2016-06-19 14:38
Tarih Haber / Bir zamanların Ramazan geleneği
Bir zamanların Ramazan geleneği
Ramazan eğlenceleri, kültür ve sanatla harmanlanır, halka öyle sunulurdu. Son zamanlarda her ne kadar Ramazan ayı konserlerle anılır olsa da geçmişte kahvehanelerde iftar sonrası maniler okunur ve karşılıklı beyit atışmaları yapılırdı. 19. yüzyılda başlayan bu gelenek, Osmanlı Devleti'yle birlikte son buldu. 1. Dünya Savaşı'nın ardından tarihin tozlu sayfalarına kaldırıldı.
Türk kültürünün vazgeçilmezlerinden biri olan kahve, sadece içecek olarak kalmayıp başka geleneklerin de doğuşuna da vesile olmuştur. Osmanlı döneminde kahve kültürü öyle yerleşmişti ki buna özel ‘kahvehane'ler de zamanla oluştu. Şimdilerde kahvehanelerin yerini her ne kadar kafeler almış olsa da kahvehane geleneği hiçbir zaman unutulmadı.
İlk kahvehanelerin açılması İstanbul'un fethinden yüz yıl sonrasına dayanıyor. Kahvehaneler, Osmanlı Devleti'nin önemli bir ticaret merkezi olan Tahtakale'de açıldı. Tarihçi Peçevi ilk kahvehanenin 1554 yılında açıldığını belirterek şöyle anlatıyor: “Dokuz yüz altmış iki tarihine gelinceye kadar başkent İstanbul'da ve kesinlikle bütün Rum ilinde kahvehane yok idi. Söylenen yılın başlarında Halep'ten ‘Hakem' adında esnaftan bir adam ile Şam'dan Şems adlı kibar bir kişi gelip Tahtakale'de açtıkları birer büyük dükkânda kahve satmaya başladılar. Keyiflerine düşkün bazı kişiler, özellikle okuryazar takımından birçok büyük kimse bir araya gelmeye ve yirmişer, otuzar kişilik toplantılar düzenlemeye başladılar. Kimisi kitap ve güzel yazılar okur, kimisi tavla ve satranç oynardı. Bazen yeni yazılmış gazeller getirip şiir ve edebiyattan söz edilirdi. Ahbap toplantıları yapmak için büyük paralar harcayarak ziyafet çeken kimseler artık bu masraftan kurtulup bir iki akçe kahve parası vermekle toplantı safhası sürmeye başladılar.”
Geleneğiyle devam eden kahvehanelerin Osmanlı Devleti'nde birçok çeşidi bulunuyor. Tabii kahvehaneler gelen topluluklara göre adlandırılıyor ve her vatandaş kendi zevkine göre kahvehaneye gidiyor. Mahalle kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, yeniçeri kahvehaneleri, tulumbacı kahvehaneleri, âşık kahvehaneleri, semai kahvehaneleri, meddah kahvehaneleri bunlardan bazıları.
SEMAİ KAHVEHANELERİ RAMAZAN AYINDA AÇILIRDI
Osmanlı medeniyetinde Ramazan, manevi buuduyla yaşanırken, aynı zamanda Ramazan eğlenceleri de kültür ve sanatla harmanlanmıştı. O günün tulumbacı kahvehanelerinde Ramazan ayına özel semailer okunduğu için, bu kahvehaneler semai kahvehaneleri olarak anılırdı. Bu kahvehanelerde mani, koşma, semai, destan, kalenderiler okunurken bunlara saz, davul, klarnet, darbuka gibi çalgılar eşlik eder, Ramazan'ın neşvesi bu şekilde tadılırdı.
Semai kahvehanelerinin özelliği, Ramazan ayına has olmaları. Osmanlı toplumunun protokole verdiği önem semai kahvehanelerine de yansımıştı. O dönemde teravihten sonra gecelik entari ve hırkayla mahalle kahvehanesine gitmek yaygın bir alışkanlık iken semai kahvehanesine bu şekilde girmek imkânsızdı. Girişin paralı olduğu kahvehanelerde sadece giriş parasını vermek ayıp sayılır, bir de bahşiş vermek icap ederdi.
Teravih namazından sahura kadar süren program geleneksel bir merasimle açılır, ilk olarak mani havasında başlayan program, karşılıklı atışmalarla devam ederdi. Külhanbeyi tarzı, irticalen mani söylemek gerçekten ustalık isteyen bir işti. Taraflardan biri, ortaya bir beyit, bir kıt'a okur, yahut bir tekerleme, cinas, şaşırtmaca atar; semailere, manilere ağır ağır refakat eden klarnetin sesi durdu mu, bu defa karşı tarafın irticalen cevap vermesi, altta kalmaması, susup küçük düşmemesi lazım gelirdi.
Mani faslının ardından semailere başlanırken “Efendim bu, nasibim şu, tecelli taksirat yahu,
Ciğer yandı kebab oldu, aman saki bana bir su” beytini okumak ve semaiden önce bir aranağme çalmak genel bir kuraldı. Semailer okunduktan sonra sıra destan anlatımına gelir, kabadayılar gerek kendi hayatlarından, gerek İstanbul'un gündelik hayatını etkilemiş olaylar ve kişilerin hayatlarından kesitler sunarlardı.
Semai kahvehanelerinin programındaki bir diğer eğlence de muamma çözmekti. Bir çeşit bilmece olan muammalar manzum olarak süslü bir levhaya yazılır ve kahvehanenin duvarına asılırdı. Çözülene kadar orada kalan muammalar eğer Ramazan sonuna kadar çözülemezse, asan âşık tarafından cevaplandırılırdı. Muammalar cevaplanırken de ya yeni bir soru sorulur yahut bir söz oyunu yapılır yalın bir şekilde cevaplanmazdı.
19. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan ve 2. Abdülhamid döneminde en görkemli dönemini yaşayan bu güzel gelenek, 2. Meşrutiyet'ten sonra etkisini kaybetti. Kesin kapanış tarihlerinin bilinmediği bu kahvehaneler, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gitti.
Türk kültürünün vazgeçilmezlerinden biri olan kahve, sadece içecek olarak kalmayıp başka geleneklerin de doğuşuna da vesile olmuştur. Osmanlı döneminde kahve kültürü öyle yerleşmişti ki buna özel ‘kahvehane'ler de zamanla oluştu. Şimdilerde kahvehanelerin yerini her ne kadar kafeler almış olsa da kahvehane geleneği hiçbir zaman unutulmadı.
İlk kahvehanelerin açılması İstanbul'un fethinden yüz yıl sonrasına dayanıyor. Kahvehaneler, Osmanlı Devleti'nin önemli bir ticaret merkezi olan Tahtakale'de açıldı. Tarihçi Peçevi ilk kahvehanenin 1554 yılında açıldığını belirterek şöyle anlatıyor: “Dokuz yüz altmış iki tarihine gelinceye kadar başkent İstanbul'da ve kesinlikle bütün Rum ilinde kahvehane yok idi. Söylenen yılın başlarında Halep'ten ‘Hakem' adında esnaftan bir adam ile Şam'dan Şems adlı kibar bir kişi gelip Tahtakale'de açtıkları birer büyük dükkânda kahve satmaya başladılar. Keyiflerine düşkün bazı kişiler, özellikle okuryazar takımından birçok büyük kimse bir araya gelmeye ve yirmişer, otuzar kişilik toplantılar düzenlemeye başladılar. Kimisi kitap ve güzel yazılar okur, kimisi tavla ve satranç oynardı. Bazen yeni yazılmış gazeller getirip şiir ve edebiyattan söz edilirdi. Ahbap toplantıları yapmak için büyük paralar harcayarak ziyafet çeken kimseler artık bu masraftan kurtulup bir iki akçe kahve parası vermekle toplantı safhası sürmeye başladılar.”
Geleneğiyle devam eden kahvehanelerin Osmanlı Devleti'nde birçok çeşidi bulunuyor. Tabii kahvehaneler gelen topluluklara göre adlandırılıyor ve her vatandaş kendi zevkine göre kahvehaneye gidiyor. Mahalle kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, yeniçeri kahvehaneleri, tulumbacı kahvehaneleri, âşık kahvehaneleri, semai kahvehaneleri, meddah kahvehaneleri bunlardan bazıları.
SEMAİ KAHVEHANELERİ RAMAZAN AYINDA AÇILIRDI
Osmanlı medeniyetinde Ramazan, manevi buuduyla yaşanırken, aynı zamanda Ramazan eğlenceleri de kültür ve sanatla harmanlanmıştı. O günün tulumbacı kahvehanelerinde Ramazan ayına özel semailer okunduğu için, bu kahvehaneler semai kahvehaneleri olarak anılırdı. Bu kahvehanelerde mani, koşma, semai, destan, kalenderiler okunurken bunlara saz, davul, klarnet, darbuka gibi çalgılar eşlik eder, Ramazan'ın neşvesi bu şekilde tadılırdı.
Semai kahvehanelerinin özelliği, Ramazan ayına has olmaları. Osmanlı toplumunun protokole verdiği önem semai kahvehanelerine de yansımıştı. O dönemde teravihten sonra gecelik entari ve hırkayla mahalle kahvehanesine gitmek yaygın bir alışkanlık iken semai kahvehanesine bu şekilde girmek imkânsızdı. Girişin paralı olduğu kahvehanelerde sadece giriş parasını vermek ayıp sayılır, bir de bahşiş vermek icap ederdi.
Teravih namazından sahura kadar süren program geleneksel bir merasimle açılır, ilk olarak mani havasında başlayan program, karşılıklı atışmalarla devam ederdi. Külhanbeyi tarzı, irticalen mani söylemek gerçekten ustalık isteyen bir işti. Taraflardan biri, ortaya bir beyit, bir kıt'a okur, yahut bir tekerleme, cinas, şaşırtmaca atar; semailere, manilere ağır ağır refakat eden klarnetin sesi durdu mu, bu defa karşı tarafın irticalen cevap vermesi, altta kalmaması, susup küçük düşmemesi lazım gelirdi.
Mani faslının ardından semailere başlanırken “Efendim bu, nasibim şu, tecelli taksirat yahu,
Ciğer yandı kebab oldu, aman saki bana bir su” beytini okumak ve semaiden önce bir aranağme çalmak genel bir kuraldı. Semailer okunduktan sonra sıra destan anlatımına gelir, kabadayılar gerek kendi hayatlarından, gerek İstanbul'un gündelik hayatını etkilemiş olaylar ve kişilerin hayatlarından kesitler sunarlardı.
Semai kahvehanelerinin programındaki bir diğer eğlence de muamma çözmekti. Bir çeşit bilmece olan muammalar manzum olarak süslü bir levhaya yazılır ve kahvehanenin duvarına asılırdı. Çözülene kadar orada kalan muammalar eğer Ramazan sonuna kadar çözülemezse, asan âşık tarafından cevaplandırılırdı. Muammalar cevaplanırken de ya yeni bir soru sorulur yahut bir söz oyunu yapılır yalın bir şekilde cevaplanmazdı.
19. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan ve 2. Abdülhamid döneminde en görkemli dönemini yaşayan bu güzel gelenek, 2. Meşrutiyet'ten sonra etkisini kaybetti. Kesin kapanış tarihlerinin bilinmediği bu kahvehaneler, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gitti.