2013-03-16 00:13
Tarih Haber / Teşkilatı Mahsusa nın tarihi
Teşkilatı Mahsusa nın tarihi
Orhan Koloğlu’nun kitabı, Teşkilatı Mahsusa’yı merak edenlere zengin bilgiler sunuyor. Geçmişte neyi nasıl yaptığımızı, neleri neden yapamadığımızı öğrenmek isteyen tarih meraklılarına ufuk açıyor. Ülkemizin en yetkin tarihçilerinden, en seçkin Cumhuriyet aydınlarından, en üretken araştırmacılarındandır Orhan Koloğlu. Tek başına âdeta bir enstitü, bir tarih kurumu, bir araştırma merkezi gibi çalışır. Heyecanını hiç yitirmez. Her çalışmasına genç bir doktora öğrencisiymiş gibi tutkuyla emek verir. Gazetecidir. Uzun yıllar basın ataşeliği yapmıştır. İki kez (1974’te ve 1978-1979’da) Basın Yayın Genel Müdürü olarak hizmet vermiştir. 1980 öncesinde Başbakan Bülent Ecevit’in dış politika danışmanlığını üstlenmiştir. Libya’da ve Türkiye’de çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yapmıştır. Kısacası çok yönlü bir kariyeri vardır. Osmanlı tarihi, özellikle de Abdülhamit dönemi en yoğun çalıştığı alanların başında gelir. İttihat Terakki’den Abdülhamit’in masonlarla ilişkilerine, Atatürk’ün 3. Dünya üzerindeki etkisinden Avrupa basınında Türk Kurtuluş Savaşı’nın nasıl yansıtıldığına, Jön Türklerden Basın Tarihi’ne, Türk – Arap ilişkilerinden İslam dünyasında çağdaşlaşmaya dek geniş bir alanda çalışır.
Curnalcilikten Teşkilatı Mahsusa’ya adlı son kitabında da çok iyi bildiği, çok çalıştığı, çok eser verdiği bir konuyu inceliyor Koloğlu. Teşkilatı Mahsusa’nın köklerine iniyor. Kimilerinin MİT’in atası saydıkları, kimilerinin Ergenekon’un kurucusu ilan ettikleri, kimilerinin derin devletle özdeşleştirdikleri, kimilerinin tüm kötülüklerin anası olarak gördükleri bu önemli örgütün tarihini mercek altına alıyor. Üstelik bu işi de, bu alanda kalem oynatan, söz söyleyen, yorum yapan pek çokları gibi kulaktan dolma, yüzeysel bilgilerle, sınırlı kaynaklarla yapmıyor. Hakkını veriyor. İşin kolayına kaçmıyor. Meseleyi temelinden, “curnal” teriminin tarihinden kavrıyor. Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluş sürecini, Çin’den Kafkaslara, İran’dan Hindistan’a dek nerelerde, neleri, nasıl yaptığını anlatıyor.
“Teşkilat”, “Fedai Zabitan”, “Umuru Şarkiye” gibi değişik isimlerle de anılan ve 1914’te, yani Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıl resmen kurulduğu öne sürülen Teşkilatı Mahsusa’nın varlığının daha eskilere, 1903 – 1907 yılları arasında dayandığına işaret ediyor. Kimi kaynaklarda 30 bin üyesi olduğu yazılan örgüt hakkındaki bilinmezleri, dahası farklı, hatta birbiriyle çelişen bilgileri sıralıyor. “İstihbarat örgütü mü? İhtilal örgütü mü? Askeri eylem örgütü mü?” sorularına yanıt arıyor. Doğrudan şahsına bağlı bir istihbarat teşkilatı kuran Sultan Abdülhamit’in curnal teşkilatına, istihbarata verdiği öneme değinirken, kimlere, niçin, ne zaman curnalci dendiğini anlatıyor. Hangi Jön Türklerin Abdülhamit tarafından maaşa bağlanarak mevki, makam, memuriyet verilerek devşirildiğini, etkisiz kılındığını, saf değiştirdiğini anımsatıyor. “Yıldız Rejimi”ne hizmet eden istihbarat sisteminin kuruluşunu, Meşrutiyet yandaşı örgütlerin çalışmalarını etkisiz kılmak için yaptıklarını sıralıyor.
İkinci Meşrutiyet öncesinde İttihatçıların nasıl haberleştiklerinden örnekler veren Koloğlu, 1908’e dek çoğunlukla Avrupa’da, Balkanlar’da ve Mısır’da örgütlenen Jön Türklerin sürgüne gönderilseler de, yurtdışına kaçsalar da hummalı bir faaliyet içinde olduklarını vurguluyor. Bir yandan da parasızlıkla boğuştuklarını, beş parasız biçimde örgütlenip yayın faaliyetinde bulunmaya çalıştıklarını belirtiyor. İstanbul ile haberleşmek için kapitülasyonların sağladığı imtiyazlardan yararlanan, Avrupa devletlerinin postanelerini kullanan, şifreli isimlerle haberleşen, kulüp kurmak yasak olduğundan Selanik’teki sahil kahvelerinde bir araya gelen İttihatçıların, toplanmak için mason localarından (mason olmayan İttihatçılar dahil) faydalandıklarını ifade ediyor.
Kuşçubaşı Eşref ve Enver Paşa
Olağanüstü bir “örgüt ustası” olan Talat Paşa’nın da, genç yaşta hızla yükselen Enver Paşa’nın da, Cemal Paşa’nın da (İttihat Terakki’nin lideri olan üç paşaya triumvira veya paşavat da denir) kendilerine bağlı kişisel istihbarat örgütleri kurduklarını anlatıyor Koloğlu. Teşkilat için Kuşçubaşı Eşref’in önemini kabul etmekle birlikte, onun örgütün kurucusu olduğu yönündeki iddiaya karşı çıkıyor. Kuşçubaşı Eşref’in Arap ve Kürt ayrılıkçı hareketleriyle yakınlığına dikkat çekiyor. Onun bir teşkilatçıdan ziyade, liderlik tutkusu içinde tek başına mücadele veren birisi olduğunu, istihbarat alanında merkezi bilgilendirme gibi bir yönünün bulunmadığını vurguluyor. Osmanlı Devleti’nin bütünlüğü konusunda İttihat Terakki ile aynı duyarlılığa sahip olmadığını, tersine Arap İhtilal Cemiyeti gibi ayrılıkçı bir girişime öncülük ettiğini ifade ediyor. Bu yüzden de âdeta İngilizlere hizmet ediyormuş durumuna düştüğünü anımsatarak, “1909’da 36 yaşındayken bütün eylemlerinden vazgeçip ticarete yönelmesi, geçmişinin bir bireysel macera süreci olduğunun farkına varmasıyla açıklanır ancak” diyor.
Koloğlu, Teşkilatı Mahsusa’nın gerçek kurucusu sayılan Enver Paşa’nın, 1911’de Trablusgarp Harbi dolayısıyla Kuşçubaşı Eşref’ten yararlanmayı tasarlamasını, Eşref’in özellikle Arap âlemi konusunda, İttihatçıların da bilmediği bilgilere sahip olmasına bağlıyor. Teşkilatı Mahsusa’nın, Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olduğu dönemde, 1914 yılında resmen kurulduğu öne sürülse de, devletin böyle bir örgüte çok daha önce gereksinim duyduğunu yazıyor. Orduyu temel alan bir örgütlenmeye Enver Paşa’nın daha önce başladığını, Teşkilatı Mahsusa’yı kurmasında Alman etkisinin önemli olduğunu söylüyor.
“Teşkilatı Mahsusa Ermenilere karşı kuruldu” şeklindeki teze karşı çıkan Koloğlu, Osmanlı’nın öncelikle Balkanlar ve Arap bölgelerinde yoğunlaştığını, bu zorlu ortamda Ermeni meselesinin ikinci planda kaldığını belirtiyor. İngiliz istihbaratıyla çetin bir mücadeleye giren örgütün başına, mütarekeden sonra Hüsamettin Ertürk’ü tayin ediyor Enver Paşa. Ve teşkilat kısa süre sonra Karakol Cemiyeti’ne dönüşüyor. İttihatçı kadrolar ve Karakol Cemiyeti, Milli Mücadele’ye her türlü katkıyı, en büyük desteği veriyorlar. Ama Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Kuvayı Milliye örgütlenmesi ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile tam olarak da iç içe geçmiyorlar. Hatta aralarında kimi anlaşmazlıklar da yaşanıyor. Gazi, önde gelen İttihatçı kadrolara, özellikle de Enver Paşa ile bağını sürdürenlere karşı mesafeli duruyor. Maceracılığa ve iki başlılığa karşı tavır alıyor. Mücadelenin çatı örgütünün Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olduğunu, millet iradesinin TBMM’de vücut bulduğunu vurguluyor. Karakol Cemiyeti liderlerinden Kara Vasıf Bey’e, teşkilatın ilga ve iptal edildiğini sert bir ifadeyle söylüyor. Sonrasında da çeteci değil, istihbaratçı bir kuruluş olarak Milli Müdafaa Grubu (M.M) faaliyete geçiyor.
Koloğlu’nun kitabı, Teşkilatı Mahsusa’yı merak edenlere zengin bilgiler sunuyor. Geçmişte neyi nasıl yaptığımızı, neleri neden yapamadığımızı öğrenmek isteyen tarih meraklılarına ufuk açıyor.
Curnalcilikten Teşkilatı Mahsusa’ya adlı son kitabında da çok iyi bildiği, çok çalıştığı, çok eser verdiği bir konuyu inceliyor Koloğlu. Teşkilatı Mahsusa’nın köklerine iniyor. Kimilerinin MİT’in atası saydıkları, kimilerinin Ergenekon’un kurucusu ilan ettikleri, kimilerinin derin devletle özdeşleştirdikleri, kimilerinin tüm kötülüklerin anası olarak gördükleri bu önemli örgütün tarihini mercek altına alıyor. Üstelik bu işi de, bu alanda kalem oynatan, söz söyleyen, yorum yapan pek çokları gibi kulaktan dolma, yüzeysel bilgilerle, sınırlı kaynaklarla yapmıyor. Hakkını veriyor. İşin kolayına kaçmıyor. Meseleyi temelinden, “curnal” teriminin tarihinden kavrıyor. Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluş sürecini, Çin’den Kafkaslara, İran’dan Hindistan’a dek nerelerde, neleri, nasıl yaptığını anlatıyor.
“Teşkilat”, “Fedai Zabitan”, “Umuru Şarkiye” gibi değişik isimlerle de anılan ve 1914’te, yani Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıl resmen kurulduğu öne sürülen Teşkilatı Mahsusa’nın varlığının daha eskilere, 1903 – 1907 yılları arasında dayandığına işaret ediyor. Kimi kaynaklarda 30 bin üyesi olduğu yazılan örgüt hakkındaki bilinmezleri, dahası farklı, hatta birbiriyle çelişen bilgileri sıralıyor. “İstihbarat örgütü mü? İhtilal örgütü mü? Askeri eylem örgütü mü?” sorularına yanıt arıyor. Doğrudan şahsına bağlı bir istihbarat teşkilatı kuran Sultan Abdülhamit’in curnal teşkilatına, istihbarata verdiği öneme değinirken, kimlere, niçin, ne zaman curnalci dendiğini anlatıyor. Hangi Jön Türklerin Abdülhamit tarafından maaşa bağlanarak mevki, makam, memuriyet verilerek devşirildiğini, etkisiz kılındığını, saf değiştirdiğini anımsatıyor. “Yıldız Rejimi”ne hizmet eden istihbarat sisteminin kuruluşunu, Meşrutiyet yandaşı örgütlerin çalışmalarını etkisiz kılmak için yaptıklarını sıralıyor.
İkinci Meşrutiyet öncesinde İttihatçıların nasıl haberleştiklerinden örnekler veren Koloğlu, 1908’e dek çoğunlukla Avrupa’da, Balkanlar’da ve Mısır’da örgütlenen Jön Türklerin sürgüne gönderilseler de, yurtdışına kaçsalar da hummalı bir faaliyet içinde olduklarını vurguluyor. Bir yandan da parasızlıkla boğuştuklarını, beş parasız biçimde örgütlenip yayın faaliyetinde bulunmaya çalıştıklarını belirtiyor. İstanbul ile haberleşmek için kapitülasyonların sağladığı imtiyazlardan yararlanan, Avrupa devletlerinin postanelerini kullanan, şifreli isimlerle haberleşen, kulüp kurmak yasak olduğundan Selanik’teki sahil kahvelerinde bir araya gelen İttihatçıların, toplanmak için mason localarından (mason olmayan İttihatçılar dahil) faydalandıklarını ifade ediyor.
Kuşçubaşı Eşref ve Enver Paşa
Olağanüstü bir “örgüt ustası” olan Talat Paşa’nın da, genç yaşta hızla yükselen Enver Paşa’nın da, Cemal Paşa’nın da (İttihat Terakki’nin lideri olan üç paşaya triumvira veya paşavat da denir) kendilerine bağlı kişisel istihbarat örgütleri kurduklarını anlatıyor Koloğlu. Teşkilat için Kuşçubaşı Eşref’in önemini kabul etmekle birlikte, onun örgütün kurucusu olduğu yönündeki iddiaya karşı çıkıyor. Kuşçubaşı Eşref’in Arap ve Kürt ayrılıkçı hareketleriyle yakınlığına dikkat çekiyor. Onun bir teşkilatçıdan ziyade, liderlik tutkusu içinde tek başına mücadele veren birisi olduğunu, istihbarat alanında merkezi bilgilendirme gibi bir yönünün bulunmadığını vurguluyor. Osmanlı Devleti’nin bütünlüğü konusunda İttihat Terakki ile aynı duyarlılığa sahip olmadığını, tersine Arap İhtilal Cemiyeti gibi ayrılıkçı bir girişime öncülük ettiğini ifade ediyor. Bu yüzden de âdeta İngilizlere hizmet ediyormuş durumuna düştüğünü anımsatarak, “1909’da 36 yaşındayken bütün eylemlerinden vazgeçip ticarete yönelmesi, geçmişinin bir bireysel macera süreci olduğunun farkına varmasıyla açıklanır ancak” diyor.
Koloğlu, Teşkilatı Mahsusa’nın gerçek kurucusu sayılan Enver Paşa’nın, 1911’de Trablusgarp Harbi dolayısıyla Kuşçubaşı Eşref’ten yararlanmayı tasarlamasını, Eşref’in özellikle Arap âlemi konusunda, İttihatçıların da bilmediği bilgilere sahip olmasına bağlıyor. Teşkilatı Mahsusa’nın, Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olduğu dönemde, 1914 yılında resmen kurulduğu öne sürülse de, devletin böyle bir örgüte çok daha önce gereksinim duyduğunu yazıyor. Orduyu temel alan bir örgütlenmeye Enver Paşa’nın daha önce başladığını, Teşkilatı Mahsusa’yı kurmasında Alman etkisinin önemli olduğunu söylüyor.
“Teşkilatı Mahsusa Ermenilere karşı kuruldu” şeklindeki teze karşı çıkan Koloğlu, Osmanlı’nın öncelikle Balkanlar ve Arap bölgelerinde yoğunlaştığını, bu zorlu ortamda Ermeni meselesinin ikinci planda kaldığını belirtiyor. İngiliz istihbaratıyla çetin bir mücadeleye giren örgütün başına, mütarekeden sonra Hüsamettin Ertürk’ü tayin ediyor Enver Paşa. Ve teşkilat kısa süre sonra Karakol Cemiyeti’ne dönüşüyor. İttihatçı kadrolar ve Karakol Cemiyeti, Milli Mücadele’ye her türlü katkıyı, en büyük desteği veriyorlar. Ama Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Kuvayı Milliye örgütlenmesi ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile tam olarak da iç içe geçmiyorlar. Hatta aralarında kimi anlaşmazlıklar da yaşanıyor. Gazi, önde gelen İttihatçı kadrolara, özellikle de Enver Paşa ile bağını sürdürenlere karşı mesafeli duruyor. Maceracılığa ve iki başlılığa karşı tavır alıyor. Mücadelenin çatı örgütünün Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olduğunu, millet iradesinin TBMM’de vücut bulduğunu vurguluyor. Karakol Cemiyeti liderlerinden Kara Vasıf Bey’e, teşkilatın ilga ve iptal edildiğini sert bir ifadeyle söylüyor. Sonrasında da çeteci değil, istihbaratçı bir kuruluş olarak Milli Müdafaa Grubu (M.M) faaliyete geçiyor.
Koloğlu’nun kitabı, Teşkilatı Mahsusa’yı merak edenlere zengin bilgiler sunuyor. Geçmişte neyi nasıl yaptığımızı, neleri neden yapamadığımızı öğrenmek isteyen tarih meraklılarına ufuk açıyor.