osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Sultan Dördüncü Mehmed Biyografisi3

4. Mehmed Biyografisi3
4. Mehmed Biyografisi3
Ağaların Ortadan Kaldırılması


Ağaların tenkil olunması, şüphesizki devlet üzerinde yapıl­ması gereken ameliyenin büyük önem taşıyan vakalarından-dır. Yalnız bu tenkilin, yâni ortadan kaldırılmalarını temin eden habere geçmeden, Kösem Valide Sultan'ın, şehid ediliş olayına gelelim. Kösem Vâlidesultan vefatından sonra o dev­ri yaşayan ve daha sonraki dönemleri idrak eden mü'minler tarafından şehid vâüde diye anıla gelmiştir. Bu inceliğe baka­rak, vücudu yâni varlığı devletin ihtiyacı olan bir hanımdır dersek, doğruyu tesbite varmış oluruz.

Dünya'nın en büyük devletleri arasında bulunan Osmanlı padişahlarının devleti, tabiiki fırtına gibi geçen hadiselerle daima karşı karşıya gelmiştir. Kösem Sultanın öldürülmesine sebeb olan mücadele, gerçekten bir iktidar mücadelesidir ve Kösem Valide bu mücadele de iktidarı kaybetme işini, ömrü­nü tamamlayarak karşılamıştır. Valide Kösem Sultan'ın aha­liyi kendine bağlayan tarafını ortaya serelim ve ahalinin esasda neye önem verdiğini ortaya koyalım. Kösem Sul­tan'ın, İstanbul'da, Mekke'de, Medine'de hayırlara yol aça­cak vakıfları doluydu. Camilere, hânlara, Seyyidlerle, fukara­lara yardımı hiç eksiimemiştir. Ramazan ve üç ayları, bayra­mın hususiyetine büyük önem atfettiği için, bu günlerini teb­dili kıyafet her tarafa koşturarak geçirirdi. Yardımları birbirini takip eden seller gibi olurdu. Borçları yüzünden hapiste ya­tanların borçlarını Öder ve bulundukları hapishanelerden, ha­las ederdi. Fakirlerin kızlarının çeyizlerini yapardı. Şehadeti sonunda odası aranmış epeyi serveti ortaya çıkmışsa da, şimdiki İstanbul Üniversitesinin, Bakırcılar tarafındaki kapısı önünden Sultanhamamına inen yokuşun sonlarına doğru sol koldaki Büyük Valde Han'da bulunan hazinesinde yirmi san­dık dolusu altun çıkmıştı. Beş has'ı bulunan Valide Sultanın senelik geliri ikiyüzbin altını aşar denmiştir. 2003 itibarıyla 26 trilyon eder. Kösem Sultan ile Turhan Sultan arasında meydana gelen saltanat rekabeti diye adlandırmaya kalktığı­mız mücadele aslın da, devletin bekasını temin mücadelesi-nide hâizdir. Bir kere Sultan İbrahim'in çocuk sahibi olup, hanedana erkek vâris kazandırmasını beklerken ne sıkıntılar çektiklerini, hatırladıklarından şehzadelere dokunmamışlardı. Turhan Sultan ve Kösem Mahpeyker sultan takımı diye ayn-san devlet adamlarıyla saray ahalisi, adetâ ülkenin ikiye bö­lünmesini sağlamışlardı. Ne acı bir marifet! Kösem Valide sultan ile Turhan Valide arasındaki gizli rekabet, İstanbul es­nafının ayağa kalkması ile su yüzüne çıktı.

Kıyam karşısında padişahın annesi Turhan Vâlidesultanı buldu. Ne istediklerini sordu, kryamcılara: "Ne istiyorsunuz?" Verilen cevabı tereddütsüz kabul etmesini padişah oğluna tavsiye etmiş. Buna karşılık; Kösem Sultan, Kara Çavuş'u sadarete getirmek icab ettiğini ileri sürdüysede, Kara Çavuş korkak bir davranışla istemedi. Sadrıazamın azline engel ola­madığı gibi, Siyavuş Paşanın sadaretinede mâni olamaması­na rağmen kendini yenilmiş saymadı. Bu arada da, kellesi istenen bazı ağaların kellelerini kurtarmayı başardı. Halbuki padişah olsun, Turhan Valide olsun bu Ağaların izalesir.e müsaade etmişlerdi. Bunun yapılmamasının neticesinin va­him olacağını söyleyerek, Siyavuş Paşanın tarafına yanaşdı. Ancak bu yanaşma bir taktik idi. Çünkü Siyavuş Paşanın ka­fasındaki tasan ağaların izalesine dönüktü. Halbuki; Kösem-valide Ağaların kurtulmasını hedeflemişti. Kösem Valide bu hâllerden pek müteessirdi. Siyasi iktidarını elinden uçurmak üzere olduğu hissine kapıldı. Böyle yapıldığında nankörlük yapılmış olacağı kanaatine kaptırdı kendini. Mücadele etme­ğe karar verdi ve kullanacağı silahı seçti. Bu silahı kullan­maktaki meşruiyyeti, hiç kaale almadı ve Borjiya ailesinin me'şurn silahı zehirdi seçtiği araç. Masum padişah, çocuk padişah 4. Mehmed'i, bir babaanne olarak zehirleme kararı almasını yorumlamak kabil değildir. Buna karşılık devletin âli menfaatleri bahanesiyle aldığı karar, bize göre iyi bir nnü'minenin şeytan'ın oyuncağı olmasına pek açık bir misal­dir, diye düşünüyorum.

Sultan 4. Mehmed Valide Kösem Sultan'ın zehiriyle ecel Şerbetini içince onun yerinede Saliha Dilaşub Sultanhanımdan doğan şehzade Süleyman tahta geçecekti. Saf ve hırstan azade bir hanım olan Süleyman'ın annesinin yerine Kösem Valide devlet üzerindeki gücünü devam ettireceğini tasarlı­yordu. Bunun gerçekleşmesi şartlan epeyice kolaydı. Çünkü aşağı yukarı saray hizmetlilerinin çok çok büyük kısmı Kö­sem Valideye körü körüne bağlı kimselerden müteşekkildi. Bostancıbaşı, Kilercibaşı, Silahdar, Hasodabaşı, İmam gibi zevat bunların arasındaydı. Bunların saray'a giriş ve çıkışları haberleşmeyi temin açısından pek mühim işlev taşımaktaydı.

Bunlardan Kilerci erkânından Helvacıbaşı Üveys Ağa, Kö­sem Validenin talimatıyla iki kavanoz zehirli şerbet hazırladı. Bu şerbeti Sultan 4. Mehmed tarafından içilmesini temin işini üzerine almıştı. Bu hazırlıkların müşavereleri, Kösem Sul-tan'ın dâiresinde yapılıyordu. Valide sultanın başkapıoğlanı ve bir iki kalfa yapılacak işler hususunda bilgi sahiblerinden-di. Valide Kösem Sultan'ın dâiresi mensuplarından Meleki Kalfa böyle bir tasavvur üzerine insani hislerinin üstün gel­mesi münasebetiyle, Hatice Turhan Sultanın yanına koştu ve olanı biteni birbir anlattı. Kendisinin ele verilmemesini de, ri­ca eyledi. Bu ricası tabiiki kabul olundu. Turhan Valide sul­tan, dâire halkından üzün Süleyman Ağa, Reyhan ve İbra­him ve İsmail ağalarla meşveret eylediler. İşi büyütüp, ortaya çıkmadan gizli bir şayia halinde yaydılar. Üveys Ağa bunu duyar duymaz, saraydan firarı yeğledi. Buda göstermektey-diki, ihbar asılsız değil, kesin darbeyi vuracak kişi selâmeti firarda bulmuştu. Kösem Valide Sultan yapılan karşı hamley­le oyunun sızdığını anlar anlamaz, yapmaması lâzım gelen bir şeyi yaptı. Ağalara haber göndererek mahv edilecekleri­nin vakti gelmek üzere olduğu bilgisini aktardı.

Yapılacak tek işin saraya baskın vererek, Süleyman, Rey­han İbrahim ve İsmail ağaların öldürülmesi, padişahı taht'tan indirip, şehzade Süleyman'ı boşalan tahta oturtmaktı. Saran bazı kapılarının o gece açık bırakılacağını, geldikleri tak-Hirde Bostancıbaşı ve bazı ağaların bu kapılardan gelenlerin önüne düşerek yapılacakları göstermeleri sağlanmıştı. Bu haber üzerine ağalar toplandılar. Bektaş Ağa'nın israrıyla sa-rava gönderdikleri bir pusulada Turhan Sultanın ağalarından bilinen dört kişinin kellelerini taleb ettiler. Yaptıkları hesapla­ra göre şüphesizki kabul edilmeyecek bu taleb, bunların ak­şam açık bırakılacak kapıdan, saraya girmelerine bahane olacaktı. Ağaların bu isteği saraya geldiğinde, yapılacak fe­sadın, ağa kapısı tarafından da benimsenmiş olduğu böylece anlaşıldı ve bu haberleşme sadece Kösem Valide tarafından yapılabilecek işlerden olduğuda katiyyet kesbetti. Kendisine kimlerin yardımcı olacağını tesbit için, CJzun Süleyman Ağa, saray dışına istihbarat elemanı gönderdi. Kapıların hangileri­nin açık bırakılacağından, kimlerin içte ve dışta rol alacağını tamamen öğrendiği görüldü gelen rapordan. CJzun Süleyman Ağa, cesur, gözü pek ve lakabı gibi bir haylice uzun boylu bir zenci idi. Gereken bütün tedbirleri aldı. Kapıları kapattırıp, arkalarına emin olduğu kimseleri koydu. Karşı tarafın başta bostancıbaşı olduğu halde bütün adamlarını gözhapsine al­dırdı. Şüphelendikleri biri olduğunda öldürebilecekleri husu­sunda kati emirler verdi. Saraydaki eli silah tutanları bölük bölük etrafına toplayarak, ekmeğini yedikleri padişahın ha­yatına kasdedİldiğini bunu önlemekle hem vazifelerini yap­mış, hem de yediklerini hakketmiş olacaklardı. Ancak bura­da "harp hiledir" peygamberi sözünün gereğindenmiş gibi, bir yalan uydurdu Süleyman Ağa. Bu yalan; padişahın öldü­rülmesinden sonra Kösem Sultanın, Bektaş Ağa'ya varacağı-nı ve tahtı Osmaniye Bektaş'ın geçeceğini söylediki bu çirkin Valan, saray ehlinin böyle hususun gerçekleşmemesinde 9ayrete gelmelerine sağladığı görüldü. Sarayda yatsı namazı sonrasında bağınşmalar başladı. Görüyormusunuz? Kösem Valide padişahı öldüttürecek, kendisi Bektaş Ağa ile nikâhlanıp, âli Sultana padişah olacakmış Bektaş, feryatlar halinde duyulur oldu. Bu seslenmeleri duyan Hasodabaşı nasihat edecek olduysa da, Üzün Süleyman Ağa'nın bir işaretiyle parça parça edildi. Ok yaydan çıkmıştı bu olayla. Artık kala­balık Kösem Sultan'ın dairesine yollandı. Hadımağalar yan­larındaki yine hadım hizmetçilerle karşı koymak istedilerse de, hasodabaşına yapılan onlarıda buldu, parça parça edildi­ler. Bu gürültü Kösem Valideyi sevindirdi. Geldinizmi diye kapıya yanaşıp sesledi, üzün Süleyman Ağa; beli, geldik, dediğinde Valide Sultan bu sesin kime aid olduğunu hemen bildi ve derhal firar etti. sığındığı yer bir dolap içiydi. Yorgan­ların arasında saklanmayı yeğledi. Gelenler, büyük valideyi isteriz diye bağırıyorlarken biraz yaşlıca bir kadın çıktı: Bü­yük Valide benim. Ne istiyorsunuz? Diye seslendi. Süleyman Ağa bu bir fedakâr, kendini feda ediyor, dediğinde kolundan tuttukları gibi bir kenara fırlattılar kadını. Buna ne olursa ol­sun alkış tutmak gerekir sanıyorum. Dünya'da vefa ile sada­kat takdire değer haslettendir. Dairenin her tarafını arayanlar sonunda Kösem valideyi buldular.

Perdenin kaytanını boğazına doladılar ve çekerek boğmayı becerdiler. Kuvvetli bir kimse olan valide sultan her tarafın­dan kanlar akarak vefat etti. Bu kanlı vaka 1061/ramazanı olan 1651/ağustos ayında vukubulmuştu. Bazı tarihler Kö­sem Valde'yi bulan ve öldürenin Kuşçu Mehmed adlı biri ol­duğunu rivayet ederler. Tabii bu arada Validenin dâiresinin ve orada bulunan servetinin yağma edildiğini beyana gerek yoktur. Ağalan senelerce oyalamayı başaran ve bu başarısı ile bize göre devleti Osmaniye'ye hizmet etmiş bulunan Vali­de Sultan'ın şehadetinden sonra devlet ve millet üzerinde her istedikleri havayı estiren Ağalar saltanatının nasıl sona erdiri-lip, başında bulunanların yok edilişini anlatmaya gayret ede­lim.

Kösem Sultan'ın katledildiği gece saray'da yaşanacak va­ziyetlerden habersiz olan sadrazam o gece konağına iftar vermek üzere davetli misafirlerinin arasına, iki kazaskeri'de çağırmıştı. Oruçların dualarla bozulduğu iftar esnasında, ye­niçeri Ağalarından Samsoncu Ömer Ağa konağa gelmiş ge­rek sadrıazam Siyavuş Paşa ile iki kazaskeri Ağakapısına davet etmişti. Kazasker efendiler bu davete hemen koşarak icabet ettiler. Sadrıazam Siyavuş Paşa ise, davet sebebini sorduğunda tatmin edici bir cevaba nail olamadı. Bunun üze­rine gitmekten istinkâf etti. Yeniçeriler bu sırada ulema takı­mın] da, Ağa kapısına davet etmişler, bunlardan şeyhülislâm Abdüîaziz, Nakibüleşraf Zeyrekzâde, diğer kazaskerler, sara­yın davetine bir kaç gün önce gitmedikleri halde, Ağa kapı­sından gelen çağrıya gittiler.

Çünkü iktidarın Ağalarda olduğunu biliyorlardı. İktidara destek oluyorlardı, hakk'a tercüman olacaklarına! buna kar­şılık temkin seven Hocazâde Ebu Sâid gibi bazı ulema ne sa­ray davetine ne de Ağakapısı davetine icabet etmeyip, birer mazeretle işi geçiştirmeyi bildiler. Bunun bir mânası vardır ki; şeriatı kuvvet karşısında hâkim kılması gereken âlimler, ilimleriyle amil olmadıklarının gereği, imtihanı kaybediyor­lardı. Halbuki; İbni Kemâller, Ebussudlar veya onları gerçek­ten ölçü alan ulema böyle yapmazlardı. Onlar da böyle yap­salardı, şeriatı islâmiye ve hikmetlerine mugayir davranışa girmiş olurlardı. Bu daveti ne için yaptığını Ömer Ağa'nın, sadrazama izah ettiğini ve dediklerinin, Turhan Vâlide'nin Ağalarından dört kişinin kellesini, yeniçeri ağalarının isteme­leri ve bunun teminine lâzım gelen işlemi yapmak üzere ol­duğunu rivayet ederler. Ancak bu rivayet doğru olmasa ge­rek.

Çünkü; Ağalar bu taleblerini gündüzden yapmışlar, buna *arşılık Süleyman Ağa karşı tedbirleri almıştı. Siyavuş Paşa, Samsoncu Ömer Ağa'y1 yanına alarak saray'a gider ve bura­da vaziyeti tetkik eder. Kösem Valide taraftarı Bostancıbaşı Ali Ağa başta olmak üzere, bu hizbin taraftarını öldürtür. Sa­rayın her tarafını gözden geçirdi. Yanında bulunan Ömer Ağa bu durumları gördü. Sadrazamın maksadı da, vaziyeti gören Ağa, arkadaşlarının yanına gittiğinde her şeyi olduğu gibi nakletsin ve cesaretlerinin kırılmasına, zemin hazırlasın takti­ğine varmaktı. Sadrıazam bir çok tedbir aldığı gibi, ulemayı saraya davet etmeyi elzem buldu. Epeyi bir vakit geçtikten sonra bu davete gelen Kayseri eski Kadı'sı Numan efendi ol­du. Daha sonra Hocazâde Mesud efendi, Bâlizâde Mehmed efendiler geldi. Müftü Aziz yâni şeyhülislâm Abdülaziz efendi tercihini Ağakapısına sığınmada kullandı. Çok geçmedi ki, bu tercihe epeyi bir ulema mensubu da iştirak etmiş. Saray­daki toplantı neticesinde alınan karan hayırla uygulamak üzere şöyle açıklamak mümkündü:Ağalar helak olunacak. Bu doğru ve kahramanlık gerektiren kararın muharriki acaba kimdi? Kadı Numan efendi ile Hocazâde Mesud efendi en açık tarzdaki fikirleriyle temayüz etmişlerdir. Bunların özetle söylediği iş ancak Ağaların katledilmesiyle halledilir. Bunun başka bir hâl şekli yoktur. Bu sözler fikir bakımından önem taşımaktaysa da, esas olan bunu tatbik edebilmekti. Turhan Valide, Sadrazam Siyavuş Paşa, Üzün Süleyman Ağa azim­kar bir tutumla işe koyulmuştu ancak unutulmaması gere­ken bir istinat vardı ki, buda ağaların saltanat ve zülumlann-dan gına getirmiş İstanbul ahalisi idi.

Devlet ve millet işbirliği temin edilmiş bir vaziyet ihdasına gelinmişıi. Bunu sağlayacak olan son hamle,'Hz" Peygamber (s. a. v) in Sancağı Şerifini sarayın önüne dikip, ümmeti Mu-hammed'i altına toplamak ve mütegallibeye haddini bildir­mekti.



Seyfiye İlmiye'nin İhanetine Uğruyor


Ahalinin açılan sancak'ı şerif altına toplandığını müşahede eden ulema, birer bahane uydurarak, yeniçeri ocağından uzaklaşma yolunu seçti. Saraya kapağı atmanın yolunu ara­maya başladılar. Hiç bir kurtuluş ümidi olmayan Müftü Ab-dülaziz efendi ile iki kazasker Ağakapısından ayrılmayıp, on­larla ittifakta ısrar ettiler. Ağalar tarafında kaldığı görülen, şeyhülislâm Abdülaziz efendi yerine Ebu Said efendi tâyin olundu. Yalnız, burada karşılaşılan bir durumu haber verelim: Saray davetine biraz geç gelen Ebu Said efendi'nin icabetin­den ümid kesildiğinde, şeyhülislamlığı Hanefi efendiye veı-mişler, Rumeli Kadı'lığı ise, Hocazâde Mesud efendiye veril­mişti. Sâid efendi geldiğinde, Hanefi efendi, müftüiükden alı­nıp, Rumeli Kazaskerliğine, Hocazâde Anadöhu Kazaskerliği­ne, Müftülük de, Sâid efendiye tevcih olundu. Her nekadar, âlimin büyüğüne riayet icabederse de, toplantıya gelmede ağır davranan Said efendi bu davranışının cezasını çekeceği­ne müftü yapılarak mükafatlandırılmış oldu. Rütbei tenzile uğrayan Hanefi efendinin durumuna tahammül nefsi husu­sundan kolay olmasa gerek! . Nitekim; Hanefi efendi, kendi­sini müftü yapan fermanı, Hocazâde ise Rumeli Kazaskerliği­ne tayini belirten hattı geri vermekte biraz nâz ve soğukluk göstermişlerdir. Bunu yapılan muamelenin neticesinden say­mak gerekir. Bâlizâde ise ilkönce yapılan tayinde Rumeli Ka­zaskeri yapılmıştı. Sonraki düzeltme sırasında daha efdal du­rumda olan Rumeli Kazaskerliğini Hocazâde'ye bırakıp, Ana­dolu Kazaskerliğine gösterdiği feragatin şahsi kemâlatla ala­kası olduğu teslim olunmalıdır. Bâlizâde şu sözleri ile herke­sin ve asırlar sonrada bizleri bile hayran bırakan davranışı sergilemiştir: "Biz; bu meclise mansıb için gelmedik. Tâifei bâgiye'nin cemiyetlerini defe ve zülumlannı men için geldik. Bana Kazaskerlik makamı lâzım değil Bir başka duacıya ve­rin" Demeyi bilmiştir.



Sancakı Şerif Açılıyor


Beri yandan kendi durumlarının sağlamlığından emin ola­rak vaziyetin inkişafını takip ediyorlardı. Kösem Vâlide'nin şehidliği dâhi yeniçerilerin hesabına yazılmıştı adetâ. Bu kendilerine olan güvenleri yeni bir hata yapmalarına sebeb oldu. İşleri tahkik etmeden padişahlığa şehzade Süleyman'ın getirildiğinin haberlerini bile yaydılar. Halbuki sarayın kalın duvarları gerisinde cereyan edenler hiç de onların umduğu gibi netice vermemişti. Tabii bunların bu kadar peşin hüküm taşımalarının sebeblerinden biri, kazaskerler ile müftü Abdü-laziz efendi'ninde onların yanında bulunması idi. Az sonra yeniçeri ağası Kara Çavuş başta, yanlarındada kazaskerler olduğu halde diğer ileri gelen yeniçeriler, Etmeydanına doğru yola çıktılar. Zaferlerinin ganimetini almaya giden galibiyet sahibi kimselere benzemekteydiler. Meydana geldiklerinde Kara Çavuş: binek taşına çıkarak toplanmış yeniçeri ve bir takım ahaliye doğru: Saraydaki musahib ve saray mensubla-rının yaptıkları nedir? Valide Sultanı katletmişler. Bunlardan Valide Sultan'ın kanı istenmelidir! Dediğinde; yeniçerilerin arasından bir ses: Valide Sultan'ın vârisi sen mi oldun? Soru­su, bir yeniçeri tarafından seslendirildiğine göre, ağalar hatta basit yeniçeride bile ittihad olmadığının delili idi bu manidar soru.

Bu anda da bir değşiklik görülmeye başlandı. Yeniçeriler arasında bulurari âlimler gurubundan bazıları alenen ve apa­çık, sakin ve veıkûrane açımlarla safların arasından çıkıp, sa­ray cihetine yürümeğe başlamışlardı. Bu ne demekti? Biz söyleyelim; büyük bir gururlan etrafa yıldırım bakışlar fırlatırlarken, hafif geride kalanların kulaklarına sanki gizli bir de­likten fısıldanan "Sancak-ı şerif çıkarılmış" sözleri bu sembo­lün ümmet, hatta yeniçeriler dahil toplum üzerinde birlik ge­tirici, vahdeti sağlayıcı gücünü bilenlerdi saray tarafına doğ­ru yürümeğe meyledenler. Tabii bunların arasında, Abdülaziz Efendi ile kazasker efendiler bulunmuyordu. Çünkü onlar az-ledüdikleri haberini almışlar, yerlerine yapılan tâyinlerden haberdar olmuşlardı. Bu gurubla artık beraber olmaları belki makamlarımızı tekrar elde edebilirizin ümidiyle rabıtalıydı. Bir diğer tarafda, geriden kopan ulemanın yaptığını bunlar da yapmasın diye, etraflarını sıkıca sardıran ağalardan fırsat bulamamış olmalarıydı!



Ululemre İtaat Talebi


Öğle namazının edasına yakın vakitte saray, şehrin çeşitli mahallerine münadiler çıkardı ve: Her kim jnüslüman ise Hazreti Rasûlullâhın Sancağı altına gelsin! ülûlemr'e itaat etmiyenler, karşı tarafda olanlar, Orta camideki (Şehzadebaşi Camii) bagiler ile bir olanlar din ve devlet düşmanlarıdırlar. Öldürülmeleri için fetva çıkarılmıştır. Bilindiği gibi Kur'an hü-kümlerindendirki, sizden olan emire itaatli olunuz diye fevka­lade uyulması gereken bir emir vardır. Bu emirin başa geç­me veya geçmesini, görevini sürdürmesini temin etmekte olan şartlar; hadis, kıyas ve icma anlayışı içinde birbirini kuvvetlendirir şekilde tesbit olunmuştur.

Bu şartlara aid hususlarda eksiği olmayan veya bu duru­cunu muhafaza ettirenlere itaat şarttır. Münadiler ilânı neti­cesinde vaziyeti duyan ahali olsun, ağaların yanında bulunan bir çok yeniçeri, mezkûr "Ulûlemre İtaat" emri karşısında, bir saniye bile tereddüt etmeden sancağı Muhammedi'nin göl­gesine koştu.

Sarayın bahçeleri koşan halk ve askere dar gelmeye baş­ladı. Şimdiki Gülhane parkının önünden daracık bir sokak yokuş olarak Topkapı Sarayı istikametine çıkar, o sokağın ismi Soğukçeşme'dir. Kalabalık oradan, Ayasofya Camii ar­kasını, deniz tarafında Ahırkapı ve Cankurtaran civarını dol­dururken, Sultanahmed Meydanı ise lebaleb dolu bir haldey­di. Buna karşılık Ağalar ve etbaları bir avuç kaldılar. Saray­dan ağalara gelen bir davet, ayak divanına gelmeleri şeklin­de idi. Ancak Kara Çavuş: Bizden saraya gidecek yoktur. Bulunduğumuz yerde kalacağız. Padişaha da, asi değiliz. Fa­kat üstümüze gelen olursa vuruşmaktan çekinmeyiz. Dedik­ten sonra kışlalarına çekildiler. Dışarıdan gelenleri içeri al­makla beraber dışarı çıkmak isteyenlere müsaade olunmadı.

Enteresan bir bilgi geldi koğuş ağalarından birinden, bu haber, hiç merak edilmesin. Dışarıdan içeri gelmek isteyen kimse yok, buna karşılık içeride kimse kalmadı ki bunların çıkmalarını engelliyelim. Hepsi saray'ın davetine koştular.



Tercih Paraya Değil Sancağa


Kâhya Bey karşılaştığı bu tehlikeli durumu altun sesleri ile kendi lehine çevirebileceğini düşünerek, bir gülümsedi. Ar­kasından, hemen keseler dolusu altunu yanlarına getirtti ve toplanmış bulunanlara keseleri göstererek: Altun isteyenler bize koşsun. İstemeyenler ise saraya gitsinler. Şeklinde ba­ğırdı. Kâhya Bey'in bu daveti boşa çıktı. Bir kişi dahi bu da­vete icabet etmedi. Herkes, sancağı şerifin altında kalmayı tercih etti.

Günümüzde de, güneydoğu ve Kürtçülük hususunda dinin bütünleştirici vasfına müracaat olunsaydı bu gaile asla büyü-mezdi. Hattâ bir ara, uçaklarla bazı âyeti kerimeler yazılı matbu kâğıtların atılmasını, o sırada ülkeyi yönetmekte olan Süleyman Demirel başkanlığındaki DYP/DHP koalisyonuJnun başbakan yardımcısı Erdal İnönü, yapılan çalışmaları lâikliğe aykırı davranış olarak vasıflandırmış, mütereddit or­tak Süleyman Demirel ve partisi DYP, koalisyon bozulmasın djye yapılana engel olmayı kararlaştırmıştır. Devletin bu ka­rardan beri bu olayda bir daha bu yola baş vurma imkânı ele edilemeyerek yara büyümüş, nice millet evlâdının şehid olmasına, nice aile ocaklarının kararmasına, adetâ yeniden bir dul karı neslini görmeye zemin hazırlanmıştır. Neyse biz Sancağın ortaya koyduğu işleve bakarak; şaşkınlığını biraz Üzerinden atmayı beceren Kâhya bey'in akıbetin korkusunu akla getirdiğinin ispatı olacak sözlerini buraya alalım: Tü yü­züne Allah belânı versin tamahkâr arnavut! Bu işler hep se­nin tamaın yüzünden meydana geldi. Bize; mal lâzım. Devlet yüzçevirirse biriktirdiğimiz akçalar, derdimize derman olur hemen servet toplayalım der idin. Bizi kendi hâlimize koy­madın. Hepimizi ifsad eyledin. Bizi baştan çıkardın. Haydi bakalım bu miktar altun topladık. Şimdi onlar ile yapacağını yap da görelim. Kâhya bey'in bu sözleri Bektaş Ağa'nın üze­rine yürüyerek söylediğini de ifâde edelim tabii.. Kâhya bey'in sözleri, toparlayıcı sözlerden olmayıp, kendilerini ge­tirmiş oldukları vehamet ve bunun mesullerinin birbirlerine girmek üzere olduklarının, birbirlerini suçlamanın kapısını açan ifadeler saymak gerekir nitekim Ağalar yanında yer alan ve eskiden bunları methü senalarıyla şöhret bulan Aya­sofya kürsü şeyhi Veli efendiyi, Kâhyabey'in Bektaş Ağa'ya Çatan sözlerini duyduktan sonra bu güruh yanında kalmanın yanlışını anladığından bulunduğu daireden üstünü silkeleye silkeleye çıktı ve yürüdü. Bu vaziyeti de müşahede eden Bektaş Ağa: Kuzgun suhte! Kürklerimizi giyip, kese kese ak-Çalarımızı alırken "Sizler devlete lâzımsınız. Çünkü din ü dev-'et sizin ile kaimdir" derdin. Artık rüzgâr döndüğü için senin yanında da yaramaz mı olduk? Diyerek, laf atmakdan kendi-ni alamadı.



Saraya Dönenlerin Karşılanışı


Nâkip Zeyrekzâde Abdurrahman efendi saraya dahil oldu ve pek soğuk ifadelerle dolu özür beyanlarında bulunuyor, böylece de, bulunduğu makama yakışmayacak kertede biri olduğunu göstermekteydi. Ama olsun kelleyi kurtarma sava­şında normal insanlar bu yola başvurabilirler. Ancak az bulu­nan fakat onur sahibi kimseler Zeyrekzâde'nin tabasbusunu göstermezler. Her ne kadar yanhşdan ayrılıp, doğruya koş­mak herkesin yapması gereken husussada tabasbus ve dal­kavukluğun gereği yoktur sanırım. İlmin Zeyrekzâde'nin şah­sında düştüğü derekeye şâhid olan, Kazasker Kudsizâde mü­him sayılacak derecede zarafet gösterdi, ilmi düşürülmeye çalışılan yerden kurtarmak için. Karşılaşmış bulunduğu ne­zâketin sayesinde idrak eden Abdurrahman efendi, huzura gitmeye yüzü olmadığını anlıyarak, konağına kapandı. Sabık şeyhülislâm Abdülaziz efendi Yenikapı'ya indi ve orada bulu­nan bir kayığa binerek Topkapı Sarayı'nin Yalı Köşkü cihe­tinden saraya girdi. Ayak Divanında bulunan padişah 4. Mehmed'e Abdülaziz efendinin saraya geldiği haberi verildi. İrade "Bostancıbaşı'nın yanında kalsun" şeklinde çıktı. Bu iradeyi duyan, Abdülaziz efendinin ölümün korkunç sessizli­ğini sağken yaşadı desek hata etmiş olmayız.



Ağaların Şefaat Talebi


ulemanın yanlarından ayrıldıklarını gören Ağalar, Şehza-debaşı Camiinde ümidsiz bir halde kalakaldılar. Kara Çavuş şeyhülislâm Ebu Said efendiye bir tezkere yazarak, şefaat et­mesi dileklerini bildirdi. Kara Çavuş eskiden beri Ebu Said efendi'ye taşıdığı saygısını izhar etmiş bulunduğundan, ara­larında hukuk ve sevgi bağlan kurulmuştu. Kâhya bey'de aynı hukuk sahibi olduğu (Jzun Süleyman Ağa'ya bu minval-

bir tezkere gönderdi. Ayrıca son dönemlerde Kâhya bey iKi taraflı çalışmaktaydı. Görüntüde Bektaş Ağa ile arası kav-aalı olmamakla beraber, üzün Süleyman Ağa vasıtasıyla, Hatice Turhan Valide Sultana ubudiyetini sunabilme şansını kullanmıştı. Burada biraz düşünecek olursak şu nazariye or­taya atılabilir: merhume Şehid Valide ağaların bir bölümüyle, Hatice Turhan Sultan, ağaların diğer bir kısmı ile gerek kendi iktidarlarını sağlamak için gerekse devlet idaresinde inançla­rı noktasında kimseleri destekleme görevini üzerlerine almış­lar, böylece hanedanı, niçin biz tahta geçmeyelim düşüncesi­ni taşıyacakların tasallutundan korumuş olmaktaydılar, dü­şüncesi makul bir izah görünüyor bize.

Kâhya bey bu müracaatıyla affa nail olamadı. Artık ortaya ahali çıkmıştıı \e ahali zorbalardan intikam almanın zamanı geldi anlayışına sürüklenmiştir artık.



Cezalandırmada İki Anlayış


Yapılan zülumlardan bıkan insanlar yapılacak işlemleri ta­rtışmaya başladıklarında intikam meselesi pek önemli bir husus oldu. üzün Süleyman Ağa ve sadrazam derhal infazlar yapılmasının önemini ileri sürerken, şeyhülislâm Ebu Sâid efendi, şu nazariye ile karşı çıkmaktaydı: "Yeniçerilerde, ule­mâda ve diğer kimseler, sancağı şerifi açtığımız ve buna olan bağlılıkları hasebiyle o tarafı bıraktılar, bu tarafa iltihak etti­ler. Şimdi biz infazlara başlarsak, hayati tehlikeye maruz kal­dıklarını düşünerek tekrar karşıya dönerler.

Hâttâ bu arada Yeniçeri Ağalığına Silahdar Ağa'yı nasbet-mişsiniz, bunu hemen geri çekin. Ocaklıya kendinden ağa töredir. Buna riayet gerekir yoksa bu yapılan nasbi hakaret olarak vasıflandırabilirler. Bu olayların müsebbibleri zorbala­ra dahi şimdilik dokunmamak kararı alalım." Şeklinde be­yanda bulunur. Görüldüğü gibi, Şeyhülislâmın görüşü, Hz. Ali (k.v) nin, Hz. Osman (r.a) in şehid edilmesinden sonraki va­ziyete, düşünüp uygulamaya çalıştığı tedbirleri andırır, üzün Süleyman Ağa ve sadrazam Hz. Muaviye' (r.a) in görüşü olan katilleri hemen cezalamak hususudur. Ancak Hz. Ali (k.v) nin içtihadını andırır tarz olan şeyhülislâm efendinin gö­rüşü, karar altına alınır, o vecihle hareket edilir.

Kara Çavuş; Tamışvar Valiliği görevine yollanırken, Kâhya bey'i Bosna Vilayeti bekliyordu Bursa muhafızlığı ise Bektaş Ağa'ya verilmişti. Hemen vazifelerine gitme fermanı da elle­rine tutuşturulmuştu. Kâhya bey, Kara Çavuş derhal sur dışı­na çıkmayı gerçekleştirdiler. Kâhya bey'i yanına lâzım olur diye, yüzyirmi bin altun almış olduğunu kaynaklar bahsedi­yor. Yüzyİrmibin altunu, bu gün Reşad lira adıyla andığımız altun ile karşılaştırıp, servetinin değil de yanında bulundur­mayı düşündüğü para miktarını hesaplayarak durumu idrak edelim! 120. 000 X 20. 000. 000=2. 400. 000. 000. 000 ed­er. Yazıyla=ikitrilyondörtyüzmilyar ederki, bu hesap, 1998 sene sonu altun fiyatı göz önüne alınarak yapılmıştır. Görülü­yor ki, bu miktarda para toplamaya muvaffak olmuş bir tek yeniçeri ileri geieni! Ne zenginlikmiş veya ne yolsuzlukmuş. ülkemizde aşağı yukarı bir kaç fabrikası olan kişinin dahi böyle bir net birikimi olabilsin. Bu izahların; ülke insanına, iktisatçıların araştıracağı ve tamamen, objektif yaklaşımla izah etmesi gereken hususattandır, diyorum.

Bu görevlere gönderme şüphesizki içeride coşması muh­temel taraftarlardan ayırarak ve de işi soğutarak sona erdir­me siyaseti yatmaktaydı. Hattâ buna bir misâl olarak; şehir dışına çıkmayı tercih eden Kara Çavuş çadırında beklerken, sadrazamdan gelen bir tezkere ile, Kaptanı deryalığa nasb olunduğu bildirilir. Gelen müjdeciye ve sadrıazama teşekkür babında önemli miktarda bahşişler ödemiştir.

Öte yandan; Bektaş Ağa Bursa'yeı gitmedi. İstanbul'da saklanmayı tercih etti. CerrahPaşa semti yakınında bir ara-,-na sırasında ele geçti. Sürükleye, sürükleye Topkapı sarayı­na getirildi orda boğularak öldürüldü. Kara Çavuş'da pek qeçmedi sarayın davetine icabet etti. Burada bazı sorulan cevapladıktan sonra infaz gerçekleşti. Kâhya bey firarı dene­di. Ne varki Edirne de tutuldu. Yakalandığı andan itibaren son derece sakin ve itaatkâr, abdest için müsaade istedi. Verdiler. Sükunet içinde namaz kıldı. Bir eli ile sakalını yukarı kaldırıp, diğer eli ile kemendi boynuna geçirdi. Sıktılar ve ru­hunu teslim etti. Bazı tarihçilerin, Kâhya bey için bu çirkefe tesadüfen karışmış olduğuna dâir beyanları bulunmaktadır.

İstanbul ahalisinin Sancakı Şerif altında toplanarak son-landırdığı, yeniçeri ağalan baskısı, gerek şehirde gerekse ül­kede bir hürriyet havası estirmişsede, bu iklimi devamlı kıla­cak işbilir idareci azlığı fırsatın müsbet tarzda değerlendiril­mesini engelledi. Bir bakıma, külden kaçınırken, ateşe dü­şülmüştü. Yeniçeri ağaları gitmiş, yerlerine harem'in hadıma-ğaları gelmişti. Tarihler bu sırada h. 28/ramazan/1061m. 15/eylül/1650 yılını göstermekteydi.
Biyografinin Devamı İçin Tıklayınız

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0