine "Devletlû Kavak" dendigini belirtir ki, "hükümdarin dolastigi yesil çayirlik" ifadesi de bunun kavak olacagini göstermektedir.
Osmanli Tarihi, "Üsküf adi verilen islemeli külahlarin ilk defa kullanilmasini bu muharebe sonunda ulasilan zafer ve Bolonya'nin fethine baglar. Altin tellerle islenen bu külahlar Kapi kullarina tahsis edilmistir. Rivayetler bu olayin söyle gerçeklestigini belirtirler: Kaleyi kusatanlar, pekçok altin ve gümüs ganimetlerle Bolonya'dan çekildikleri sirada hükümdar, askerlerinden birinin basina ve külahinin altina bir tas koymus oldugunu fakat bunu tamamiyla gizleyemedigini görmüs. Bunun üzerine o askeri huzuruna çagirarak beste biri hazineye ait olan degerli bir seyi gizlemeye çalismasini ayiplar. Hoca Saadeddin Efendi bu hadiseyi anlatirken söyle der: "Sipahi, padisahin keremine ve ulu tutumuna güvendiginden lütuf ve ihsaninin genisligine, himmetinin bolluguna inandigindan gizledigi sirri açikladi ve kaptirmak korkusuyla sakladigi tasi meydana çikardi. Sonra söyle dedi:
"Sahimin devleti, ben, yoluna toprak olana bu sevinç külahini giydirmekle mutlu kilmistir. Onu baskasinin elinden kurtarmak için böyle yaptim" demisti. Bu açik sözler, bas taci edilecek bu dogruluk, o kiymetli tac kadar degerli davranis, keremli olmayi seven sah, yüceler yücesi padisah katinda deger bulmus, kerem dolu yeller lütûf denizlerini dalgalandirmis ve o altin taci (tas) anilan gaziye armagan etmesine sebep olmustu." Padisah, tasi askere biraktiktan sonra bunun bir hatirasi olmak üzere de muhafizlari ile subaylarinin bundan böyle sirma islemeli külah giymelerini emretti. Sultan Murad'in elbisesi satafatli degildi. O zamana kadar Germiyan fabrikalarinda yapilmis kumaslardan kirmizi renkli kaftan ve cübbe giyerdi. Basina da yine ayni bölgede islenmis beyaz renkte ince bir bez sarardi. Fakat sonradan bu basligini degistirmisti.
Tarihlerde verilen bu bilgilerin dogrulugunu tesbit, biraz zor görünmektedir. Hoca Saadeddin'in ifadesine göre muhtemelen o kilik kiyafet o günlerde yayilmis olabilir. Üsküfün, Gazi Süleyman Pasa'nin bir bulusu oldugu kesindir.
Osmanli akinlari Rumeli'de devam ederken padisah, devletin iç ve dis siyasetini belli bir ölçü dahilinde tarassut ediyordu. Padisahin uyanik ve keskin bakisi, gerek Anadolu, gerek Bizans ve Balkanlarin siyasî ve ictimaî düzensizligini, avucunun içi kadar açik görüyor, onun için de çapraz menfaatlerin ugras meydani olan Rumeli cografyasini tepeden inme bir müdahale ile önce siyasî ve askerî mânâda ele geçirmek sonra da ictimaî ve medenî alanda yeni bir nizama tabi tutmak zaruretini hissediyordu.
Bu dönemde Orta Avrupa olsun, Balkanlar olsun, birbirlerini disleyen, kemirip kanini içen düsman unsurlarin kaynasip çarpistigi bir sel yatagi haline gelmisti. Hele gittikçe kabugunun içine büzülen Bizans Imparatorlugunda, debdebe ve tesrifattan ibaret kalmis ülkesiz bir imparator vardi ki, bir yandan Osmanlilara boyun egerken, bir yandan da o bitip tükenmez iç kavgalari, kanli didismeleri vahset ve zulüm aliskanligi tarihî ve an'anevî dekoru içinde bütün dehsetiyle devam etmekte bulunuyordu. Baska bir ifade ile Bizans kötü idare ediliyordu. Nitekim tarihçi Dukas, Imparator Ioannis Paleologos'u su cümlelerle tavsif ederken bir hakikata parmak basmis oluyordu.
"Imparator Ioannis, budala idi. Yalniz kadinlarin güzel veya çirkin olup olmadiklarini ve kimin karisi bulundugunu ve nasil ele geçirecegini bilirdi. Diger hususat için memleketi gelisi güzel idare ederdi."