2012-02-02 13:41
Tarih Haber / Fatih in Bosna Ahidnamesi
Fatih in Bosna Ahidnamesi
Hikaye aynen şöyle başlar: Valide sultan bir gün saat 10,00 da oğlunun odasına girer. Yatak derlenmiş toparlanmış. Bir sonraki gün sabah saat 09,00 da gider. Yatak yine derlenmiş toparlanmış. Bir diğer gün, sabah saat 07,00 girer. Yatak yine derlenmiş toparlanmış. Sabah 05,00 de girdiğinde de, gece saat 04,00 de girdiğinde de yatak hep derlenmiş ve toparlanmıştır…
Valide Sultan dayanamayıp oğluna sorar. “Oğul oğul sen ki padişah adayısın ve cihana hükmeden padişah olacaksın neden bu işlerle uğraşırsın. Cariyeler var, nedimeler var, köleler var. Bırak bu işi onlar yapsın.” Bu soruya Şehzade Mehmet’ten gelen cevap ise önemlidir. “Ana ana, ben ki günler var ki o yatağa hiç yatmıyorum. Sabahlara kadar karşımda İstanbul’u seyredip, ey İstanbul İstanbul, ya sen beni alacaksın, ya da ben seni alacağım diyorum” der. Büyülü şehrin hikayesi böylece başlamış olur…
İşte böylesi hayaliniz varsa, siz de aynı Fatih Sultan Mehmet gibi tarihte yerinizi alırsınız. Peki, ben bu hikayeyi neden anlattım? Tarihte ki başarısı yâdsınmış bu padişah, Osmanlı’da şimdi ki coğrafyanın 16 katını yöneten bir padişah ve tüm dünyaya hükmeden bir padişahtı. Demek ki cihan hükümdarı, sadece bizim padişahımız değil, yüreklerin de sultanıymış. İşte o çağ açıp kapatan hükümdar, bakın Bosna halkına da nasıl seslenmektedir?
Bosna-Hersek'in Zenika şehrinde 1995 yılının Mart ayında, Dışişleri kapsamında yapılan görüşmelerde, Bosna-Hersek Dışişleri Bakanı İrfan Ljubijankic, Türk heyetine çok anlamlı bir armağan verir. Bu armağan Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1463 yılında Bosna’daki gayrimüslimler için yayınladığı “Ahidname”nin bir kopyasıdır.
28 Mayıs 1463’te Milodraz ikametgâhında yazıldığı kaydedilen ve aslı Bosna arşivlerinde bulunan ahitname, Osmanlı İmparatorluğu'nun ve bu imparatorluğa yön veren padişahların hoşgörüsünün ve hükmü altında bulunan azınlıklara olan adaletinin de önemli bir göstergesidir...
600 yıllık Osmanlı idaresi, tüm Osmanlı topraklarında olduğu gibi Bosna ve çevre vilayetler için de, adil yönetim altında geçen bir süre olur. Bu dönem, adaletin yaygın olarak yaşandığı, hem Müslüman hem de Müslüman olmayan topluluklar için adil, sosyal ve ekonomik olarak üst seviyede hayatın var olduğu bir dönemdi. Dönemin diğer ülkelerinin aksine, Osmanlı topraklarında azınlıkların hakları en üst seviyede korunmaktaydı. Bunun sebebi ise, Osmanlı’nın, Kuran ahlakının gereklerini samimiyetle uygulamaya çalışmasıydı. İmparatorluğun uzun dönem yaşadığı ekonomik ve sosyal refah da aynı şekilde, Osmanlı’nın din ahlakına göstermiş olduğu titizliğin sonucunda gelen bereket idi.
Osmanlı İmparatorluğu 600 yıldan fazla bir zaman boyunca varlığını sürdürebilmesini, Kuran ahlakının gereği olarak gösterdiği; sevgi, merhamet ve adalet anlayışına dayalı devlet yönetimine borçludur. Yüce Rabbimiz Kuran'da, Peygamber Efendimiz (sav)’in sevgi ve şefkate dayalı örnek ahlakını şu şekilde bildirmektedir:
"Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Al-i İmran Suresi,159)
Fatih Sultan Mehmet’in İslam ahlakının gereği, adaleti temsil eden ahidnamesi de aynen şu şekildedir: “Murat Han’ın oğlu, daim muzaffer Mehmed, hürmete layık yüce sultan’ın emri, imzası ve cihan fatihinin parlayan mührü aşağıdadır. Ben, Sultan Mehmed Han, bu Ferman-ı Hümayunu’mu haiz Bosnalı Fransiskanların lütfuma sahip olduklarını ve bu emri verdiğimi bütün dünyaya duyuruyorum. Hiç kimsenin bahsi geçenleri veya kiliselerini taciz veya rahatsız etmesine izin verilmeye... Onların Devlet-i Al-i Osmaniye’de sulh içinde ikamet etmelerine izin verile... Devlet-i Aliyem hudutları dahilindeki bütün memleketlerde mevcut manastırlarına herhangi bir korku taşımaksızın geri dönmelerine ve yerleşmelerine izin verile... Ne şehzadem ne vezirlerim veya vazifelilerim, ne de hizmetçilerim veya devletimin vatandaşları onlara hakaret etmeyecek ve onları taciz etmeyecektir. Hiç kimsenin onlara tecavüzüne, hakaret etmesine ve canlarına kastetmesine, mallarına ve mülklerine veya kiliselerinin mal ve mülklerinin tehlikeye atılmasına izin verilmeye... Memleketime hariçten herhangi birini getirmelerine dahi müsaade edilmiştir.
Böylece, bu ferman-ı hümayunu lütufkar şekilde yayınladım ve işbu büyük yemini ettim: Dünya ve ahiretin Yaradanı, bütün canlıların rızıklandırıcısı adına, yedi Mushaf ve Muhbir-i Sadık (Hz. Peygamber sav) ve koyduğum kılıç adına, onlar hakimiyetime itaatkar ve sadık kaldıkları sürece, hiç kimse yazılanın aksine hareket etmeyecektir.”
Valide Sultan dayanamayıp oğluna sorar. “Oğul oğul sen ki padişah adayısın ve cihana hükmeden padişah olacaksın neden bu işlerle uğraşırsın. Cariyeler var, nedimeler var, köleler var. Bırak bu işi onlar yapsın.” Bu soruya Şehzade Mehmet’ten gelen cevap ise önemlidir. “Ana ana, ben ki günler var ki o yatağa hiç yatmıyorum. Sabahlara kadar karşımda İstanbul’u seyredip, ey İstanbul İstanbul, ya sen beni alacaksın, ya da ben seni alacağım diyorum” der. Büyülü şehrin hikayesi böylece başlamış olur…
İşte böylesi hayaliniz varsa, siz de aynı Fatih Sultan Mehmet gibi tarihte yerinizi alırsınız. Peki, ben bu hikayeyi neden anlattım? Tarihte ki başarısı yâdsınmış bu padişah, Osmanlı’da şimdi ki coğrafyanın 16 katını yöneten bir padişah ve tüm dünyaya hükmeden bir padişahtı. Demek ki cihan hükümdarı, sadece bizim padişahımız değil, yüreklerin de sultanıymış. İşte o çağ açıp kapatan hükümdar, bakın Bosna halkına da nasıl seslenmektedir?
Bosna-Hersek'in Zenika şehrinde 1995 yılının Mart ayında, Dışişleri kapsamında yapılan görüşmelerde, Bosna-Hersek Dışişleri Bakanı İrfan Ljubijankic, Türk heyetine çok anlamlı bir armağan verir. Bu armağan Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1463 yılında Bosna’daki gayrimüslimler için yayınladığı “Ahidname”nin bir kopyasıdır.
28 Mayıs 1463’te Milodraz ikametgâhında yazıldığı kaydedilen ve aslı Bosna arşivlerinde bulunan ahitname, Osmanlı İmparatorluğu'nun ve bu imparatorluğa yön veren padişahların hoşgörüsünün ve hükmü altında bulunan azınlıklara olan adaletinin de önemli bir göstergesidir...
600 yıllık Osmanlı idaresi, tüm Osmanlı topraklarında olduğu gibi Bosna ve çevre vilayetler için de, adil yönetim altında geçen bir süre olur. Bu dönem, adaletin yaygın olarak yaşandığı, hem Müslüman hem de Müslüman olmayan topluluklar için adil, sosyal ve ekonomik olarak üst seviyede hayatın var olduğu bir dönemdi. Dönemin diğer ülkelerinin aksine, Osmanlı topraklarında azınlıkların hakları en üst seviyede korunmaktaydı. Bunun sebebi ise, Osmanlı’nın, Kuran ahlakının gereklerini samimiyetle uygulamaya çalışmasıydı. İmparatorluğun uzun dönem yaşadığı ekonomik ve sosyal refah da aynı şekilde, Osmanlı’nın din ahlakına göstermiş olduğu titizliğin sonucunda gelen bereket idi.
Osmanlı İmparatorluğu 600 yıldan fazla bir zaman boyunca varlığını sürdürebilmesini, Kuran ahlakının gereği olarak gösterdiği; sevgi, merhamet ve adalet anlayışına dayalı devlet yönetimine borçludur. Yüce Rabbimiz Kuran'da, Peygamber Efendimiz (sav)’in sevgi ve şefkate dayalı örnek ahlakını şu şekilde bildirmektedir:
"Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Al-i İmran Suresi,159)
Fatih Sultan Mehmet’in İslam ahlakının gereği, adaleti temsil eden ahidnamesi de aynen şu şekildedir: “Murat Han’ın oğlu, daim muzaffer Mehmed, hürmete layık yüce sultan’ın emri, imzası ve cihan fatihinin parlayan mührü aşağıdadır. Ben, Sultan Mehmed Han, bu Ferman-ı Hümayunu’mu haiz Bosnalı Fransiskanların lütfuma sahip olduklarını ve bu emri verdiğimi bütün dünyaya duyuruyorum. Hiç kimsenin bahsi geçenleri veya kiliselerini taciz veya rahatsız etmesine izin verilmeye... Onların Devlet-i Al-i Osmaniye’de sulh içinde ikamet etmelerine izin verile... Devlet-i Aliyem hudutları dahilindeki bütün memleketlerde mevcut manastırlarına herhangi bir korku taşımaksızın geri dönmelerine ve yerleşmelerine izin verile... Ne şehzadem ne vezirlerim veya vazifelilerim, ne de hizmetçilerim veya devletimin vatandaşları onlara hakaret etmeyecek ve onları taciz etmeyecektir. Hiç kimsenin onlara tecavüzüne, hakaret etmesine ve canlarına kastetmesine, mallarına ve mülklerine veya kiliselerinin mal ve mülklerinin tehlikeye atılmasına izin verilmeye... Memleketime hariçten herhangi birini getirmelerine dahi müsaade edilmiştir.
Böylece, bu ferman-ı hümayunu lütufkar şekilde yayınladım ve işbu büyük yemini ettim: Dünya ve ahiretin Yaradanı, bütün canlıların rızıklandırıcısı adına, yedi Mushaf ve Muhbir-i Sadık (Hz. Peygamber sav) ve koyduğum kılıç adına, onlar hakimiyetime itaatkar ve sadık kaldıkları sürece, hiç kimse yazılanın aksine hareket etmeyecektir.”