2016-02-20 00:07
Tarih Haber / Osmanlı Devleti nin kırmızı kitabı
Osmanlı Devleti nin kırmızı kitabı
Avrupa, kendi aralarındaki birleşmeyi, I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlıya; II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’ya borçludur. (*) Avrupalılar, Osmanlıyı bitirdiklerinde (aslında kendilerini de bitirirler) kendilerini tekrar (dünya) savaşları içinde bulurlar. Bu da Osmanlının bir intikamı olsa gerek!
…
Osmanlı dış politikası, sürekli ve akla uygun temellere oturtularak, İmparatorluğun her eyleminde gözlenebilen bir sistem durumuna getirilmiştir. Bu politika, Hükümdarlar ve sadrazam (başbakanlar) üzerinden, ‘İmparatorluğun Dehası’ olarak birbirine aktarılarak sürdürülmüştür.
**
"Osmanlı Devleti’nin Asya Politikası
Kanuni Sultan Süleyman döneminde devletin yapısı ile birlikte, dış politika ile ilgili anlayışı da kurumsallaşmıştır. Devletin Asya Politikası ana hatları ile;
“Doğu’da Amuderya kıyılarından Nil’e, Kırım Türklerinden Afrika batısına kadar bütün Müslüman toplulukları fethetmek ve bünyesine almak, onları İstanbul’daki padişahın eli altında az çok düzenli bir topluluk halinde toplamak; halifelerin evrensel ve dinsel egemenliklerini Osmanlıların askeri ve siyasal çıkarlarında kullanmak; bu amaçla Mısır’ı ilhak etmek, Suriye’yi topraklarına katmak, yarı barbar güçleri egemenliğine almak, Karadeniz ile Hazar Denizi kıyısındaki Gürcü, Çerkez, Kafkas ve Türk aşietlerini, yerine göre kendisine bağlanak, ayaklandırmak ya da koruması altına almak; Kızıldeniz’de bir donanma oluşturarak hem Arabistan’ın iki kıyısına egemen olabilmek, hem de Hintli Müslümanlara Osmanlıların adını ve silahını götürmek; böylece, Asya’da Osmanlilarla boy ölçüşebilecek tek savaşçı ve Müslüman güç olan İran’ı kuşatmak
Ve orada, İslam’ın dinsel birliği ile uyuşmazlık gösteren Şiiliği ortadan kaldırmak bahanesiyle bütün İran’ı bağlı devlet ya da harabe haline getirmek.
Bundan böyle Asya’da, Hıristiyan da olsa Osmanlı İmparatorluğu’nun bu evrenselliğine katılmak isteyen her topluluğa barış, hoşgörü sağlamak ve güven vermek. İşte Divan’ın politikası buydu. Halifelik, fetihlere renk katıyordu.
Avrupa Politikası
Devletin bu dış politikası Avrupa’da daha değişik uygulanıyordu. Politika Osmanlı İmparatorluğu’nun Ege Adaları ve Tuna ötesinde sürdürdüğü yayılma isteklerine karşı gösterilen kolaylıklara ya da direnmelere göre değişiklikler gösteriyordu.
Tutucu güçlerin Tuna’nın ötesinde Osmanlı ordularına karşı gösterdikleri yurtseverlik engelleri Kanuni Sultan Süleyman’i ve haleflerini Batı’nın fethinden vazgeçirmiştir.
Birkaç kez Macar ovalarını ordularıyla doldurmuşlar, Hunyad’in önünde gerilemişler, Varna’da savaşlar vermişlerdi.
Bu kadar uğraşmaları yalnızca topraklarını sınırsız bir biçimde genişletmek değil, İslam toprağının selametini sağlamak içindir.
Bir kez girişilen, sonra bir kez daha denenecek olan Viyana kuşatması sırasında, Almanya’nın çağrısı üzerine İtalya, İspanya, Fransa ve İngiltere’de yankılar yapan Hıristiyan ırkların Batılı yurtseverliğini fark etmişlerdir.
Osmanlıların Tuna’nın ötesinde uygulamaya çalıştıkları ihtirasları ile yaydıkları Islamiyete karşı Hristiyan güçler öyle sağlam bir anlaşma yapmışlardı ki, artık Osmanlılar Avrupa’da bir adım bile ilerleyemez duruma gelmişti.
Divan ve Sultan Süleyman sonunda bu tehlikeyi (Avrupa’nın aralarında birleşmesini) anlamıştır. Onun için Almanya’nın istilasından ya tamamen vazgeçmişler, ya da bunu daha uygun başka bir zamana bırakmışlardır.
Avrupa’da Osmanlı politikası saldırgan değil savunucu, İslamiyet’i yayıcı değil, yumuşak başlı olmuştur.
Divan’ın bu Avrupa politikası Kanuni Sultan Süleyman ile vezirlerinin uygulamaya çalıştıkları sistemin temelini oluşturan açık davranışlarla belirlenmiştir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
-Tuna’nın sağ kıyısı ile Balkan boğazları arasında yer alan Belgrad gibi imparatorluğa, zapt edilmesi mümkün olmayan müstahkem mevkiler sağlamak, kuvvet kullanarak ve kişilerin çıkarlarına seslenerek Tuna’nın öteki tarafında Alman bloğundan koparılmış ittifakı korumak ve bu ittifaktan Osmanlı koruması ve etkisi altında bir Tuna konfederasyonu ortaya çıkarmak; bu düşünceye bağlı olarak Macar Krallığı’nı Osmanlı Devleti’ne bağımlı bir prenslik haline getirme.
Macar Krallığı’nın Almanya’ya çarşı olan antipatisinden yararlanarak onun müstahkem mevkilerini, savaş alanlarını, ordularını kullanmak.
Eflâk ile Boğdan’ı din olarak Hristiyan, fakat milliyet olarak Osmanlı yapan iki bağımlı eyalet durumuna getirmek.
Kaygılı ve başıbozuk Lehistan’ı, bir yandan Almanya’ya, öte yandan Rusya’ya karşı kışkırtmak ve koruma altına almak.
O sıralar Avrupa ile Asya arasında bocalayan bir güç olan ve ilerde son derece yararlı bir müttefik olabileceği gibi, tehlikeli bir düşman da olabilecek olan Ruslarla iyi geçinmek.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa politikasına göz atmayı sürdürelim:
Savaşmak yerine Alman imparatorlarıyla müzakerelere girişmek; Macaristan ile Lehistan’a egemen olamamaktan dolayı rahatsız durumda bulunan Viyana Sarayı’nı, Osmanlıların Adriyatik kıyılarından yukarı tırmanmalarına göz yumup yummayacağına göre sürekli barış ve savaşla oyalamak.
Tuna üzerinde elde edilen bu kuvvetli durumdan yararlanarak Makedonya’dan Venedik’e kadar uzanan dağlık bölgeyi sebatla fethetmek ve millileştirmek.
Arnavutluk’u, Sırbistan’ı, Yunanistan’ı, Dalmaçya’yı, İlirya’yi, Güney Avusturya’yi, Bosna’yı, Hırvatistan’ı ve Yunan adalarını sağlam bir biçimde Osmanlı topraklarına katmak, Venedik devletini Venedik kentine kadar sararak Osmanlı toprakları içinde hapsetmek ve böylece bu devletin hâlâ Osmanlılardan sakındığı Mora Yarımadasındaki limanları, Girit ve Kıbrıs adalarını olgun birer meyve gibi toplamak.(1)
Almanya ve Fransa Politikaları
Bu hedeflerle hareket eden Divan’ın politikası her ne pahasına olursa olsun Alman imparatorları ile Venediklilerin anlaşmalarını önlemek ve yerine göre imparatorluğa karşı cumhuriyeti, ya da cumhuriyete karşı imparatorluğu desteklemek oluyordu. Bu iki seçenekli politikada Venedik Cumhuriyeti Alman İmparatorluğu tarafından Macaristan’da barış elde edebilmek amacıyla Osmanlılara satılana kadar sürdü.
Fransa ile Dostluk
Öteki Avrupalı güçlere uygulanan politika şöyleydi:
Bunların karşı bir ittifaka girerek Osmanlılari Tuna’nın, hatta Boğaz’ın ötesine atabilecek bir duruma gelmelerini önlemekti. Bu güçlerin aralarındaki antipati, rekabet ve özellikle Avusturya ile Fransa hanedanlarının amansız çekişmeleri, Divan’ın bu politikasına çok yarıyordu.
İngiltere’ye ilgi, İspanya’ya iyi niyet, Fransa’ya sağlam bir dostluk, Osmanlıların uzun vadeli politikalarının gerekleri ve güvenceleriydi.
Hıristiyan halk ve devletlerine bu politikayi kabul ettirebilmek için, Haçlı Seferleri’nden beri Doğu’da ve Batı’da adeta ikinci bir milli duygu durumuna gelmiş olan dinsel zıtlaşmayı yavaş yavaş ortadan kaldırmak gerekiyordu. (2)
...
Zaten Kuranıkerim de fethedilen ve koruma altına alınan topluluklara öyle davranılması gerektiğini söylemektedir. Kanuni Sultan Süleyman da liberal politikasıyla Boğdan, Eflâk, Macaristan, Yunanistan, Suriye ve hatta İstanbul’da benzer davranışlarda bulunmuştur.
Din farkı, Hıristiyanların uygar ve politik bazı hakları kaybetmesine neden olurken, onların Hıristiyan halkın kişiliklerine, geleneklerine, malları ile vicdanlarına herhangi bir baskıya izin vermemektedir. ‘
Osmanlı İmparatorluğu inançlarla değil, hükümdarlarla savaşırdı. Dinini inkâr etmeden onunla ittifak yapmak çok kolaydı. (3)
**
Osmanlı Devleti’nin Dış Politikası ile ilgili yazıyı sonlandırırken, bu kadim politikayı dikkate almayarak imparatorluğun ipini çekerek parçalanmasına neden olan Enver Paşa ve arkadaşlarının tahtan indirerek gözaltında yaşattıkları II. Abdülhamid’le aralarında geçen konuşmayı aktarıyoruz.
(1917-1918'de) Sadrazam olan Talat Paşa ile Harbiye nâzırı ve Başkumandan vekili Enver Paşa içinde bulundukları zor durum nedeniyle görüş almak üzere gözaltındaki Sultan II. Hamid’i ziyaret ederler.
Sultan Onları dinledikten, meseleyi anladıktan sonra şunları söyler:
“Bir kere, ne yapıp edip bu harbe girmemeniz gerekirdi; girdiniz.
Saniyen, mecbur....
…
Osmanlı dış politikası, sürekli ve akla uygun temellere oturtularak, İmparatorluğun her eyleminde gözlenebilen bir sistem durumuna getirilmiştir. Bu politika, Hükümdarlar ve sadrazam (başbakanlar) üzerinden, ‘İmparatorluğun Dehası’ olarak birbirine aktarılarak sürdürülmüştür.
**
"Osmanlı Devleti’nin Asya Politikası
Kanuni Sultan Süleyman döneminde devletin yapısı ile birlikte, dış politika ile ilgili anlayışı da kurumsallaşmıştır. Devletin Asya Politikası ana hatları ile;
“Doğu’da Amuderya kıyılarından Nil’e, Kırım Türklerinden Afrika batısına kadar bütün Müslüman toplulukları fethetmek ve bünyesine almak, onları İstanbul’daki padişahın eli altında az çok düzenli bir topluluk halinde toplamak; halifelerin evrensel ve dinsel egemenliklerini Osmanlıların askeri ve siyasal çıkarlarında kullanmak; bu amaçla Mısır’ı ilhak etmek, Suriye’yi topraklarına katmak, yarı barbar güçleri egemenliğine almak, Karadeniz ile Hazar Denizi kıyısındaki Gürcü, Çerkez, Kafkas ve Türk aşietlerini, yerine göre kendisine bağlanak, ayaklandırmak ya da koruması altına almak; Kızıldeniz’de bir donanma oluşturarak hem Arabistan’ın iki kıyısına egemen olabilmek, hem de Hintli Müslümanlara Osmanlıların adını ve silahını götürmek; böylece, Asya’da Osmanlilarla boy ölçüşebilecek tek savaşçı ve Müslüman güç olan İran’ı kuşatmak
Ve orada, İslam’ın dinsel birliği ile uyuşmazlık gösteren Şiiliği ortadan kaldırmak bahanesiyle bütün İran’ı bağlı devlet ya da harabe haline getirmek.
Bundan böyle Asya’da, Hıristiyan da olsa Osmanlı İmparatorluğu’nun bu evrenselliğine katılmak isteyen her topluluğa barış, hoşgörü sağlamak ve güven vermek. İşte Divan’ın politikası buydu. Halifelik, fetihlere renk katıyordu.
Avrupa Politikası
Devletin bu dış politikası Avrupa’da daha değişik uygulanıyordu. Politika Osmanlı İmparatorluğu’nun Ege Adaları ve Tuna ötesinde sürdürdüğü yayılma isteklerine karşı gösterilen kolaylıklara ya da direnmelere göre değişiklikler gösteriyordu.
Tutucu güçlerin Tuna’nın ötesinde Osmanlı ordularına karşı gösterdikleri yurtseverlik engelleri Kanuni Sultan Süleyman’i ve haleflerini Batı’nın fethinden vazgeçirmiştir.
Birkaç kez Macar ovalarını ordularıyla doldurmuşlar, Hunyad’in önünde gerilemişler, Varna’da savaşlar vermişlerdi.
Bu kadar uğraşmaları yalnızca topraklarını sınırsız bir biçimde genişletmek değil, İslam toprağının selametini sağlamak içindir.
Bir kez girişilen, sonra bir kez daha denenecek olan Viyana kuşatması sırasında, Almanya’nın çağrısı üzerine İtalya, İspanya, Fransa ve İngiltere’de yankılar yapan Hıristiyan ırkların Batılı yurtseverliğini fark etmişlerdir.
Osmanlıların Tuna’nın ötesinde uygulamaya çalıştıkları ihtirasları ile yaydıkları Islamiyete karşı Hristiyan güçler öyle sağlam bir anlaşma yapmışlardı ki, artık Osmanlılar Avrupa’da bir adım bile ilerleyemez duruma gelmişti.
Divan ve Sultan Süleyman sonunda bu tehlikeyi (Avrupa’nın aralarında birleşmesini) anlamıştır. Onun için Almanya’nın istilasından ya tamamen vazgeçmişler, ya da bunu daha uygun başka bir zamana bırakmışlardır.
Avrupa’da Osmanlı politikası saldırgan değil savunucu, İslamiyet’i yayıcı değil, yumuşak başlı olmuştur.
Divan’ın bu Avrupa politikası Kanuni Sultan Süleyman ile vezirlerinin uygulamaya çalıştıkları sistemin temelini oluşturan açık davranışlarla belirlenmiştir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
-Tuna’nın sağ kıyısı ile Balkan boğazları arasında yer alan Belgrad gibi imparatorluğa, zapt edilmesi mümkün olmayan müstahkem mevkiler sağlamak, kuvvet kullanarak ve kişilerin çıkarlarına seslenerek Tuna’nın öteki tarafında Alman bloğundan koparılmış ittifakı korumak ve bu ittifaktan Osmanlı koruması ve etkisi altında bir Tuna konfederasyonu ortaya çıkarmak; bu düşünceye bağlı olarak Macar Krallığı’nı Osmanlı Devleti’ne bağımlı bir prenslik haline getirme.
Macar Krallığı’nın Almanya’ya çarşı olan antipatisinden yararlanarak onun müstahkem mevkilerini, savaş alanlarını, ordularını kullanmak.
Eflâk ile Boğdan’ı din olarak Hristiyan, fakat milliyet olarak Osmanlı yapan iki bağımlı eyalet durumuna getirmek.
Kaygılı ve başıbozuk Lehistan’ı, bir yandan Almanya’ya, öte yandan Rusya’ya karşı kışkırtmak ve koruma altına almak.
O sıralar Avrupa ile Asya arasında bocalayan bir güç olan ve ilerde son derece yararlı bir müttefik olabileceği gibi, tehlikeli bir düşman da olabilecek olan Ruslarla iyi geçinmek.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa politikasına göz atmayı sürdürelim:
Savaşmak yerine Alman imparatorlarıyla müzakerelere girişmek; Macaristan ile Lehistan’a egemen olamamaktan dolayı rahatsız durumda bulunan Viyana Sarayı’nı, Osmanlıların Adriyatik kıyılarından yukarı tırmanmalarına göz yumup yummayacağına göre sürekli barış ve savaşla oyalamak.
Tuna üzerinde elde edilen bu kuvvetli durumdan yararlanarak Makedonya’dan Venedik’e kadar uzanan dağlık bölgeyi sebatla fethetmek ve millileştirmek.
Arnavutluk’u, Sırbistan’ı, Yunanistan’ı, Dalmaçya’yı, İlirya’yi, Güney Avusturya’yi, Bosna’yı, Hırvatistan’ı ve Yunan adalarını sağlam bir biçimde Osmanlı topraklarına katmak, Venedik devletini Venedik kentine kadar sararak Osmanlı toprakları içinde hapsetmek ve böylece bu devletin hâlâ Osmanlılardan sakındığı Mora Yarımadasındaki limanları, Girit ve Kıbrıs adalarını olgun birer meyve gibi toplamak.(1)
Almanya ve Fransa Politikaları
Bu hedeflerle hareket eden Divan’ın politikası her ne pahasına olursa olsun Alman imparatorları ile Venediklilerin anlaşmalarını önlemek ve yerine göre imparatorluğa karşı cumhuriyeti, ya da cumhuriyete karşı imparatorluğu desteklemek oluyordu. Bu iki seçenekli politikada Venedik Cumhuriyeti Alman İmparatorluğu tarafından Macaristan’da barış elde edebilmek amacıyla Osmanlılara satılana kadar sürdü.
Fransa ile Dostluk
Öteki Avrupalı güçlere uygulanan politika şöyleydi:
Bunların karşı bir ittifaka girerek Osmanlılari Tuna’nın, hatta Boğaz’ın ötesine atabilecek bir duruma gelmelerini önlemekti. Bu güçlerin aralarındaki antipati, rekabet ve özellikle Avusturya ile Fransa hanedanlarının amansız çekişmeleri, Divan’ın bu politikasına çok yarıyordu.
İngiltere’ye ilgi, İspanya’ya iyi niyet, Fransa’ya sağlam bir dostluk, Osmanlıların uzun vadeli politikalarının gerekleri ve güvenceleriydi.
Hıristiyan halk ve devletlerine bu politikayi kabul ettirebilmek için, Haçlı Seferleri’nden beri Doğu’da ve Batı’da adeta ikinci bir milli duygu durumuna gelmiş olan dinsel zıtlaşmayı yavaş yavaş ortadan kaldırmak gerekiyordu. (2)
...
Zaten Kuranıkerim de fethedilen ve koruma altına alınan topluluklara öyle davranılması gerektiğini söylemektedir. Kanuni Sultan Süleyman da liberal politikasıyla Boğdan, Eflâk, Macaristan, Yunanistan, Suriye ve hatta İstanbul’da benzer davranışlarda bulunmuştur.
Din farkı, Hıristiyanların uygar ve politik bazı hakları kaybetmesine neden olurken, onların Hıristiyan halkın kişiliklerine, geleneklerine, malları ile vicdanlarına herhangi bir baskıya izin vermemektedir. ‘
Osmanlı İmparatorluğu inançlarla değil, hükümdarlarla savaşırdı. Dinini inkâr etmeden onunla ittifak yapmak çok kolaydı. (3)
**
Osmanlı Devleti’nin Dış Politikası ile ilgili yazıyı sonlandırırken, bu kadim politikayı dikkate almayarak imparatorluğun ipini çekerek parçalanmasına neden olan Enver Paşa ve arkadaşlarının tahtan indirerek gözaltında yaşattıkları II. Abdülhamid’le aralarında geçen konuşmayı aktarıyoruz.
(1917-1918'de) Sadrazam olan Talat Paşa ile Harbiye nâzırı ve Başkumandan vekili Enver Paşa içinde bulundukları zor durum nedeniyle görüş almak üzere gözaltındaki Sultan II. Hamid’i ziyaret ederler.
Sultan Onları dinledikten, meseleyi anladıktan sonra şunları söyler:
“Bir kere, ne yapıp edip bu harbe girmemeniz gerekirdi; girdiniz.
Saniyen, mecbur....
Devamını görmek için lütfen giriş yapınız veya Üye Olunuz.