2011-05-05 20:24
Yükselme Dönemi / İkinci Bayezid Dönemi / Bayezid Dönemi İlim
Bayezid Dönemi İlim
Sultan Bâyezid, sehzâdeliginden beri etrafina ünlü bilginleri toplayip kendisini yetistirmeye gayret etmisti. Ayni zamanda sair olan ve siirlerinde Adlî mahlasini kullandigini daha önce gördügümüz Bâyezid'in bu siirlerinin büyük bir kismini (l25 kadar) gazellerin meydana getirdigi küçük hacimli divani Istanbul'da l308'de basilmistir. O, hat san'atinda da oldukça yetenekliydi. Uygur yazisini okumayi ögrendigi ve biraz da Italyanca bildigi belirtilir.
II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra bütün Osmanogullari'nin en bilgini olarak kabul edilmektedir. O, mükemmel bir tahsil görmüstü. Türkçe, Farsça ve Arapça'yi edebiyatlari ile ögrenmis, Islâmî ilimler, felsefe, matematik ve mûsiki tahsil etmisti. Türkçe'nin Çagatay lehçesi ile Uygur alfabesini ögrenmisti. Bestekâr, hattat ve sairdi. Besteledigi eserlerden yalniz bazilarinin notasi zamanimiza kadar gelebilmistir.
Bilginler ve sanatkârlar için ayrilmis özel bir bütçesi vardi. Kendisine takdim edilen eserlerden degerli bulduklarini tesvik ederdi. Merhametli, vefakâr ve kadirsinasti. Bu meziyetlerinden dolayi ölümü, Islâm âleminde büyük bir teessürle karsilandi. Dünyanin en büyük devletinin faziletli hükümdari olarak, hayatinda büyük hürmet görmüstür. Ölüm haberi alindigi zaman Kahire'de basta Sultan Kansu Gavri oldugu halde bütün halk, onun giyabinda cenaze namazi kildi.
Dinî emirlere bagli bir hükümdardi. Bunun için o, ilim ve ilim adamlarini seviyor, ilmî gelismeye vesile olabilecek bütün çarelere basvuruyordu. Bu sebeple o, dinî ve ilmî kurumlarin meydana gelmesi için çalisiyordu. Onun bu sekildeki çalismasi, döneminin ileri gelen devlet adamlari ile zenginler için de itici bir güç oluyordu. Nitekim, padisahin bu uygulamasini örnek alan birçok vezir, imâret ve bunlara gerekli olan tahsisatlari temin ediyorlardi. Bu bakimdan Ali ve Mustafa Pasa'larin isimleri zikredilmeye deger. Daha önce de temas edildigi gibi ibâdetle çokça mesgul oldugundan olsa gerek ki bu sebepten kendisine "Sofu" deniyordu. Saltanati müddetince ilim adamlarini, sair ve sanatkârlari himaye etmisti. O, bu himayenin karsiligini da nâmina yazilan birçok eserle almisti. Kendisine takdim edilen eserleri okumak onun en büyük özelligi idi. Amasya'da maiyyetinde bulunan Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin tavsiyesi ile Ibn Kemal diye söhret b***
Ahmed Semseddin'e meshur tarihini yazdirmistir. Daha önce Akkoyunlularin hizmetinde bulunan ve Safevîlerin galebesi üzerine, Osmanliara iltica etmis olan Idris-i Bitlisî'yi de himaye ederek ona meshur "Hest Behist" isimli tarihini kaleme aldirmisti.
Saltanati müddetince ilim ve ilim adamlarini himaye eden II. Bâyezid'in hattatlikta da mahir oldugu bilinmektedir. Nitekim, Amasya'daki valiligi sirasinda, Seyh Hamdullah'tan hat dersleri almisti. Seyh Hamdullah ile aralarinda siki bir münasebet bulunan II. Bâyezid, Seyh'in mânevî dünyasinda kendini bulurken, ayni zamanda dizinin dibinde hokkasini tutarak yazi mesketmistir. Böylece Sultan II. Bâyezid'in tesvik ve himayesiyle Amasya'da Seyh'in etrafinda bir hat mektebi (ekol) dogmustu. Ikinci Bâyezid, saltanata geçince Seyh, Istanbul'a davet edilerek , saray-i hümayun'a hat hocasi olarak tayin edilir. Seyh Hamdullah hakkinda ciddi arastirmalarda bulunan ve onun eserlerini arastiran Muhittin Serin, Seyh Hamdullah ile II. Bâyezid arasindaki hocalik talebelik münasebetlerini su ifadelerle dile getirir: " II. Bâyezid, Seyh Hamdullah'i kendisine hat hocasi tâyin etmis, mesk almis ve mezun olmustur. Bir zaman sonra Osmanli tahtinin sahibi olacak Bâyezid-i Veli'nin, iç bünyesinin tesekkülü, zararli duygulardan arinarak sahsiyetini bulmasi, Seyh ile Sultan arasindaki bu muhabbet ve teslimiyetin mahsûlüdür. Seyh'e ekseriya "Biraderim" diye hitab eden Bâyezid-i Veli, yazi yazarken hokkasini tutar, arkasini yastiklarla besleyip rahatini temin ederdi. Annesine dahi selam gönderip duasini ister, hürmet ve muhabbet gösterirdi. Hatta sik sik beraber sürek avina da çikarlardi. Bu suretle aralarinda bir manevî râbita ve dostluk meydana gelmisti. Bâyezid'in saltanat tahtina cülûsundan kisa bir müddet sonra Seyh Hamdullah davet edilmis, o da ailesi ve damadi ile birlikte Istanbul'a gelmisti. Seyh Hamdullah, saraya kâtip ve saray hüddamina muallim tayin edilir. Kendisine, günlük 30 akçaya ilaveten Üsküdar'da iki köyün bütün gelirleri arpalik olarak verilir. Ayrica, bir köyün gelirleri de mührezenlerine tahsis edilir.
Surasi bir gerçektir ki, onun döneminde ilim ve ilim adamlarina gösterilen himaye, ilmin ilerlemesinde etkili olmustur. Özellikle "Fikih" denilen Islâm Hukuk ilmi, sür'atle gelismis ve muhterem Islâm hukukçulari onun devrinde müstesna bir sekilde itibar görmüslerdir. Bunlardan Sari Gürz (öl. 929/l522), Bâyezid ile Selim arasinda bir anlasma zemini bulmakla görevlendirilmisti. Imam Ali (öl. 927/l520) elçilikle Misir Sultani Kayitbay katina, daha sonra da Sehzâde Korkut'a gönderilmistir. Niksarî ve Yusuf Cüneyd ( Sadru's-Seria adli esere çesitli hasiyeler yazan Tokatli Ahi Yusuf b. Cüneyd), câmilerde tesis olunan kütüphanelerin idareleri (hâfiz-i kütüb) ile görevlendirilmislerdi. Fukahadan bir kismi, isgal ettikleri yüksek mevkilerde çok zengin olmuslardi. Bunlar da sahip bulunduklari bu servetleri ile özel kütüphaneler tesis etmislerdi.
II. Bâyezid dönemi alimlerinden bahseden Âsik Pasazâde, bize su isimleri vermektedir: "Hocazâde, Mevlana Alaeddin Arabi, Seyyidzâde Seyyid Hamiduddin, Mevlana Kestelli, Hatipzâde, Manisazâde. Bunlara benzer azizler dahi çok vaki oldu."
Siirleri ile söhret kazanmis olan Mihrî Hatun ile aralarinda temiz ask iliskileri bulunan Müeyyedü'd-Din, taninmis bilim adamlarindandir. Ölümünde biraktigi kütüphanede yedi bin cild kitap vardi. Bâyezid devrinde söhreti kadar, hayatinin felaketle sonuçlanmasi bakimindan Sinan Pasa'nin talebelerinden Molla Lütfi'yi de hatirlamak yerinde olacaktir.
Hammer'in ifadesiyle " Bâyezid asrina seref veren altmis fakih arasinda ikisi diger bir sube-i malumatta yüksek söhret kazanmislardir." Buna göre Ikinci Bâyezid çaginda tipta Hekimsah, ve matematikte Mirim Çelebi çok büyük söhret kazanmislardir.Yine bu zamanlarda, Taci Bey'in iki oglu Cafer ve Sa'di'nin eserleri ile Osmanli yazisma (diplomatik, insa, protokol) modelleri iki iyi örnek olarak taninmistir. Osmanli tarihçiligi bakimindan önemli bir dönem olan II. Bâyezid devrindeki Nesrî ile Idris-i Bitlisî'yi burada kayd etmek gerekir. Bunlar, hükümdarin buyrugu üzerine, kurulusundan kendi zamaninin sonlarina kadar devletin tarihini yazmislardi. Nesrî, eserini Osmanlica ve sade bir uslupla yazdigi halde Bitlis'li Idris, Farsça'yi tercih ederek Arap tarihçisi Yemînî ile Iran tarihçisi Vassaf'in agdali ve tumturakli tarzini seçmistir.
Bâyezid'in, edebiyat sahasinda gösterdigi koruma ve himaye, yabanci ülkelere, hatta Horasan ile Iran'in diger vilayetlerine kadar genislemistir. O, büyük sair ve mutasavvif Abdurrahman Câmi ile büyük bilgin Fakih Devvanî'ye her yil para gönderiyordu ki bu, ilki için bin, ikincisi için de besyüz altin idi. Bu arada Iran Müftüsü Mevlânâ Seyfeddin Ahmed ile Hadis âlimi Cemaleddin Ataullah da Pâdisah'in ihsanlarindan pay alip faydalaniyorlardi. Bu dönemin en büyük seyhi Iskilip'li Yavusî'dir. Bâyezid, Amasya valisi iken, Hac'tan döndügü zaman, onun sultanlik tahtina kavusacagini kesfetmis ve bunu Sehzâdeye de açiklamisti. Yavusî'nin söhreti, kendisine "Seyhu's-Selâtin" ve "Sultanu'l-Mesayih" gibi ünvanlarin verilmesine sebep olmustu. Onun zâviyesi, devletin ileri gelen görevlileri ve taninmis bilginlerle dolup tasardi. Bâyezid, daha birçok seyh ve tasavvuf ileri gelenleri ile sohbetlerde bulunacaktir ki, bu da siirlerine mistik bir hava ve renk katmistir.
Sultan Bâyezid, ilme ve zamanindaki teknik gelismelere önem veren bir hükümdardi. Âlimler için özel bütçesi bulunan Bâyezid Han, onlari, eser vermeye tesvik ederdi. Okçuluga çok merakli idi. Hiç kimsenin, onun kadar güzel ok ve yay yapamadigi rivayet edilir. Bu sanat için kitap yazdirdigi gibi, kendi elinden çikmis bir yay da Topkapi Sarayi Müzesi'nde teshir edilmektedir. Bâyezid, ne ilk pâdisahlar gibi üsküf, ne de Ikinci Murad gibi ulema kisvesi giymistir. O, mahrutî ve etrafina tülbent sarili bir kavuk seçmistir ki, sonralari "Mücevveze" ismiyle tesrifat serpusu olarak kullanilmistir. Sicill-i Osmanî'de onun kiyafeti ile ilgili olarak su bilgi verilmektedir: " Tenhalarda salih insanlarin elbiselerini giyer, disarda da babasinin elbisesini giyerdi."
Bâyezid Han dönemi, iç ve dis gailelerin bulundugu bir dönem olmasina ragmen, yine de devlet gelirleri bir hayli artis kayd etmislerdi. Onun döneminde Anadolu'da 24, Rumeli'de 34 sancak vardi. Kendisi sulha meyyal olmakla birlikte gazâ ve cihad sevabini kaçirmak istemedigi için, bizzat seferlere çikardi.
O, denizcilige de ehemmiyet vermis, Fâtih devrinde olmayan ve "Güge" denilen, hem kürek, hem de yelkenle hareket eden ve manevra kabiliyeti yüksek olan gemiler yaptirdigi gibi kalyonlar da insa ettirmisti. Ayrica Venedik gemileri tarzinda kirk kadar top mavnasi da tezgahlatmistir. Onun devrinde donanmadaki degisiklikler sadece bunlardan ibaret degildir. Bilhassa muharebe gemilerini uzun menzilli toplarla techiz ettirip gelistirmistir. Bunda, Türk bahriyesinin en büyük üstadlarindan biri olan Kemal Reis'in emegi büyüktür. O, kara ordusunu da yeni bir nizam ve disiplin altina almistir.
Sultan Bâyezid dönemi, imar faaliyetleri ile de dikkat çeken bir devirdir. O, Istanbul'un yedi tepesinin üçüncüsünde bugün kendi adi ile anilan bir cami, imâret, kervansaray, mektep ve medrese yaptirmistir. Medresenin müderrisligini, müftü, yani seyhülislâm olanlara sart kilmistir. Yaptirdigi bu eserlerle bir külliye (kampüs) meydana getirmistir. Câmi, 906 Zilhicce'sinin sonunda baslayip 9ll' (Miladi l50l - l505) de bittigine göre (Hadikatu'l-Cevami' ve mevcud kitâbesi), insaat bes sene sürmüstür. Bununla beraber bütün külliyeyi meydana getiren kompleks (kampüs), dokuz senede tamamlanmistir. Edirne'de Tunca Nehri kenarinda 889 - 893 (l484 - l48 yillari arasinda, Istanbul'dakine benzeyen bir câmi, medrese, imâret, hamam ve mükemmel bir hastahane (dârussifa) yaptirmistir ki bu külliye( II. Bâyezid Külliyesi) Osmanli külliyelerinin en büyük ve önemlilerinden biridir. Mimarinin kimligi tartismali olan bu yapi toplulugunun insa sebebi tarihî bir olaya baglanir. Buna göre II. Bâyezid, Tunca Nehri'nin kenarinda yer alan Kili ve Akkirman kalelerinin fethi için l484 yili baharinda Istanbul'dan hareket etmis, Ordunun, Rumeli'deki önemli durak ve ikmal merkezi olan Edirne'de bir süre konaklamisti. Bu sirada sehir halki Sultan'dan, yoklugundan dolayi büyük sikintisi çekilen bir Dârussifa (hastahane) yaptirmasini istemis, hayirseverligi ile taninan Pâdisah da, halkin bu istegini kirmayarak basta dârussifa olmak üzere, çesitli ihtiyaçlara cevap verecek yapilardan olusan külliyesine ilk harci bizzat kendisi koymustur. Böylece Tunca Irmagi'nin sag kenarinda Eski ve Orta Imâret adiyla taninan mevkiler ile Yeni Saray'in yer aldigi Sarayiçi semti arasinda, sehir merkezinden nisbeten uzakta ve daha önce iskân görmemis olan, önemli sayilabilecek bir bölgede câmi, tabhâne, medrese, dârussifa, mutfak, firin, depo, yemek salonu, ahir, köprü, çifte hamam, su degirmeni ve dolaplar, tuvaletler, dükkânlar ve meskenlerden olusan büyük bir külliyenin temeli atilmis olur. Külliyenin kurulusu ile birlikte, yogun iskân görmemis olan bölgenin etrafi hareketlenmisti. Böylece külliyenin kurulus amaçlarindan biri olan mahalle dokusu kendiliginden tesekkül etmis olur. Yeni kur***
bu mahalle de Yeni Imâret adiyla taninmaya baslamistir. Insaat için sarf edilen paranin miktari simdilik tam olarak bilinemezse de bunun kaynaginin fetihlerden (Basarabya) elde edilen ganimetlerden saglandigi bilinmektedir. O, buradaki hayir eserlerine vakiflar tahsis etmek suretiyle faaiyetlerinin devamini saglamistir. Yine onun emri ile Amasya'da bir câmi, bir tekke, bir mektep, bir imâret ve bir medrese yaptirilmak suretiyle sehir adeta süslenmistir. Bu medresenin idaresi ile görevlendirilen sahsa da günde (yevmiye) seksen akça tahsis etmistir. O, bütün bu hayir isleri için genis vakiflar kurmak suretiyle bu eserlerin kiyamete kadar devam etmesini saglamaya çalismistir. O, bütün bunlarin yaninda Mekke ve Medine fukarasina dagitilmak üzere külliyetli miktarda "Sürre" göndermisti. O, saraya alinacak iç oglanlarina mahrec olmak üzere Galatasarayi'ni bina ile orada ilk defa bir mektep açtirmistir. Sultan Bâyezid'in, imar ve yapi isleri sadece bunlardan ibaret degildir. Babasinin, Seyh Ebu'l-Vefa için yaptirdigi gibi kendisi de Seyh Semseddin Buharî için bir tekke ve bir medrese insa ettirmistir. Keza o, Ergene Nehri üzerinde bir köprü yaptirmis olan büyükbabasina uyarak Osmancik'ta Kizil Irmak üzerinde dokuz, Sakarya üzerinde ondört,Gediz üzerinde de ondokuz kemerli birer köprü kurdurmak suretiyle ulasim ve yolculugun daha kolay ve rahat yapilmasini saglamaya çalismistir. Hicrî 9l5 (m. l509) senesinde Istanbul'da meydana gelen ve "Küçük Kiyamet" denilen zelzelede (deprem) Istanbul'un birçok evi, kale surlari, câmi, medrese vs. gibi binalari yikildigi için sehir harabe haline gelmisti.Sultan Bâyezid, hasarlarin tamamen izalesi için büyük gayretler sarfetmistir. Bu esnada padisah, bir müddet, tahtadan yapilmis bir evde oturmaya mecbur olmustu. Istanbul'da ahsab insaatin bu tarihten sonra yayildigi rivayet edilir. Bu büyük harabeyi yeniden sehir haline sokmak için o, 3000 bina ustasi ve dülgerden baska 77 bin isçi çalistirmak suretiyle kisa bir müddet içinde Istanbul'u âdeta yeniden insa etmistir. Onun, yapi isleri ile sadakalara verdigi ve kabarik bir yekun tutan paradan baska, (Hoca Saadeddin'in , II, 2l0) ifadesine göre 909 (m. l503) senesinde bu miktar 86.000 akçadir. Her yil, fakihlere, müftülere, müderrislere, kadiasker ve seyhlere külliyetli miktarda paraya balig olan hediyeler verdigi de bilinmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, II. Bâyezid dönemi, ilim, kültür ve hayir müesseselerinin insa edildigi, ilmî inkisâfin yüksek bir gelisme gösterdigi ve Islâm hukuku denilen fikhin bir bakima tedvin ve terakki ettigi bir devirdir. O dönem, askerî bakimdan deniz ve kara kuvvetlerinin emsalsiz bir kudrete ulastigi, insa ve imar islerinin büyük bir hiz kazandigi, güzel sanatlarda da büyük bir gelismenin kaydedildigi, bir toparlanma ve ilerleme devridir. Onun döneminde tipta bir Hekimsah, matematikte bir Mirim Çelebi, insa san'atinda (yazi, diplomatik ilmi, protokol) Tâci Beyzâde Cafer ve Sâdi Çelebiler, tarihçilikte bir Idris-i Bitlîsî ve Nesrî, hat san'atinda bir Seyh Hamdullah yetismistir. Bizzat kendisi, astronomi ve ser'î ilimlere merakli olup bu konularda genis bir bilgiye sahipti. Ilmî müesseseleri çogaltip ilim adamlarini etrafina toplamisti. Kendi döneminden itibaren Istanbul, Islâm âleminin ilim merkezi olmus ve bu serefi uzun müddet muhafaza etmistir. Onun, bazi tarihçiler tarafindan sönük kabul edilen devri, sadece parlak askerî zaferler isteyenlerce belki hakli görülebilir. Bununla beraber askerî basarilarin saglanmasi ve devaminin, ilmî, iktisadî ve idarî gelismelerin bir sonucu oldugu dikkate alinirsa, Bâyezid'in vücud verdigi tekâmülün, oglu ve torunu zamanindaki fetihlerin meydana gelmesinde önemli ve büyük bir rol oynadigi gözden kaçmayacaktir. Bu yüzden onun, Yavuz ve Kanunî dönemlerinin hazirlayicisi olarak düsünmek mümkündür.
II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra bütün Osmanogullari'nin en bilgini olarak kabul edilmektedir. O, mükemmel bir tahsil görmüstü. Türkçe, Farsça ve Arapça'yi edebiyatlari ile ögrenmis, Islâmî ilimler, felsefe, matematik ve mûsiki tahsil etmisti. Türkçe'nin Çagatay lehçesi ile Uygur alfabesini ögrenmisti. Bestekâr, hattat ve sairdi. Besteledigi eserlerden yalniz bazilarinin notasi zamanimiza kadar gelebilmistir.
Bilginler ve sanatkârlar için ayrilmis özel bir bütçesi vardi. Kendisine takdim edilen eserlerden degerli bulduklarini tesvik ederdi. Merhametli, vefakâr ve kadirsinasti. Bu meziyetlerinden dolayi ölümü, Islâm âleminde büyük bir teessürle karsilandi. Dünyanin en büyük devletinin faziletli hükümdari olarak, hayatinda büyük hürmet görmüstür. Ölüm haberi alindigi zaman Kahire'de basta Sultan Kansu Gavri oldugu halde bütün halk, onun giyabinda cenaze namazi kildi.
Dinî emirlere bagli bir hükümdardi. Bunun için o, ilim ve ilim adamlarini seviyor, ilmî gelismeye vesile olabilecek bütün çarelere basvuruyordu. Bu sebeple o, dinî ve ilmî kurumlarin meydana gelmesi için çalisiyordu. Onun bu sekildeki çalismasi, döneminin ileri gelen devlet adamlari ile zenginler için de itici bir güç oluyordu. Nitekim, padisahin bu uygulamasini örnek alan birçok vezir, imâret ve bunlara gerekli olan tahsisatlari temin ediyorlardi. Bu bakimdan Ali ve Mustafa Pasa'larin isimleri zikredilmeye deger. Daha önce de temas edildigi gibi ibâdetle çokça mesgul oldugundan olsa gerek ki bu sebepten kendisine "Sofu" deniyordu. Saltanati müddetince ilim adamlarini, sair ve sanatkârlari himaye etmisti. O, bu himayenin karsiligini da nâmina yazilan birçok eserle almisti. Kendisine takdim edilen eserleri okumak onun en büyük özelligi idi. Amasya'da maiyyetinde bulunan Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin tavsiyesi ile Ibn Kemal diye söhret b***
Ahmed Semseddin'e meshur tarihini yazdirmistir. Daha önce Akkoyunlularin hizmetinde bulunan ve Safevîlerin galebesi üzerine, Osmanliara iltica etmis olan Idris-i Bitlisî'yi de himaye ederek ona meshur "Hest Behist" isimli tarihini kaleme aldirmisti.
Saltanati müddetince ilim ve ilim adamlarini himaye eden II. Bâyezid'in hattatlikta da mahir oldugu bilinmektedir. Nitekim, Amasya'daki valiligi sirasinda, Seyh Hamdullah'tan hat dersleri almisti. Seyh Hamdullah ile aralarinda siki bir münasebet bulunan II. Bâyezid, Seyh'in mânevî dünyasinda kendini bulurken, ayni zamanda dizinin dibinde hokkasini tutarak yazi mesketmistir. Böylece Sultan II. Bâyezid'in tesvik ve himayesiyle Amasya'da Seyh'in etrafinda bir hat mektebi (ekol) dogmustu. Ikinci Bâyezid, saltanata geçince Seyh, Istanbul'a davet edilerek , saray-i hümayun'a hat hocasi olarak tayin edilir. Seyh Hamdullah hakkinda ciddi arastirmalarda bulunan ve onun eserlerini arastiran Muhittin Serin, Seyh Hamdullah ile II. Bâyezid arasindaki hocalik talebelik münasebetlerini su ifadelerle dile getirir: " II. Bâyezid, Seyh Hamdullah'i kendisine hat hocasi tâyin etmis, mesk almis ve mezun olmustur. Bir zaman sonra Osmanli tahtinin sahibi olacak Bâyezid-i Veli'nin, iç bünyesinin tesekkülü, zararli duygulardan arinarak sahsiyetini bulmasi, Seyh ile Sultan arasindaki bu muhabbet ve teslimiyetin mahsûlüdür. Seyh'e ekseriya "Biraderim" diye hitab eden Bâyezid-i Veli, yazi yazarken hokkasini tutar, arkasini yastiklarla besleyip rahatini temin ederdi. Annesine dahi selam gönderip duasini ister, hürmet ve muhabbet gösterirdi. Hatta sik sik beraber sürek avina da çikarlardi. Bu suretle aralarinda bir manevî râbita ve dostluk meydana gelmisti. Bâyezid'in saltanat tahtina cülûsundan kisa bir müddet sonra Seyh Hamdullah davet edilmis, o da ailesi ve damadi ile birlikte Istanbul'a gelmisti. Seyh Hamdullah, saraya kâtip ve saray hüddamina muallim tayin edilir. Kendisine, günlük 30 akçaya ilaveten Üsküdar'da iki köyün bütün gelirleri arpalik olarak verilir. Ayrica, bir köyün gelirleri de mührezenlerine tahsis edilir.
Surasi bir gerçektir ki, onun döneminde ilim ve ilim adamlarina gösterilen himaye, ilmin ilerlemesinde etkili olmustur. Özellikle "Fikih" denilen Islâm Hukuk ilmi, sür'atle gelismis ve muhterem Islâm hukukçulari onun devrinde müstesna bir sekilde itibar görmüslerdir. Bunlardan Sari Gürz (öl. 929/l522), Bâyezid ile Selim arasinda bir anlasma zemini bulmakla görevlendirilmisti. Imam Ali (öl. 927/l520) elçilikle Misir Sultani Kayitbay katina, daha sonra da Sehzâde Korkut'a gönderilmistir. Niksarî ve Yusuf Cüneyd ( Sadru's-Seria adli esere çesitli hasiyeler yazan Tokatli Ahi Yusuf b. Cüneyd), câmilerde tesis olunan kütüphanelerin idareleri (hâfiz-i kütüb) ile görevlendirilmislerdi. Fukahadan bir kismi, isgal ettikleri yüksek mevkilerde çok zengin olmuslardi. Bunlar da sahip bulunduklari bu servetleri ile özel kütüphaneler tesis etmislerdi.
II. Bâyezid dönemi alimlerinden bahseden Âsik Pasazâde, bize su isimleri vermektedir: "Hocazâde, Mevlana Alaeddin Arabi, Seyyidzâde Seyyid Hamiduddin, Mevlana Kestelli, Hatipzâde, Manisazâde. Bunlara benzer azizler dahi çok vaki oldu."
Siirleri ile söhret kazanmis olan Mihrî Hatun ile aralarinda temiz ask iliskileri bulunan Müeyyedü'd-Din, taninmis bilim adamlarindandir. Ölümünde biraktigi kütüphanede yedi bin cild kitap vardi. Bâyezid devrinde söhreti kadar, hayatinin felaketle sonuçlanmasi bakimindan Sinan Pasa'nin talebelerinden Molla Lütfi'yi de hatirlamak yerinde olacaktir.
Hammer'in ifadesiyle " Bâyezid asrina seref veren altmis fakih arasinda ikisi diger bir sube-i malumatta yüksek söhret kazanmislardir." Buna göre Ikinci Bâyezid çaginda tipta Hekimsah, ve matematikte Mirim Çelebi çok büyük söhret kazanmislardir.Yine bu zamanlarda, Taci Bey'in iki oglu Cafer ve Sa'di'nin eserleri ile Osmanli yazisma (diplomatik, insa, protokol) modelleri iki iyi örnek olarak taninmistir. Osmanli tarihçiligi bakimindan önemli bir dönem olan II. Bâyezid devrindeki Nesrî ile Idris-i Bitlisî'yi burada kayd etmek gerekir. Bunlar, hükümdarin buyrugu üzerine, kurulusundan kendi zamaninin sonlarina kadar devletin tarihini yazmislardi. Nesrî, eserini Osmanlica ve sade bir uslupla yazdigi halde Bitlis'li Idris, Farsça'yi tercih ederek Arap tarihçisi Yemînî ile Iran tarihçisi Vassaf'in agdali ve tumturakli tarzini seçmistir.
Bâyezid'in, edebiyat sahasinda gösterdigi koruma ve himaye, yabanci ülkelere, hatta Horasan ile Iran'in diger vilayetlerine kadar genislemistir. O, büyük sair ve mutasavvif Abdurrahman Câmi ile büyük bilgin Fakih Devvanî'ye her yil para gönderiyordu ki bu, ilki için bin, ikincisi için de besyüz altin idi. Bu arada Iran Müftüsü Mevlânâ Seyfeddin Ahmed ile Hadis âlimi Cemaleddin Ataullah da Pâdisah'in ihsanlarindan pay alip faydalaniyorlardi. Bu dönemin en büyük seyhi Iskilip'li Yavusî'dir. Bâyezid, Amasya valisi iken, Hac'tan döndügü zaman, onun sultanlik tahtina kavusacagini kesfetmis ve bunu Sehzâdeye de açiklamisti. Yavusî'nin söhreti, kendisine "Seyhu's-Selâtin" ve "Sultanu'l-Mesayih" gibi ünvanlarin verilmesine sebep olmustu. Onun zâviyesi, devletin ileri gelen görevlileri ve taninmis bilginlerle dolup tasardi. Bâyezid, daha birçok seyh ve tasavvuf ileri gelenleri ile sohbetlerde bulunacaktir ki, bu da siirlerine mistik bir hava ve renk katmistir.
Sultan Bâyezid, ilme ve zamanindaki teknik gelismelere önem veren bir hükümdardi. Âlimler için özel bütçesi bulunan Bâyezid Han, onlari, eser vermeye tesvik ederdi. Okçuluga çok merakli idi. Hiç kimsenin, onun kadar güzel ok ve yay yapamadigi rivayet edilir. Bu sanat için kitap yazdirdigi gibi, kendi elinden çikmis bir yay da Topkapi Sarayi Müzesi'nde teshir edilmektedir. Bâyezid, ne ilk pâdisahlar gibi üsküf, ne de Ikinci Murad gibi ulema kisvesi giymistir. O, mahrutî ve etrafina tülbent sarili bir kavuk seçmistir ki, sonralari "Mücevveze" ismiyle tesrifat serpusu olarak kullanilmistir. Sicill-i Osmanî'de onun kiyafeti ile ilgili olarak su bilgi verilmektedir: " Tenhalarda salih insanlarin elbiselerini giyer, disarda da babasinin elbisesini giyerdi."
Bâyezid Han dönemi, iç ve dis gailelerin bulundugu bir dönem olmasina ragmen, yine de devlet gelirleri bir hayli artis kayd etmislerdi. Onun döneminde Anadolu'da 24, Rumeli'de 34 sancak vardi. Kendisi sulha meyyal olmakla birlikte gazâ ve cihad sevabini kaçirmak istemedigi için, bizzat seferlere çikardi.
O, denizcilige de ehemmiyet vermis, Fâtih devrinde olmayan ve "Güge" denilen, hem kürek, hem de yelkenle hareket eden ve manevra kabiliyeti yüksek olan gemiler yaptirdigi gibi kalyonlar da insa ettirmisti. Ayrica Venedik gemileri tarzinda kirk kadar top mavnasi da tezgahlatmistir. Onun devrinde donanmadaki degisiklikler sadece bunlardan ibaret degildir. Bilhassa muharebe gemilerini uzun menzilli toplarla techiz ettirip gelistirmistir. Bunda, Türk bahriyesinin en büyük üstadlarindan biri olan Kemal Reis'in emegi büyüktür. O, kara ordusunu da yeni bir nizam ve disiplin altina almistir.
Sultan Bâyezid dönemi, imar faaliyetleri ile de dikkat çeken bir devirdir. O, Istanbul'un yedi tepesinin üçüncüsünde bugün kendi adi ile anilan bir cami, imâret, kervansaray, mektep ve medrese yaptirmistir. Medresenin müderrisligini, müftü, yani seyhülislâm olanlara sart kilmistir. Yaptirdigi bu eserlerle bir külliye (kampüs) meydana getirmistir. Câmi, 906 Zilhicce'sinin sonunda baslayip 9ll' (Miladi l50l - l505) de bittigine göre (Hadikatu'l-Cevami' ve mevcud kitâbesi), insaat bes sene sürmüstür. Bununla beraber bütün külliyeyi meydana getiren kompleks (kampüs), dokuz senede tamamlanmistir. Edirne'de Tunca Nehri kenarinda 889 - 893 (l484 - l48 yillari arasinda, Istanbul'dakine benzeyen bir câmi, medrese, imâret, hamam ve mükemmel bir hastahane (dârussifa) yaptirmistir ki bu külliye( II. Bâyezid Külliyesi) Osmanli külliyelerinin en büyük ve önemlilerinden biridir. Mimarinin kimligi tartismali olan bu yapi toplulugunun insa sebebi tarihî bir olaya baglanir. Buna göre II. Bâyezid, Tunca Nehri'nin kenarinda yer alan Kili ve Akkirman kalelerinin fethi için l484 yili baharinda Istanbul'dan hareket etmis, Ordunun, Rumeli'deki önemli durak ve ikmal merkezi olan Edirne'de bir süre konaklamisti. Bu sirada sehir halki Sultan'dan, yoklugundan dolayi büyük sikintisi çekilen bir Dârussifa (hastahane) yaptirmasini istemis, hayirseverligi ile taninan Pâdisah da, halkin bu istegini kirmayarak basta dârussifa olmak üzere, çesitli ihtiyaçlara cevap verecek yapilardan olusan külliyesine ilk harci bizzat kendisi koymustur. Böylece Tunca Irmagi'nin sag kenarinda Eski ve Orta Imâret adiyla taninan mevkiler ile Yeni Saray'in yer aldigi Sarayiçi semti arasinda, sehir merkezinden nisbeten uzakta ve daha önce iskân görmemis olan, önemli sayilabilecek bir bölgede câmi, tabhâne, medrese, dârussifa, mutfak, firin, depo, yemek salonu, ahir, köprü, çifte hamam, su degirmeni ve dolaplar, tuvaletler, dükkânlar ve meskenlerden olusan büyük bir külliyenin temeli atilmis olur. Külliyenin kurulusu ile birlikte, yogun iskân görmemis olan bölgenin etrafi hareketlenmisti. Böylece külliyenin kurulus amaçlarindan biri olan mahalle dokusu kendiliginden tesekkül etmis olur. Yeni kur***
bu mahalle de Yeni Imâret adiyla taninmaya baslamistir. Insaat için sarf edilen paranin miktari simdilik tam olarak bilinemezse de bunun kaynaginin fetihlerden (Basarabya) elde edilen ganimetlerden saglandigi bilinmektedir. O, buradaki hayir eserlerine vakiflar tahsis etmek suretiyle faaiyetlerinin devamini saglamistir. Yine onun emri ile Amasya'da bir câmi, bir tekke, bir mektep, bir imâret ve bir medrese yaptirilmak suretiyle sehir adeta süslenmistir. Bu medresenin idaresi ile görevlendirilen sahsa da günde (yevmiye) seksen akça tahsis etmistir. O, bütün bu hayir isleri için genis vakiflar kurmak suretiyle bu eserlerin kiyamete kadar devam etmesini saglamaya çalismistir. O, bütün bunlarin yaninda Mekke ve Medine fukarasina dagitilmak üzere külliyetli miktarda "Sürre" göndermisti. O, saraya alinacak iç oglanlarina mahrec olmak üzere Galatasarayi'ni bina ile orada ilk defa bir mektep açtirmistir. Sultan Bâyezid'in, imar ve yapi isleri sadece bunlardan ibaret degildir. Babasinin, Seyh Ebu'l-Vefa için yaptirdigi gibi kendisi de Seyh Semseddin Buharî için bir tekke ve bir medrese insa ettirmistir. Keza o, Ergene Nehri üzerinde bir köprü yaptirmis olan büyükbabasina uyarak Osmancik'ta Kizil Irmak üzerinde dokuz, Sakarya üzerinde ondört,Gediz üzerinde de ondokuz kemerli birer köprü kurdurmak suretiyle ulasim ve yolculugun daha kolay ve rahat yapilmasini saglamaya çalismistir. Hicrî 9l5 (m. l509) senesinde Istanbul'da meydana gelen ve "Küçük Kiyamet" denilen zelzelede (deprem) Istanbul'un birçok evi, kale surlari, câmi, medrese vs. gibi binalari yikildigi için sehir harabe haline gelmisti.Sultan Bâyezid, hasarlarin tamamen izalesi için büyük gayretler sarfetmistir. Bu esnada padisah, bir müddet, tahtadan yapilmis bir evde oturmaya mecbur olmustu. Istanbul'da ahsab insaatin bu tarihten sonra yayildigi rivayet edilir. Bu büyük harabeyi yeniden sehir haline sokmak için o, 3000 bina ustasi ve dülgerden baska 77 bin isçi çalistirmak suretiyle kisa bir müddet içinde Istanbul'u âdeta yeniden insa etmistir. Onun, yapi isleri ile sadakalara verdigi ve kabarik bir yekun tutan paradan baska, (Hoca Saadeddin'in , II, 2l0) ifadesine göre 909 (m. l503) senesinde bu miktar 86.000 akçadir. Her yil, fakihlere, müftülere, müderrislere, kadiasker ve seyhlere külliyetli miktarda paraya balig olan hediyeler verdigi de bilinmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, II. Bâyezid dönemi, ilim, kültür ve hayir müesseselerinin insa edildigi, ilmî inkisâfin yüksek bir gelisme gösterdigi ve Islâm hukuku denilen fikhin bir bakima tedvin ve terakki ettigi bir devirdir. O dönem, askerî bakimdan deniz ve kara kuvvetlerinin emsalsiz bir kudrete ulastigi, insa ve imar islerinin büyük bir hiz kazandigi, güzel sanatlarda da büyük bir gelismenin kaydedildigi, bir toparlanma ve ilerleme devridir. Onun döneminde tipta bir Hekimsah, matematikte bir Mirim Çelebi, insa san'atinda (yazi, diplomatik ilmi, protokol) Tâci Beyzâde Cafer ve Sâdi Çelebiler, tarihçilikte bir Idris-i Bitlîsî ve Nesrî, hat san'atinda bir Seyh Hamdullah yetismistir. Bizzat kendisi, astronomi ve ser'î ilimlere merakli olup bu konularda genis bir bilgiye sahipti. Ilmî müesseseleri çogaltip ilim adamlarini etrafina toplamisti. Kendi döneminden itibaren Istanbul, Islâm âleminin ilim merkezi olmus ve bu serefi uzun müddet muhafaza etmistir. Onun, bazi tarihçiler tarafindan sönük kabul edilen devri, sadece parlak askerî zaferler isteyenlerce belki hakli görülebilir. Bununla beraber askerî basarilarin saglanmasi ve devaminin, ilmî, iktisadî ve idarî gelismelerin bir sonucu oldugu dikkate alinirsa, Bâyezid'in vücud verdigi tekâmülün, oglu ve torunu zamanindaki fetihlerin meydana gelmesinde önemli ve büyük bir rol oynadigi gözden kaçmayacaktir. Bu yüzden onun, Yavuz ve Kanunî dönemlerinin hazirlayicisi olarak düsünmek mümkündür.