2013-07-03 22:25
Tarih Haber / Yavuz Sultan Selim ve Yahudiler 1465-1520
Yavuz Sultan Selim ve Yahudiler 1465-1520
Ölümünden neredeyse 500 yıl sonra gündeme gelmek şansını veya belki şansızlığını yakalayan Osmanlı Devleti’nin en yavuz sultanına, başka bir açıdan bakmaya sizi davet ediyorum.
Hayatı, savaşları, fetihleri geniş bir şekilde incelendi. Ben de bu ünlü padişahın Sefarad Yahudileri ile olan ilişkilerinden bahsetmek isterim.
31 Mart 1492 tarihinde, evlilikleri ile İspanya’yı tek bir ülke olarak birleştirmiş olan Aragon’lu Ferdinand ve Kastilya’lı Isabella, ülkelerinin birlikteliğini daha fazla pekiştirmek uğruna, meşum Elhamra Kararnamesi’ni ilan ederler. Los Reyes Catolicos (Katolik krallar) olarak tanınacak bu kararname ile Kral ve Kraliçe ülkelerinde oturan tüm Yahudilere altı ay içerisinde ya din değiştirmeyi veya İspanya’yı terk etmeyi emrederler.
Ama çoğu Yahudi için din değiştirmek söz konusu bile değildi ve gidebilecekleri bir yer arıyorlardı. İşte o sırada II. Beyazıt cesur ve akıllı bir karar verir; Osmanlı Devleti’nin kapılarını bu kişilere açar ve İspanya Yahudileri Endülüs’ten getirdikleri üstün kültürleri, teknik bilgi ve becerileri ile gelirler.
20. asrın başında İstanbul’da görev yapmış ve Hıristiyan olan bir İngiliz elçilik sekreterinin (George Young) aşağıdaki yorumu Osmanlı’ya sığınanların getirilerini çok somut bir halde önümüze koymaktadır:
“Mülteci Yahudiler bilhassa, doktor, maliyeci, tercüman, top döküm ustaları ve topçu erleri olarak uzmanlaşmışlardı. Yeni tip barutun imali (kara barut) ve hafif topların dökülmesiyle, Osmanlı İmparatorluğu’na çok büyük hizmetlerde bulunmuşlardı. Diğer bir deyimle, dini safiyet adına İspanya’dan kovduklarımızı, Osmanlı’ya vererek en önemli yeteneklerimizi ve silahlarımızı, Hıristiyanlığın en büyük düşmanının ellerine teslim ettik.”1
Bu görüşün ne kadar doğru olduğu özellikle Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkmasından itibaren kanıtlanmaya başladı.
Sultan, tahta geçer geçmez, babasının hekimi olan Josef Amon’u saray hekimbaşısı olarak atadı. Hemen ardından, başta mali işler olmak üzere, muhtelif devlet işlerinin başına İspanya ve Portekiz’den gelen Yahudi uzmanları getirdi. (Evliya Çelebi Yahudi kökenli defterdar Abdül Selam Efendi’den sitayişle bahseder.) Ve bu tayinlerin neticesi kısa zamanda alındı.
Tüm tarihçiler, Sultan Selim devrinde, özellikle imparatorluğun mali durumunun bir daha erişilemeyecek seviyede düzeldiğini ve Osmanlı hazinesinin bir daha görülemeyecek şekilde zenginleştiğinde mutabıktırlar.2
Askeri alanda da Sefaradların katkıları bilgileri ve buluşları etkin olmuştu. Çaldıran Savaşı’nda3 kullanılan hafif ve yüksek manevra kabiliyetli toplar, misket tüfekleri (arquebuse), Safevi hükümdarı Şah İsmail’in ordusunun çok kısa zamanda dağılmasında önemli rol oynamıştı. (Çaldıran Savaşı evveli ve sonraları Alevilerle yaşanan kanlı olaylara, konumuz dışı olduğundan değinmeyeceğim4.)
Merc-i Dabık Savaşı’ndan5 bir yıl sonra yapılan Ridaniye muharebesi6, taktik ve stratejik bilgilerin ve yine hafif silahların, kesin neticenin alınmasındaki rolünü açıkça ortaya koydu. Memluk ordusu ile Osmanlı ordusu denk kuvvetlere sahiplerdi. Memluklar Venediklilerden yeni satın aldıkları topları savaş meydanına sürmüşler ve Selim’in ordularını bekledikleri yöne sabitlemişlerdi. Ancak Selim, o tarihte inanılması ve yapılması imkânsız sayılan bir manevra ile Sina Çölü’nü beş günde geçerek, Memluk ordusunu tam arkadan çevirmişti. Ve şaşkın, silah eşitliğini kaybetmiş, Memluk ordusu birkaç saat içinde yok edilmişti.
Bu iki savaştan sonra, Suriye, Filistin, Hicaz ve Mısır, Osmanlı hâkimiyeti altına girmiş, Mısır’a valiler atanmaya başlanmıştır. Yavuz Selim her valinin yanına, bir nevi mali işlerden sorumlu vekil olarak, mutlaka bir Yahudi maliyecinin tayin edilmesini şart koşmuştu. Bu gelenek ondan sonraki hükümdarlar tarafından da sürdürüldü.
Kudüs’ü ziyaretinden sonra, o zamana kadar tüm işgalci ülkeler tarafından sürdürülen bir yasağı da kaldırarak Yahudileri, tarihi topraklarına yerleşmeye davet etti. (Ondan sona gelen padişahlar da bu uygulamayı devam ettirdiler.)
Bunun neticesi olarak Tiberiade ve bilhassa Safed cemaatleri katlanarak büyümüş ve Safed şehri Yahudilerin önemli bir dini, felsefi ve tasavvuf merkezi haline gelmişti.
Eşi Hazfa Sultan’ın Yahudi kökeni de bu kararlarını etkilemiş olabilir.7 Hazfa Sultan’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi olması ve özelikle ‘Muhteşem’ Süleyman’ın annesine gösterdiği saygı ve hürmet, her önemli kararlarda da annesine danışması, Hazfa Sultan’ın önemini ortaya koymakta.
Çok yaygın olarak zikredilen aşağıdaki rivayet, Yavuz’un bakış açısını ve adalete bağlılığını açığa çıkarmakta:
“Mısır seferine çıkmadan evvel, Sultan Selim bir Yahudi tüccardan borç almıştı. Alacaklı kişi, Padişah seferden dönmeden vefat edince, zamanın defterdarı Sultan’a bir müzekkere sunmuş ve borcu ödemekle artık mükellef olmadığı şeklinde bir öneri getirmişti. Bu yazıyı alan hünkâr altına şu notu düşerek defterdara iade etmişti:
“MERHUMA RAHMET, YETİMLERİNE AFİYET, MALINA BEREKET, GAMMAZA LANET8”
Bu olağanüstü padişah, sıra dışı devlet adamı, bir nevi çıban olarak nitelenen şirpençe hastalığına yakalanmasıyla, 47 yaşında hayata veda etti. Ve oğlunun yaptırdığı, çok mütevazı Yavuz Selim Camii’nin yanındaki türbesine gömüldü.
Hayatı, savaşları, fetihleri geniş bir şekilde incelendi. Ben de bu ünlü padişahın Sefarad Yahudileri ile olan ilişkilerinden bahsetmek isterim.
31 Mart 1492 tarihinde, evlilikleri ile İspanya’yı tek bir ülke olarak birleştirmiş olan Aragon’lu Ferdinand ve Kastilya’lı Isabella, ülkelerinin birlikteliğini daha fazla pekiştirmek uğruna, meşum Elhamra Kararnamesi’ni ilan ederler. Los Reyes Catolicos (Katolik krallar) olarak tanınacak bu kararname ile Kral ve Kraliçe ülkelerinde oturan tüm Yahudilere altı ay içerisinde ya din değiştirmeyi veya İspanya’yı terk etmeyi emrederler.
Ama çoğu Yahudi için din değiştirmek söz konusu bile değildi ve gidebilecekleri bir yer arıyorlardı. İşte o sırada II. Beyazıt cesur ve akıllı bir karar verir; Osmanlı Devleti’nin kapılarını bu kişilere açar ve İspanya Yahudileri Endülüs’ten getirdikleri üstün kültürleri, teknik bilgi ve becerileri ile gelirler.
20. asrın başında İstanbul’da görev yapmış ve Hıristiyan olan bir İngiliz elçilik sekreterinin (George Young) aşağıdaki yorumu Osmanlı’ya sığınanların getirilerini çok somut bir halde önümüze koymaktadır:
“Mülteci Yahudiler bilhassa, doktor, maliyeci, tercüman, top döküm ustaları ve topçu erleri olarak uzmanlaşmışlardı. Yeni tip barutun imali (kara barut) ve hafif topların dökülmesiyle, Osmanlı İmparatorluğu’na çok büyük hizmetlerde bulunmuşlardı. Diğer bir deyimle, dini safiyet adına İspanya’dan kovduklarımızı, Osmanlı’ya vererek en önemli yeteneklerimizi ve silahlarımızı, Hıristiyanlığın en büyük düşmanının ellerine teslim ettik.”1
Bu görüşün ne kadar doğru olduğu özellikle Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkmasından itibaren kanıtlanmaya başladı.
Sultan, tahta geçer geçmez, babasının hekimi olan Josef Amon’u saray hekimbaşısı olarak atadı. Hemen ardından, başta mali işler olmak üzere, muhtelif devlet işlerinin başına İspanya ve Portekiz’den gelen Yahudi uzmanları getirdi. (Evliya Çelebi Yahudi kökenli defterdar Abdül Selam Efendi’den sitayişle bahseder.) Ve bu tayinlerin neticesi kısa zamanda alındı.
Tüm tarihçiler, Sultan Selim devrinde, özellikle imparatorluğun mali durumunun bir daha erişilemeyecek seviyede düzeldiğini ve Osmanlı hazinesinin bir daha görülemeyecek şekilde zenginleştiğinde mutabıktırlar.2
Askeri alanda da Sefaradların katkıları bilgileri ve buluşları etkin olmuştu. Çaldıran Savaşı’nda3 kullanılan hafif ve yüksek manevra kabiliyetli toplar, misket tüfekleri (arquebuse), Safevi hükümdarı Şah İsmail’in ordusunun çok kısa zamanda dağılmasında önemli rol oynamıştı. (Çaldıran Savaşı evveli ve sonraları Alevilerle yaşanan kanlı olaylara, konumuz dışı olduğundan değinmeyeceğim4.)
Merc-i Dabık Savaşı’ndan5 bir yıl sonra yapılan Ridaniye muharebesi6, taktik ve stratejik bilgilerin ve yine hafif silahların, kesin neticenin alınmasındaki rolünü açıkça ortaya koydu. Memluk ordusu ile Osmanlı ordusu denk kuvvetlere sahiplerdi. Memluklar Venediklilerden yeni satın aldıkları topları savaş meydanına sürmüşler ve Selim’in ordularını bekledikleri yöne sabitlemişlerdi. Ancak Selim, o tarihte inanılması ve yapılması imkânsız sayılan bir manevra ile Sina Çölü’nü beş günde geçerek, Memluk ordusunu tam arkadan çevirmişti. Ve şaşkın, silah eşitliğini kaybetmiş, Memluk ordusu birkaç saat içinde yok edilmişti.
Bu iki savaştan sonra, Suriye, Filistin, Hicaz ve Mısır, Osmanlı hâkimiyeti altına girmiş, Mısır’a valiler atanmaya başlanmıştır. Yavuz Selim her valinin yanına, bir nevi mali işlerden sorumlu vekil olarak, mutlaka bir Yahudi maliyecinin tayin edilmesini şart koşmuştu. Bu gelenek ondan sonraki hükümdarlar tarafından da sürdürüldü.
Kudüs’ü ziyaretinden sonra, o zamana kadar tüm işgalci ülkeler tarafından sürdürülen bir yasağı da kaldırarak Yahudileri, tarihi topraklarına yerleşmeye davet etti. (Ondan sona gelen padişahlar da bu uygulamayı devam ettirdiler.)
Bunun neticesi olarak Tiberiade ve bilhassa Safed cemaatleri katlanarak büyümüş ve Safed şehri Yahudilerin önemli bir dini, felsefi ve tasavvuf merkezi haline gelmişti.
Eşi Hazfa Sultan’ın Yahudi kökeni de bu kararlarını etkilemiş olabilir.7 Hazfa Sultan’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi olması ve özelikle ‘Muhteşem’ Süleyman’ın annesine gösterdiği saygı ve hürmet, her önemli kararlarda da annesine danışması, Hazfa Sultan’ın önemini ortaya koymakta.
Çok yaygın olarak zikredilen aşağıdaki rivayet, Yavuz’un bakış açısını ve adalete bağlılığını açığa çıkarmakta:
“Mısır seferine çıkmadan evvel, Sultan Selim bir Yahudi tüccardan borç almıştı. Alacaklı kişi, Padişah seferden dönmeden vefat edince, zamanın defterdarı Sultan’a bir müzekkere sunmuş ve borcu ödemekle artık mükellef olmadığı şeklinde bir öneri getirmişti. Bu yazıyı alan hünkâr altına şu notu düşerek defterdara iade etmişti:
“MERHUMA RAHMET, YETİMLERİNE AFİYET, MALINA BEREKET, GAMMAZA LANET8”
Bu olağanüstü padişah, sıra dışı devlet adamı, bir nevi çıban olarak nitelenen şirpençe hastalığına yakalanmasıyla, 47 yaşında hayata veda etti. Ve oğlunun yaptırdığı, çok mütevazı Yavuz Selim Camii’nin yanındaki türbesine gömüldü.